Azınlık kavramına insanların toplu olarak yaşamaya başladıkları dönemlerden itibaren rastlamak mümkündür. Azınlık kavramı genel olarak çoğunluktan farklı özelliklere sahip olan gruplar, topluluklar olarak adlandırılabilir.
‘‘Azınlık olgusu, 19. yüzyıldan itibaren tartışmalara konu olmuş olsa da, özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle önem kazanmıştır. 19. yüzyıl boyunca ortaya çıkan ulusçu akımlar, çok uluslu imparatorlukların sonunu hazırlamıştır. 20. yüzyılda ise sömürgelerin uluslaşma süreci, ikinci bir uluslaşma sürecine yol açarken, yeni ulusların ve yeni azınlıkların doğuşuna sebep olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitimiyle ise üçüncü uluslaşma dalgası ortaya çıkmıştır. Sosyalist ideolojinin yapıştırıcı etkisinin ortadan kalkmasıyla birlikte, toplumlar yeni kimlik arayışlarına girmişlerdir. İdeolojik çatışmaların yerini milliyetçilik, etnik ve dinsel temelli farklılıklara dayalı çatışmalara bırakmasıyla, azınlıklar, güvenlik kaygılarının asıl sebebi haline gelmiştir. ’’ [1]
Avrupa Birliği ve Türkiye’nin azınlık tanımlamalarına bakarsak eğer AB azınlığı çoğunluktan farklı olan ve bu unsuru ayırt edici özellik olarak taşıyan gruplar olarak tanımlar. Türkiye’nin uluslararası platformda kullandığı azınlık tanımı ise 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın, “Azınlıkların Korunması” bölümünde sözünü ettiği gayrimüslim azınlıklarla sınırlıdır.[2] Uluslararası hukuk kapsamında azınlık kavramına baktığımızda Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı ulusal azınlık statüsüne sahiptir. Bu durumda Türk azınlığı sorunu sadece Bulgaristan’ın iç sorunu değildir. Bulgaristan uluslararası anlaşmalara imza atarak sadece iç sorunu olmadığını kabul etmiştir zaten.
13 Temmuz 1978 yılında imzalanan Berlin Anlaşması ile azınlık hakları ilk kez güvence altına alındı. Berlin Anlaşması çok taraflı bir anlaşmaydı. Bulgaristan sadece Türkiye‘ye karşı değil tüm taraf devletlere (Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Rusya ) karşı yükümlülük altına girmişti.[3] Bulgaristan tıpkı Berlin Anlaşması gibi daha birçok uluslararası anlaşma ve oluşumla azınlık haklarını koruyacağına dair imza atmıştır. Buna diğer bir örnek ise 25 Haziran 1945 tarihinde imzalanan Birleşmiş Milletler şartıdır. Birleşmiş Milletler şartına göre, herhangi bir farklılık gözetmeksizin insan haklarına ve özgürlüklerine saygının genişletilmesi BM amaçlarındandır.
Bulgaristan’da 14 Aralık 1955’te Birleşmiş Milletler üyesi olduğuna göre BM’nin amaçları doğrultusunda hareket etmeyi ve onların hükümlerine bağlı kalmayı kabul etmiştir. Ayrıca yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde de azınlık hakları ele alınmakta ve yine Bulgaristan bu haklara saygılı olacağını belirtmektedir. Ele alınması gereken bir diğer önemli anlaşma ise 1968 yılında imzalanan Göç Anlaşması’dır. Bu anlaşma diğerlerinde farklı olarak sadece Türkiye- Bulgaristan arasında imzalanmıştır. Bulgaristan’daki Türk azınlığın varlığını tanıyan anlaşmanın amacı 1950-1951 yıllarında Türkiye’ye göç ettirilen aileleri birleştirmektir. Aile üyelerinden Bulgaristan’da kalmış Türk vatandaşlarının da Anavatan Türkiye’ye yerleşmelerine olanak sağlayan bir anlaşma mahiyetindedir. Todor Jivkov’un umduğu temenninin gerçekleşmemesi sonucu Bulgaristan ile Türkiye arasında sorun olan 1 milyonun üzerindeki Türk’ten 1978 yılı sonuna kadar 130.000 Türk’ün Türkiye’ye göç ettiği biline gelen bir gerçektir.[4] Bulgaristan imzaladığı bütün bu anlaşmalara rağmen 1984 yılında başlattığı Türk azınlığına yönelik baskılar ve şiddetler sonucunda 1989 yılına gelindiğinde zamanın en büyük göç olaylarından biri yaşanmıştır. Ancak 1980’li yıllarda politikasını daha da sertleştirmiştir. Todor Jivkov’un yönetimindeki Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Türk azınlığı ülkedeki sosyal bir engel olarak görüyordu. Onların düşüncesine göre balkanlar da yalnızca Slav ırkı başrol oynamalı ve Türklerin Balkanlara egemen olduğu dönemlerin izleri dahi kalmamalıdır. Bunun için çalışmalar başlayan BKP 1989 yılında kadar bölgede yaşananları ve uyguladığı asimilasyon politikasını uluslararası alanda saklanmış ve diğer devletlerin haberdar olmasını istememiştir.
Bulgaristan’ın uyguladığı asimilasyon politikalarından bazıları :
- Özel okul konumunda bulunan Türk azınlık okulları devletleştirildi ve böylece eğitim tam olarak Bulgaristan devletinin kontrolüne geçti.
- Asimile çalışmalarındaki ilk yöntem eğitim ve kültür düzeyini artırmaktı. Çünkü eğitim düzeyi artan topluluk artık kişisel çıkarlarını düşünmeye başlayacak ve etnik kimliğini bir kenara bırakıp Bulgar vatandaşları gibi bir süre sonra Bulgaristan’ın sosyalist yapısını düşünmeye başlayacaklar ve zamanla kendilerini oraya ait hissedeceklerdir. Bu düşüncenin ardında yatan mantık ‘aşılmış burjuva toplumunun kalıntısı olan ulusun ortadan kalkmak zorunda oluşu ve böylece birleşmiş bir Bulgaristan sosyalist devletinin kurulmasıydı. [5]
- 1958 yılında alınan kararla 1958/1959 ders yılından itibaren Türk okulları ile Bulgar okullarının birleştirilmesi ve eğitimin Bulgarca yapılması kararı alındı. [6] Bu kararda ki amaç yeni yetişen Türk nesline Türkçeyi unutturmak ve Bulgarcayı ana dilleri gibi öğretebilmekti. Son yıllarda, çocukların erken eğitim için mecburi olarak kreş ve yuvaya verilmesi de uygulanmak istenen politikanın işleyişini kolaylaştırmıştı.
- BKP Türk azınlığının dinsel nitelikli geleneklerini de engellemeye çalışmıştır. Türk mezarlarını tahrip edilmiş, kurban bayramındaki uygulamalar engellenmeye çalışılmıştır. Ramazanda oruç tutulması sağlık yönünden zararlı olduğu gerekçe gösterilerek yasaklanmıştır
- Okullardaki din dersleri yasaklanmış ve Kur’an kursları kapatılmıştır.
- Asimile çalışmalarının bir parçası olarak Türk azınlığın zorla isimleri değiştirilmiş. İsimlerin sonuna Slav ekler getirilmiştir.
- Türkçeyi unutturmak ve Bulgarcayı yerleştirmek için: Türklerin geleneksel kıyafetler giymeleri, düğün dernek kurmaları, halk oyunları oynamaları, izin verilen eğlencelerde Türkçe şarkı söyleyip- dinlemeleri yasaklandı. [7]
- Türkçe olan coğrafya bölgelerinin ve yerleşim bölgelerinin isimleri değiştirildi [8]
- Türklerin Türkiye’deki yakınları ile telefonla haberleşmeleri engellendi.[9]
- Türklerle – Bulgarlar arasındaki evlilikleri özendirmek amacıyla evliliği gerçekleştiren kişilere devlet dayalı döşeli bir ev ve iş güvencesi başta olmak üzere çeşitli güvenceler sunmuştur.
Bulgaristan asimilasyon çalışmalarını sürdürürken uluslararası alanda duyulmasını engellemeye çalışmıştır. Çünkü asimilasyon çalışmasını sessizce tamamlamak ve diğer karşı Bulgaristan da Türk azınlık yaşamadığını iddia etmek amacındadır. Bütün bu yaşananlardan sonra Türkiye’ye göç etmek isteyenlerin bu isteğini engellemek ve Türkiye’nin yapmak istediği Göç Anlaşması çalışmalarını boşa çıkarmak amacıyla vatandaşlara zorla çeşitli belgeler imzalatılmıştır. İmzalatılan belgelerde Türkiye göç etmek istemediklerini ve Türkiye’de akrabaları bulunmadıklarını belirten ifadeler yer almıştır.
1989 yılında ise Türk azınlığı kitlesel eylemlere başlamışlardır. Bunun üzerine Bulgar yönetimi ise ilk olarak bu eyleme katılan grupları sınır dışı etmeye başlamıştır. Türk vatandaşları arasında Bulgaristan’ı terk etmek istemeyenler olsa da uygulanan şiddet ve ailelerine yönelik tehditler onları durumu kabul etmeye zorlamıştır. Sürgünler sırasında insanlara kısa bir zaman tanınmış ve yanlarına alabilecekleri eşyalar sınırlandırılmıştır. Yanlarına sadece küçük bir çanta almalarına izin verilmiş az bir para dahi almalarına izin verilmemiştir. Bulgaristan içerisinde sosyo-ekonomik durumu iyi olan Türk azınlığı değerli eşya ve mal varlıklarını geride bırakmak zorunda kalmışlardır.
Sürgünlerin başlaması ile Türkiye ilk etapta sessiz kalmış ve süreci izlemeye başlamıştır. Ancak Bulgaristan aynı politikayı izlemeye devam edip sürgünleri ve asimile etmek için baskıları devam ettirince Türkiye’ de Bulgaristan’ı eleştirmeye başlamış ve iki ülke arasında kriz ortamı oluşmuştur. Türkiye Bulgaristan’a birçok kere kapsamlı bir göç anlaşması için teklif götürse de Bulgaristan bu teklifleri geri çevirmiştir. Türkiye’nin de etkisiyle Bulgaristan’ın uyguladığı bu politika zamanla uluslararası alanda da duyulmaya başlanmıştır. Uluslararası alanda diğer devletler beklendiği kadar tepki göstermemişlerdir. Bazı devletler tarafsız arabuluculuk çalışmalarına girseler de Bulgaristan onların dediklerine ikna olmamıştır. Bu evrede şaşırtıcı olan bir başka durum ise COMECON üyesi olan devletlerin ve Bulgaristan’ın sadık müttefiki olan ülkelerin bu konuda Bulgaristan’a çok az destek vermeleridir.[10]
Türkiye o dönem dış politikasında soğukkanlı davranmış, genel beklenti askeri müdahale olmasına rağmen sadece diğer devletler ile lobi çalışmaları yapmış ve Bulgaristan’ı siyasi açıdan zor duruma sokmuştur. Bulgaristan bütün çabalamasına rağmen başaramamış ve en sonunda Türk azınlığının varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Şaşırtıcı bir sonuç olarak ise Türk azınlığı sorunu ilk etapta olumsuz durumlar doğursa da Türkiye-Bulgaristan arasındaki iletişimi sağladığı için Türk azınlık sorunu çözümlenmeye başladığı tarihler iki ülkenin uzun zaman sonra yakınlaşmaya başladığı tarihlerdir.
Gamze NURLUOĞLU
İstanbul Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
[1] Levent Ürer, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, Derin Yayınları, İstanbul, 2003, s. 1-4
[2] Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar,,İmaj Yayınevi, Ankara, 2001,s.151- 152
[3] Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri 1878-1985, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1986, s.366- 368
[4] Kader Özlem,’Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Perspektiften İncelenmesi‘,Türk Dünyası Enstitüsü – 29 Temmuz 2005, http://www.turksam.org/tr/yazdir431.html, 24.05.2010
[5] Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, İmge Kitabevi, 1998 , s.182
[6] Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri 1878-1985, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1986, s.251-262
[7] Cumhuriyet Gazetesi 8 Nisan 1986 tarihli basım
[8]Cumhuriyet Gazetesi 24 Mart 1987 tarihli basım
[9] Milliyet Gazetesi 14 Şubat 1985 tarihli basım
[10] Hugh Poulton, Çatışan Azınlıklar-Çatışan Devletler, Sarmal Yayınları, İstanbul,1993,s.194-195