Bağımlılık Teorisi

Bağımlılık Teorisi 1960’larda Latin Amerika’da ortaya çıkmıştır. Doğu ülkelerinin geri kalmışlığını, bu ülkelerin batılı ülkelerin geçirdiği tarihsel aşamalardan geçmemesi nedeniyle ve bilimsel-teknolojik gelişmelerden yoksun olmasıyla açıklamaya çalışan modernleşme teorisine tepki olarak doğmuştur.

Samir Amin, Immanuel Wallerstein, Fernando Cardoso, Andre Gunder Frank gibi birçok akademisyen bu teorinin önemli isimleri olmuşlardır. Bağımlılık Teorisi, esas olarak ekonomik bir teoridir. Son dönemlerde ise farklı alanlar ve disiplinlerde de kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu disiplinlerden biri de uluslararası ilişkiler olmuştur.

“Bağımlılık Teorisi, 1960’lı yıllardan itibaren Batılı ülkelerin Üçüncü Dünya ülkeleri ile olan ilişkilerini köktenci bir tarzda eleştiren yaygın anlayışın teorisidir. Teori, kendine temel olarak ekonomik emperyalizmi alır ve azgelişmiş ülkelere yapı­lan yardımların asıl amacının, yoksul ülkeleri yardım veren ülkenin ekonomik kıskacına almak olduğunu ileri sürer” (Kuper ve Kuper, 1990).

Bağımlılık teorisyenlerine göre, Üçüncü Dünya ülkelerinin geri kalmışlıklarının sebebi gelişmiş ülkelerdir. Bu ülkelerin gelişmemeleri iç dinamiklerine değil tarihsel süreçlere bakılarak anlaşılabilir. Batı dışı toplumların sömürge ya da yarı sömürge olarak batılı devletlerin müdahalesi altında iç savaşlar, darbeler gibi sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıkların sebebi de müdahalelerden kaynaklanan tek bir ekonomik, kültürel yapıya sahip olamamalarından kaynaklanmaktadır. Gelişmiş ülkelerin zenginliklerinin temel nedeni ise, gelişmemiş ülkeleri sömürmeleridir. Ayrıca, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında eşitsiz bir gelişme ve kutuplaşma söz konusudur. Kapitalist ilişkiler var oldukça, eşitsiz gelişmelerin olması kaçınılmazdır ve kutuplaşmalar da var olacaktır. Üçüncü Dünya toplumları kapitalist ülkeleri takip ettikleri sürece gelişmiş ülke konumuna erişemeyeceklerdir.

Immanuel Wallerstein, gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arası ilişkilere Dünya Sistem Teorisi ile açıklama getirmiştir. Wallerstein’ın Dünya Sistemi Teorisi’ne göre dünyada merkez (core), çevre (periphery) ve yarı-çevresel (semi-periphery) ülkeler vardır. Bu teoriye göre merkez ve çevre ülkeler arasında belirli işbölümleri bulunmaktadır. Çevrenin bu işbölümündeki rolü, merkez ülkelere ham madde ve ucuz iş gücü temin etmesidir. İleri teknolojiye sahip olan merkez ise ileri düzeyde ürünler üretmektedir. Çevre ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorundayken, merkez yüksek fiyatlardan almak zorundadır. Yarı çevre ise; merkeze göre çevre, çevreye göre ise merkez konumundaki ülkelerdir.

Ülkeler arasındaki ilişkilerde, gelişmemiş ülkelerle ile gelişmiş ülkeler arasında bağımlılık ilişkisi bulunduğu inancı bu teorinin ana varsayımıdır. Bununla vurgulanmak istenen, bağımlılık ilişkisinin gelişmemiş ülkelerin gelişimlerine engel olacağı düşüncesidir. Bağımlılık ilişkisi sürdükçe, çevre ülkelerin kalkınması, gelişmesi, ve zenginleşmesi mümkün değildir.

Teorinin fikir babalarından olan Samir Amin’e göre sorununun temeli merkez ülkelere olan bağımlılıktır. Ve bu bağımlılıktan kurtulmanın yolu, çevre ülkelerin merkez ülkeler ile olan ilişkilerini tamamen sonlandırmaktan geçmektedir. Siyasi, ekonomik ve kültürel alanda merkezden kopmanın gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu durumda sömürüden kaynaklanan merkezin üstünlüğü ve kutuplaşma yok olacaktır.

Bağımlılık teorisi, yukarıda belirtildiği gibi uluslararası ilişkiler alanında da kullanılmış ve gelişmiş ülkelere ekonomik ve diğer yönlerden bağımlı olan gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin dış politikalarının bağımsız olamayacağı varsayımı üzerinden geliştirilmiştir. Buna göre, gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkeler üzerinde yoğun siyasi kontrolleri mevcuttur. Gelişmiş ülkeler bu kontrolü siyasi isteklerini açıktan bildirerek yapmazlar, ancak ekonomik baskılar uygulayarak gerçekleştirebilirler.

Bu yaklaşımı kabul etmeyen bazı düşünürler, artık ülkeler arasında bağımlılık ilişkilerin değil karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin var olduğu varsayımı üzerinde durmaktadırlar. Karşılıklı bağımlılık koşullarında, güç ilişkisinin yönlendirdiği bağımlılık durumunun aksine, her iki taraf da farklı seviyelerde de olsa ilişkinin yürütülmesi için çaba göstermektedir. Fakat bu yaklaşım bağımlılık teorisyenleri tarafından emperyalizm ve sömürgecilik ilişkileri görmezden gelindiği düşüncesiyle eleştirilmektedir.

Gizem Nida MERCAN

TUİÇ Staj Programı

Kaynakça:

Kuper, A., Kuper, J. (1990). Sosyal Bilimler Ansiklopedisi. Risale Yayınları.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...