Jahja Muhasilovic ile Yugoslavya’nın Dağılması ve Srebrenitsa Soykırımı Üzerine

Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlayan TRT World Yayın Prodüktörü Bosnalı Jahja Muhasilovic ile TUİÇ ofiste gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısında Yugoslavya Sorunu, Srebrenitsa Soykırımı’na uzanan süreçte yaşanan olaylar ve arka planı ele alındı. Bu metin yuvarlak masa toplantısının ses kaydının transkriptidir.

 

      Jahja Muhasilovic: Öncelikle konuşmama Yugoslavya ile başlayayım. Birinci Dünya Savaşının bitiminde, 1. Yugoslavya kuruldu. Aslında Srebrenitsa 1995’te yaşandı fakat bu konu Orta Çağ’a kadar gidiyor. Yani bu kinin nefretin arka planı Orta Çağ’a dayanıyor. Ben Orta Çağ’a gitmeyeceğim konuya 1918’den başlayacağım. Bildiğiniz gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Balkanların bir kısmında Bosna-Hersek’i, Hırvatistan’ı kapsayan Avusturya Macaristan diye bir devlet var. Birinci Dünya Savaşı’nda bu devlet yıkılıyor, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Slovenya ayrı bir devlet olarak Avusturya-Macaristan’dan ayrılıyorlar. O dönemde paralel olarak Balkanlarda Sırbistan Krallığı ve Karadağ Krallığı diye bir devlet var. Sırbistan Krallığı bugünkü Sırbistan’ı, Kosova’yı ve Makedonya’yı kapsıyor. Öte yandan Karadağ bağımsız bir devlet. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Karadağ ve Sırbistan birleşiyorlar. Öte yandan Hırvatistan, Bosna ve Slovenya ayrı olarak İtalya’nın baskısı altında kalıyorlar. İtalya’nın etkisinde kalmaktan korktukları için Sırbistan Krallığıyla birleşme kararı alıyorlar. 1918’de bu iki devlet birleşiyor ve Yugoslavya oluşmuş oluyor. İsmini birkaç sene sonra Yugoslavya Krallığı olarak alıyor. Ulus devlet inşası o dönemlerde Balkanlarda çok aktifti. Türkiye’de Kürtler uluslaşma anlayışını bu dönemde Türkiye’de nasıl yaşıyorsa 20. Yüzyılın başlarında Balkanlarda dinamik bir şekilde böyle bir hareketlenme yaşanıyordu. Yugoslavya Devleti’nde uluslaşma konusunda en başarılı olan millet Sırplar. Hırvatlar daha yeni yeni uyanmaya başlıyorlar. Yugoslavya birleşince bunlar aslında farklı ulusların krallığı olarak birleşiyorlar ve hiçbir zaman monolit, hegomon güçte bir devlet olamıyorlar. Yugoslavya Devleti dediğimiz devletin çatısı içinde farklı farklı etnik unsurlar yaşıyor; Slovenler, Hırvatlar, Sırplar, Müslümanlar, Makedonlar, Arnavutlar, Türkler, Ulahlar, belki 15 tane farklı etnik unsur vardı. O dönemde resmi olarak Boşnak diye bir millet yoktu, başka bir adla anılıyordu; resmi olarak vardık ama resmi adımız o değildi.

Etnik unsur dışında Yugoslavya’da üç farklı din baskındı. Bunlardan en dominantı Ortodoks Hristiyanlığıydı. Ortodoks mezhebine sahip olan milletler: Bulgarlar, Ruslar, Sırplar, Makedonlar, Yunanlılar vs. Ortodokslar takriben Yugoslavya’nın yarısını oluşturuyordu. Diğer tarafta Katolikler güçlüydü ve üçüncü olarak Müslümanlar vardı. Müslümanlar o dönemde belki % 10-15 civarındaydı, azınlıktı. Yugoslavya’nın Müslümanlarını Arnavutlar, Makedonlar, Kosovalılar, Boşnaklar ile birlikte az sayıda Türkler oluşturuyordu. Ve o devlet uluslaşma dönemine denk geldi öte yandan bir faşizm akımı vardı Avrupa’da; Mussolini, Hitler, Franko vs. tabi Yugoslavya Devleti Belgrat’tan yönetiliyordu ve faşist-ulusalcılık anlayışı mevcuttu. Başkent Sırbistan’da olduğu aynı zamanda Sırplar çoğunlukta olduğu için diğer milletleri rahatsız ediyorlardı.  En kalabalık ikinci millet olan Hırvatları özellikle rahatsız ediyorlardı.  İkinci dünya savaşına kadar bu şekilde devam etti. İkinci Dünya savaşı geldiği zaman Hitler Avrupa’yı fethettiği zaman Yugoslavya’yı da fethediyor. Ve oradaki Hırvatlar kendi faşist Nazi devletini kuruyorlar ve oradaki Sırpları öldürmeye başlıyorlar. Tahmine göre Yugoslavya’da 1 milyon civarında insan ölüyor ve bunların birçoğu Sırp ve bunları öldürenlerin büyük bir kısmı Hırvatlardı. Öte yandan Boşnaklar arada kaldılar çünkü Sırplar kendi çetelerini, Hırvatlar kendi çetelerini kurdular. Tabi Alman imparatorluğunun çatısı altında oldukları için Boşnaklar Hitlere bir mektup gönderiyorlar: “Biz korunmasız kaldığımız için kendi birimlerimizi kurmak istiyoruz.” Boşnaklar Nazi askerleri içerisinde kendi bağımsız birimlerini kuruyorlar.  Tabi Sırpların Boşnaklara olan kini burada değil ta Osmanlıda başlıyor. Sırplar kendi başlarına gelen darbeyi unutmuyorlar. Onlar halen, 1399’daki Kosova Savaşı’nın  intikamını alıyorlar. Her neyse. Boşnaklar Alman askerlerine katılıyorlar kendilerini korumak için. İkinci Dünya Savaşı bitiyor; Almanlar kaybediyor komünistler kazanıyor. Komünistler kazanınca Yugoslavya’da bulunan partizanlar da fırsat buluyorlar ve devleti ele geçiriyorlar. Ve Yugoslavya 1945’den sonra komünist bir devlet olarak işlemeye başlıyor. Tabi Hırvatlar ve Boşnaklar kaybediyorlar, Sırplar kazanıyorlar Yugoslavya’da. En kalabalık nüfus Sırplar oldukları ve önceden gelen bir devlet anlayışı var olduğu için Yugoslavya’da hegemon bir güç haline geliyorlar. Yugoslavya çatısı(maskesi) altında büyük bir Sırbistan ortaya çıkıyor. Nasıl? Mesela Sırplar, nüfusun % 50 sini oluşturuyorsa, askeriyede de % 70’ini, poliste de % 60’ını oluşturuyorlar. Eğitimde de aynı şekilde yani bir Sırp hegemonyası hâkim Yugoslavya’da.

Birinci Yugoslavya komünist bir devletti. Tabi komünist devlet olduğu için anayasası biraz katıydı biraz otoriterdi. Sırplar güç kendilerinde olduğu için bu durumu değerlendiriyorlardı ve tamamen Belgrad merkezli yönetilen bir devlet oluyordu. Belli bir zaman sonra yavaş yavaş diğer etnik gruplar bu hegemonyaya karşı isyan etmeye başlıyorlar. Aslında komünizme karşı ilk isyan Bosna’da yaşanıyor Bosna’nın en kuzeyinde. Cazinisyanı deniyor buna. Tabi komünist güçler bu isyanı bastırıyorlar. Komünist devlet, yani Sırpların elinde bulundurduğu Yugoslavya Devleti Sırpların yoğunlukta olmadığı bölgelere yatırım yapmıyor devlet olmanın niteliklerini o bölgede gerçekleştirmiyor ve Sırpların olmadığı bölgelerdeki diğer etnik grupları göçe zorluyor. Sırp olmayan etnik grupların durumu fark edince onlar, devletin daha az merkezi olmasını ve anayasanın değişmesini istiyorlar. Farklı farklı isyanlar başlıyor. Hırvatlar isyan ediyor, Boşnaklar isyan ediyor, Arnavutlar isyan ediyor. Ve 1966’da Tito’ya yakın olan Aleksandar Rankoviç diye bir Sırp tutuklanıyor. Tito anlıyor ki bu iş böyle yürümeyecek Sırpların biraz gücünü azaltmak lazım, devletin otoritesini kırmak lazım, diğer milletlere de güç vermek lazım diye kendisine yakın olan adamı, aynı zamanda otoriterliğin simgesi olan istihbaratın başında bulunan Rankoviç’ihapse attırıyor ve anayasayı değiştiriyor. 1974 anayasasına göre Sırp olamayan diğer milletler ve diğer cumhuriyetler (Yugoslavya 6 farklı cumhuriyetten oluşuyor)’e daha fazla güç veriliyor, daha fazla yetki veriliyor.  Sırplar, 1974 anayasasını kendi ellerinde güç gidiyor gibi algılıyorlar. Doğru algılıyorlar zaten. Ve yavaş yavaş 1980’lere doğru tabi Tito yaşlanıyor, yaşlanınca kendi otoriter gücü de azaldı. 1980’lere doğru Sırp milliyetçiliği fırsat bulmaya başlıyor. Tabi Tito öldükten sonra daha fazla etkili oluyor. 1985 Sırbistan’ın akil adamları bir belge çıkarıyorlar Memorandum SANU adında. Bu memorandumda Sırplar 1974’den önceki yetkileri nasıl geri alabilir ve etnik Sırpların yaşadıkları bölgeleri nasıl Sırbistan’a bağlayacaklar yani bazı şeyler açık anlatılmasa da asıl amaç buydu.

1985’den sonra ekonomik kriz ile birlikte bu süreç hızlanıyor. Arnavutlar Kosova’da sürekli isyan ediyor. Çünkü Yugoslavya 6 cumhuriyet dışında 2 özerk bölgeden de oluşuyordu; bunlardan birisi Voyvodina kuzeyde, diğeri Kosova. Ve Arnavutlar diyor ki biz otonom bölge olmak istemiyoruz diğer cumhuriyetler gibi cumhuriyet olmak istiyoruz. 1985’de Memorandum çıkıyor ve 1986-87’de Miloseviç’in siyasi kariyeri yükselmeye başlıyor. Dediğimiz gibi 6 cumhuriyet vardı. Ve cumhuriyetlerin siyasi partileri vardı. Miloseviç de Sırbistan’dan komünist partide baş gösterdi. Partide başkan yardımcısı oldu. 1987 Nisan ayında Miloseviç geldikten sonra çok ilginç bir şey yaşanıyor. Komünist parti başkanı Ivan Stamboliç Kosova’ya gitmesi gerekiyor ama gidemiyor, sebebini hatırlamıyorum. Ve Stambolic diyor ki benim yardımcım Miloseviç gitsin Kosova’ya Sırplarla ve Arnavutlarla o konuşsun diyor. Miloseviç oraya gittiği zaman bazı Sırp milliyetçiler isyan patlatıyorlar(organize edilmiş bir şekilde). Miloseviç o günden itibaren milliyetçi kampanyasını başlatıyor. Aslında Yugoslavya’daki çoğu savaş Kosova’da başlıyor. Kosova’yı anlamak Yugoslavya’yı anlamak için çok önemli. Kosova’nın Sırp milleti için çok ilahi bir önemi var çünkü onların kilisesi orada ve onlar Orta Çağ’da orada yenildiler ve devletin merkezi oradaydı. Ve yüzyıllar içinde Arnavutlar Sırpların nüfusunu geçti. Kısacası Sırplar, Kosova’da azınlık olarak kaldılar. Ve Miloseviç oradaki durumu görünce ve akil adamların gazına gelince bir milliyetçi kampanya başlatıyor ve yavaş yavaş Ivan Stambolic’i kenara itiyor ve Miloseviç partinin başına geçiyor. Tabi başa geçmesiyle beraber tüm belalar başlıyor. Miloseviç şunu anlıyor; Sırpların gücü azalıyor eğer böyle giderse Kosova’da olduğu gibi Yugoslavya’da Sırpların nüfusu azalacak hatta Sırbistan’ındiğerbölgelerindebile Sırplar azalacak çünkü Sırpların nüfus artışları çok az, Arnavutların ve diğerlerinin çok büyük. Onun için Sırpların bulunduğu bölgeleri Sırbistan’a bağlamak ve Sırpları tekrar güçlendirme amaçlı bir kampanya başlatıyor. Ve kampanyalarını tamamen yalan üzerine inşa ediyor. Örneğin; Belgrad’daki Sırplara şunları anlatıyordu “Güneyde Kosova’da Arnavutlar Sırp kadınlarımıza tecavüz ediyor, evlerinden Sırpları kovuyorlar.” gibi tamamen yalan üzerinde inşa edilmiş bir kampanya. Tabi bunu medya ile beraber, ona yakın olan entelektüellerle, bazı edebiyatçılarla gerçekleştiriyor. Mafyanın etkisi de var, zaten savaş başladıktan sonra mafya asker olacak vesaire vesaire…

28 Haziran 1989’da Gazimestan Konuşması diye bir konuşma oluyor. 1989 yani 1389 Kosova yenilgisinin 600. Yıl dönümü. Tabi çok büyük bir konuşma oluyor 1 milyona yakın Sırp katılıyor. Miloseviç, konuşmada diyor ki “Biz savaşa hazırız.” hâlbuki ortada savaş durumu yok tamamen temeli inşa etmeye yönelik bir konuşma yapıyor, ortamı geriyor. 1987-89’da bunlar yaşandıktan sonra, 1990’da olağanüstü komünist partisi toplantısı oluyor ve toplantıda gerginlik çıkıyor, toplantıyı Sloven ve Hırvat temsilciler terk ediyorlar. Yugoslavya araştırmacılarına göre o günden sonra Yugoslavya diye bir şey yok yani resmi olarak var fakat ortada Yugoslavya diye bir şey yok. Çünkü devleti yöneten komünist partisi altında büyük bir ayrışma yaşandı ve bu onların bağımsızlığa birinci adımıydı. 1991 baharında bunlar Yugoslavya’dan ayrılıyorlar ve bağımsızlığını ilan ediyorlar. Uluslararası toplumda bağımsızlıklarını yavaş yavaş kabul ediyor. O tarihten sonra zaten resmi olarak Yugoslavya diye bir şey yok. 1991’de ilk Slovenya ayrılıyor, tabi Hırvatlarla birlikte. Sırplar Slovenya’ya saldırıyorlar 10 günlük bir savaş. Sırplar orada mağlup oluyorlar çünkü orada etnik Sırp unsuru çok az %1-2 civarında. Sırplar Slovenya’dan püskürtülünce Hırvatistan’a saldırıyorlar. Tabi Hırvatistan da biraz daha fazla Sırp nüfus var %12. Sırpların projesi şuydu nerede Sırp varsa orayı Sırbistan’a bağlayacağız, büyük Sırbistan’ı kuracağız, Yugoslavya diye bir şey yok ama uluslararası topluma şöyle anlatıyorlar “Biz Yugoslavya’yı kuruyoruz.”. Nasıl böyle konuşabiliyorlardı çünkü Sırp ordusu onların elindeydi ordunun %70’ini oluşturuyorlardı. Uluslararası topluma Yugoslavya dağılıyor biz Yugoslavya’yı koruyoruz diyorlardı hâlbuki büyük Sırbistan’ı kuruyorlardı ve ellerinde o güç vardı. Bazılarına göre Yugoslavya dünyanın 7. en güçlü ordusuna sahip. Abartılmış olabilir ben bir uzmana sormuştum bana ‘‘abartılmıştır’’ demişti. Ama genel olarak çok güçlü zannedersem uçakların, tankların %70-75 Yugoslavya’da üretiliyordu, çok güçlü domestik yerli güce sahipti kapasitesi vardı. Tabi bu kapasite ve güç Sırpların elindeydi.

Hırvatistan’a girmeye başlıyor Sırplar. 1990-91’de Hırvatların ordusu yok silahları Macarlardan almaya başlıyorlar savaşa hazırlanıyorlar. Tabi Hırvatlar durumu anlıyorlar erken davranıyorlar silahları hazır ediyorlar iyi de hazırlanıyorlar. Organize edilmiş güçlü bir orduya karşı çıkmak çok zor ama bazı bölgeleri koruyabiliyorlar. Sırplar çok hızlı bir şekilde alıyor bazı bölgeleri ve o Sırpların yaşadıkları bölgelerde çatışma çıkıyor.  1995’de savaş bitiyor ve Hırvatlar yenilince, Sırp paramiliter güçler, kuzeyden Sırbistan ve Hırvatistan üzerinden Bosna’ya girmeye başlıyorlar ve katliam yapmaya başlıyorlar, Srebrenitsa yakın o bölgeye. Paramiliter güçler bölgelere girerek sivil halka savaş beklemeyen halka hazırlıksız olan halka katliam yapmaya “temizlemeye” başlıyor. Tabi Bosna’nın bazı bölgelerinde Sırplar ve Hırvatlar arasında küçük çatışmalar vardı. Bu şekilde Bosna savaşı başlamış oluyor. Artık tamamen Bosna’ya yöneldik.

Daha öncede dediğimiz gibi 1990’da yapılan olağanüstü komünizm toplantısında komünizm partisinde bazı çatlamalar yaşandığı için paralel olarak Avrupa’da bazı gelişmeler oldu. Berlin duvarı yıkıldı, bazı ülkelerde komünizm güç kaybetmeye başladı.  Yugoslavya’da da insanlar artık komünizmden kurtulmak istedi, kapitalist sisteme geçmek istediler. Yugoslavya’da da komünizm düştü ve ilk seçimler yaşandı. Bosna’da ve bu seçimlerde milliyetçiler kazandı her tarafta Boşnaklar dâhil. Seçimleri Aliya İzzetbegovic kazanıyor Demokratik Eylem Partisi(SDA)’yle. Milliyetçi bir partiydi SDA ama kötü manaya gelebilir, fakat bildiğimiz manada değildi. Boşnak tarafında Aliya İzzetbegovic kazanıyor, Sırp tarafında Radovan Karavic kazandı. Hırvat tarafında HDZ partisi ile StyepanKlyuyiçkazandı kendisi iyi bir politikacıydı fakat savaş başladıktan sonra o partinin başına tamamen milliyetçi, ırkçı insanlar geçti, kendisi kenara itildi. O dönemde Yugoslavya’da savaş var, Bosna’da da bazı bölgelerde ufak tefek çatışmalar var ve doğal olarak siyasetçilerin de anlaşması zor oluyor. Sırpların bir özelliği var, hemen birlik oluyorlar, Boşnaklar gibi değiller. Onlar bir şeylerin olduğunu hemen anlıyorlar ve hemen cephe alıyorlar. Bosna’daki Sırplar o zaman da anladılar ki “Biz kendi bölgelerimizi koruyalım, biz ayrılalım, bölgeden biz kendimizi kurtaralım ve Sırbistan’a bağlayalım.” Bunlar yavaş yavaş kendi bölgelerinde Sırp otonom bölgeyi oluşturmaya başlıyorlar ve böylece Sırbistan Cumhuriyetinin temeli atılmış oluyor.

Sırplar Bosna’da nüfusun 1\3’üydüler fakat büyük bir bölgeye sahiptiler. Aynı zamanda askeri güç de ekonomik güç de büyük ölçüde onların elindeydi. Çok çabuk paramiliter güçler kurup o bölgeyi otonom bölge ilan ediyorlar. Ondan sonra bazı bölgelerde Yahudilerin işaretlenmesi gibi Boşnakları işaretliyorlar. O dönemde öldürmeler daha başlamadılar ama kimin Boşnak olduğunu ayırt etmek için böyle bir ayrıma gidiyorlar. Hırvatistan’da savaş başlıyor. Sırp paramiliter güçler yavaş yavaş Bosna’ya girmeye başlıyor ve katliamlar başlıyor. Onların arkasından da Yugoslav (Sırp) ordusu geliyor. Tabi ordudakiler Hırvatların ve Boşnakların başına geldiği şeyleri görünce ayrılıyorlar ve ordu tamamen Sırplaşıyor. Aslında resmi olarak savaş başkentte yani Saraybosna’da başlayınca savaş başlamış oluyor. OndanönceufaktefakçatışmalarvardıBosna Hersek’in kırsal bölgelerinde.Sırplar savaş başladıktan bir sene sonra 1993’de, Bosna’nın %70’ini kontrol edebiliyorlar. Çünkü Boşnakların ordusu yok aynı zamanda Batılılar Yugoslavya’ya ‘’Kimse silah alamaz.’’ diye ambargo koyuyor. Düşünün ki size bir ordu saldırıyor ve Batılı devletler elinizi bağlıyor silah alamazsınız diye. Oradaki halk ise tabiri caiz ise “koyun” gibi katlediliyorlar. O da yetmedi 1993’te Hırvatlarda, Boşnakları katletmeye başlıyor. Hırvat Başbakanı Tudjman ile Milosevic biz Bosna’yı aramızda paylaşalım diye işbirliği kuruyor. Tabi orada görüyorlar, Boşnakların gücü yok bölelim diyorlar.  Artık, Hırvatlarda Boşnakların karşısında duruyorlar. O da yetmedi bazı bölgelerde Sırplar Boşnakları satın alıyor ve kendi bölgelerini Sırplar için destekliyor. Yani Boşnaklar böyle sıkıştırılmış bir şekilde savaşmak zorunda kalıyor. Nasıl kurtuldu Bosna dersek “Allah kurtardı.” başka açıklaması yok. Çünkü matematiğe bakarsak milletin silinmesi lazımdı.

1993 te büyük katliamlar yaşanıyor ve zannediyorsam en çok insan 1993 senesinde öldü. Ama yavaş yavaş illegal kanallarla silahlar gelmeye başlıyor, Boşnaklar kendi silahını yapmaya çalışıyor. El yapımı borudan şundan bundan silahlar. Kısacası bir şekilde Boşnaklar kendilerinin bulduğu bölgeleri korumayı başarıyorlar.

Soru: Sırbistan lehine oluşan uluslararası arenadaki ittifaktan bahsedebilir misiniz?

Aslında ben buna lehine demem. Uluslararası arenada şöyle bir şey var aslında onlar Sırpların lehinde değildiler onlar sadece pasiftiler. Neden lehine değildiler, çünkü Sırpların lehine olmak Sırbistan’ı güçlendirmek şu anlama gelir: Sırbistan’ı Balkanlarda güçlendirirsen Rusya’nın orada bir uydusu oluşur onun için lehine değil, pasiftiler. Aynı Suriye’de olduğu gibi, Suriye IŞİD’i de desteklemiyor resmi olarak YPG’yi de desteklemiyor. Çünkü kim kazanırsa onların aleyhine olur. Bosna’da da aynı şekilde ama Hırvatları destekliyorlardı Katolik oldukları için ama Sırpları desteklemiyorlardı sadece pasiftiler. Tek yaptıkları ambargo vs. Suriye’de nasıl yaptılar uçaksız bölge o kadar yani. Ben öyle teorilere inanmıyorum. Onlar Sırpların da güçlü olmasını istemiyorlar Müslümanların da.

Savaş sonrası bazı bölgeler karıştı ve Birleşmiş Milletler’in kararıyla Doğu Bosna’da birkaç bölge Güvenli Bölge olarak ilan edildi. Bunlardan bir tanesi Srebrenitsa, bir tanesi Gorajde ve diğeri Jepa’idi. Bu üç bölge güvenli bölgeydi. Srebrenitsa’da güvenli bölgeydi. 1995 senesinde, Sırplar bölgede homojen olabilmek için bu üç bölgeyi almak istiyorlardı fakat o bölgelerde BM’nin kararı vardı. Sırplar ne yaptılar? O bölgedeki BM askerlerini kaçırdılar. Fransız ve Hollandalı askerleri kaçırıyorlar. Bunun üzerine BM havadan bombalamaya başlıyor. Bombalamanın başlamasıyla Sırplarla görüşülüyor, Sırplar ‘’Eğer bombalamaya devam ederseniz sizin askerlerinizi öldüreceğiz.’’ dedikleri için bombalamayı durduruyorlar. O bölgede Boşnaklar yaşıyor ve Hollandalıların o bölgeyi koruması lazım. Srebrenitsa’da 20-25 bin Boşnak yaşıyor ve bunları korunmasında sorumlu olan askerler Batılı, Hollandalı askerlerdi. Sırplar o askerleri kaçırıyor ve tamamen şantaj yapıyorlar. Ellerinde zannerdersem 60 civarında asker var. Tabi batılıların bir özelliği var onların 1 askeri 100 can eder “onların canları diğer canlardan daha değerli(!)”. Onun için BM hiçbir şey yapamıyor ve tabi resmi olmasa da Sırplarla pazarlık yapıyorlar. Tabi kanıtlaması zor ama bence Boşnak canları içinde pazarlık yapılıyor. Biz size sizin askerleri, siz bize Boşnakları gibi bir pazarlık yapılıyor. Her şey öyle olduğunu gösteriyor. Biliyorsunuz 11 Temmuz’da Sırplar oradaki eski askerleri topladılar. Müslüman, yetişkin erkekleri öldürdüler, kadınarı tecavüz ettiler ve onları koruması gerek BM güçleri yoktu. O bölge güvenli bölge olduğu için daha öncesinde Boşnaklardan silahları alınmıştı. BM askerleri diyor biz sizi koruyacağız siz bize silahınızı verin. Boşnak askerlerde güvenli bölgede oldukları için silahlarını verdiler. Bir de görev devretme vardı tam o sırada gerçekleşti Sırp kıyımı. Bir batarya gidecekti diğer batarya gelecekti tam o sırada gerçekleşti. Kanıtlamak zor olsa da muhtemelen bir oyun vardır. Ve Sırplar Srebrenitsa’ya giriyorlar tüm erkekleri bir kenara ayırıyorlar. Kadınların hepsine değil büyük bir kısmına tecavüz ediliyor. Erkekleri diziyorlar öldürüyorlar ve bakıyorlar böyle fazla mermi harcıyorlar, erkekleri odalara kapatıp üzerlerine tavandan bomba atarak gruplar halinde öldürüyorlar. 8372-73 kişi civarında insanı öldürüyorlar. Daha sonra Batıya bu haberler ulaşmaya başlayınca Batı devreye giriyor, o kadar insan öldükten sonra. Birleşmiş Milletler birlikleri havadan müdahale ediyor.

Ağustos-Ekim arasında Sırplar ne yapıyor, onlarında bir askeri okulu var. Düşman nereden vurulur? Savaş nasıl yapılır? Taktiksel şeyler vs. biliyorlar. Ne yapıyorlar, birkaç ay içerisinde yani Dayton Antlaşması imzalanmadan birkaç ay önce orada öldürdükleri insanları dağıtıyorlar. Nasıl yani, burada bir kısım insan toplu olarak katledildi ya, onları alıp başka yerlere dağınık halde gömüyorlar. Yani öldürdükleri insanları her yere dağıtıyorlar. Tabi daha sonra Amerika uydudan görüyor mezarların yerlerini ve toplu mezarların olduğu yerleri böylelikle tespit edilmiş oluyor. Halen toplu mezarlar da bulunmaya devam ediyor. En son 136 kişinin içinde bulunduğu bir toplu gömülme yapıldı. Dağıtıyorlar, çünkü 8 bin insanı tek bir bölgede bulmak çok kolay ama bunları dağıtırsan 50 seneyi alır bulmak, sadece bulmayı zorlaştırıyorlar. 1995 Kasım’da Dayton antlaşması imzalanıyor. Bu anlaşma sonrası Sırpların elde tuttukları bölge Sırbistan Cumhuriyeti oluyor.

Söylemeyi unuttum 1994 başlarında Hırvat-Boşnak işbirliği yapılıyor tabi en büyük rol Amerika’nın çünkü o zamanın en güçlü ülkesi Amerika ama diğer teşekkür edilecek ülke Türkiye fakat Türkiye’de bu hiç konuşulmuyor. Yani bu anlaşmalar Türkiye’de bilinmiyor. Washington antlaşması burada Demirel’in rolü daha fazla olabilirdi tabi ama en azında o kadar yapabildi. Boşnakların ve Hırvatların barışmasında Türklerin payı var.

1995’de Dayton imzalanıyor. Bosna’nın %51’lik bölümü Boşnak ve Hırvatların oluşturdukları Federal bölgeden oluşuyor. Yüzde 49’luk kısımda Sırp Cumhuriyetine veriliyor ve % 2’lik kısımda sınır çizgisi olan Brçko Distrikt kuruluyor ve Bosna 3 bölgeden oluşuyor. Ben o dönemleri iyi çok hatırlıyorum 1996’dan sonraki dönemi. Bosna sürekli uluslararası medyanın odak noktasıydı sürekli konuşuluyordu. Çünkü Bosna’da savaş bitmişti fakat ondan dört sene sonra Kosova da savaş başlıyor yani hala Yugoslavya’da savaş bitmemişti. Bosna’da bitti Hırvatistan da bitti ama hala Yugoslavya da çatışmalar yaşanıyordu. Kosova’dan sonra Makedonya’da küçük bir savaş oldu, Yugoslavya hala odak noktasıydı. Ne zaman odak noktadan çıktı, 2008-09 civarında çünkü artık Kosova bağımsızlığını kazandı artık çok yapılacak şey yoktu.

Tabi o sürede Sırplar Batı’da olumsuz görünüyorlardı yani soykırımcı, Hollywood filmleri de öyle gösteriyordu, Amerika çok baskı yapıyordu tabi Amerika o yaşanılanları gördükten sonra işte güya Bosna’ya “destek” veriyordu. Şuan günümüzde hala Amerika Bosna tarafında halen Amerika Bosna’nın bir ittifakı olarak görülür. Nasıl Kosova ile Amerikalılar ittifak halinde, Amerika ve Bosna’da benzer şekilde. Ve şimdi Amerikalılar sevinirler savaşı bitirdik diye Pax Amerika bölgede kuruldu diye. Aslında Bill Clinton’un rolü büyük.

Savaş bitiyor silahlar sustuktan sonra yapılan katliamlar ortaya çıkmaya başlıyor. Öyle bir süreçte herkes bekliyordu ki Sırbistan soykırımcı bir devlet olarak ilan edilsin fakat öyle olmadı. Maalesef bunlar seni destekliyorum derler ama öte yandan desteklemezler gerçek yüzleri bu. Çünkü uluslararası mahkemelerde Sırbistan soykırım yapmış bir devlet olarak durmuyor.

Aslında uluslararası toplumun getirdiği durum şu oldu. ‘‘Bosna’da bir savaş yaşandı tabi Sırbistan’ın bir rolü vardı fakat bu iç savaştı, Sırbistan’ı soykırım için suçlayamayız.’’  Çok sinsice plan yapıldı Srebrenitsa diyoruz ya, Bosna da 100 bin kişi öldü. Srebrenitsa’da 8 bin kişi öldü ama tamamen o Bosna soykırımı denmesi gereken soykırım Srebrenitsa olarak kaldı. Yani iyi bir şekilde sinsi bir şekilde bunu becerdiler. Lokalize ettiler soykırımı. Güya birisi zanneder ki sadece bir şehirde soykırım yaşandı. Bakarsanız bazı şehirlerde Srebrenitsa’dan daha fazla insan öldü. Ama bunlar sinsi bir şekilde Srebrenitsa olarak lokalize edildi. O da yetmedi Lahey Mahkemesi tabi bunu soykırım olarak tanıdı ama fakat BM halen bunu soykırım olarak tanımıyor. Niye tanımıyor, BM’nin farklı farklı seviyeleri var. En çatı seviyesi Güvenlik Konseyi diye bir şey var. İki bölümden oluşur: Daimi konsey üyeleri(Rusya, Amerika, İngiltere, Fransa, Çin) bunların veto hakkı var, ikincisi değişen 10 ülkeden oluşan konsey her ülke olabilir değişiyor ve bunların veto hakkı yok sadece 5 ülkenin var. Birkaç sene önce İngiltere dedi ki; Srebrenitsa’yı BM soykırım olarak kabul etsin, böyle bir inisiyatifte bulundular. Ve 7 kere sunuldu BM’ye ve her 7 seferinde Rusya veto koydu. Çünkü onlar böyle söylenmesini istiyorlardı. Tabi Sırbistan orada büyük bir lobi yapıyor Rusya buna veto koysun diye. Onlar diyorlar ki; ‘’Tamam bazı öldürmeler oldu fakat bu soykırım değil bu çok ağır bir kelime, her iki tarafta suç işlendi şeklinde tanırız.’’ BM soykırım olarak tanımıyor, tanısa bile Bosna soykırımı sadece Srebrenitsa soykırımı olarak lokalize edildi.

                                                           

Soru: İngiltere, Bosna’nın yanında durarak menfaat-çıkar ilişkisi güttüğü söylenebilir mi?

İngiltere’nin çok menfaati olmaz. Şöyle bir şey var; Batılı ülkelerde onların lobi grupları çok iyi çalışır, aslında siyaseti büyük ölçüde onlar yönetir. Bence İngiltere’de bir Bosna lobisi var. Mesela William Hague’in danışmanı Boşnak bir kadın, çok zeki aktif bir kadın. Ve böyle birkaç kişi Bosna dostları gibi o inisiyatifin sunulmasını istemiş olabilirler. Onun için İngiltere’nin Bosna’dan çok çıkarı olmaz.

Soru: Orta Doğu’da olan olayları ne anlamda Rusya ve Amerika ile bağdaştırıyorsunuz?

Öncelikle Arap Baharı diye bir durum ortaya çıktı 2010’un sonlarına doğru. Bir gencin Tunus da kendini yakması ile bir şey patlamış oldu. Neden böyle bir şey patladı? Çünkü Araplar 50 seneden daha fazla diktatörler tarafından yönetiliyorlar. Diktatör tarafından yönetilmek ne demek: Mesela sen, yöneticiden farklı düşündüğün zaman, farklı bir ideolojiye sahip olduğun zaman yöneticinin seni hapse atması, aileni hapse atması, ülkeden kovması veya seni bir şekilde belli bir seviyeye ulaşmanı engelleyen şeyler anlamına geliyor. Ve buradaki devletler; Tunus olsun Mısır olsun Libya olsun Irak, Suriye hepsi polis devletleridir. Mesela örnek vereyim; benim bir arkadaşım Suriye’ye gitti orada Arapça öğrenmek için tabi savaştan önce. Başına bazı olaylar geldikten sonra diyor ki; bende şöyle bir hissiyat vardı oradayken, sanki toplumun %10’u istihbaratçı gibi.

Biliyorsunuz 2007-2008 senesinde dünya ekonomik bir krize giriyor. Bunun bir yansıması Arap ülkelerinde de oluyor. Tunus’taki genç kendini neden yaktı çünkü kendisi meyve falan satıyordu ve ekonomik krizden dolayı meyvelerini satamaz bir hale geldi ve dayanamayıp kendini yakıyor. Biz de bir tabir vardır, odunlar kuru olduğu zaman küçük bir şeyde yakabilir onu. Arap toplumu da öyleydi,mevcut olan haksızlıklardan dolayı, ortam kuru ağaç ormanı gibiydi ve küçücük bir şey toplumu tamamen yaktı. Çünkü toplum üzerinde büyük bir baskı hissediyordu. Bu şekilde savaş kontrolsüz bir hale geldi.  Öyle bir savaş ortaya çıkınca bazı ülkeler, bazı istihbaratlar bunu değerlendirirler düşmanını daha da zayıflatmak için. Bunu istihbarat yaptı bunu şu yaptı bu yaptı demiyorum, tamamen kendiliğinden bir şekilde Arap baharı ortaya çıkmış olabilir fakat bunlar bu durumu değerlendiriyorlar ve değerlendirdiler. Suriye’ye gelince tabi o Arap Baharı Havası Suriye’ye de yayıldı. Suriye biliyorsunuz farklı bir ülke orada farklı etnik unsurlar var, dini toplumlar var ve oradaki aileyi Esad ailesi yönetiyordu. Beşar Esad’dan önce Hafız Esad vardı daha sonra oğlu aldı. Onlar da Baas partisi yani Arap Sosyalist ideolojisi üzerinden ülkeyi yönetiyorlardı ve güçlerini nasıl, Yugoslavya Sırplara dayanıyordu, bunlarda Alevi topluma dayanıyordu. Aleviler de sanıyorsam toplumun %16’sı civarında. Aleviler Türkiye’deki Alevilerden biraz farklı aslında bunların adı Nusayriler. İsmaililerden ortaya çıkmış bir mezheptir. Onların farklı değişik inançları var ve güç Alevilerin elinde, ülkeni büyük bir çoğunluğu ie Sünnidir. Öyle bir isyan çıkınca oradaki Sünniler İslamcı akımı desteklemeye başlıyor yani ÖSO denilen Özgür Suriye Ordusunu. İslamcı derken IŞİD’in yaptığı şekilde değil, bu ikisi karıştırılmasın. Bunlar daha çok Müslüman Kardeşlerin siyasi anlayışına yakınlar. Tabi Batıda kimse istemez Suriye’nin sınırında böyle İslamcı bir devlet olsun. Çünkü Orta Doğu haritasını incelediğimizde Türkiye’de 2003’ten beri İslamcı bir hükümet var, Arap Baharı da Tunus’ta başladı Tunus’ta en büyük güç İslamcılarda çıktı. Libya’da Kaddafi devrildi en büyük güç olarak İslamcılar çıktı. Mısır’da bir devrim olmuştu Mursi galip çıktı en büyük güç İslamcı çıktı. Ürdün zaten çok güçlü bir politika izliyor İslamcılar çok güçlü kraliyet ailesi peygamber soyu olan Ben-i Haşim’den geliyor, orada da bir devrim olsa İslamcı devrimi yaşanır. Türkiye zaten İslamcı İsrail’e tamamen düşman, Suriye’de de İslamcılar ortaya çıktı çok güçlüler. Sonuç olarak ne görüyorsunuz? İsrail İslamcı bir Hilal tarafından kuşatıldığını görüyoruz. İsrail diyor ki eğer böyle giderse bizim işimiz daha da zorlaşacak çünkü, bizim zaten Orta Doğuda çok güçlü bir düşmanımız var o da İran. İran’ın burada bir uzantısı var nedir, Hizbullah. Güneyde Suudi Arabistan var İslamcı bir devlet. Yani Arap Baharı başarılı bir şey olsaydı İsrail’in durumu çok zor olacaktı. İran’la zaten baş edemiyorlar, daha da güçlü bir düşman ortaya çıkabilir ve bunların en büyük sponsoru kim olur, Türkiye olur. Onun için orada alarmalar çalmıştır ve muhtemelen İsrail devreye girmiştir. Yani oradaki hareketi bölmüştür, hareketin içinde olan radikal kısmı onlardan ayırır ve bunları birbirine kışkırtıp onların aralarını açarsın değil mi? Böyle yaşanmadı mı Suriye de? Bir anda Özgür Suriye Ordusu çıktı, ardından El Nusra çıktı, arkasında birkaç radikal grup daha çıktı, arkasından IŞİD geldi ve  şimdi birçok farklı grup birbirleriyle çatışıyor Suriye’de.

Mısırda ise askeri vesayet güçlendirildi. Orada Mursi’yi devirdiler. Libya da aynı şey yapıldı. Farklı farklı Kaddafi destekçisi, radikal gruplar ve ılımlı İslamcı gruplar birbirlerine kışkırtıldı tamamen iç savaş içerisinde. Tunus’ta turistlere yapılan saldırıları biliyorsunuz. Tabi öyle saldırılar olunca halk ne diyecek, bu hükümet bizi yönetemiyor ve son seçimlerde laikler kazandı. Lübnan’a zaten çok dengesiz bir ülke diyebiliriz. Onun için o yapılmak istenen şey tamamen bölünmüş oldu.

Amerika ve Rusya’ya gelince, Suriye’nin önemli bir yeri var. Devrimden önceki Suriye, Orta Doğu’da Rusya’nın bir uydusuydu. Çünkü Rusya’nın eski Sovyet toprakları dışında tek askeri üssü olan ülke Suriye. Lazkiye şehrinde Rusya’nın askeri üssü var. Suriye’deki rejimi kim koruyordu Amerika’ya, Batıya ve İsrail’e karşı, Rusya ve İran koruyordu ve küçük ölçüde Çin. Batı, Rusya ve İran’a karşı savaşıyor. Çünkü İranlıların ve Rusların gözünde, Suriye düşerse ne demek, bundan sonra İran düşer. İran düşerse Rusya’nın bölgede kimsesi kalmıyor.

Ayrıca Suudi Arabistan şundan korkuyor, Arap dünyasında en güçlü hareket Müslüman Kardeşler Hareketi ve bu hareket Arap Dünyasında güç kazanırsa, Suudi Arabistan’da da kazanacaktır, eğer böyle olursa Suud ailesi gidecektir, bundan korkuyor. Bu yüzden Mısır’da Suudi Arabistan Sisi’yi destekledi. Müslüman Kardeşler zaten Mısır’da başlayan bir hareket Hasan El-Benna tarafından kuruldu ve Arap dünyasının lideri olarak görülür genelde Mısır. Suudi Arabistan bu yüzden Müslüman Kardeşleri desteklemeyip, Sisi’yi desteklemiştir.

Bence Türkiye İslam dünyasının lideri değil de, en güzel örneğidir. Her şey mükemmel değil, yanlışlar var ama İslam Dünyası’nda en olgun ülke İslam olarak, Türkiye ve İslamiyet’i günümüzdeki medeniyetle en iyi yaşayabilen ülke Türkiye. Bununla beraber Malezya da buna dâhil. Katar da belki bu şekilde. Tunus’ta böyleydi ama daha sonra karıştı oralar. Bence İslam Dünyası’nda bu 4 ülke olumlu örnektir. Bu dördünün en güçlüsü Türkiye’dir. Ama İslam’ın lideri diye bir şey yok artık. Suudi Arabistan bu hayale sahipti ama lider olamadı.

Soru: Konuyu tekrar sonuca bağlamak gerekirse, Türkiye’nin Bosna üzerindeki dış politikalarındaki hakkında neler söylersiniz?

Türkiye, Bosna’ya çok dost yaklaşan bir ülke fakat Türkiye’nin maalesef dış siyasette biraz acemiliği var. Balkanlar’da durumu çok yakında gördüğüm için ve aslında orada büyükelçiden, hocalara kadar Türkiye’nin siyasetini oluşturacak insanların neredeyse hepsini tanıyorum. Balkanlarda, Türkiye biraz acemi siyaset yürütüyor. İkincisi Türkiye’nin Balkanlar’da bir vizyonu yok. Bana birisi çıksın söylesin, Türkiye Balkanlardaki vizyonu şu. Yumuşak güç diyecek olursak, Türkiye’nin birkaç sene önce yumuşak güç diyebileceğimiz enstrümanları vardı, Türk dizileri, Türk müziği (Tarkan, Mustafa Sandal vs.), TİKA, Yunus Emre vs. Eskiden cemaat de vardı ama artık güç değil. Bunlar hep etkendir. Bence örneğin, Amerika’nın yumuşak güç diyebileceğimiz güçlerinden birisi de Rihanna’dır. Çünkü milyonlar dinliyor. Her neyse Balkanlarda Türkiye bu etkenleri kullanarak çok şey yapılabilirdi ama yapılmadı. Neden? Mesela Türkler geliyorlar 10 milyon değerinde bir okul açıyorlar ve bunu her yere duyuruyorlar, Türkler geliyor, Osmanlı geliyor, mehter marşları çalınıyor vs. Eğer sen böyle yaparsan, düşman bir bölgedesin sonuçta, belki seni seven %5 falandır, sen oradaki %95’i tehdit ediyorsun. Alarmlar çalıyor, Sırplar diyor Türkler geliyor bir şey yapmamız lazım. Almanlarda aynı şekilde diyor ki, Balkanlar Türklerin değil bizim etkimiz altında olacak Türkleri engelleyelim diyor. Yani sen bağıra bağıra buraya gelirsen artık düşmanı uyandırmış oluyorsun. Maalesef böyle yapılıyor. Ayrıca diğer unsur duygusal yaklaşım. Adam elinde parayla ben nasıl daha efektif olurum bunu düşünmüyor. Mesela, cebinde 1 milyon var iyi bir şey yapmak istiyorsun, gidip fukaraya dağıtırsan ertesi gün gelip bir daha isteyecek çünkü kalıcı bir formül uygulamıyorsun ama sen gidip kuruma verirsen o kurum da bir sistem içinde dağıtırsa o para büyüyebilir, daha fazla insanı da doyurabilir. Belki güzel örnek veremedim ama Türkiye tamamen duygusal ve anlık uygulamalarda bulunuyor ve orada harcadığı para havaya uçuyor. Ama Alman öyle değil 1 lira veriyorsa çok iyi düşünüyor nereye verecek diye. Onun için Türkiye’nin bir vizyonu yok orada. Bir kere Türkiye o bölgede ne istediğini bilmiyor. Kime sorarsanız sorun şöyle bir şey yok, Türkiye 2050’de Balkanlarda ne olmak istiyor. Herkes der Türkiye’ni aktifliği ve saygınlığı güçlü olsun ama sen bunu nasıl yapacaksın bunun bir yolu var değil mi, bunun adımları vardır.

Soru: Sizce olması gerek adımlar nelerdir, ne olmalıdır?

Ben Bosna’da siyaset yürüten insanlara hep diyordum, eğer Bosna’ya hâkim olmak istiyorsan 3 şeye yapacaksın ve Almanlar bunu yaptılar, şu anda Balkanlara hâkimler. Oradaki medyayı satın alacaksın bu bir ve Türkiye Bosna’daki tüm medyayı satın alabilecek paraya sahip. Ama medyayı satın alıp aşırı açık ve göze batıcı bir şekilde siyasi propaganda yapmayacaksın. Altan altan kurnaz bir şekilde bu işi yapmak lazım. İkincisi, oradaki Sırp siyasetçileri satın alacaksın. Diyeceksin ki bizi engellemeyin, ne kadar para gerekiyorsa vereceksin. Üçüncü olarak, orada bir alışveriş zincirini kuracaksın, BİM veya herhangi birisini. Bu ne demek? Sen oraya alışveriş zincirini soktuğun zaman ekonomide gelişir. Çünkü oradaki alışveriş merkezi malını Türkiye’den alacak, dış ticaret büyüyecek değil mi. Daha sonra Türkiye’den ithal ettiği mallar pahalı gelecek ve firma diyecek ki, ben Bosna’da fabrika açayım, burada ürettip marketimde satayım, bu bana daha ucuz gelir ve böylece işsizlik düşecek ve yerli ürettim artacak. Sen Bosna’da fabrika açtığın zaman Bosna’nın ekonomisini güçlendireceksin. Ekonomi güçlenince senin etkin güçlenecek. Sonra siyasal ve sosyal hayatı etkileyeceksin. Almanlar ne yaptı, medyayı satın alıyorlar yavaş yavaş, medyayı satın alıp kontrol etmek demek insanların ne düşüneceğini kontrol etmek demektir.  Sırp siyasetçileri satın aldılar. Dördüncü olarak, orada en büyük Hırvat alışveriş merkezini satın alacaklar ve Almanlar hiç reklam yapmadan Bosna’yı kontrol ediyorlar yavaş yavaş. Ama Türkiye’de o irade yok çünkü her karar Ankara’dan geliyor. Ankara bilmiyor ki Bosna’da neler oluyor, Bürokratlar biliyor mu Bosna’da neler oluyor? Oradaki Bürokratlar biliyor mu Suriye’de neler oluyor? Bilmiyorlar. Orada olan adam bilir. Şunlar eksik ve şunlar yapılmalı. Ankara’da kâğıt imzalayan bilmez. İkinci olarak, bazıları hariç, Bosna’ya gönderilen bazı insanlar kaliteli değil. Sen kalkıp ta Balkanlar ile hiç alakası olmayan insanı gönderemezsin ki oraya işi yapmak için. Dili bilen, orada yaşamış olan insanı, başka ülkelerde tecrübe kazanmış olan, işinde ve görevinde pişmiş olan insanı göndereceksin o bölgeye. Biliyorsunuz Türkiye’de işler biraz yalakalıkla, partiye girmekle, birinin kuzeni olmakla vs. gibi şeylerle yürüyor, Bosna’da işler öyle yürümüyor. Yani bakıyorum ki Batı’dan gelen diplomatların hepsi akıcı bir şekilde Boşnakça konuşuyor. 10-15 yıllık tecrübeleri var Bosna’da. Yani büyük ülke böyle olunuyor.

Bölgeye hayır yapalım dersek de çok büyük reklamlar yapılıyor. O zaman sen reklam yapabilirsin fakat sen reklam yaptığın zaman, insanlar diyorlar ki, diğer ülkeler ne kadar yardım yaptılar ve ortaya şu çıkıyor; Almanlar, Norveçliler daha fazla yardım ediyorlar. Sen neden reklam yapıyorsun onlar yapmıyorlar. O zaman bir kızgınlık uyanıyor ve halk şöyle algılıyor, Türkler sadece reklam yapıyorlar. Onun için sessiz bir şekilde yapmak lazım.

Hazırlayan:Sefa Saygın

TUİÇ BALKAM Asistanı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...