Etnisite Kavramı

Etnisite Kavramı

Herhangi bir konuda ya da tartışmada sınırları belirlemeden daha evvel yapılacak önemli işlerden biri kavramları tek tek açıklamaktır. Böylelikle yaşanabilecek olası kavram kargaşalarının önüne geçilmiş ve doğru mecrada ilerlenmiş olacaktır. İncelememiz gereği ehemmiyetle üzerinde durulacak kavram “etnisite”dir. Bu başlık altında etnisite kelimesinin etimolojik kökenine tartışmamızda fikir vermesi açısından ayna tutulmaya çalışılacaktır.

Günümüzde etnisite olarak kullanılan kelimenin köklerinin Antik Yunanca ve Latinceye uzandığı görülmektedir. Kavram “ethnos” iken, karşıladığı anlamlar “doğum yer, kavimler, yaşanılan bölge”dir[1].

Kavrama “ayırıcı” niteliği ise Helen uygarlığı “biz” olgusunu yaratmak için bir anlamda “öteki”ne atfederek barbar kavimleri nitelemek için ethnos kullanılmıştır. Aristophenes’in  Lysistrata isimli eserinde “ethnos” kavramına bakış şöyle tasvir edilir “Biz ilk olarak yağı ve ipliği ayırmak için ipi yıkarız. Tüm kötü vatandaşlar için aynısını yap kim olduklarını tespit et ve sopalarla dışarı at[2].

MS 1. ve MS 2. yy da Yeni Ahit yazarları ve Kilise Babaları döneminde “ethnos” kavramı Hıristiyan ve Yahudiler dışında kalan halkları belirten “ta ethne” şeklinde kullanılmıştır[3]. Günümüz anlamında etnik kimliğin yaratımında görüldüğü üzere dinin oynadığı rol çok büyüktür. Yeni Ahit yazarları ve Kilise Babaları döneminden sonra etnik kavramının içerdiği kâfir, pagan, batıl inançlı anlamının oldukça uzun bir süre devam ettiği görülmektedir.

20. yy sonlarında kilise ve etnisite  arasındaki ters orantılı ilişkiyi Uyangoda Jayadeva şu sözleri ile olumsuzluğun devam etmekte olduğunu göstermektedir. Yazısında Jayadeva şunları der “…Hristiyanlık evrensel bir birleştirici unsurken kilise mikro-milliyetçilik ile ayrıştırıcı bir unsur olmuştur…

1935 yılında Lulian Huxley ırk kültür ve ulus kavramları arasındaki karmaşayı çözmek adına ırk kelimesinin insan guruplarını tanımlamada çıkarılmasını, yerine etnik azınlık kelimesinin kullanılmasının gerektiğini yazmıştır. Thomas Hyland Eriksen de “ethnics” kavramının ABD’de 2. Dünya Savaşı dolaylarında genelde Britanya kökenli hâkim çoğunluğa göre aşağı görülen Yahudiler, İrlandalılar ve diğerlerini tanımlamak için daha nazik bir ifade olduğunu belirtmiştir.

1950’lerde etnisite, sosyal bilimlerde yer bulamazken 1960’larda bu kavram giderek önem kazanmaya başlamıştır. Montsernat Gubernov ve John Rex 1960’larda sömürgelerin çözülmesi Afrika ve Asya kıtalarında yeni devletlerin kurulmasıyla birlikte sömürge ve ırkçılık karşıtı sosyologlar arasında “kültürel bir gruba ait olmaktan kaynaklanan pozitif duygular” olarak kullanıldığı söylenmekteyse de 1960’lı yılların modernleşme ve ulus kurma teorisyenlerinin etnik/etnisite kavramlarına sıcak bakmadığı söylenebilir. Eski sömürge ülkelerinde devam eden komünist rejimin yıkılmasıyla başlayan etnisite kavramının olumsuz etkileri , eski Yugoslavya topraklarında yaşanan etnik temizlik vakaları Donal L. Horowitz’in  “kanlı bir olgu kansız bir teoriyle açıklanamaz” sözünü kanıtlar niteliktedir.

Etnisite ve Irk

Genetik, sosyoloji, antropoloji ve benzeri bilim dallarının ilgi alanına giren ırk kavramı genelde kalıtımsal biyolojik ve fiziksel olarak ortak özelliklere gönderme yapar. Şöyle ki ırk tanımlaması daha çok kültürü kullanan etnik tanımlamasından bağımsızdır. 20.yy’ın ortalarına kadar Avrupa ve AB de kullanılan ırk sözcüğünün karşıladığı anlam etnik bir gurubu işaret etmekteydi. Ancak bu durum, yapılmış önemli bir kavram hatasıdır.

Etnisite ve Milliyetçilik

Rönesans reform hareketlerini takiben 19.yy’da bütün Avrupa da milliyetçilik dalgası ile milliyetler ulusal kurtuluş süreçlerini yaşamışlardır. Bundan sonra kabul gören norm, ulus devletlerdi. Milliyetçilik ötekisi ile güç kazanmıştır. Yani esas olarak mercek ile bakılması gereken nokta etnik köken vurgusu ile yaratılan gurubun milliyetçilik duyguları ile yaşadığı uluslaşma sürecidir.

Etnisite ve Ulus

Unesco verilerine göre 177 tane devlet 3000’i aşkın dil yaşamaktadır dünya üzerinde. Bu da demek oluyor ki her bir devlet sınırları içerisinde 16-17 dil konuşulmaktadır. Uluslaşma sürecinde ülkeler birliklerini kurarken var olan farklılıkları ortak paydalarda birleştirerek veya bağlılık duygularını güçlendiren bütünleştirici yanları öne çıkararak ulaşmışlardır. Günümüzde ise ilk ateşini korumasa da milliyetçilik tersine işlemektedir. Ortak paydada birleştirmek yerine farklılıkları vurgulamak daha popülerdir.

Etnisite Teorileri

Etnisiteyi kendine konu alan bilimlerden bir kaçı felsefe, psikoloji, biyoloji, antropoloji, sosyoloji, siyaset, arkeoloji, tarih ve teolojidir. Böyle çok disipline konu olan bir kavramın yanlış olarak tanımlanması kaçınılmazdır. Kavram ve dolayısıyla disiplinlerde incelenmesi de bir o kadar yenidir fakat kavramın geçmişi çok eskiye dayanır.

Etnik grup kavramını ilk inceleyen sosyolog Max Weber’dir. Statü grupları çerçevesinde ırk, etnik, grup, ulus konularına değinir. Weberce etnik grup, fiziksel tip veya geleneklerin veya her ikisinin benzerlikleri veyahut kolonileşme ve göç hatıraları sebebi ile ortak bir kökene dair öznel bir inanç taşıyan insan gruplarıdır.  Nesnel bir kan bağı böyle bir durumda önem arz etmemektedir. Sadece inanış önemlidir. Üzerinden geçilecek olursa “kendine ait bir devlette kendisini yeterli bir şekilde ortaya koyabilecek bir fikir topluluğudur” Bu nedenledir ki ulus kendi devletini üretmeye eğilimlidir.

Primordialistler

Primordialistler; geleneksel dayanışma kaynaklarının tahmin edildiğinden çok daha fazla dayanıklı olduğunu ve bu bağların aslında doğal ve primordial olduğunu savunan teorileri geliştirmiştir. İki ana kolda incelenebilir. Öncelikle; gruplara kültür gelenek dil, din, tarih gibi unsurlara birinci derecede önem verenlerdir. İkinci grup ise biyolojik genetik özelliklere vurgu yapanlar. Kurucuları Edward Shills ve Clifford Geertz’dir.

Araçsalcı Teoriler

Poul Brass ve Grag Calhoun tanımı ile araçsalcı yaklaşım etnisiteyi şöyle tanımlar: Kültürel sosyal ekonomik seçkinler tarafından toplumda iktidar ve avantajlarını koruyabilmek için siyasal mitler yaratmalarının ve bu mitlerin manipülasyonunun bir sonucudur.

Marksist Teoriler

Etnisite kavramına Marksist teoriler ile açıklık kazandırmaya çalışma uğraşı iki yönlü ilerlemiştir. Marks ve Engels’in az miktarda söylemi ile ilerleyenler ve bu az miktarda söylemi yorumlayarak ilerleyenlerdir. Marks’ın dünya görüşüne göre etnik çatışma egemen sınıfın oluşturduğu yapay bir çatışmadır. Yaratılan bu suni çatışmanın amacı gerçek düşmandan (egemen sınıf) dikkatleri uzaklaştırmaktır.

Konstrüktivist Teoriler

Etnisite teorilerinde Konstrüktivist yaklaşım, 1980 sonrası yapılan çalışmalar sonucu açılmış yeni bir kapıdır. Benedict Anderson, Eric Habsbown önemli birer temsilcileridir. Crowford Young, etnisiteyi Konstrüktivist yaklaşım ile bir özetlemiştir: “Etnisite verili olarak kabul edilmemelidir, etnisite imal edilmiş yaratıcı hayal etme eylemidir” der. Bu yaklaşım kişiye doğumu ile birlikte bir semboller paketi ilişkiler ağı verir ve dünyayı bu ağ ile yorumlamasını ister. Ernest Renan’ın “Ulus her gün yapılan bir plebisittir” sözü bu yaklaşımın ilerleyişi hakkında önemli bir mihmandardır.

Türkiye’de Etnik Yapı ve Uluslaşma Çalışmaları

Konunun fazlası ile tarafgir tutumlara açık olması sebebi ile birbiri ile uyuşmayan tanımlamalara sahne olmaktadır Türkiye etnik yapısı araştırmaları. Andrews 47 farklı etnik gurup ile homojen bir toplum demek yerine 72,5 milletin yaşadığı bir Türkiye tanımı yaparken Türkdoğan ise etnik çeşitliliğin abartılmış bir mevzu olduğunu bu gün Fransa da bu çeşitliliğin çok daha fazla olduğunu ama öne çıkarılmadığını söylemektedir[4].

1960 sonrası etnik yapı Türkiye de korkulan konu olmuş ve ötelenmiştir. Ulusal düzeyde etnik farklılığa ilişkin veri son defa 1965 Genel Sayımında anadil sorusu ile yapılmıştır [5]. Şöyle de bir ayrıntı atlanmamalıdır. Etnik araştırmaların temeli dil ve din üzerinden giderken Türkiye de bu dil üzerinden gider.

Kuruluşunda bütün unsurları ile eşit bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti mezhepler arası çatışmalara sahne olmuş 1980 sonrası Doğu, Güneydoğu bölgeleri terörizm ile anılmış ve bir çıktı olarak etnisite tartışmaları “Kürt” özelinden devam etmiştir. Günümüzde küreselleşen dünya da ulus devletler yeni bir süreçten geçmektedir. İkinci Dünya Savası’ndan sonra gözden düsen milliyetçilik, yeniden önem kazanmış, farklılıklar öne çıkarılmış, küçük grupların kimlikleri, kültürleri ve dillerine çok daha fazla vurgu yapılmaya başlanmıştır. Bunun Türkiye’deki en ciddi yansıması Kürt milliyetçiliğinin artmasıdır. Olası kopuşun engellenebilmesi için ortak nokta olan din birliğine yapılan vurgu artmış olmakla beraber alt-kimlik, üst kimlik, çok kültürlülük, sivil toplum çalışmaları ve anayasal vatandaşlık gibi tartımsalar yapılmaktadır.

Etnisite kavramının siyasi bir yapı olarak tek başına ortaya çıkması ulus devletler ile olmuştur. Ulus devletler kurulurken temelinde aynı etnik kökenden gelen insanlar dominant olmuşlardır. Bu sebepledir ki aynılığı yaratmak için hayatımıza giren şu kavramlar yaratılmıştır. Etnik temizlik, tehcir, etnik kıyım gibi. Fakat dünyanın pek çok yerinde etnik-ulus özdeşliği kurulamamıştır. Zira etnisite dinamik bir durumdur zamana mekâna şartlara göre dönemler içerisinde değişimler yaşamıştır.

Tarihsel Süreçte Kürt Etnik Kimliği Üzerine Tartışmalar

Kürt etnik kimliği üzerine yaptığımız araştırmalarda konunun ne kadar tarafgir olduğunu anlamak zor olmamıştır. Bulunabilecek birçok kaynakta konu ile ilgili taban tabana zıt iddialar verilmektedir. Çalışmamızda tüm boyut ve iddiaları ile olmasa da birkaçına yer vereceğiz.

Genel olarak çıkarılacak baskın sonuç Kürtlerin “dağınık” yaşamları üzerine yapılmıştır. Bu durumu Van Bruinessen’in ifadesiyle söylersek: “Kürtler kuskusuz homojen bir topluluk olmamıştır ve hala da değildirler. Karşılıklı olarak her zaman anlaşılır olmayan lehçeler kullanırlar. Dahası önemli topluluklar has Kürtçeden farklı diller konuşmaktadırlar. Aynı dine bağlı oldukları da söylenemez. Eğer nesnel ölçütler kullanılacak olursa, Kürtler bir değil birden çok etnik topluluk olarak da değerlendirilebilir.” 

Kürt kökeni araştırmalarında ise yine çeşitlilik ön plandadır. Türk tarihi ile eş tutan araştırmacılardan Medlere dayandıran Kürtler de mevcuttur. Ünlü tarihçi Zeki Velidi Togan “Türk Tarihinde Kürtler” adlı kitabında “Kürt eşittir Türk” der ve aksi çalışmaların saptırılmış amaçlara hizmet için kullanıldığını söylemektedir. Ünlü tarihçi Öke ise Kürtlerin soydaşları Türklerden çeşitli çıkar grupları tarafından bilinçli bir şekilde uzaklaştırıldığını söylemektedir.

Tarihin derinliklerinde Kürt kimliği araştırıldığı vakit ise Gılgamış Destanı’na kadar inilebilmekte ve her şey belirsizleşmekte iken Akyol bu konu hakkında güzel bir tespit yapmıştır. Tarihin derinliklerine indikçe her kültür gibi Kürt kimliği de belirsizleşmekte ve hizmet edilmek istenilen fikre göre muhteşem destanlar yazılabilmektedir demiştir. Kürtlerin konuştuğu dile gelince bölgelere göre farklılık göstermektedir. Serefname’de Kürtlerin konuştukları dil Kurmanç, Lor, Kelhur, Goran olarak dört ana gruba ayrılmıştır. Kürtlerin dili Farsçaya ve Pestuca’ya benzetilmiştir. Kürtler ve dilleri konu olunca baskın iki ağız söylenilebilir: Kuzeyde Zaza ağzı ile orta ve güneyde Kurmançi ağzıdır. Anadolu Kürtlerinin de baskın bir şekilde konuştuğu dil olan Kurmançi ağzı Kürtlerin yüzde ellisinin hâkim dili konumundadır. Daha emin bir kaynak olarak konu hakkında Sovyet incelemeleri bulunmaktadır. Kürtçeyi kuzey-batı grubu ve güney-doğu grubu olarak sınıflandırmıştır.

İnanç olarak incelendiğinde ise birçok kaynakta İslamiyeti 7. yy’da kabul ettikleri yazmaktadır. İslamiyet’in mezhepsel incelemelerine gelince ise Anadolu Kürtleri yüzde yetmiş “Şafii”dir. Bir azınlık olarak Mardin ve Diyarbakır’da Sünni Kürtler de bulunmaktadır. Bunların yanı sıra “Yezidi, ehli hak inancı, Kızılbaşlık, Hıristiyanlık” inançlarına sahip Kürtler de vardır. Kürtler için din inancı yada din bilgini olunuşu önemli bir yol göstericidir. Osmanlı Devleti’nin yıkılması, Cumhuriyetin ilk yılları düşünüldüğünde yaşanılan birçok Kürt isyanında şeyhler ve şıhlar önemli bir rol oynamıştır. Türkler ile Kürtler, Selçuklulardan beri birlikte yasamaya başlamışlardır. Anadolu’nun fethiyle birlikte Kürtler Doğu Anadolu’daki Türkmen beylikleri, Ermeniler, Süryaniler ve Araplarla aynı toprakları paylaşmaya başlamışlardır. Bölgedeki Müslüman gruplar birlikte Haçlı seferlerine karsı koymuş, topraklarını Hıristiyan akınlarına karsı savunmuşlardır. Kürtler tarih boyunca Moğolların, Selçukluların, Samanilerin, Bizanslıların, Osmanlıların, Akkoyunlu Devleti’nin, Safeviler’in ve çevrede etkili olan diğer toplumların arasında yaşamış, bu büyük devletlerin birbirleriyle çatışmalarından, iktidar mücadelelerinden etkilenmiş, varlıklarını, denge ya da tampon bölge olarak devam ettirmişlerdir. Güneydoğu Anadolu, Osmanlı’ya katıldıktan sonra Kürt aşiret ve beyliklerine otonomi tanınmış, kurulan “Diyarbakır Vilayeti” bünyesinde on bir sancak Türk idarecilerine, sekiz sancak yerli (Kürt) beylere verilmiş, beş Kürt sülalesi de babadan oğula geçen bir yönetim altında durumlarını korumuşlardır.  Böylece kendi düzenlerini devam ettirme imkânı bulan Kürtler ile Osmanlı arasında 19. Yüzyıla kadar herhangi bir ihtilaf çıkmamıştır.

Cumhuriyet Dönemi Kürt Milliyetçiliği

Osmanlı, tebaasını Müslüman ve gayri Müslim olarak tanımlamıştır. Fakat Kemalist devrim, millet yaratırken birleştirici unsur olan dini kullanmamış, bunun yerine milliyetçiliği koymuştur. Birinci dünya savaşından sonra elde kalan Osmanlı topraklarından Anadolu milliyetçilik ile bir ulus inşasında Türkçülüğü ases almıştır. Cumhuriyet ile beraber etnik kimlik dikkate alınmaksızın herkes Türk olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar ile temsil edilen “kök hücre” Türk halkıdır [6].

Günümüzde sirayet etmiş Kürt etnik kimliği tartışmaları esasen tarihçilerimizin de işaret ettiği gibi Türk modernleşmesi ile yaşıttır. Modernleşme hareketleri cumhuriyetin ilanı ile sorunların temeli atılmıştır. Böyle bir tümdengelim ile Kürt milliyetçiliğini Türk milliyetçiliği körüklemektedir. Cumhuriyetin ilanıyla başlayan süreçte benzer açıklamalar kabul görmüş, 20. yüzyıl boyunca “bölgesel geri kalmışlık”, “dış ülkelerin kışkırtmaları”, “eşkıya” direnci ya da özellikle 1980’lerle beraber terörle gündeme gelmiştir. Fakat Yeğen, bütün bu süreçte olanların etno-politik bir yanı da içerdiğini savunur. Ona göre Kürtlük “Aşirete dayalı, dini ve periferik dirençleri üzerinden kurulmakta ve gerçekleşmekteydi.” Dolayısıyla yapılan ıslahatlar ya da ekonomik müdahalelerin hepsi ‘Kürtlük’ olarak kurulan yapıya bir müdahale niteliği taşıdığı için dirençle karşılanmış, etno-politik bir direnç niteliği taşımaktadır. Güneydoğu sorunu, terör, bölücülük ile gündemden düşmeyen bu duruma ortak bir isim konulamamıştır. Topladığı bu ilgiye rağmen Yeğen’in ifadesiyle “Türk Milliyetçiliği… Kürt meselesini (Kürtlüğü) asla bir basına ötekileştirmemiştir.” veya “ Kürt meselesinin Türk Milliyetçiliğinin kurulusundaki izleri pek de derin değildir.

Devlet ile İlişkiler

Devlet ile ilişkiler yapılmış saha araştırmalarından alınmış belli kalıplar üzerinden gidecektir.  Doğal sürece müdahale ederek süreci bozan devlet; bu algılama konulan yasaklar ve yok saymalar sonucu balkıda serbest bırakılsa unutulup gidecek değerlere daha çok ve daha ateşle bağlanılmasını sağlamıştır. Yapılmış saha çalışmalarında ise bu yönlü cevaplar alınmıştır. Görevini yapmayan sorumluluklarını yerine getirmeyen devlet; ihtiyaç duyulduğu anda görevini yapmayan eğitim güvenlik sağlık gibi imkânlarda dahi devletin olmadığı bir ortam için devlet denilince anlam dansında ki yansıması görevini yapmayan olmaktadır. Vaadlerini yerine getirmeyen devlet; sözlerin havada kalması gerçeği Kürtler arasında daha yaygındır. Bölge olarak daha mağdur olmalarından kaynaklı verilen daha çok söz daha çok hayal kırıklığı yaratmamıştır.

Gruplar Arası İlişkiler “Ben ve Öteki

Türk ve Kürt ilişkileri her zaman iç içe fakat hep bir mesafeden yaşanılmıştır. Yapılmış saha çalışmalarında özellikle Kızılbaş Kürtler ile irtibat her daim Türkler arasında iyi olmuşsa da daha fazla iç içe girilmemiştir. Günümüzde yaşanılan sorunlar derin mevzular olmadığı gibi hayat kaygısı içerisinde çoğu zaman eriyip gitmektedir. Sorunlar kişilerin hayatları süresince yaratılmış ve çözümsüz kalmıştır. Yüz yıllara dayanan atalardan miras alınan bir sorun yoktur ortada. Çünkü hayat buna izin vermemiştir. Tarih sahnesinde Selçuklu hanedanlığı ile birlikte boy göstermeye başlamış olan bir millet ile tarih bizi birbirimize bağlamış ama önümüze de görünmez bir sınır çekmiştir.

Değerlendirme

Makalenin başından itibaren yapmış olduğumuz incelemelerde etnik kelimesinin gelişme sürecinden yüklendiği anlamlar, kullanım alanları ile bir değerlendirme yapmaya çalıştık. Daha sonra yaşanılan kavram kargaşalarına ırk, milliyet, ulus bağlamında değerlendirerek incelememize doğru yönden bakmamız için bir yol gösterdik.

Gelişme kısmında ise konuyu özelleştirerek Anadolu etnisiteleri yapılan ya da yapılmamış araştırmalar ile fikir verilmeye çalışılmıştır. Makalemizin dikkat çekmeye çalıştığı kısım ise günümüzde çok popüler olarak tartışılan “Kürt” özelidir. Kürt milliyetçiliğinin geldiği nokta ve Kürt milliyetçiliğini yaratan olgu olarak Türk milliyetçiliği mercek altına alınmıştır.

Makalemizde özel olarak değinmediğimiz kısım ise bizim şahsi kanaatimizdir. Kürt milliyetçiliği sanılanın aksine köküne sahip çıkan ısrarla asimile olmayan bir kimlik değildir. Aksine değerlendirildiği vakit Türklere en çok benzeyen gelenek görenekler bu kimlikte bulunmaktadır. Bu nedenledir ki yok etmeye çalışmak bir yana bizatihi herkes tarafından ayrı ayrı sahip çıkılmıştır.

Devletle ilişkilerde ise kişilerin istekleri demokrasi, özgürlük, ana dilde hürriyetten ötedir. Çok da uzun vadeli kaygılar gütmeden gelecek günlerinden emin olmak istemektedirler. Yapılması gereken, sorunları doğru tespit etmek, doğru yorumlar yapmak ve aklı selim hareket etmektir.

Seçil ÇAM

Konya Selçuk Üniversitesi

Kaynakça:

[1] Akıllı H. Serkan, Etnisite Olgusunun Kavramsal Sınırları ve Modernite Açısından Değerlendirilmesi, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yüksek  Lisans Tezi, Antalya 2003, syf  34

[2] Aristophenes, Lysistrata, MÖ. 411

[3] Akıllı H.Serkan, Etnisite Olgusunun Kavramsal Sınırları ve Modernite Açısından Değerlendirilmesi, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yüksek  Lisans Tezi, Antalya 2003, syf  36

[4] Karakurt ACAR Esma, Diyarbakır Özelinde Etnik Kimlik Tartışmaları: Bir Söylem Analizi,T.CDicle Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüSosyoloji Anabilim DalıYüksek Lisans Tezi  Diyarbakır, 2007 syf 26

[5] Karakurt ACAR Esma, Diyarbakır Özelinde Etnik Kimlik Tartışmaları: Bir Söylem Analizi, T.C Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır, 2007, syf 26

[6] Yavuz Celalettin, Avrasyada Türk Jeopolitiği, Beritan Yayınevi, 2010, syf  121.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...