Gümrük Birliği, AB müzakere süreci ve Türkiye

Son yüzyılda Türkiye’nin birçok birlik ve uluslararası toplulukta yer edindiğini görüyoruz. Kimisinde üye devlet statüsünü taşırken bazılarında ise kurucu üye ülkeler arasındadır. Hem bölgesel hem de küresel vizyonda  ”gelişmekte olan ülke” pozisyonundan, ”gelişmiş ülke” statüsüne geçmek istemektedir. Bu çizgi üzerinde,  siyasi ve ekonomik tabanlı birçok anlaşmayı imzalamış ve hayata geçirmiştir. Kısa, orta ve uzun vadeli planların kimisi ülkemize katma değeri yüksek bir şekilde gelirken kimi anlaşmalarda tahminlerin gerisinde kalarak yapılan anlaşmanın sorgulanmasına sebebiyet doğurmuştur. 

Türkiye’nin 1 Ocak 1996’da Avrupa Birliği ile Gümrük  Birliği Anlaşması’nı imzalamasından bu güne geçirdiği süreçte 18. yılını geride bıraktı. Bu anlaşmanın Türkiye’nin ekonomisine verdiği zarar ve olumsuzluklarda ciddi anlamda ekonomi çevrelerince sorgulanmaya başlandı. Realist bir perspektifle gelişmelerin nedenlerini kısa, orta ve uzun vadedeki analizimiz ile bu yazımızda derinleştirdik. 

Sürecin gelişimi

Son dönemde gelinen Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri her ne kadar çıkmaza girmiş gibi görünse de Türk siyasetçileri ve devlet adamları tarafından üretilen ve üretilecek olan yararlı politikalar ile tekrar olumlu hava estirilebilir ve tam üyelik konusunda nihai sonuç alınabilir. Kısaca bu sürecin başlangıcından söz edelim. Böylelikle, ne kadar geniş bir tarih sürecinden bahsettiğimizi daha net görmüş olabiliriz. Türkiye, Avrupa Birliği(AB) üyelik sürecinde, ilk olarak 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ortaklığa imza atarak başladı. Bunu izleyen süreçte 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla yeni bir sürece girildi. Daha sonra AB üyeleri tarafından aday olarak başvurusu kabul edildi ve 1999 yılında bu sürece adım atılmış oldu. En son gelinen noktada Türkiye, 2005 yılından beri tam üyelik yolunda müzakerelere devam etmektedir.

Tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne giriş

Üyelik başlangıcı ve bu güne gelen müzakerelerin arasında dikkatlerden kaçan bir noktayı birlikte irdeleyelim.  Öncelikle,  “Gümrük Birliği anlaşması nedir?” ve “Neden önemle dikkat edilmesi gereken bir husustur?” bunu anlamamız önemli. Şöyle ki; Gümrük Birliği, birliğe giren ve anlaşmaya varmış ülkelerin birbirleri arasında gümrük duvarlarını kaldırarak ortak bir çerçevede buluşmasıdır. Üye ülkeler dışarıya karşı ortak bir gümrük tarifesi uyguladığı bir serbest ticaret alanı oluşturur. Bu birliğin ülkeleri kendi tüzüğünü, politikasını ve kotalarını oluşturabilirler. Gümrük Birliği’nin amacı, ortak ülkeler arasında bir bağ oluşturmak ve bu çerçevede ortak bir ticaret pazarıyla diğer ülkeler karşısında daha güçlü ve rekabet edebilir olma amacını gütmektedir. Temelinde ise ekonomik verimliliği ve hareketi arttırmayı esas alır.

Gümrük Birliği anlaşmasına 1 Ocak 1996 yılında, henüz tam üyeliğe girmeden, imza atan dönemin iktidarının hazırlıksız yakalandığı düşünülebilir. Yani kısaca Türkiye reel bazda çok taraflı ticaretin karşılığını verebilecek kapasiteye henüz çıkmamışken ve ithal ettiğinin karşılığını veremeyecek düzeydeyken yapılmış bir anlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki Gümrük Birliği ile Avrupa Topluluğu ürettiği ağır sanayi ve üretim sektörü skalasında yer alan ürünlerini ihraç edebilirken Türkiye’nin elinde bulunmayan, üretemediği ve haliyle ihracat yapamadığı, rekabet gücünün son derece zayıf olduğu, tek taraflı bir anlaşmaya imza atmış oldu. İster istemez AB’nin Türkiye’yi tam üye olarak almasını gereksizleştirmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bir röportajında Egemen Bağış’ın, ”Belki Gümrük Birliği anlaşmamızı hep beraber bir kez daha gözden geçirmemiz gerekiyor. Geçenlerde sayın Zafer Çağlayan ve arkadaşlarıyla birlikte AB Genel Sekreterliğimizin üst düzey yöneticileriyle kendilerinin misafiri olduk ve orada birlikte Gümrük Birliği anlaşmasını Avrupa Birliği ile yeniden müzakere etmek için ön hazırlıkları yapma kararı aldık.” şeklinde açıklamalarına yer verilmiştir. Ayrıca, ilk ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’ın da yapmış olduğu açıklamalar gösteriyor ki Gümrük Birliği’nin sıkıntıları aşılmış değil. Gümrük Birliği çerçevesinde 1996 yılından 2012 yılına kadar 220 milyar dolar ihracat açığımız mevcut. Gümrük Birliği anlaşmasının Türkiye’ye en çok zarar veren bir başka etkisi de AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmalarına Türkiye’nin ‘söz sahibi olamadan uymak’ zorunda kalmasıdır. Bu ülkeler AB sayesinde Türkiye’ye gümrüksüz ihracat yapabilir hale gelirken, Türkiye’ye gümrük vergileri uygulamaya devam edebiliyorlar. Zaten istediğini elde eden AB, Türkiye’yi oyalamaktan ve kapıda bekletmekten kaçınmamıştır. Fakat, Gümrük Birliği 1996’da imzalanmamış olsaydı 77 milyonluk pazarı görmezden gelemeyecek olan AB, Türkiye’yi birliğe almak için daha istekli ve aceleci bir politika eğiliminde olabilirdi. Fakat, Türkiye ile AB arasında hayati önemi olan mutabakat ve imzalanan bir çok anlaşmayla AB’nin istediği her yasa ve tasarıyı kabul edilmek sureti ile talepler karşılanmaktadır. Hal böyleyken; Polonya, Yunanistan, Türkiye ile aynı dönemde aday ülke konumda olup çok kısa bir süre içerisinde birliğe alınan Hırvatistan ve hatta Güney Kıbrıs Rum kesimini ve TR ekonomisinin çok daha altında yer alan birçok ülkeyi birliğine katarken; Türkiye gibi güçlü, genç insan nüfusuna sahip ve çok daha sağlam ekonomisiyle kapıda bekletilmektedir.

Haliyle hem 77 milyonu hem de Türk devlet adamlarının heyecan ve ilgisinin azalmasıyla yeni bakış açıları ve buna karşılık çok tabi doğal reaksiyonlar ortaya çıkabilir. Bu noktalara gelinmeden müzakere sürecinin, diğer üye ve aday ülkelerin maruz kaldığı süreç ve normların dışına çıkılmaması ve objektif davranılması her iki taraf adına hem kısa hem de uzun vadede daha sağlıklı ve faydalı olacağı su götürmez bir gerçektir.

Ak Parti/ 3 Ekim 2005

AK Parti dönemi ile 16-17 Aralık 2004 yılında yapılan zirvede AB üye ülke devlet ve hükümet başkanları, üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te başlaması konusunda anlaşmaya varmışlardır.  Bu tarihten itibaren baktığımızda müzakere süreci içerisinde gerekli adımların atıldığını görebiliriz. Bunların yanı sıra sosyal ve güvenlik alanlarında yenilikçi devlet politikaları, ekonomi ve para politikaları, yabancı sermaye girişinin dengelendirilmesi, yetişmiş ve daha eğitimli genç insan kaynağı, güçlü alt yapısı ile ön plana çıkartılabilmiş tarihi- kültürel zenginliği ve siyasi istikrarı ile Türkiye’nin görmezden gelinmesi mümkün değildir. Avrupa’nın canlanması, gelişmesi ve hatta geleceği için müzakerelerin, Türkiye ile tam üyelik olduğunu sadece biz değil birçok AB üyesi ülkede düşünmektedir. Avrupa Birliğinin ihtiyacı olan bu gereksinimler, batılı duruşu, zengin mirası ve yüz yıllardır barış içerisinde yaşayan zengin etnik kökleriyle Türkiye, birlik için vazgeçilmez bir partner olduğunu kanıtlamıştır. Buna rağmen çokta tartışmaya gerek duyulmayan konulardan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin veto ettiği 6 başlık ve Fransa’nın, müzakerelere açılması için AB Konseyi’ne gelmesi halinde veto edeceğini bildirdiği 5 başlık daha müzakerelere açılamamaktadır.

Karşılıklı Beklentiler

Güncele baktığımızda müzakere süreci için önümüzde hala geniş bir süreç olduğunun farkındayız. Avrupa Birliği politikalarının tasarlayıcısı ve koordinatörü, başka bir deyişle Avrupa Birliği’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonunun Başkanı Jose Manuel Barroso, kendi döneminde yol haritasını ortaya koymuş ve tam üyelik sürecinin en az 2021 yılına kadar süreceğini belirtmişti. Bu bağlamda dönemin başbakanı, şuan ki Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2012’de çok önemli açıklamaları ile Almanya’ya bir ziyarette bulunarak 2023’te Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. kuruluş yıl dönümünde Avrupa Birliğine, taleplerinin ”tam üyelik” olduğunu açıkça belirtmiştir. Siyasi ve ekonomik istikrarın pozitif yönde devam etmesi ve devlet politikası olarak ciddi bir hata yapılmaması halinde ”tam üyelik” beklenmektedir. Bizde süreci yakından takip ederek beklemekteyiz. Ülkemizin ve siyasi bilincimizin giderek yükselmesi, ekonominin güçlenerek Avrupa Birliği normlarının üstüne çıkması haliyle kendiliğinden bizi, birliğin tam üyesi yapacaktır görüşünü paylaşıyoruz. 

 

Ertuğrul İPEK

Hacettepe Üniversitesi/ Uluslararası İlişkiler

 

Kaynakça:

“Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan hislerimize tercüman oldu” | Erişim Tarihi 27.10.2014:   http://goo.gl/6fQ5h7

AB’nin adım atması şart | Erişim Tarihi 27.10.2014: http://goo.gl/XfYqgS

Avrupa Birliği | Erişim Tarihi 27.10.2014: http://goo.gl/JOzUAF

Avrupa Komisyonu |Erişim Tarihi 27.10.2014:  http://goo.gl/Qi2CLz

Karakeçeli, F.  “15’inci Yılında Türkiye-AB Gümrük Birliği ve Yaşanan Temel Sorunlar” İktisadi Kalkınma Vakfı  (2011) | Erişim Tarihi 27.10.2014: http://goo.gl/6qZPuW

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...

Küresel Göç Yönetiminde Sivil Toplumun Etkisi: Sivil Toplumun Katkısı ve Sınırları

Kaancan Koçak  Sivil Toplum Çalışmaları O-Staj Programı Özet Göç insanlık tarihinin en...