Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ

1. Muhafazakarlık ve Avrupa

Bu kısımda “muhafazakarlık” terimi siyasi anlamıyla ele alınıp; Avrupa ülkeleri içerisindeki genel eğilimleriyle incelenecektir.

Siyasi Anlamda Muhafazakarlık

Muhafazakarlık kendine bir geçmiş aradığında kökleri geriye, Ortaçağ Avrupasına uzatılsa bile bir siyasal tutum ve hareket olarak Aydınlanma düşüncesi ve Fransız Devrimi’ne karşı, 18. yy sonlarında ortaya çıkmıştır.

Felsefi bir düşünce ve siyasal bir tavır olarak muhafazakarlık mevcut siyasal, sosyal ve ekonomik düzenin değerine ve mümkün olduğunca korunması gerektiğine inanır. Bu düzen; kendini doğruluğunu ve işlerliğini ispatlamıştır. Bu anlamda meşrudur. Muhafazakarlığın çerçevesi; dini ya da kültürel olabilir.

Muhafazakar siyaset dönemden döneme farklılıklar gösterir, dönemin koşullarına bağlı pratik ve faydacıdır. Muhafazakarlık kavramı 1815 sonrası dönemde Chateaubriand tarafından ve genel olarak siyasal yelpazede “sağ” kanadı tarif etmek için kullanılmıştır. Avrupa’da muhafazakarlığın en önemli kuramcısı ise Edmund Burke olarak kabul edilir.

Muhafazakarlık başta liberalizm olmak üzere 19. yy’ın önemli ve belirleyici ideolojileri ile tartışmalar içinde şekillenmiş, liberalizmin alternatifi olarak düşünülmüştür. Muhafazakarlık liberal ve sosyalistlerin dünyayı değiştirme çabalarına karşı savunmacı bir harekettir. O dönemde Hıristiyanlığın “ilk günah” doktrinini benimser ve bu nedenle insanın doğuştan “iyi” ve “özgür” olmadığı kanısındadır, insan hem beşeri açıdan eksik hem de mükemmelleştirilemez. Psikolojik olarak sınırlı ve bağımlı yaratıklardır. Muhafazakarlara göre bu nedenle en önemli caydırıcı unsur katı bir şekilde uygulanacağı bilgisiyle desteklenmiş hukuktur. Toplumu ise organizmacı bakış açısıyla birleşik, bütünlüklü, doğal büyüme süreci içerisinde, örgütlü, düzenli yaşayan bir bütün olarak görür.

Çağdaş muhafazakarlık; özellikle 20.yy’ın son çeyreğinde, neo-liberalizmin ekonomik alandan devlet gücünü ve müdahalesini geri çekme siyasetine karşılık, sosyal alanda eksikliğini hissettiği otorite ve sosyal disiplinin, din ve aile gibi ideolojik motiflerin öne çıkartılmasını savundu. Özellikle 1980’lerde ABD Başkanı Ronald Reagen ve dönemin İngiltere Başbakanı Margeret Thatcher bu anlayışı temsil ettiler. Elde ettikleri başarılar ise yalnızca bir ekonomik ya da siyasal bir zafer değil, aynı zamanda kültürel ve entelektüel bir zafer anlamına da geldi.

Fakat, 11 Eylül saldırıları yeni muhafazakarlık açısından önemli bir dönüm noktası oluşturdu. 11 Eylül sonrasında dünya çapında “terörist” tehdide karşı bir tür korumacı siyaset savunulurken bunun iç siyasal ve toplumsal yaşamda özgürlükleri ortadan kaldırması operasyonu bizzat yeni muhafazakar kadrolar tarafından yürütüldü. Ayrıca, neo-muhafazakarlar yeni davranış biçimleri oluşturdu. Bir tür aydın düşmanlığı “anti-entelektüelizm, milliyetçi korumacı bir pozisyon benimsendi. Tanrıtanımaz ateistler ve komünistlere karşı dinci sağcılıkla yaklaşan bir konumda oldular. (Heywood, 2007,s.83-116, Örs,2012, s.115-162)

Avrupa’da Yükselen Muhafazakarlık

Avrupa’da yükselen muhafazakarlık eline geçen fırsatları iyi kullanmasını bildi. Avrupa halklarının temel sorunları, muhafazakar değerlerin savunusu için birer dayanak oluşturdular. Göz önünde bulundurulması gereken temel sorunlar; Avrupa kuşkuculuğu, kimlik bunalımları (milliyetçilik, avrupalılık…), Euro Sorunu, göç ve buna bağlı artan geçim sorunları, demokratik açık inancı (politika egemenliğinin Brüksel’e devri, Avrupa Birliği’nde oy verme oranı düşüklüğü, Avrupa Birliği kurumsal düzenine halkın tepkisi…) vb. idi. Bu kısımda bu kavramların anlamları ve Avrupa’da yükselen muhafazakarlıkla ilişkileri incelenecektir.

Avrupa Kuşkuculuğu: Fransa, İngiltere, Yunanistan ve Danimarka’da AB karşıtı veya Euro’ya tereddütle bakan partiler oyların en büyük kısmını kazandı. Borç krizinin ardından gelen ilk seçim olan parlamento seçimleri böylelikle ekonomik kemer sıkma önlemlerinin Avrupa genelinde ne kadar hoşnutsuzluk yarattığını gözler önüne serdi ve hem 500 milyon insanın bayrağı altında yönetildiği hem de dünyanın en büyük ekonomilerinden birisine sahip AB’nin eli zayıfladı. Oy kullananların çoğunluğu AB genelinde işsizliğin artmasına neden olan harcama kesintileri ve ekonomik sıkıntılardan dolayı Avrupa Birliği’ni suçladığını söyledi.

Demokrasi Açığı[1]: Demokrasi; AB içinde sürekli olarak tartışma gündemindeki bir kavram olmuş ve bu yüzden Avrupa Parlamentosu ve diğer AB kurumları arasındaki ilişkiler, kurucu antlaşmalara eklemlenen her antlaşma sonrasında daha fazla eleştiri konusu edilmişti. Son krizlerle Avrupa karar alma mekanizmalarının uygulamaları ve halkların istekleri arasında ciddi bir uçurum meydana geldi. Bu seneki AB genelinde seçimlere katılım oranının yüzde 43,11 civarında olduğu tahmin ediliyor.  Eurobarometer’ın 2012 Sonbahar verilerine göre AB ülkelerinin yaklaşık olarak yarısı gelecekte birlik dışarısında olmanın ülkeleri için daha iyi olup olmayacağı konusunda kararsız. Yalnızca Birleşik Krallık sonuçlarında  % 54 ülkeleri için birlik dışarısında olmanın daha iyi olacağı kanısında. (Sanlı, 2005, s.7-63; Boros, Vasali, 2013)

Kimlik: Avrupalılaşma, ekonomik bütünleşmenin ötesine geçip siyasileşmeye ve hatta ortak kimlik yaratabilmeyi ortak hedefleri arasına alabilmiştir. Çok uluslu Avrupalı kimlikleri ulusal marketlerin Avrupa Tek Senedi (SEA-1987) ile  liberalleşmesi sonucu ve küreselleşme çağında açık pazarların oluşması beraberinde şekillenmiştir.(Checkel, Katzenstein 2009, s.12)  Avrupalılaşma bir proje ya da doğal bir süreç olarak ele alınmıştır. 21.yy’da Avrupa Birliği projesinin başarılı olması, siyasal bütünleşmenin gerçekleşmesine ve siyasal bir Avrupalı kimliğinin ve kurumlarının inşasının tamamlanmasına bağlıdır.

Göç ve Buna Bağlı Artan İşsizlik Sorunları: Aşırı sağın başarısının en büyük sırrı hiç şüphesiz göçmenlerdir: ”ülkede yaşanan sorunlarının tek sorumlusu göçmenler” söylemiyle aşırı sağ nokta vuruşu yapmıştır. Ekonomik krizle boğuşan Avrupa çareyi yeni göçmenlerin ülkeye girişini yasaklamak ve/ya ülkedeki mevcut göçmen sayısını sınır dışılarla en asgariye çekmekte aramaktadır. Böylelikle Avrupa kamuoyunda kabul gören  önyargıların en çarpıcıları; ülkede kendini her geçen gün biraz daha derinleşen ekonomik krizinin sorumluları göçmenler, yabancılar ve göçmenler bizim işimizi almaktadırlar, göçmenler ülkelerine dönse daha az işsizlik olur, göçmenler güvensizlik sebebi, göçmenler yüksek cinayet ve hırsızlık oranlarıyla ülkenin sosyal istikrarsızlığının kaynağı. Göç ve buna bağlı sorunlarda karşımıza ayrıca İslamofobi ve Zenefobi ortaya çıkmaktadır. Avrupa ülkeleri bir kez daha kendi değerleriyle çelişkiye düşmektedirler.

Yapısal Bir Sorun Olarak Avrupa Ülkeleri Arası Ekonomik Ve Teknolojik Eşitsizlik:  Triple A grubu diye tanımlanan borç veren ülkeler ile PIGS olarak tanımlanan borçlu ülkeler (Portekiz, İtalya, Yunanistan, İspanya) arasındaki ekonomik uçurum üyeler arası bahsedilen uyumsuzluğu sınıflandırır. Almanya ve Fransa Euro krizinin kurbanları olarak kendilerini görmekteler. İtalya’da ise genç nüfusun %40’ının işsiz olması Avrupa kuşkuculuğunu yaratan büyük bir etkendir.

Borçlanma ve buna bağlı borç faiz oranları yüksek güney ülkelerindeki yoksulluk ve işsizlik artarken, sektörel ve teknolojik gelişmişlik oranları yüksek kuzey ülkelerinin ekonomileri giderek güçlenmektedir. Fakat birlik kalkınmayı bölgesel bir bütün olarak ele aldığından dolayı birlik içi alınacak ekonomik kararlar yönünde anlaşmazlıklar çıkmaktadır.

 2. Avrupa’da Yükselen Sağ Partiler

Bu sene; 22-25 Mayıs arası gerçekleştirilen AB Parlamentosu seçimlerinin sonuçları ile ilgili geçilen haberlere ırkçı partilerin güçlü yükselişi damgasını vurdu. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ilk sonuçlara göre, Hıristiyan Demokratlar en büyük siyasi grup olmayı sürdürüyor. Fransa başta olmak üzere pek çok ülkede ise aşırı sağcı partiler oy oranını artırdı.Avrupa’daki sağ partilerin adayı Jean-Claude Juncker’in AB Komisyonu Başkanı seçildi. Avrupa’da AB üyesi olmayan İsviçre dâhil 16 ülkede faşist partiler ulusal meclislerde temsil ediliyor. Yani ırkçı partilerin yükselişinde yerel değil genel bir trend rahatlıkla gözlemlenebiliyor.

Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe, Avrupa Parlamentosu seçimlerini kazanan parti oldu. Tahminlere göre, Marine Le Pen liderliğindeki parti yüzde 25 civarında oy aldı. Seçim kampanyaları sırasında Avrupa’yı eleştiren bir çizgi izleyen Ulusal Cephe, 2009 yılındaki seçimlerde sadece yüzde 6,3 oranında oy alabilmişti. Cumhurbaşkanı François Hollande’ın partisi iktidardaki Sosyalistlerin oy oranı ise yüzde 14’e (2009: 16,5) düştü. Tahminlere göre, Danimarka’da da aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi (Dansk Folkeparti), yüzde 23’lük oy oranıyla en çok oyu alan parti oldu.

Finlandiya da aşırı sağın yükselişte olduğu ülkelerden biri. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ilk tahminlere göre, AB ve yabancı karşıtı Gerçek Finler Partisi, oyların yüzde 12,8’ini aldı. Böylece parti, Parlamento’da iki sandalyeye sahip olabilecek.Macaristan’da Avrupa Parlamento seçimlerini, hükümet koalisyonu Fidesz-KDNP yüzde 52,83 ile önde götürüyor. Aşırı sağcı Jobbik Partisi yüzde 15 ile ikinci sırada yer aldı.Avrupa Birliği’nin en büyük ülkesi Almanya’da ise Şansölye Angela Merkel’in merkez sağ Hıristiyan Demokratlar ve Hıristiyan Sosyalistler partisi yüzde 35 oy alarak yüzde 27 oy alan sosyalistlerin önüne geçti.Yunanistan’da SYRİZA’nın birinci, Yeni Demokrasi Partisi’nin ikinci olduğu seçim sonuçlarına göre faşist Altın Şafak % 9,3 oyla 3 sandalye kazanarak AB Parlamentosu’na ilk kez temsilci göndermeyi başardı.

Sonuç

Özgürleşen halkı elitist yaklaşımlarla görmezden gelmek mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla tekrar aynı sorunlarla karşılaşmamak için halk iradesi ve elitlerin düşünce ve uygulamaları arası sağlam bir köprü kurmak öncelikli tedbir olmalıdır.

Ayrıca; eşitsizlik ve diğer insani Avrupa ülke sorunlarına karşı Lizbon Antlaşması bir karşılık niteliğindedir. 2009 yılında kabul edilen Avrupa Birliği Anayasası’nın (Lizbon Antlaşması) amaç maddeleri Avrupa Birliği’ni temel insan hakları üzerine kurulu bir birlik olarak tanımlamakta ve sosyal haklara geleneksel insan hakları bağlamında ele almaktadır. Anayasanın ikinci maddesinde Birliğin “insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukuk devleti ve insan haklarına saygı temelinde kurulduğu” belirtilmekte ve “çoğulcu toplum, hoşgörü, adalet, dayanışma ve ayırımcılığın reddinin üye ülkelerin ortak değerleri olduğu” vurgulanmaktadır.

Tüm bunlara rağmen; Avrupa’da yükselen muhafazakar değerler ise pek çok açıdan Avrupa’nın temel değerlerini sarsmaya hazır görünüyor.

Ayça Pak

TUİÇ Stajyeri

KAYNAKÇA:

  1. “Demokrasi açığı(democratic deficit) kavramı, Avrupa Birliği’nin yeterince demokratik olmadığı ve işleyiş yöntemlerinin karmaşıklığı nedeniyle yurttaşlardan giderek uzaklaştığı ve yurttaşlarla karar alma merkezleri arasındaki mesafenin kapatılmadığı eleştirisini temel almaktadır. Bu eleştiriye göre, Birlik kurumsal yapısı, yasama ve yürütme yetkilerine sahip olan AB Konseyi ile demokratik meşruiyeti olmayan Komisyon’un (Komisyon üyelerinin Avrupa Parlamentosu’nun onayı alınarak üye ülkeler tarafından atanmasına ve Parlamento’ya karşı ortak sorumluluklarının olmasına rağmen) egemenliği altındadır. Bir başka deyişle; temsili demokratik bir politik yapıya dayanan ulus devlet politikalarının, bu tür bir yapıya dayanmayan Birlik politikaları ile yönlendirilmesi önemli bir demokrasi açığı oluşturmaktadır.” (Sanlı,2005, s.43)
  2. Akademik Perspektif, Avrupa’nın İflas Eden Çokkültürlülüğünden Aşırı Sağın Yükselişine,  akademikperspektif.com, 23.6.2014
  3.  BOROS, Tamás-VASALI, Zoltán , Policy Solutions The Rise of Euroskepticism and Possible Responses prior to the 2014 European Parliament Elections, Foundation For European Proggressive Studies 5 April 2013
  4.  Checkel, Jeffrey T., and Peter J. Katzenstein, eds. European identity. Cambridge University Press, 2009.
  5. Heywood, Andrew. “Siyasi İdeolojiler.” Çev. Ahmet Kemal Bayram, Özgür Tüfekçi, Hüsamettin İnanç, Şeyma Akın, Buğra Kalkan). Ankara: Adres Yayınları (2007).
  6. Örs, Birsen. “19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler.” İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (2012).
  7.  Sanlı, Leyla. “Avrupa Birliği ve Demokrasi Açığı”. İstanbul: Alan Yayınları. (2005)
  8. Steinhauser, Gabriel, Avrupa’da AB karşıtlığı yükseliyor, abhaber.com, 26.5.2014
  9.  The remarkable rise of continental Euroscepticism, theguardian.com, 24.4.2013
  10.  Yılmaz, İsmail Güney, AB Seçimleri: Faşizm “geliyorum” der, abhaber.com, 4.6.2014

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...