Bir Batılılaşma Örneği Olarak Çin

“Değişim, toplumların en masum isteğidir, önüne geçilmesi ise neredeyse imkânsızdır.” İlber Ortaylı’nın Lale Devri için söylediği sözler şimdilerde neredeyse tüm Asya ve Doğu ülkelerinin sosyal ve siyasal dönüşümünün, şimdiye kadar kendilerini tanımladıkları gelenekleriyle ve hali hazırdaki devlet prensipleriyle çatışması noktasında söylenebilecek yegâne cümlelerden biridir. Gerek Arap İsyanlarında, gerek Türkiye’de gerek de makalemizin konusunu teşkil eden Çin’de söz konusu toplumsal dönüşümlerin-birbirinden farklı şekillerde ve biçimlerde de olsa-sancıları hissedilmektedir.

Bu dönüşümün sebeplerini sorgularken çoğunlukla kullandığımız askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel geri kalmışlık gibi modern düsturları barındıran bir takım prensipleri sayarız. Aslında güçsüz olanın güçlü olanı taklidi şeklinde özetleyebileceğimiz bu tanım, Uzakdoğu’nun yüzyıllardan beri değişmez aynı zamanda Asya’nın ve Dünyanın dev gücü olan Çin için bazı dönüşümlere ve değişimlere girmek zorunda kalıyor.

Batılılaşma, modernizm veya İran’ın ibretlik tercümesiyle “garbzedegi” son yüzyılda başta güç ve gelişmişlik etmenleriyle, şimdi ise mobilizasyonun kuvvetli etkisiyle Asya ve Doğu ülkelerinden bazılarının devlet ilkelerini teşkil edecek biçimde yine söz konusu ülkelerin toplumlarına empoze edildi. Çoğu Asya ülkesinde “batılılaşma”, toplumun geçmişten beri gelen kendi asabiyeleri ile bağdaşmaması sonucunda çözülmesiyle yeni modern toplum modelleri ortaya çıktı. Fakat toplum asabiyesini oluşturan yegâne etmenlerden olan dil, din ve ırk gibi etmenlerin unutulmuş veya çeşitli nedenlerden dolayı kaybedilmiş olduğu yani asabiyelerinin güçlü olmadığı toplumlar bu denli kendilerine has bir modern toplum modeli oluşturamadılar. Makalemizin konusunu oluşturan Çin’de ise kanaatimizce bu faktörlerde görülen bazı sorunlardan dolayı yaşanan bir modernleşme modelinin eksikliği durumu söz konusudur.

Yukarıda bahsi geçen tanım değişimi için açıklanması gereken bir takım sorunlardan birincisini dil konusu oluşturuyor. Çin’de birçok kimse kendi dillerinin yazısını okuyamıyor. Binlerce karakterden, aynı zamanda bu karakterlerin birbiriyle sentezinden oluşan bu “yazı dilinin” öğrenilmesi oldukça güç; zira neredeyse her şehir farklı bir Çin’ce konuşuyor. Karakter okumasını bilenler TV kanallarında diğer şehirlerin yayınlarını altyazılardan takip edebilirken, böyle bir şansı olmayanlar farklı şehirler ile “iletişim kurmakta” oldukça güçleniyor. Bu bir aksan farklılığı olarak görülse de bazı yerlerde cümle dilbilgisi değişikliklerine kadar gidiyor. Aynı zamanda birçok Çinli İngilizce konuşabiliyor, konuşmak istiyor. Yabancı olduklarını anladıkları biriyle İngilizce konuşmakta ısrar ederken hayretle yabancıların bu kadar zor ve kendilerine göre önemsiz olan dillerini neden öğrenmek istediklerini merak ediyorlar. Devlet binalarının üzerinde karakterlerle yazılmış isimlerinin altına “İngilizce” isimleri de yer alıyor.

Toplumsal dönüşümlerin zeminini şekillendiren ikinci ve üçüncü etmeni olarak saydığımız din ve ırk faktörünü beraber zikredeceğiz. Zira burada bazı ırklar bazı dinler ile özdeşleşmiş durumdadır. Çin’de 56 ırk ve bu ırkların bağlı oldukları değişik dinlere mensup insanlar bulunuyor. En büyük ırklardan Hanzı ırkı asıl ırkı oluşturmakla beraber bu ırkın büyük bir çoğunluğunu herhangi bir dine mensup olmayanlar teşkil ediyor. Bu ırkın arkasından gelen Hui ırkının birçoğunu veya tamamını Müslümanlar oluşturuyor. Bu iki ırkın birbirinden ayrımı mümkün olmadığından bu ırk direkt olarak “Çinli Müslümanlar” ismiyle anılıyor. Ayrıca Müslümanların büyük çoğunluğunun bulunduğu Urumçi ve Sincan bölgeleri ve burada yaşayan insanlar Çin hükümeti için büyük sorun teşkil ediyor. 2 sene önce yine bu bölgelerde yaşanan bazı olaylar bunun en önemli kanıtı olarak hafızalarımızda yerini korumaktadır. Bu manada böyle bir bölünmüşlük içerisinde toplumun dille sağlanması zor olan asabiyelerinin dinle ve ırkla sağlanması da soru işaretleri oluşturuyor. Bu manada geriye sadece birbirine benzerlik faktörü kalıyor; fakat çoğunluğunu çekik gözlü, düz-esmer saçlıların oluşturduğu Çin’de bu özelliklerin dışında olmak yine büyük üstünlük ve farklılık göstergesi. Bu manada zaten markalarıyla Çin pazarını renklendiren “Batı”, mankenleri ve filmleriyle de reklam panolarını ve televizyonları dolduruyor. Çin her ne kadar uluslararası pazarda ağırlığını koruyan tüm yabancı ürünlere alternatif yerli bir marka çıkarmasına ve söz konusu yabancı markalara dair caydırıcı açıklamalar yapsa da[1] Çinliler de dâhil olmak üzere bu markalar yukarıda da zikredildiği üzere “alternatif” olarak görülüyor.

Ayrıca Çin ile neredeyse özdeşleşmiş Budizm ise din olarak halka gayet uzak durumdadır. Tapınakları ve burada yaşayan keşişleriyle halktan ayrı bir züht yaşamı oluşturan Budizm, dünyayla bir olmaya, yaşamaya çalışan Çin ve Çin halkı için ancak unutulmaya yüz tutmuş bir kültür olarak yerini korumaktadır.

Makale boyunca Çin üzerinden anlatılmaya çalışılan ve Çin örneği üzerinden çıkarılmaya çalışılan başta söylendiği üzere toplumların dönüşüm isteklerinin önüne çıkan her faktörü yok ettikleridir. Buna direnen toplumlar ise dünyada örneğini çok gördüğümüz millet savaşlarında ve karmaşalarında başrol oyuncu olarak kendilerini buluyorlar. Gerek uluslararası gündemin büyük bir bölümünü teşkil eden Arap Baharı’nda gerek Çin’deki Uygur Türkleri olayında, gerek ülkemizde yaşanan Türk-Kürt olayında batılılaşmaya direnen toplumlar ile bu toplumlara muhalif başka bir toplumun mücadelesini gözlemlemekteyiz. Bu manada Çin’de bir Uygur Urumçililik ve Sincanlılıktan vazgeçtiği, modern dünyanın düsturlarına uyduğu sürece Çin’de istediği devlet dairesinde çalışabilir ve istediği yerde garipseyen bakışları üzerine toplamadan istediği şehirde yaşayabilir. Çin’in önemli merkezlerinde böyle yaşayan akademisyen, önemli dairelerde devlet memuru Uygurlar mevcuttur. Örnekleri çoğaltırsak Arap Dünyası’nda Müslümanlar radikal İslamcılıktan, Türkiye’de Kürtler Güneydoğululuktan, Çin’de ise bir Uygur Sincanlılıktan ve Urumçililikten kurtulduğu, modern dünyanın kendine sunduğu yeni kimliklere ayak uydurduğu sürece bu tür sorunların yaşandığı tüm bölgelere barış hâkim olacaktır. Bunun kanaatimce adı pax- modernite ve pax- medeniyettir. Bu manada yaşanacak aidiyet çözülmeleri ve toplumların dönüşümleri bazılarının kendilerine has bir “sentez” oluşturması kabul edilmekle beraber pax- modernitenin bir başarısını oluşturacaktır.

 

 

M. Hamza UÇAR

Nanjing Normal University

TUİÇ Platformu Çin Temsilcisi


[1] Bu sene hükümet Çin’de yine önemli bir pazarı olan McDonalds’ın sağlığa zararlı olduğuna dair açıklama yaptı.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...