Batı Merkezli Küresel Sistemin Evrimi ve Türkiye

2011 yılında hazırlanan son rapora göre Fransa’nın toplam borcu yaklaşık 1 trilyon 646 milyar avrodur. Diğer bir tabirle bu borç, Fransa Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla’nın (GSYİH) % 85’5’ini oluşturmaktadır. Başka bir dille, Fransa Devleti’nin borçlarının faizleri için yaptığı harcamalar, 48,8 milyar avro ile bütçe giderleri kalemleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Buna karşın, eğitime ayrılan pay 45,5 milyar avro iken[1], savunmaya ayrılan pay sadece 39,37 milyar avrodur. Söz konusu tabloya bütüncül bir bakış açısıyla bakıldığında, Avrupalı devletlerin üzerinde taşıdıkları borç yükünün ağırlığı ve içine bulundukları kriz net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Tüm bu gelişmelerin aksine analizcileri asıl şaşırtan, uzun tartışmalar sonucunda Fransa’nın geleceğine yönelik alınan kararlardır. 2012 yılı itibariyle 14 bini Milli Eğitim Bakanlığı çalışanı olmak üzere yaklaşık 30 bin 400 kamu çalışanın işine son verilecek olmasına karşın Savunma Bakanlığı’nda istihdam edilmek üzere 21 bin yeni asker için ihale açılmıştır. Öyle ki; analizcilerin tahminine göre bu, bütçenin yükünü, bu kriz dönemine rağmen, % 1,6 oranında artıracak, savunma bütçesini eğitim bütçesinin önüne geçirecektir[2].

Lakin iktidarın bu politikalarının yanı sıra kriz ortamında önemli miktarda tasarruf yapılması amacıyla atılması planlanan adımlar da kamuoyunda ciddi huzursuzluklar yaratacağa benzemektedir. Çünkü atılması planlanan adımlar arasında dolaylı vergilerin arttırılması, eğitim ve sağlık için yapılan harcamaların kısılması, işsizlik sigortalarından yararlanma haklarının ağırlaştırılması, kamu yararına faaliyet gösteren derneklere yapılan desteklerin sınırlandırılması, yerel yönetimlere aktarılan mali yardımların düşürülmesi gibi adımlar vardır ki; bu, birçok analizciye göre vakti yakın bir sosyal kargaşaya sebep olacaktır.

Bilindiği gibi Fransa, II. Dünya Savaşı sonrası sosyal kazanımların en yüksek olduğu Avrupa ülkelerinden birisidir. Hatta bu açıdan birçok analizci tarafından gerçek bir “sosyal devlet” olarak kabul edilmektedir. Fakat bugün, Fransa’daki yoksulların sayısı resmi rakamlara göre bile milyonları geçmektedir. İşsizlik ise % 10 sınırına oldukça yakındır. Buna karşın, eğitmenler işlerinden uzaklaştırılmakta yerine asker istihdam edilmektedir ve analizcilere göre bu adımlar ciddi kuşkuları da beraberinde getirmektedir.

Son 6 yıldır artan Fransız savunma bütçesi, “Sarkozy” ile birlikte daha da hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. Öyle ki; Fransız askerlerinin önemli bir kısmı 20’nin üzerinde yabancı ülkede operasyon halindedir ve bu operasyonel faaliyetlerin Fransız ekonomisine 2011 yılındaki ilave maliyeti 1,2 milyar avrodur[3]. Yalnızca Libya operasyonun Fransız ekonomisine getirdiği yükün yaklaşık 350 milyon avro olduğu düşünüldüğünde, yükün ağırlı daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Diğer bir tabirle, analizcilere göre de, Fransa artık üretime değil savaşa yatırım yapmaktadır. Fransız Dışişleri Bakanı’nın Libya üzerine düzenlenen operasyon için basın önünde sarf ettiği şu sözlerde de bunu somutlaşmaktadır: “Fransa, geleceğine yatırım yapmaktadır.[4]

Tüm bu olanların ardından analizcilerin aklına gelen tek soru şudur: “Yaşanan ekonomik kriz ya da adı henüz konulmamış yeni Büyük Buhran, tıpkı iki savaş arası dönemde olduğu gibi, yeryüzünü yeni bir dünya savaşına mı götürmektedir?” Çünkü analizcilere göre, Batı merkezli kapitalist sistemin işleyişinde bu yönde ciddi emareler bulunmaktadır: Her şeyden önce, tıpkı 1929 Büyük Buharı ertesinde olduğu gibi dünya yeni bir saflaşmaya doğru gitmektedir. Sarkozy Fransa’sı, Libya müdahalesinde de görüldüğü gibi, eski hegemon Büyük Britanya (İngiltere) ile askeri işbirliğini arttırmakta ve ABD stratejisi çizgisinde yer almaktayken, eski Sovyetler Birliği’ne (Rusya’ya) yaklaşan eski Hitler Almanyası’ndan (Almanya’dan) uzaklaşmaktadır[5]. Bu ise II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin de yönlendirmesiyle Kıta Avrupası’nda AET’nun kurulması ile sağlanan Pax (barış) ortamının sonuna mı gelindi sorusunu akıllara getirmektedir.

Durum böyle iken, Fransa merkezli bu bakış açısına göre, Fransa’daki olası bir hükümet değişikliği durumunda bile dünyanın gittiği yön değişmemektedir. Çünkü Fransa’daki sosyal demokratlar da Sarkozy’nin dış politikada takındığı bu tutumu büyük ölçüde desteklemektedir. Örneğin, Fransa’daki sendikaların hiçbiri, sert tasarruf önlemleri (tough austerity measures) sırasında gösterdikleri tepkinin, yarısını bile olsa, Sarkozy’nin dış politikaya yönelik hiçbir faaliyetinde göstermemiştir. Bu ise durumu daha da içinden çıkılmaz ve karamsar kılmaya fazlasıyla yetmektedir.

Merkel ile Sarkozy’nin “bankaların sermayelerinin gerektiğinde arttırılabileceği” yönünde sinyal vermelerine rağmen, piyasalara hala borç krizinin bankalar krizine dönüşebileceği yönünde bir ruh hali hâkimdir. Eğer ekonomi, geleceğe yönelik beklentileri yönetme sanatı ise AB’nin lokomotifi olan ne Sarkozy ne Merkel ne de söz konusu liderlerin ekonomi kurmayları iyi birer sanatçıdırlar. Bunun yanı sıra, sosyal kargaşaların tüm dünyaya sirayet etmiş olması[6], kredi derecelendirme kuruluşlarının ardı kesilmeyen not düşürücü adımları ve Avrupa bankalarının geleceğinin büyük oranda İstikrar Fonu’nun geleceğine bağımlı olması gibi olumsuz koşullar Avrupa ekonomisinin, 1929 benzeri büyük bir buhranın eşiğinde olduğunun habercisidir. Küresel istihdam oranlarının 1920’lere oranla daha iyi olmasına karşın; küresel gelir dağılımındaki artan adaletsizlik krizi derinleştiren bir diğer sorundur ve siyasal kamplaşmalar/saflaşmalar da 1929 Büyük Buhran sonrası oluşan uluslararası ortamı her geçen günkünden daha fazla bir şekilde hatırlatmaktadır.

Bu olanlar ışığında denilebilir ki; dünya sınırsız kapitalizmden sorumlu piyasa ekonomisine doğru evirilmekte, her ihtimale karşın askeri önlemler de arttırılmaktadır. Özel sektör ve özerk kurumlar da, denetim altına alınacakları bir nehre doğru akmaktadır. Bu açıdan Türkiye’nin mali ve idari özerkliğe sahip bazı piyasa kuruluşlarını denetim altına ve “MİLGEM[7] gibi bazı askeri projelere verdiği önem yoluyla askeri önlemleri alma çabaları küresel sistemin geçirdiği evrimin Türkiye tarafından doğru okunduğunu göstermektedir ve takdire şayandır.

Deniz Tören

Hacettepe Üniversitesi


[1] Almanya’da da eğitime ayrılan bütçe miktarı gittikçe azalmaktadır. Örneğin, 1995’te eğitime ayrılan pay Gayri Safi Milli Hâsıla’nın % 5,1’i iken; bu oran 2009 da % 4,8’e gerilemiştir. Bu ise Kuzey Avrupa ülkelerinin dışarıda tutarsak, içinde bulunduğumuz dönemde Avrupa’da yaşanan bir eğilimin habercisidir. Dünya daha militarist, daha sert ve daha ulusal planda adımların atıldığı bir döneme doğru sürüklenmektedir. Bu ise doğal olarak analizcilere 1929 Buhranı sonrası dönemi hatırlatmaktadır.

[2] Avrupa’nın motor/lokomotif ülkelerinden en büyüğü olan Almanya’da da, yaklaşık 2,3 milyon okuma yazma bilmeyen insanın olması dikkate değerdir. Lakin buna rağmen, Almanya’da da eğitimdeki bu açığı giderecek herhangi bir önlem alınmamaktadır. Türkiye’de ise 2010 yılı rakamlarına göre ülke genelinde 9,6 milyon okuma yazma bilmeyen vardır ve bu kitlenin % 7,7’sini kadınlar oluşturmaktadır.

[3] Almanya’nın Afganistan’da bulundurduğu askerlerin de Alman ekonomisine ek maliyeti 20 milyar avro civarındadır.

[4] Türkiye ise bir taraftan Libyalı yaralıların Türkiye’de tedavi edilmesiyle Türkiye-Libya ilişkilerinin geleceğine yatırım yapmış; diğer taraftansa, üslendiği bu insani misyonla Müttefikler üzerinde dolaşan materyalist karabulutların dağılmasına yardımcı olarak operasyonun ahlaki liderliğini de omuzlarında taşımıştır.

[5] Eski Büyük Britanya, eski Hitler Almanyası, eski Sovyetler Birliği gibi metaforlar 1929 Büyük Buhranı ertesindeki dünya sistemi ile günümüz dünya sistemi içerisindeki saflaşmaya dikkat çekmek amacıyla yapılan benzerliği anlatmak için sırasıyla İngiltere, Almanya ve Rusya için kullanılmıştır. Söz konusu ülkelerin başındaki “eski” sıfatları da geçmişi anlatmak için kullanılmıştır.

[6] İlk olarak İrlanda’da başlayan, daha sonra sırasıyla Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya ile devam eden ve son olarak da hayat pahalılığı olarak dışa vurulan İsrail halkının protestoları, krizin halk üzerindeki etkileri sonucunda ortaya çıkan sosyal huzursuzluklara örnek olarak verilebilir.

[7] MİLGEM tasarısı; “milli” ve “gemi” kelimelerinin kısaltmalarından oluşmakta olup, hâlihazırda yürütülmekte olan iki yerli gemi tasarımından biridir. Ticari gizliliğe sahip olan bu tasarım, yerli ve ulusal imkânlarla muharip bir geminin üretimini amaçlamaktadır.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...