Irak’ta Yaşanan Gelişmeler Üzerine

Irak’ta yaşanan gelişmeler, IŞİD’in ortaya çıkışı, gelişmelerin Türkiye’ye olası etkileri ve bölgedeki  Türkmenler üzerine, BİLGESAM Ortadoğu uzmanı Ali Semin ile değerlendirmelerde bulunduk. Kendisine, vaktini bize ayırdığı ve düşüncelerini bizlerle paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz..

Bildiğimiz kadarıyla Iraklısınız, Ortadoğu kültürünün içinden geliyorsunuz, öncelikle biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Ben Iraklıyım ve Türkmenim. Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora yapıyorum. Yaklaşık 13 senedir Türkiye’de yaşıyorum ancak, sık sık bölgeye gidip geliyorum. Çalışma alanlarım genel olarak Ortadoğu ve özel olarak da Suriye, İran, Irak, Mısır ve Körfez ülkeleridir. Bu bölgelerle ilgili makalelerim ve analizlerim var.

 

Bildiğiniz gibi son zamanlarda Ortadoğu ve dünya gündemini IŞİD oluşturuyor. Onlar kendilerini devlet olarak tanımlıyorlar ancak ülkemizde ve dış basında terör örgütü olarak nitelendiriliyorlar. Sizce bu örgütün ortaya çıkmasındaki sebep ABD’nin bölgeden çekilmesinden sonra bölgede oluşan boşluk mu, yoksa başka sebepler mi var?

Biz IŞİD’i Haziran ayında ortaya çıkan bir yapılanma olarak algılıyoruz ancak bunun arka planına bakmamız gerekiyor. 2003’te ABD, Irak’ı işgal ettiğinde ilk işi devletin güvenlik kurumlarının hepsini feshetmek oldu. Bu durum Irak’ın güvenlik anlayışında yeni bir yapılanma ortaya çıkardı. Bu dönem sadece Saddam’ın devrilmesi olarak algılanmamalıdır, 2003 Irak’ın bütünlüğü için bir milattır. Şöyle ki Saddam devrildikten sonra ortaya çıkan yapılanmada hem siyasi, hem askeri, hem de güvenlik anlayışları değişti, kısacası Irak’taki denklem değişti. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra ülkede Şii, Sünni ve Kürtlerden oluşan bir siyasi denklem kuruldu ve bu denklem üzerinden güvenlik kurumları geliştirilmeye başlandı. Temel sorunlardan birisi aslında ulusal güvenliğin kurumsallaşamamasıdır.

 

IŞİD’in ortaya çıkışı

IŞİD, Irak’ta 2004 yılından beri var ancak farklı isimlerle faaliyetini sürdürüyor. Dönem içinde farklı örgütlerle çalıştı. 2006’da Irak İslam Devleti örgütü olarak kendini ilan etti. 2011’de Suriye’de ortaya çıkan krizden sonra ise Irak Şam İslam Devleti adını aldı. Suriye’deki kriz IŞİD’in hem daha iyi yapılanmasına hem de bölgesel olarak genişlemesine sebep oldu.

 

Irak’taki gelişmeler IŞİD eylemi midir yoksa Sünni-Arap isyanı mıdır?

Bildiğiniz gibi ABD Irak’ı işgal ettiğinde herkes Irak’ın Sünni, Şii ve Kürt bölgesi olarak üçe bölünmesinden söz ediyordu. Benim görüşümü soracak olursanız, ABD Irak için 3 aşamalı bir senaryo hazırlamıştı.  Birinci aşama; Irak’ı Arap dünyasından uzaklaştırmak ve Irak’ta Arap kavramı yerine Sünni-Şii kavramını yerleştirmek. ABD işgalinden önce Irak’ta ciddi bir Arap milliyetçiliği vardı ancak işgalden sonra “Arap” kavramı Irak’ın siyasi tarihinden bile silinip yerini Şii-Sünni kavramlarına bıraktı. Yani senaryonun ilk aşaması başarılı oldu. İkinci aşama; Irak’ı üniter devletten federal yapılanmaya dönüştürmek. Bu da 15 Ekim 2005 tarihinde Irak’ta referanduma sunulan anayasayla birlikte gerçekleşti. Artık Irak federal bir yapıya sahip oldu ve Kuzey Irak’a ayrıcalık tanındı. Saddam döneminde Irak’ın resmi dili sadece Arapça iken, 2005 anayasasından sonra Irak’ın resmi dilleri Kürtçe ve Arapça olarak tanımlandı. Üçüncü aşama; çok önemlidir ve Irak’ın bölünmesine karşı gösterilen en ciddi tepkidir. Irak’ta federalizme karşı çıkan kesim Türkmenler ve Sünni-Araplardı. Ancak üçüncü aşama Irak’ta özerkliğe gidilmesi ve Sünnilerin de federalizme kabul edilmesidir. Irak’ta 2011’de ABD askerlerinin çekilmesiyle ortaya çıkan tabloya bakalım; Bağdat’taki Şii yönetim, Sünnilere karşı baskıcı ve sert bir tavır takınınca ister istemez bu durum Sünnileri özerklik isteğine sürüklemiştir. Ne bölgesel güçler(Türkiye de dahil) ne de Irak’taki siyasi aktörler Sünni Arapları 2003’ten sonra Irak’ın siyasi sürecini entegre edemediler. Sünni Araplar Bağdat’taki 2003 sonrası süreci zoraki olarak kabul ettiler. Bu durum Sünni Arapların kendi içerisinde bölünmesine yol açtı.

 

ABD’nin askerlerinin çekilmelerinin öncesinde, Aralık 2011’de Irak Başbakanı Maliki’nin Washington ziyaretinden sonra Irak’ta Haşimi krizi yaşandı. Sünni liderlere karşı terörle mücadele kampanyası kapsamında bir takım suçlamalar yöneltildi ve bu liderler dışlandı. Bunların yaşanması ve ABD’nin çekilmesiyle birlikte Sünni Araplar kendilerini Bağdat’tan uzak hissetmeye başladılar ve özerklik istekleri dillenmeye başladı. Tek çözüm yolunun Sünni Özerk Bölgesi oluşturmak olduğu konuşulmaya başlandı.

 

Neden diğer ülkeler müdahalede bulunmuyor?

ABD sessiz değil, göstermelik de olsa Irak’ta bütünlük sağlamaya çalışan bir ABD var. Şu bir gerçek ki; Irak’ın bölünmesi ABD’nin çıkarlarına ters düşüyor. Maliki aslında Irak için yazılan bu senaryoda bir aktördür. Sünnileri dışla, Kürtlere karşı çık; ülkede yeni anlayış böl-yönet mantığıdır. Sünnilerin dışlanması, ayaklanmalar bugün hep IŞİD olayıyla bir tutuluyor. IŞİD’in Musul’u 3 bin militanla ele geçirdiği tahmin ediliyor. IŞİD tek başına Irak’ta hiçbir bölgeyi kontrol edemezdi, hele Musul’u hiç kontrol edemezdi. Musu,l Sünni-Arap aşiretlerinin güçlü olduğu ve askeri yapıya sahip bir bölgedir. Musul, Irak’ta bir güvenlik sembolüdür. Saddam dönemindeki Irak ordusundaki komutanların çoğu Musul’dandı. Bu yüzden eğer eski Baasçıların oradaki Sünni Arap aşiretleri ve bölgedeki güvenlik güçleri destek vermeseydi, IŞİD bugün Musul’u kontrol edemezdi. IŞİD’in ilerleyişini sadece IŞİD’ten ibaret görmek doğru bir yaklaşım değildir. IŞİD ve ülkedeki bir takım silahlı gruplar ve Saddam döneminden kalan silahlı komutanlar bir koalisyon kurdular. Aslında bu koalisyon, Sünni çoğunluğun Bağdat yönetimiyle baş edememesinin bir sonucudur. En yakın tarihten bir örneğe bakalım: Aralık 2013te Maliki’nin verdiği talimatla yapılan Anbar Operasyonu. Bu operasyonla Sünni Arap milletvekili Ahmed El-Elvani’nin evine operasyon düzenlenmiş, çatışmaya girilmiş ve tutuklanmıştır. Bu gelişmeler sonuç itibarıyla Sünni ayaklanmasına yeni bir boyut kazandırdı. 27 Aralık 2013  Irak’ın bugünkü tablosu meydana getiren bir tarih olarak kabul edilebilir. Maliki bu krizi yönetmek için ülkede Sünni Arap aşiretlerinin bir kısmıyla anlaşarak bir politika izledi. Irak’ta Sünni Arap aşiretleri üçe bölünmüş durumdadır; Bağdat’la işbirliği yapan aşiretler, IŞİD’i bir koruma olarak görüp Bağdat yönetimine karşı olan aşiretler ve ne Bağdat’la ne IŞİD ile işbirliği yapıp sadece kendi silahlarıyla kendilerini korumaya çalışan aşiretler.

 

Bu açıdan baktığımızda ortaya çok karmaşık bir tablo çıkıyor. Bu tablo Irak’ın bölünmesinde son sahne olabilir. Bağdat’ın şu anda etkin bir gücü yok. Bu sebeple son olaylarla birlikte Irak’ın askeri, siyasi ve coğrafi tablosu değişiyor. Şu anda Irak’ın geleceği ile ilgili kritik ve belirsiz bir süreç yaşanıyor. Yakın gelecekte hem ülkede hem de Ortadoğu bölgesinde net bir şekilde bunun etkisini görebileceğiz. Başta Musul olmak üzere IŞİD’in işbirliği yaptığı Sünni Arap gruplarıyla bu bölgelerde Sünniler özerklik ilan ettikten sonra IŞİD ile bu gruplar arasında nasıl bir anlaşma imzalanacak bu hala tartışmalıdır. Ancak benim görüşüm, IŞİD ile hareket eden Sünni gruplar aralarında anlaşamazlarsa Sünni bölgesindeki grupların kantonlar şeklinde bölgeler oluşturabileceği yönündedir. Ancak IŞİD ile anlaşılırsa tek parça bir Sünni bölgesinden bahsedebiliriz.

 

Türkiye ile ilişkiler ne yönde ilerleyecek ve IŞİD Suriye’de de egemen olursa Türkiye nasıl bir politika izlemelidir?

IŞİD bölge için bir emrivakidir. Türkiye’nin bu terör örgütüyle ilişki kurması çok zor gözüküyor. Çünkü, bu terör örgütüyle ilişki kurulması Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerine ciddi anlamda zarar verebilir. Şu an Türkiye’nin izleyebileceği en iyi yol bekle-gör politikasıdır. Türkiye biraz beklemeli ve bölgedeki hareketlenmelere göre adımlar atmalıdır. Çünkü, henüz Irak’ta neler olacağı belli değil. Kafalarda hala IŞİD ve Bağdat yönetimiyle ilgili bazı şüpheler ve belirsizlikler var. Eğer ki Sünni bir yapılanma, bir özerklik ortaya çıkarsa Türkiye ilişki kurabilir, bu çok normal. Ancak IŞİD yönetimindeki bir yapılanmayla Türkiye’nin iletişim kurması oldukça güç görünüyor. Bu durum Türkiye’nin bölgedeki duruşu ve çıkarlarıyla uyuşmaz. Suriye’den bahsettiniz, IŞİD Suriye’nin Rakka bölgesini de zaten uzun zamandır kontrol ediyor. Burada IŞİD’in kendisine bir harita oluşturduğunu görüyoruz. Dikkat ederseniz IŞİD’in ekonomik ve enerji açısından hareketli bölgeleri ele geçirdiğini göreceksiniz. Musul bunlardan bir tanesidir. Musul Türkiye açısından tarihi ve stratejik açıdan önemli bir kenttir. Bugün Bağdat ve Irak’ın diğer bölgelerine giden Türk mallarının neredeyse tamamı Musul güzergahından geçiyor. IŞİD’in Musul hakimiyeti bu yolu kullanan Türk işadamlarının  ciddi maddi kaybına sebep olabilir. Musul’un ele geçirilmesinden sonra petrol fiyatları 107 dolardan 115 dolara çıktı, bu ciddi bir artıştır.  Bu sebeplerden dolayı Türkiye’nin IŞİD ile ilişki kurması çok uzak bir ihtimal. Böylesi bir durum Türkiye’yi AB, ABD, İran ve Irak ile ilişkilerinde zora sokar. IŞİD dışında yerel bir yönetim çıkarsa, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesi gibi, ilişkiler kurulabilir.

 

Türk konsolosluğuna saldırı, reklam mı yoksa tehdit mi?

IŞİD bu saldırı ile ciddi bir propaganda yaptı, IŞİD 10 senelik tarihinde böyle bir eylem yapmadı, hiçbir ülkenin 49 diplomatını almadı. İnsanlar dışarıdan olayı biraz yanlış okuyorlar, neden Türkiye diyorlar, ama olay basit;  Musul’da başkonsolosluğa sahip tek ülke Türkiye olduğu için bu eylem Türkiye üzerinden yapıldı. Musul yolunu en çok kullanan yabancı şoförler Türklerdir. ayrıca o bölgede en çok yatırımı olanlar da Türklerdir.  Bu tür bir eylemle IŞİD Türk medyasını esir aldı farkındaysanız, Türkiye’de IŞİD’den başka konu konuşulmaz oldu. IŞİD milyar dolarlar harcasaydı böyle bir reklam yapamazdı diye düşünüyorum. Hedef Türkiye mi? Tartışılır. Tablo henüz belirsiz.

 

Biraz da Türkmenlerden bahsedelim o zaman. Siz sürekli bölgeye gidip geliyorsunuz, oradaki Türkmenlerin yaşadığı zorluklardan ve hissettiklerinden bahsedebilir misiniz ?

Türkmenleri ABD işgaliyle birlikte kurulan Irak’taki siyasi denklem ve Türkiye ile olan ilişkileri açısından değerlendirmek gerekiyor. Türkmenler açıkçası, 2003’ten sonra Irak’ın siyasi denkleminde beklenilen şekilde yer alamadılar. Bunun temel nedenlerinden birisi Türkiye ile olan soydaşlık ilişkileridir. Bir diğeri ise, Türkmenlerin siyasi ve askeri anlamda güçsüz bir konumda olmalarıdır. Bir nevi stratejik vizyon eksikliği denebilir. Türkmenler Irak’ta Türkiye’ye rağmen geri plana itiliyorlar. İşgalden sonra Irak’ta meydana gelen bütün olaylardan Türkmenler zarar gördü.

 

Maalesef Türkmenler iki ateş arasındalar; Erbil ve Bağdat. Irak anayasasının 140.maddesindeki tartışmalı bölgeler Türkmen nüfusunun yoğun olarak yaşadığı yerlerdir. Bu bölgelerde demografik yapı değiştiriliyor ve Türkmenlere ciddi bir baskı uygulanıyor. Bugün Irak’ın üçe bölünmesine büyük engel Türkmenlerdir, Kerkük’ün Kuzey Irak’a bağlanması durumunda en çok Türkmenler zarar görecektir. Çünkü Kerkük Türkmenler için bir yaşam sahasıdır. Bu yüzden kuzeye ilhak edilmesi fikrine karşı çıkıyorlar. Saddam döneminde olduğu gibi ABD işgalinden sonra da Irak’ta Türkmenleri başka bölgelere dağıtmak gibi bir politika izleniyor. Türkmenler, 10 Haziran 2014 tarihinde IŞİD’in yaptığı operasyonel eylemlerle kontrol ettiği bölgelerde artık ateş çemberindedir. 24 Haziran’da Kerkük’te Irak Türkmen Cephesi’nin yürütme kurulu üyesi ve ayni zamanda Kerkük ilçe meclisi başkanı Münir Kafili’nin Kerkük’ün ortasında düzenlenen suikast sonucunda şehit olması Türkmenlerin ne kadar hedefte olduğunun göstergesidir. Bu tür eylemler, Türkmenlere yönelik gözdağıdır. Yetkililere suikast düzenlenmesi, iş adamlarının öldürülmesi sindirme politikasının bir sonucudur ve bu tür eylemler devam edecektir. Bugün Irak’taki Türkmenlerin problemlerinin sebebi silahsız olmaları değil, Irak’ta sahipsiz kalmalarıdır. Eğer Irak üçe bölünürse Türkmenlerin hangi bölgede kalacağı tartışmalıdır. Sünni Araplar ve Kürtler arasındaki bölgelerde sıkışıp kalacaklardır. Bu durum Türkmenlerin siyasi ve mezhepsel olarak bölünmesine yol açabilir. Buna ilaveten toprak kaybı yasamaları da söz konusudur.

 

Kerkük bu yüzden Irak’taki sorunları kilitleyen bir konudur ve bu bölgede Türkmenlere saldırılar düzenlenmesi düşündürücüdür. Hem Türkiye’nin hem de Türkmenlerin bu tür eylemlerin üzerine biraz daha gitmeleri gerekir. Kerkük 2003’ten sonra hem bölgesel hem de küresel olarak büyük bir sorun olmuştur; ancak son zamanlarda bu sorun Türkiye’nin gündemini pek meşgul etmiyor. Kerkük’ün Irak anayasasının 140. Maddesine göre üç aşama (normalleşme, sayım ve referandum) ile Kuzey Irak’a bağlanması öngörülüyordu fakat bu madde 31 Aralık 2007 tarihinde zaman aşımına uğradı ve geri plana itildi. Kuzey Irak yönetiminin bugün Kerkük’ü kontrol etmesi bölgede uzun vadeli güç sahibi olabileceği anlamına gelmiyor. Kerkük  bölgesel bir sorundur. Hatta Kerkük için “Küçük Irak” benzetmesi yapılıyor. Kerkük sorunu konusunda tarafların uzlaşması şarttır. Aksi halde Kerkük etnik çatışmaların merkezi olabilir, hiç bir grup bu konuda taviz vermeyecektir, burada dengeyi iyi kurmak lazım. Kerkük’ün bu aşamadan sonra özel statüye alınıp diğer bölgelerden bağımsız kılınması lazım, aksi durumda kentte olası bir iç savaş kaçınılmazdır.

 

“Irak vücudumuz, Kerkük kalbimizdir.”

Bu durumda Türkmenler silahsız oldukları için ve siyasi yapıda pek söz sahibi olmadıkları için tek umutları Türkiye’dir. Türkmenler bugün Türkiye’den ciddi anlamda siyasi destek bekliyor. İnsani destek var ancak siyasi destek eksik. Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilişkisi ne olursa olsun oradaki Türkmenler, Türkiye’nin garantisidir. Türkiye’nin bölgedeki Kürtlerle, Sünni Araplarla ilişkisi değişebilir ancak Türkmenlerle daimi bir ilişkisi vardır. Eğer Türkmenler göz ardı edilirse Türkiye orta ve uzun vadede Irak’ta zarar görebilir. Şu anda Türkmenler IŞİD tehdidi altında ve bu olaylar başladığından beri hiç bir kesim Türkmenler kadar kayıp vermedi. Şu ana kadar en az 150-200 Türkmen hayatini kaybetmiştir. İleride Türkmenlerin silahlanması dengeleyici olacaktır ancak şu an için bu doğru olmaz, belki 5-10 yıl sonra. Eğer simdi silahlanırlarsa kime karşı durabilecekler veya ne kadar örgütlenebilecekler? Sorun burada. Örgütlenmemiş bir silahlı güç başarılı olmaktan ziyade bertaraf olur.  Irak’ın bir gerçeği var, orada silahı olan söz sahibi oluyor. Türkmenlerin şu anda en çok ihtiyaç duydukları şey siyasette söz hakkı ve uluslararası destektir, bunu da tabii ki Türkiye’nin yardımı ile yapabilirler. Uluslararası arenada Türkmen lobisinde büyük eksiklikler var. 2009’a kadar Kerkük Türkiye’nin kırmızı çizgisiydi, bu çizgi hem Türkiye’nin güvenliği hem de Türkmenlerin can güvenliği için korunmalıdır. Irak’taki Türkmenlerin bir deyişi vardır; Irak vücudumuz, Kerkük kalbimizdir. Bölgede 3 milyona yakin Türkmen’in yaşadığı tahmin ediliyor. Türkmenler yerlerini (topraklarını) kaybetmemeliler. Bu konunun uluslararası medyaya taşınması ve Türkiye’nin bu sorun hakkında net bir tavır takınması gerekiyor.

 

Bu röportaj TUİÇ YADAM araştırmacısı Ceren Çetinkaya tarafından 27.06.2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...