Çeviri: Neoliberalizm Ukrayna’dan Önce Çökmüştü

Bu yazı, *Gary Gerstle’ın Unherd için kaleme aldığı Neoliberalism Died Before Ukraine başlıklı görüş yazısından çevrilmiştir. Yazının aslına aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz.

Neoliberalism Died Before Ukraine

“Batı, dünün dünyasında yaşıyor.”

1990’larda ve 2000’li yıllarda küresel ölçekte galip gelen neoliberal düzen; malların, sermayenin, insanların ve bilginin dünya çapında serbest dolaşımını hedefliyordu. Sınır tanımayan kapitalizm, küresel ekonomiyi keyfî kısıtlamalardan kurtaracaktı ve ekonomik eşitsizlik ortaya çıksa bile çoğunluğun fayda sağladığı ve üretimdeki verimlilik, tüketim mallarının maliyetini dünyadaki yüz milyonlarca yoksulun erişebileceği kadar düşürdüğü sürece tüm bunlar tolere edilebilir olarak görülüyordu.

Bu düzen, pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce dahi gerilemekteydi. Toplam uluslararası mal ticareti, dünya üretiminin %51’ini oluşturduğu 2008 yılında zirve yapmıştı. Bu oran, 2008-2009’daki Büyük Durgunluk sırasında düştü ve hiçbir zaman da uzun süren bir toplanma gösteremedi. Büyük Durgunluk ve akabinde zengin ve fakir arasındaki eşitsizliğin artması, küresel serbest ticaret dünyasının herkese refah getirdiği inancını yerle bir etti.

Kriz öncesinde, “korumacılık” 30 senedir lanetli bir kelimeydi. Ancak 2010’larda Donald Trump ve onun gibi düşünen diğer politikacılar, vatandaşlarını korumacı bir geleceği benimsemeye davet ederek iktidara soyundular. Amerika’da Trump, ülkenin üretim kapasitesini yeniden canlandırmayı ve kaliteli iş imkânlarının sayısını arttırmayı hedefliyordu. Ayrıca bu tür iyi işleri Amerikan vatandaşlarına tahsis etmek istiyordu – kendi deyimiyle “bok çukuru ülkelerden” gelen ve çoğunlukla beyaz olmayan yabancılara değil.

Yabancılara karşı duyulan güvensizlik, Brexit’in zaferinde olduğu gibi Trump’ın 2016’daki galibiyetini de kolaylaştırdı. 2010’ların sonlarına doğru kozmopolit AB’de bile Avrupalı olmayan halklara karşı düşmanlık artmaya başlamış, Almanya’nın Türkiye ve Yunanistan’a on binlerce Ortadoğulu ve Kuzey Afrikalı mülteciyi Avrupa’nın merkezinden uzak kamplara yerleştirmeleri için milyarlarca dolar ödemesine yol açmıştı.

Tüm bu etkenler, pandemi ve Ukrayna çifte krizleri vurmadan önce harekete geçmişti. Pandemi, nüfusu olduğu yerde dondurarak göçü, tıpkı bir zamanlar dünya savaşlarının yapmış olduğu gibi, ciddi bir şekilde durdurdu. Bu arada en sıradan üretim, ticaret ve ulaşım süreçlerinin büyük ölçüde kesintiye uğraması, uzun süredir neoliberal ekonominin temelini oluşturan “tam zamanında” küresel üretim ve nakliye rejimlerini baltaladı. Her türlü temel mal (ve temel iş gücü) aniden kıtlaşırken, arz ve talebi titizlikle belirlemek için kullanılan algoritmalar da artık işe yaramaz hale geldi. Dünyanın her yerinden şirketler, tedarik zincirlerini dünyanın dört bir yanına yaymanın hala iyi bir fikir olup olmadığını düşünmeye başladı, özellikle de küçük bir virüs ve kötü bir bölgesel savaş malların ve insanların küresel hareketliliğini durdurabilecekken.

Avrupa ve Amerika’nın Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı verdiği tepki; yalnızca Putin’in acımasızlığı karşısında hissedilen şok ve dehşeti değil, aynı zamanda kayıp gitmekte olan neoliberal dünya düzenini yeniden tesis etme kararlılığını da ortaya koyuyor. Avrupa ve Amerika, aşınmış Atlantik ittifakını hızla onarıyorlar. Roosevelt ve Churchill tarafından 1941 yılında imzalanan ve Nazilerin yıkmaya kararlı oldukları hukukun üstünlüğü, ulusların toprak bütünlüğüne saygı, halkların özgür olma ve kendi kendilerini yönetme hakkı, savaş ve istila yerine barış ve ticaret yoluyla ekonomik refah arayışı gibi değer ve ilkeleri yeniden tesis etme çağrısında bulunan Atlantik Bildirisi’nin ruhunu yeniden canlandırdılar.

Batı’nın Rusya’ya karşı yaptırımları bile dünün dünyasını yeniden canlandırmayı amaçlıyor. Uygulanan yaptırımlar hakikaten de bugüne kadar bir ülkeye uygulanan en ağır ve kapsamlı yaptırımlar arasında yer alıyor. Batı için en iyi senaryoda Putin, geri çekilmek ya da rejiminin çöküşünü görmek zorunda kalacak kadar zayıf düşecektir. Bu da muhtemelen Rus liberalizmini yeniden canlandıracak ve ülkeyi, nihai olarak neoliberal küresel toplumla yeniden bütünleşmesiyle sonuçlanacak bir yola sokacaktır.

Peki Avrupa ve Amerika bu çabalarında başarılı olabilecekler mi? Öyle umuyoruz. Ama olmayabilirler de. Putin’in çöküşünü ya da çatışmanın bir an önce sona ermesini tetikleyecek koşullar henüz belirginleşmiş değil. Çatışmanın donmuş bir savaşa dönüşmesi ve Ukrayna’nın yeni bir Kore’ye dönüşmesi daha muhtemel görünüyor: Kuzey ve Güney arasında değil, Doğu ve Batı arasında bölünmüş ve bir zamanlar Güney Kore’nin de olduğu gibi giderek daha fazla Batı’ya yaklaşan bir Ukrayna. Bu senaryoda, Doğu Ukrayna’nın küçük bir kısmını elinde bulunduran Rusya, Kuzey Kore’ye daha çok benzeyecektir: izole, otoriter ve fakir ancak tehlikeli bir nükleer cephaneliğe sahip ve yanında sessiz ama sadık bir müttefik olan Çin ile birlikte.

Bu karanlık senaryo gerçekleşirse, dünyanın bu yüzyılın ilk yıllarındaki neoliberal sistemden kopuşu daha da derinleşebilir. Neoliberalizmin altın çağında şirketler ve uluslar, kaynaklar bol ve işgücü ucuz oldukça ve piyasaların büyümesine izin verildiği sürece hammadde tedarik etme ve üretim tesislerini istedikleri yerde kurma konusunda kendilerini güvende hissediyorlardı. Rusya ve Çin gibi ülkelerde serbest piyasa kapitalizminin ileri karakollarını kurmanın, bu ülkelerin rejimlerini liberalleşmeye zorlayacağı; sadece mülkiyeti ve sözleşmeleri korumak için bile olsa hukukun üstünlüğünü tesis etmek, özgür bir basını ve özgür seçimleri benimsemek ve hatta belki de demokrasinin kendisini benimsemek gibi adımlar atılacağı umut ediliyordu. Açık piyasaların açık toplumlar üreteceği düşünülüyordu.

Bu umutların yersiz olduğu artık apaçık ortada. Küreselleşme, otoriterliği ve illiberalizmi zayıflatmak yerine güçlendirdi. Açık, düz ya da uyumlu değil, parçalanmış ve rekabet halindeki jeopolitik bloklara bölünmüş bir dünyaya doğru ilerliyor olabiliriz: Birinin merkezinde Rusya, diğerlerinin merkezinde Çin, Avrupa ve Amerika. Uzun, pürüzlü ve aşılması zor duvarlar bu blokları birbirinden ayırabilir. Bu çok kutuplu dünyada barış sağlanabilir ve ittifaklar – örneğin Kuzey Amerika ve Avrupa ya da Rusya ve Çin arasında – elbette mümkün olacaktır. Ancak savaş, çeşitli bloklar arasında malların, sermayenin ve insanların dolaşımını neoliberal düzenin altın çağında olduğundan çok daha zorlu hale getirecek ve tekrarlayacak bir tehdit olacaktır.

Eğer dünya çok kutuplu çekişmelere doğru kaymaya devam ederse, jeopolitik ve ulusal güvenlik sadece ulusların değil özel şirketlerin de planlamalarında en önemli unsur haline gelecektir. AB üye ülkeleri şimdilerde Rus petrol ve gazına erişimleri olmadan ekonomilerini uzun vadede nasıl sürdürebileceklerini tartışıyor. Çok uluslu şirketler artık sadece Rusya’dan çekilmenin yüksek maliyetiyle değil, Çin’in bizim Tayvan olarak tanıdığımız kendi Ukrayna’sına saldırmaya karar vermesi halinde çok daha ciddi bir darbe almaları olasılığıyla da boğuşmak zorunda. Uluslararası şirketlerin Rusya’dan çekilmek zorunda kaldıkları gibi Çin’den de çekilmek zorunda kalmaları artık ihtimal dışı değil. Peki bir şirket kendisini bu geleceğin en kötü sonuçlarına karşı nasıl koruyabilir?

Bu yüzden ulusal yönetimler geniş topraklar ve rakip bloklar boyunca uzanan hammadde, üretim ve tedarik zincirlerini sürdürmenin ekonomik ve siyasi maliyetleri hakkında çok daha fazla akıl yürütmek zorundadır. Egemen devletler, bilgisayar çipleri gibi ulusal güvenlik için elzem olan ve ya ülke içinde ya da dost bir komşu ülkede üretilmesi gereken malların listesini hazırlıyorlar. Askeri bütçeler muhtemelen balon gibi şişecek olsa da, askeri strateji tek başına yeterli olmayacaktır. Ülkeler bir sanayi stratejisine de ihtiyaç duyacaklardır ki bu da hükümetlerin neoliberal düzenin hüküm sürdüğü dönemde gayrimeşru kabul edilen yollarla piyasalara müdahale etmesi gerekeceği anlamına gelmektedir.

Ukrayna krizinin uzun vadeli sonuçları bunlar olmayabilir de. Liberalizm galip gelebilir ve neoliberal politik ekonomiye yeniden hayat verilebilir. Ancak böylesi bir zafer kolay kazanılmayacaktır. Ve bu başarılsa bile, neoliberal ekonomik düzen, kusurlarıyla ciddi bir şekilde yüzleşilmeden uzun vadede başarılı bir şekilde tesis edilemez: Fazlasıyla yüksek düzeyde ekonomik ve sosyal eşitsizliğin tolere edilmesi, ekonomik olarak zarar görenleri tanıma ve onlara yardım etme konusundaki isteksizlik, siyasal gücün ulusal yasama organlarından uzaklaşarak özel sektör ve kamuda faaliyet gösteren uluslararası örgütlerin eline geçmesi. Başka bir deyişle, sadece Atlantik Bildirisi’nin ya da DTÖ’nün ideallerini yeniden canlandırmak yeterli olmayacaktır. Ulusların ve ittifakların yeni ve çağımızın zorluklarına uygun yirmi birinci yüzyıl sözleşmelerine ihtiyacı vardır.

Çeviri: Derya AZER – TUİÇ Akademi Yayın Koordinatörü

Editör: Ayşenur ALİŞİROĞLU

* Gary Gerstle, Cambridge Üniversitesi’nde Paul Mellon Amerikan Tarihi Emeritus Profesörü ve The Rise and Fall of the Neoliberal Order: America and the World in the Free Market Era (2022) kitabının yazarıdır.

Sosyal Medyada Paylaş

Derya Azer
Derya Azer
Lisans eğitimini Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladı. 2022 yılında Bologna Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü, Adalet-Suç-Güvenlik yüksek lisans programından "Neoliberal Governmentality of Crime: A Genealogical Study on the Rationalities of Contemporary Crime Control" başlıklı teziyle mezun olmuştur.

1 COMMENT

  1. Öncelikle yaptığınız çeviriden dolayı ellerinize sağlık diyorum. İzin verirseniz bende kendi fikirlerimi, katıldığım ve eleştirdiğim noktaları belirtmek isterim. Neoliberal politikalarının asıl sorununun herkes için ve herkesi çok hızlı bir şekilde sisteme entegre etme isteğidir. Çünkü her toplum aynı gelişmişlik, demokrasi, insan hakları bilgi ve birikim düzeyine sahip değildir. Bu ortak düzeye ulaşmak bazı toplumlar için on yıllar hatta yüzyıllar harcaması gereken uzun bir yoldur. Kaldı ki sisteme entegre edilmek istenen Rusya ve eski Sovyet ülkelerinin kendilerine ait bir sürü sorunları mevcuttur. Neoliberal politikaları benimseyen batılı ülkelerin asıl problemi ise kaynak ve ham madde kıtlığı yaşamaları ve ekonomiyi daha çok finans olarak görmeleri ve uygulamalarıdır. Rusya, Çin Orta Doğu ülkeleri ve bazı Afrika ülkeleri, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere üretimi ve ekonomiyi sırtlayan bir çok kaynak ve ham maddeye sahip olmaları nedeniyle, sistemi mecburen totaliter, yerele oynayan ve hem ekonomide hem toplumsal hayatta ciddi kontrolleri olan bu gibi devletlere muhtaç bırakmıştır. Tüm bu sorunlar varken üstüne Pandemi süreci yaşanması ve dünya ekonomisinin insan, kaynak ve ucuza üretim şampiyonu olan, Neoliberal ekonominin adeta turbosu olan Çin’in bir anda üretimi kesmesi ve insanların evlere hapsolması sonrasında yaşanan tedarik krizi ve buna bağlı enflasyon artışı sistemi iyice zorlamıştır. Bu süreç uzayınca batılı devletlerin vatandaşlarına dağıttıkları karşılıksız paralarda bir süre sonra enflasyonun daha da artmasına neden olmuştur. Ve nihayet batıyı; petrol, doğalgaz, sayısız değerli maden, tahıl ile besleyen Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bunca olumsuzluğun üzerine tuz biber olmuştur. Batılı devletlerin Rusya’ya karşı peşi sıra gelen ve çok sert olan ekonomik yaptırımları, Rusya kadar batılı ülkeleri de tekrar ve tekrar zor duruma düşürmüştür. Buraya kadar olan yazımı özetlemem gerekirse, aslında sorun Neoliberal politikalarda değil onları uygulamaya koyacak partner ülkelerin bu duruma hazır olmamalarıdır. Eski düşünceleri ile düşünüp hala batıyı kendilerine bir tehdit olarak algılamalarıdır. Bir partner olarak görmemeleridir. Şimdi yabancı düşmanlığı meselesine gelelim. Aslında bu olayın Avrupa’da sorun olması o kadar eski değil ve Neoliberal politikalarla pek bir ilgisi yoktur. 2011 Suriye iç savaşı sonrası yaşanan hem Suriye hem de çevre ülkelerden yapılan büyük göçler, yabancı düşmanlığını artırmıştır. Herhangi bir ülkeye yapılan büyük göçler dünyanın her yerinde uyumsuzluk ve huzursuzluk yaratır. Ekonomi zorlanabilir, Kamusal harcamalar artar emniyet ve sağlık giderleri artar. Bu sebeplerden dolayı popülist söylemler hız kazanır ve toplumda yabancı düşmanlığı artar. ABD’de Trump’ın tutumu ise Amerika’nın dünyanın jandarması rolünden dolayı, gerekli gereksiz her yere müdahale ederek gerek ekonomik gerek askeri gerekse göçmen sorunları yaşamasından ötürüdür. Sonuç olarak batılı ülkelerin yakıtı göçmenlerdir. Ancak tüm bu olumsuzluklardan sonra kültürel olarak uyumsuz ve faydasız görülen milyonlarca göçmen bu ülkelerde sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Diyeceklerim bu kadar. Yorumlarım devam edebilir. Size kolay gelsin diyorum.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...