GÖÇ SOSYOLOJİSİ – Batı Eksenli Dünya ve Türkiye’ye Gelen Dış Göç Dinamiği / Kübra Yücel Yönlü

Kübra Yücel Yönlü tarafından yazılan bu eser, Türkiye’ye gelen dış göçü, Batı kaynaklı mevcut kuramsal çerçeveden çekip alarak farklı bir bakış açısıyla açıklamayı amaçlamıştır. Yazar bu kitabında, Türkiye’de yapılan akademik göç çalışmalarında hâkim olan Batılı anlayışın, Türkiye’ye gelen dış göçleri açıklamadaki yetersizliğini eleştirerek, bu göçlerin açıklanmasında Osmanlı’nın tasfiye edilerek yeni Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunun ve bu yeni devletin geçirdiği siyasi değişimlerinin etkili olduğunu sade bir üslup ve anlaşılır bir dil ile savunmuştur. Yazar, her okuyucunun anlayabileceği bir şekilde Osmanlı’nın son döneminden günümüze kadar Türkiye’ye gelen dış göçleri ele almıştır.

Yazar, Türkiye’ye gelen dış göçleri incelerken, kitabı üç ana bölüme ayırmıştır. İlk bölümde Batı’nın göç tarihini ve göç literatüründeki Batı hâkimiyetini kronolojik bir şekilde okuyucuya aktarmıştır. Batı’nın göç tarihi 16.yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetleri ile eş zamanlı olarak ele alınsa da akademik anlamdaki göç çalışmalarının 19.yüzyılda İngiliz istatistikçi Ravenstein’in “göç kanunları” isimli çalışması ile başladığı kabul edilir. 16.yüzyılda başlayan Batı yayılmacılığı ve 19.yüzyılda Batı’nın dünya egemenliğini ele geçirmesi ile beraber göç konusunun bilimsel çalışmalara konu olması da Batılı fikirlerin dominant olduğu bir dünyada kalmıştır. Yazarın tezine göre, göçü tarihsel bir sırayla açıklayan Batı merkezli üç egemen biçim vardır. Bunlardan birincisi 19.yüzyıl göçün tarihini temelde Batı sömürgeciliği ile ilişkili olarak ele alan açıklamalardır. Daha çok Batı yayılmacılığının temelini oluşturmak için ortaya sürülen bu açıklamalar Avrupalı devletlerin deneyimlerine dayanır. Bundan dolayı, bu yaklaşımlar, Türkiye de dâhil olmak üzere Avrupa ile aynı veya benzer tarihsel süreçleri geçirmemiş toplumlardaki göç olgusunu açıklamak için yetersiz kalabilir. Batı kaynaklı göç literatüründeki ikinci egemen açıklamalar ise Batı’da yaygın olan şehirlileşme kuramlarına ve sömürgeciliğin ortadan kalkmasına dayandırılır. Bu açıklamalara göre, 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgeciliğin sona ermesi ile savaş sonrası bozulan ekonomi ve ortaya çıkan toplumsal sorunlar, insanların göç etmek için başlıca motivasyonu olmuştur. 1980’lere geldiğimizde ise yeni dünya düzeni ile göçü açıklayan yeni egemen görüşlere ortaya çıkmıştır. Bu egemen anlayış biçimi altında, göç sadece teorik temelli açıklanmasını bekleyen bir olgu olarak değil, bunun yanında toplumda çözülmeyi bekleyen bir problem olarak da görülmüştür. Bu bağlamda, açıklamalar da küreselleşmeye, çokkültürlülüğe, göçmenlerin topluma entegrasyonuna odaklanmıştır.

Batı perspektifinden olan bu açıklamalar, göç konusunu yine Batı merkezli olarak temellendirir. Bu yüzden, yazarımız Avrupa ile aynı tarihsel süreçleri yaşamamış olan Türkiye’ye gelen dış göçleri açıklarken bu kuramları kullanmanın yetersiz ve yersiz olacağını savunmuştur. Yazar Türkiye’ye gelen göçleri Doğu sorunu ve Türkiye cumhuriyetinin kuruluş dinamiğini temel eksen alarak açıklamıştır. Bu noktada, yazarın Doğu sorunu ile neyi kastettiğini ayrıntılı olarak açıklamak faydalı olabilir. Doğu sorunu coğrafi bölge olarak geniş bir alanı içine alıyor diyebiliriz. Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar olan geniş bir coğrafyaya odaklanmamız gerekir. Tarih boyunca, uygarlıkların ortaya çıkışlarından beri bir Doğu sorunu algısı vardır. Fakat 19.yüzyıl ile birlikte yeni bir boyut kazanan Doğu sorunu Batılı devletler için artık daha çok Osmanlı sorunudur. 1815 Viyana Kongresi’nde ise “Doğu Sorunu” terimi ilk defa kullanılmış ve bu kullanımda Doğu olarak Osmanlı kastedilmiştir. Yani, günümüzde Doğu sorunu sanıldığının aksine yeni Türkiye cumhuriyetinin kurulması ile ün kazanmamış, Doğu sorununa Batılı devletlerin Osmanlı’ya karşı izlediği Doğu siyaseti zamanında tekrardan anlam yüklenmiştir. Fakat Osmanlı’nın yıkılması ile Doğu sorunu ortadan kalkmamıştır. Türkiye’nin Batılı devletler ile olan ilişkilerine baktığımızda bunu anlayabiliriz. Örneğin, nüfus mübadeleleri, 1939 Hatay’ın anavatana katılması ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Doğu sorunun Türkiye cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam ettiğinin kanıtıdır.

Yazar, kitabın diğer iki bölümünde ise Türkiye’ye gelen dış göç dinamiğini Doğu sorunu ekseninde kronolojik bir şekilde anlatmaktadır. İkinci bölüm genel olarak Osmanlı’nın son dönemi ve yeni Türkiye Devleti’nin II. Dünya Savaşı’na kadar deneyimlediği dış göçü tarihsel bir çizgide işlemektedir. Yazara göre, Doğu sorunu 19.yüzyıl göç tarihinde Osmanlı için bir dönüm noktasıdır. 19.yüzyılın son zamanları ve 20.yüzyılın başlarında Osmanlı’ya yapılan göçlerin daha çok bir geri dönüş niteliğinde olduğunu söyler yazar. Bunun nedeni olarak da, bu dönemde kaybedilen topraklardan gelen göçü oluşturan göçmenlerin aslında bu topraklar ilk fethedildiğinde Osmanlı hükümeti tarafından iskân politikası kapsamında Anadolu’dan o bölgelere gönderilen Türkler olduğu düşünür. Ayrıca, bu göçlerin Osmanlı’ya genel olarak Kırım, Kafkasya, ve Balkanlar’dan gerçekleştiği ifade edilmektedir. Türkiye ise Osmanlı’nın çöküşünde sonra giderek daralmış bir coğrafyada kurulan yeni bir devlettir. Anadolu coğrafyası ve Rumeli, kısaca günümüz Türkiye toprakları, Osmanlı’nın dağılması ile birlikte yerinden edilmiş milyonlarca Türk kökenli veya Türk kültürüne yakın insana kapılarını açmıştır. Yeni Türkiye’ye göçlere ilk olarak, Lozan Barış Antlaşması ile gerçekleşen nüfus mübadelelerini örnek verebiliriz. Ardından, Hatay ve Kıbrıs sorunları ile ülkemize katılan yeni göçmenlerin serüvenlerini de unutmamalıyız.  

Kitabın son bölüme geldiğimizde ise, II. Dünya Savaşı’ndan günümüze Türkiye’ye gelen dış göçlerin incelemesi ile karşılaşıyoruz. Bu dönemde göçün ana kaynağı Balkanlar- özellikle Bulgaristan- olmuştur. Bazı Balkan ülkelerindeki baskıcı rejimlerin yaptığı zulümlere dayanamayan ve genelde çoğunluğu Müslüman olan birçok Balkan halkı bu baskıdan kurtulmak amacıyla Türkiye’ye göç etme yolunu tercih etmiştir. Bu göçler genel olarak, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya’dandır. Buna ek olarak, SSCB’nin dağılma sürecinde Türkiye’ye gelen göçler vardır. Aslında SSCB’nin halka uyguladığı baskıdan doğan Türkiye’ye göç yeni bir olgu değildir. Rusya çarlık rejimi zamanından beri bu göçler gözlemlenmiştir. Fakat SSCB’nin dağılması ile kötüleşen ekonomi tuz biber olarak bu göçlerin artmasına neden olmuştur. Son olarak, yazar, 1980 sonrası İran ve Irak’tan gelen göçleri ve bu göçlerin ortaya çıkardığı mülteci sorununu ele almıştır. 1970’lerin sonunda İran’da gerçekleşen devrim birçok muhalifin Türkiye’ye göç etmesi ile sonuçlanmıştır. Ayrıca, bu dönemde gerçekleşen İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı sonucu bölgedeki toplumsal ve ekonomik düzen zarar görmüş ve birçok kişi sınır komşusu olan Türkiye’ye göç etmeye karar vermiştir.

Son iki paragrafı kısaca özetlememiz gerekirse, Anadolu ve Rumeli toprakları Osmanlı’nın tasfiye edilip yeni Türkiye Devleti’nin kurulduğu dönemden günümüze kadar göç alan bir ülke olmuştur. Yaşadığı topraklarda baskı, zulüm ve öldürmelerle karşılaşan insanlar için Türkiye bir sığınak durumunda olmuştur. Kötü muameleden kaçan milyonlarca insana Türkiye kucak açmış ve ev sahipliği yapmıştır.  

Eserin sonuç bölümüne geldiğimizde ise, yazar tezini bir kez daha farklı kelimeler ile özetlemektedir:

Batı’da göç kuramları Batı yayılmacılığıyla ilişkilidir. Ancak Türkiye’ye göç serüveni kendini savunma ve kendi varlığını belirtme çabasının bir ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda göç sonucunda oluşan toplumsal değişimleri ve sürekliliği bütünsel düzeyde anlamamızı sağlayan olay Doğu Sorunu’dur.

Buna ek olarak, yazar Türkiye’de hala göçle ilgili olarak kendi dinamizmine dayanan kuramsal bir yaklaşımın geliştirilmemesinden ve Batı kaynaklı kuramlar ile kendi göç sorununu açıklamaya çalışmasından şikâyetçidir. Türkiye’de üzerine çalışılan göç literatüründeki kuramsal eksikliğe dikkat çekmektedir. Yazarın bakış açısına göre, hem Osmanlı’nın yıkılış sürecinde hem de yeni Türkiye Devleti tarihinde gerçekleşen göçlerin kendine has ve Avrupa’nın göç olgusuyla alakası olmayan özellikleri vardır. Bu durum, Türkiye’nin kendi göç trendini açıklamak için, yine kendi siyasi değişimi sınırları içerisinde yeni bir kuramsal modelin geliştirmesi gerektirir. Yazar, bu modelin Doğu sorunu tarafından belirleneceğini öne sürmektedir. Türkiye’ye göçü çalışırken getirilecek açıklamaların Doğu sorununa bağlı temellendirileceği düşünmektedir. Doğu sorununu merkeze koyarak literatürdeki bu kuramsal boşluğun doldurulabileceğini inanmaktadır. Ayrıca, yazar Türkiye’de göç konusu üzerine yapılan çalışmaların daha çok iç göç ve yurtdışına -özellikle Almanya’ya- ekonomik nedenlerle yapılan göçe odaklanmasını ve Türkiye’ye gelen dış göçün literatürde göz ardı edilmesini bir başka eksiklik olarak görmektedir. Bu duruma tepki olarak yazar literatürde çok da fazla değinilmeyen Türkiye’ye gelen dış göçleri ele almaya karar vermiştir.  

Eklemek istediğim bir diğer nokta şu ki yazar, Türkiye’ye gelen göçmenlerin hoşgörü ile karşılandığı ve Avrupa’daki gibi asimilasyon politikası güdülmediği üzerinde durmuştur. Türkiye yeni gelenlere kucak açmış ve toplumun içinde kolaylıkla yer almasını sağlamıştır. Herhangi bir ırkçılık, düşmanlık ve gettolaşma görülmemiştir. Yazar bu durumu hala toplum düzeyinde muhafaza edilebilen gizli imparatorluk yapısına bağlamıştır. Bu husus dikkatimi çekmiştir çünkü kitapta yer almayan fakat günümüzde ülkemizdeki göç sorununun ana teması olan Suriye mülteciler için durum pek de bu şekilde ilerlememektedir. Ülkemizde bulunan Suriyeli mültecilere karşı ırkçı söylemlerle ve ayrımcı davranışlarla günümüzde sıkça karşılaşmaktayız.

Eseri genel olarak inceleyecek olursak, giriş kısmında ortaya sürülen tez, yazarın kronolojik çalışması ile desteklenerek başarılı bir şekilde savunulmuş diyebiliriz. Kitabın kapağında da yazılı olan “Batı Eksenli Dünya Düzeni ve Türkiye’ye Gelen Dış Göç Dinamiği” bu kronolojik çalışma ile gayet düzgün bir şekilde açıklanmıştır. Bu kitabın okuyucuları, “Batı eksenli göç anlayışı nedir?”, “Türkiye’ye gelen göçün özellikleri nelerdir?”, “ Son iki yüzyılda Türkiye’ye nerelerden göç gelir?” ,  “Batı hakimiyetindeki göç literatürü Türkiye’ye gelen göçü açıklar mı?” ve benzeri sorulara tarihsel gerçeklikle beraber yanıt bulabilir. Bu kitap, Türkiye’ye gelen göçleri belli bir sınırlama içinde değil de, geniş bir tarihsel yelpaze ile beraber ele aldığından dolayı bu konuyla ilgilenenler ve özellikle bu konu üzerine akademik çalışma yapanlar için faydalı ve önemli bir kaynak kitap olarak kullanılabilir.

 

SENA NUR

TUİÇ Göç Çalışmaları Stajyeri

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...