Kınalızade Ali Efendi ve Ahlak-i Alai’nin İncelenmesi

Ayşe Sıdıka Oktay’ın hazırlamış olduğu ve konusu itibari ile Kınalızade Ali Efendi’nin yazmış olduğu Ahlak-ı Alai kitabının incelemesi ve dönemin diğer yazılmış olan ahlakla ilgili kitaplarla karşılaştırılması şeklinde ele alınan kitap, bir tez niteliğindedir. Ahlak-i Alai kitabında anlatılmış olan konuları geniş çerçevede incelemiş, araştırmalar yapmış ve bunlara dayanarak ortaya böyle bir eser çıkarmıştır. Ahlak konusunu geniş anlamda incelemiş, sınıflara ayırmış, sınıfların detaylarını ele almış, konunun içerik kısmını anlattıktan sonra Kınalızade’nin kitabında ele alış şeklini incelemiş ve onun bu konudaki görüşlerini kitabında belirtmiş, Kınalızade’nin kimlerden ilham aldığını ve ne tür kaynaklar kullandığını anlatmıştır.

Kınalızade kitabını yazarken birçok kaynaktan ilham almış, birçok düşünürün sözünden etkilenmiş hatta birçok konuyu bazı kişilerle birebir denecek kadar benzerlikte işlemiştir. Genellikle Tusi’den ve Devvani’den etkilenmiştir. Çoğunlukla Tusi’nin Ahlak-ı Nasırı’nı örnek almış onu kaynak olarak görmüş onun eksik kalan yerlerini ise Devvani’nin Ahlak-ı Celali kitabından yararlanmıştır. Düşünceleri daha çok Tusi’nin düşüncelerine benzemekle beraber onlardan farklı bir konu işlemediği için sadece bazı kısımlarda değişiklikler vardır. Genel itibarıyla ahlak ve ahlakın bölümlerini ele almış bunlara örnekler bulmuştur. Kınalızade bu konuda kitap yazarken diğer yazarların eksik yerlerini tamamlamak istemiş ve konuyu da o yönden ele almaya çalışmıştır.

Kınalızade’nin örnek almış olduğu Tusi’de, Miskeveyh’in Tenzibul Ahlak adlı ahlak kitabını örnek almıştır. Ama Miskeveyh’ten daha fazla dini içerik kullanmıştır. Bu özelliğiyle de İslam dünyasındaki ilk sistematik ahlak kitabı olarak adlandırılmıştır. Tusi bu yönüyle bu konuları sistemleştiren ilk ahlakçısıdır. Kınalızade ve Devvani de Tusi’den bu yönüyle çok fazla etkilenmiştir.

Kınalızade’nin örnek aldığı diğer önemli isimlerden biri ise Devvani olmuştur. Devvani yaşadığı yüzyılda bilgisiyle ün kazanmış çok değerli bir insandır. Osmanlı dönemindeki geleneği bozmamış, felsefe, kelam ve tasavvufu birleştirmeye çalışmıştır. Yazdığı kitapların birçoğunun basılmış olması onun düşüncelerinin yayılmasını sağlamıştır. Eserinde ise tamamıyla ameli hikmetin esaslarını konu almıştır. Kitabı aile, siyaset ve devlet ahlakını konu almaktadır. Tusi’nin kitabını örnek almış ama onun kitabından daha zengin bir eser yazmıştır. Dili herkesten farklı olarak çok edebi olmuş söz sanatlarına ve mecazlara önem vermiştir.

Kınalızade sonuç itibarıyla Tusi’nin ve Devvani’nin kitaplarını örnek almış onların dini, felsefi ve edebi yönlerinden yararlanmıştır.

Kınalızade’nin hayatına bakacak olursak; Isparta’da doğmuştur. Üç erkek ve bir kız kardeşi bulunmaktadır. Âlim bir ailenin çocuğudur. Kınalızade bazı yerlerde dedesi ve babasının ismiyle anılmıştır. Kınalızade iyi bir eğitim görmüş ileri gelen âlimlerden dersler almıştır. Meraklı ve ilim sevgisinin oluşundan genç yaşında İstanbul’a eğitim için gönderilmiştir. Eğitiminin bir kısmını ailesinden bir kısmını ise seçkin âlimlerden almıştır. Kınalızade birçok yerde resmi görev yapmıştır. Birçok başarısı bulunan Kınalızade Abdulkadir Efendi, Fatih’in hocası olduğu dönemde kazaskerlik yapmıştır. Önce Bursa’daki Hamza Bey medresesine tayin edilmiş daha sonra da Kütahya’da Rüstem Paşa Medresesi’nin İstanbul’daki Ellilik Medresesine tayin edilmiştir. Daha sonra Şam kadısı olarak 22 yıllık kadılık süreci başlamıştır. Daha sonra Kahire ve Bursa’da da kadılık yapmıştır. En son mertebe olan Şeyhu’l İslamlık görevine getirilmeden kazasker olarak vefat etmiştir. Ölümü ise ikinci Selim zamanında Edirne’ye giderken niksar hastalığına yakalanması sonucunda olmuştur. Vefat ettiğinde 63 yaşındadır.

Kınalızade’nin kişiliğine bakacak olursak; yazdığı ahlak kitabında kendisinin de birebir uygulamadığını, birçok yerde yanlış yaptığı yerler olduğunu ve birçok günahının olduğunu söylemektedir. Bu eserde verdiği birçok sorunun çözümüne aslında kendisinin de ihtiyacı olduğunu söylemektedir. Dönemindeki birçok insan için böyle bir kitap yazma gereği duymuştur. Kınalızade’den bahseden birçok kişi onun ahlakının kâmil sahibi, kendisinin bu dünyaya bir eşinin daha gelecek nitelikte olmadığını söylemişlerdir. Kişiliğinin vasıflarını saymakla bitmeyecek kadar çok olduğunu söyleyenler bunların hepsini tek tek sıralamışlardır. Kendisine göre onun bu dünyayla ilgili birçok hatası ve günahı bulunmakta olsa da onun hakkında araştırma yapan hiç kimse tek kötü bir şey söylememiştir. O kendisine ne kadar da böyle atıflarda bulunsa da hayatı incelendiğinde bize göre örnek alınacak bir hayati düzeni vardır. Verdiği tavsiyeler çok imkânsız olmamakla beraber yapılabilir nitelikte olduğunu söyleyen Kınalızade arzuladığı gibi ilmiyle âlem eden bir âlim olmuştur. Bütün bu güzel huyları sayesinde ona hayran olan birçok insan vardır.

Kınalızade’nin edebi kişiliği ise onun ahlaki durumuna gölge düşürecek niteliktedir. Çünkü gördüğü eğitimler ve yaptığı görevlerle edebi kişiliği çok gelişmiş bir kişidir. Birçok başarıyı elde etmiş birçok kişiden saygı ve hürmet kazanmıştır bu konuda. İlmi öğrenme konusunda yetenek ve arzusu, ailesinden gelen ilimlerle içli dışlı bir ortamda büyümesi, hafızasının kuvvetli olması nedeniyle edebi kişiliği çok gelişmiş bir kişidir. Eserini büyük bir titizlikle yazmış Şam kadılığı yaptığı sırada Müverrih Ali’yi yanına çağırıp kitabını okutmuş ve ondan bir düşmanı gibi düşünüp hatalarını bulmasını istemiştir. Edebi gelişmesinde en büyük rolü ise Osmanlı dönemindeki murabba türünü ilk kullanan kişi oluşudur. Aynı zamanda iyi bir hitabetçi ve müzakerecidir. Birçok kişinin, her konuda ve her gittiği yerde onu tanıyan herkesin ona hayran kalmasını sağlamıştır.

Ahlak-i Alai’yi yazmasındaki amaç ise döneminde ve öncesinde yazılan birçok ahlak kitabından daha kapsamlı olmasını ve ahlak felsefesinin temellerini atacak nitelikte olmasını istemektir. Döneminde yazılan kitaplar Farsça olmasına rağmen o, kitabını Türkçe yazmak istemiştir. Kitabını yazmaya Şam kadılığı sırasında başlamıştır. Kitabını ne zaman yazıp bitirdiği ile ilgili iki ihtimal olmasına rağmen araştırmalara göre 972 yılında başlamış 973 sırasında bitirmiş olduğu düşünülmektedir. Kınalızade bu kitabını Semiz Ali Paşa’ya ithaf etmiş ve onun adıyla ona nispet olsun diye yazmıştır. Kınalızade’ye göre ahlak ilmi şerefli ve yüksek bir ilimdir. Kitabında da bunu devamlı vurgulamıştır. Kitabını yazarken diğer kitaplardan üstün daha yüksek bir mevkide olmasını arzulamış ve ona göre yazmıştır. Yazdığı kitap üç bölümden oluşmaktadır ve en başta geleneği bozmayıp dua kısmıyla başlamıştır. Daha sonra birinci kısmında ahlak konusunu geniş bir açıklama yapmış büyük bir çoğunlukla düşüncelerini burada açıklamıştır. Kitabın bu bölümünü dokuz kısma ayırmış, bunları tek tek açıklamıştır. İkinci bölümde aile ahlakı konusunda düşüncelerini sunmuş ve bu bölümü sekiz kısma ayırmıştır. Kitabın son ve üçüncü bölümünde ise devlet ahlakı üzerinde durmuştur. Yine en sonunda geleneği bozmayıp vasiyet kısmıyla bitirmiş ve bu bölümde ise belli tavsiyelerde bulunmuştur.

Kitabını yazarken kaynak aldığı kitaplardan çok fazla etkilenmiş ama onlardan ayrı olarak çok fazla örneklemeler kullanmış ve şema yöntemini kullanarak açıklamalarının daha açık ve net anlaşılmasını sağlamaya çalışmıştır. Ahlak-ı Alai’nin eleştirilebilir yegane tarafı yazıldığı döneme göre dili çok ağır oluşudur. Bunun için ulaşılması ve incelenmesi konusunda büyük sorunlar yaşanmaktadır. Kendisi ne kadar sade bir dil kullanmak için uğraşmış olsa da genel itibarıyla anlaşılması oldukça zordur. Hem felsefi yönü oluşu hem de tüm halka ve zümreye hitap etmesi için uğraşan yazarımız bu konuda oldukça zorlanmış ama bunun da itinalı bir şekilde üstesinden gelmiştir. Bu yönüyle eser çabuk ve kolay yayılmıştır.

Kitabında kullandığı kaynaklar ise felsefi, dini, edebi, tarihi ve diğer kaynaklar şeklindedir. Felsefi kaynak olarak en başta belirttiğim gibi Tusi ve Devvani’den etkilenmiş olsa da bunlardan hariç Pisagor, Sokrat, Aristoteles, İbn Sina ve Farabi gibi önemli düşünürlerden de faydalanmıştır. Ama bunlara Tusi ve Devvani sayesinde ulaşmış ve bu yüzden geri planda kalan yardımcılarıdır. Kullandıkları kaynaklara o kadar güvenir ki özellikle Tusi ve Devvani’den almış olduğu bilgilere tekrar dönüp bakıp araştırma gereği duymamıştır. Dini kaynakları oldukça çok kullanmış, verdiği tavsiyelerde dini dayanak olarak görmüş ve ona göre açıklamalarda bulunmuş, hadis ve ayetleri sıkça tekrarladığı yerler olmuştur. Diğer yazarlarla kıyaslanmayacak kadar çok dini kaynaklara başvurmuştur. Sahabeleri de bir kaynak olarak görmüş ve onları da incelemiştir. Bu konuda da Gazali’den ciddi yardımlar almış eksik kalan birçok yerde onun düşünceleriyle telafiler yapmıştır. Edebi kaynaklardan da oldukça yardım alan yazarımızın şairliği de oldukça gelişmiştir. Yaklaşık her konuda bir şiir denemesi olmuştur ve çoğunda başarılı olmuştur. Aynı zamanda üç dilde şiir yazabiliyor olması da onun çok büyük bir artısıdır. Bütün bu özellikleri itibari ile yazdığı kitapta birçok yerde şiirsel bir anlatım kullanmıştır.

Tusi ve Devvani’nin görüşlerini incelemiş, tahlil etmiş ve kendi süzeğinden geçirerek yeniden şekillendirmiştir. Direk onların bilgilerine başvurmuş olmasına rağmen kopyası niteliğinde değil daha da şekillendirilmiş halini kullanmıştır. Aynı zamanda buna bir örnek verecek olursak o, kaynak gördüğü Tusi ve Devvani’nin aksine adalet konusunda başka yorumlarda bulunmuş ve ona göre kız çocuklarının okutulması konusunda diğerlerinden ayrı olarak büyük oranda bu konuyu desteklemiştir. Yaptığı tahliller ve analizler, incelemeler, konuya bakış açısı ve bilgi birikimiyle yeni bir eser ortaya koymuştur. Bu özellikleri itibari ile geniş anlamda her konuda düşünüldüğünde gerçek ve vasıflı bir ahlak bilgini olmayı hak etmiştir.

Kitap, Mehmed Ali Paşa’nın yardımıyla Mısır’da Bulak Matbaası’nda basılmıştır. Ama eserin sadece bir nüshası şuan Ankara milli kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu kitap Latin harflerle ve sadeleştirilmiş şekilde iki cilt olarak basılmıştır.

Bu kitap kendinden sonra yazılacak olan kitaplara da örnek teşkil etmiştir. O dönemdeki öğrencilere ders kitabı yazılması için de büyük oranda bu kitaptan yardım alınmıştır.

İlimlerin tasnifi yapılması geleneği Kınalızade’de kendini göstermiş ve oda ilimleri tasnif etme yoluna başvurmuştur. İlk ilimleri tasnif eden kişi Kindi’dir. Bundan sonra bu konuda Farabi önemli gelişmelerde bulunmuştur. O da bu gibi yazarların bunu gelenek haline getirmesinden dolayı ilimleri sınıflandırmıştır. Onun da bu konuda ki tek vazgeçilmezi felsefeyi bütün ilimler için esas almasıdır. Felsefenin tanımını yapmışlar ve felsefeyi nazari ve ameli olarak ikiye ayırmışlardır. Felsefeyi bu şekilde iki gruba ayırmış ve bunları teker teker açıklamıştır. Kitabının ilk bölümünde bunlarla ilgili geniş tanımlara ve örneklere yer vermiştir.

Nazari felsefe, felsefenin teorik kısmını oluşturduğu için aynı zamanda buna teorik felsefe de denir. Kınalızade, nazari felsefeyi kendi arasında üçe ayırır. Birinci yüksek ilim, akıl yoluyla hayal edilebilen şeyler olarak tanımlanır. Akıl ve nefis gibi varlığı bilinip soyut olan şeyler için kullanılır. İkincisi orta ilim, bunda zihnin dışında var olmak için maddeye ihtiyaç olunur. Üçüncüsü ise aşağı ilim, bunda kesinlikle maddeye muhtaç olmak düşük ve aşağılık bir durum olduğu için kullanılır.

Ameli felsefe, kudret ve irademizin müdahalesi ile meydana gelen şeyler olarak tarif edilir ve bu da kendi arasında üçe ayrılır. Bunlardan ilki sadece kişinin kendi yaptığı şeyler için değerlendirilen “ilm-i ahlak” adını alır. İkincisi ise ev halkından bahseder ve buna da ilm-ü tedbiril menzil adı verilir. Türkçe adıyla ev adresi ilmi yani “aile ahlakı” olarak bilinir. Üçüncüsü ise “devlet ahlakı” olarak bilinip bütün ülke halkının davranışları olarak adlandırılır.

Yazarımız bu konuda Tusi’nin yaptığı kadar fazla detayı ele almaz sadece tasniflere ayırıp kısa kısa incelemelerde bulunur. Özellikle bu konuda ilimleri tasnif ederken İbn Sina’ya başvurmuştur. Ameli hikmetin en değişik tarafı değişmeyen yargıları olması tabi bu zaman ve ortamına göre değişen davranışlar için geçerli değildir. Yazarımız bu konuda felsefe ve dini birleştirerek çok mantıklı açıklamalarda bulunmuştur.

Ameli felsefe ahlak ilminin birinci kısmıdır ve buna göre fiiller, eylemler ve huyları üzerinde inceleme yapılması şarttır.

Yazarımız ameli ve nazari felsefenin tasnifini yapmış ve öğrenilip hayatta uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Özellikle nazari felsefenin saadete ulaşmak için çok gerekli olduğunu savunmuştur. Ameli ahlak ve nazari ahlak için kişinin doğru davranışlarda bulunması gerektiğini aynı zamanda dini niteliklerinin üstün olması gerektiğini savunan Kınalızade, insanın bunları kendi mutluluğu için yapması gerektiğini savunur.

Ahlak ilmine göre insanların kendi şahsına özel hal ve davranışları vardır. Yazarımıza göre insanın özellikleri iki kısımdadır. Bunlardan birisi hal, diğeri ise melekedir. İnsanda yerleşmemiş olan davranışlara hal, yerleşmiş davranışlara ise meleke denir. İşte bu meleke kavramı aynı zamanda huy kavramının anlaşılması için önemlidir. Fakat birçok düşünüre göre ahlaklar değişir niteliktedir ve bu yüzden bu konuya farklı yorumlar getirilmiştir. Aynı zamanda bir davranış insana baki değildir, değişen şartlar oluşan durumlara göre farklılık gösterebilmektedir. Bu konuda da düşünürlerin kesin bir cevabı bulunmamakla beraber değişik yorumlar ve tespitler bulunmaktadır. Yazarımız ise bu konuda ahlakın değişebileceği düşünülse bile bazı huyların kesinlikle değişmeyeceği görüşündedir. Bu konuda ise Galen ve İbn Sina’dan etkilenmiştir. Düşünürümüz yine Tusi’den büyük ölçüde yararlanmış ama görüşlerini birebir almaktansa kendi süzgecinden geçirmiştir. Yazarımıza göre huylar bu şekilde değişim gösterebiliyorsa, o zaman burada kesinlikle ahlak ilmine ihtiyaç vardır şeklinde olmuştur.

Yazarımıza göre insan nefis ile bedenin birleşmesinden oluşmuştur. Doğada olan bütün varlıkların en üst katmanında insan bulunmaktadır. Yazarımız bu konuda insanın beden ve nefis ile yaratılmış üstün bir varlık olduğunu savunmuş ve bunun ispatı için uğraşmıştır. Kınalızade’ye göre varlıkları hem kendi içlerindeki türleriyle hem de diğer varlıklarla olan fazilet farkı açısından aşağıdan yukarıya doğru bir sıralama yapmak mümkündür. Bunlar arasında insan Allah’a en yakın ve en üst katmanda, cansız varlıklar ise en alt kattadır. Bu sınıflandırmadan dolayı Kınalızade, ilk Türkçe evrim sistemini konu alıp yazan kişidir. Bu sıralama maden, bitki, havyan ve insan şeklindedir. İnsanları kendi arasında derecelendiren yazarımıza göre en alt katta olanla en üst katta olan arasında belli farklılıkların olması gerekmektedir. İnsanların vasıfları ve niteliklerine göre değişik benzetmelerde bulunmuş ama en üst düzeyde insanın olduğunu savunmuştur. Özellikle Türklere ve Moğollara karşı ilgisi olan yazarımız onlara eserinde yer verip onları üst katmanda değerlendirmiştir.

Hz. Muhammed’e son peygamber olmasıyla ayrı bir ayrıcalık sunan Kınalızade, burada Tusi ile birebir aynı düşüncededir. İkisi de peygamber ve evliya statüsünde olan insanların meleklerden bile üstün olduğunu söylemiştir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliğin akıl olduğunu savunur düşünürümüz. Yazarımız insanın, ahlaki anlamda meleklerden bile üstün olduğunu sadece bunu değerlendirmesini bilmesi gerektiğini savunur. Ama eğer insan akıl ve iradesini kullanmayıp duygularıyla hareket ederse işte o zaman bir hayvandan farkı olmaz. Aklını ve iradesini kullanan kişi meleklerden bile üstün olur çünkü meleklerde bu özellik yoktur.

Yazarımız ahlak ilmi içinde nefse özel bir önem vermiştir. Bütün konularda yardım aldığı Tusi’yi bu konuda yetersiz görür ve kendisi geniş anlamda bir araştırma yapar. Bu konuda İslam dünyasındaki en önemli ve nefis konusunda zirve yapmış olan İbn Sina’dan yararlanmıştır. Kınalızade’ye göre beden insan için bir zırhtır ve önemli olan nefistir. Nefsin tanımı konusunda net konuşmayan Kınalızade, bu konuda çekinceleri olduğunu belirtir ama Tusi bu konuda korkmadan açıklama yapmıştır. Kınalızade nefis konusunu altı başlık altında incelemiştir. Bunlar nefsin ispatı, nefsin cevher olduğu, insani nefsin basit olduğu, cisim ve cismani olup olmadığı, nefsin kavranması, nefsin soyut olduğu şeklindedir. Nefsin bedenle yok olmayacağı konusunda da görüşlerini savunmuştur. Nefsin çeşitlerini de kendi arasında üçe ayırmıştır. Bunlar bitkisel, hayvansal ve insani nefislerdir. Bunları da ince ince detaylıca anlatmıştır kitabında. Nefis konusu üzerinde çok fazla duran yazarımız, ahlak ilminin anlaşılması için bunun ihtiyaç olduğunu savunmaktadır ve bu yüzden hiçbir detayı atlamadan bütün konuları ele almıştır.

Kınalızade’nin detaylı incelediği konulardan biri de erdem ve reziletdir. Erdem güzel davranışlar, rezilet ise kötü davranışlardır. Bu konuyu ela almasının amacı ise yine gelenekten dolayıdır. Burada huyun tanımını yapmıştır ve bu huy tanımıyla kişilerin faziletlerini üç kısımda incelemiştir. Bunlar erdeme neden olanlar, reziletlere neden olanlar ve ne erdem ne rezilet derecesine sahip olanlar şeklindedir. Erdem ve reziletler bütün canlılar içinde sadece insanlara aittir. Bunların oluşumu insanlarda bulunan huyladır. Çünkü insanda nasıl bir nefis varsa ve neye yönelmeye meyilliyse erdemli veya reziletli olup olmaması buna bağlıdır. Erdemleri kendi arasında ikiye ayıran yazarımız bunların tasniflerini yapmış, incelerken bu iki grubu da kendi arasında ayrımlarda bulundurmuştur. Ama genel olarak erdem hikmet, adalet, iffet ve yiğitlik başlıkları altında incelemiştir. Bu konuda birçok açıklama olduğu için kesin ve net bir şey söylemek de zordur. Yapılan araştırmalar ve sınıflandırmalar sonucunda asıl erdem hikmet, iffet ve cesarettir. Kimi düşünürlere göre adalet bir diğer başlıktır ama Kınalızade’ye göre adalet bu üçünün birleşmesi sonucunda oluşmaktadır. Bu konuda çok fazla tutarsız bilgi bulunduğunu fark eden Kınalızade, yerleşmiş olan kalıpları bozmanın çok zor olduğunu söyler. Yazarımız erdem konusunda, değişen zaman ve şartlar altında farklılık göstereceğini de söylemektedir. Bu konuda çok fazla açıklama yapan yazarımız asıl erdemin de kendi arasında altı gruba ayrıldığını söyler ve bunları da tek tek şema yöntemi de kullanarak anlatmaktadır. Dünyada ne kadar erdem varsa da yukarıdaki üç asıl erdem altında olduğunu ama onların da kendi aralarında bir takım farklılıklar olduğunu söyler.

Kınalızade erdemden yola çıkarak reziletleri açıklamayı tercih etmiştir, bunun sebebi de yine geleneğe bağlı olmasındandır. Kınalızade önüne çıkan iki ayrı rezalet tasnifini öyle güzel bütünleştirmiştir ki ikisini bir çatı altında toplayıp anlatmıştır. Yazarımız bu konuda sonsuz reziletin bulunduğunu belirtmiş, “her erdemin bir zıttı vardır ve bu reziletler o zıtlıklardan birinin alt grubundadır” görüşünü savunmuştur. Yazarımızın bu konuda şöyle bir açıklaması olmuştur; erdem gibi rezilet, rezilet gibi görünen erdem davranışları da olabilir ve bunun tasnifinin iyi yapılması gerekir. Kişiler erdemleri bünyelerinde mevcut bir davranışa döndürmeyi başarabilirse asıl mutluluk o zaman ortaya çıkmaktadır. Bu davranışlar kazanıldıktan sonra korunabilir ve insanda değişmeden kalırsa işte o zaman asıl mutluluk ortaya çıkmaktadır. Bu konuda Kınalızade, bedeni faziletlere yer vermiş ama nefsanî reziletlere yer vermemiştir. Bu konuda açıklamalarını birkaç şiirle desteklemiş ve kanıtlamıştır. Nefis eğer fesada karışmazsa o zaman erdemlerin korunacağını savunan Kınalızade, bu konudaki görüşlerini nefis üzerinden anlatmış ve tavsiyeleri de buna göre açıklamıştır. Nefsin bu konuda terbiyesi ve korunması için kitabında sekiz ayrı tavsiyeye yer vermiştir. Erdem konusunda düşüncelerini Tusi’den alan yazarımız, eksik kalan yerleri de kendisi tamamlamıştır.

Nefsin korunmasını söyleyen yazarımız bunları ahlaki hastalık adı altında genişleterek daha detaylı anlatmıştır. Kınalızade, ahlaki hastalıklarını basit ve birleşik olarak iki grupta incelemiştir. Yazarımıza göre birçok ahlaki hastalık mevcuttur. Bunlara şaşkınlık, cahillik, öfke, kızgınlık, ümit, tembellik gibi örnekler verilebilir. Yazarımız Tusi ve Devvani’de olmayan gıybet, kovuculuk ve lanet gibi örnekleri de ele almıştır.

Ahlaki hastalıkları tespit eden yazarımız bunların tedavisi için belli başlı çözüm yolları bulmaya çalışmış ve birçoğu için tavsiyelerde bulunmuştur. Öncelikle ahlaki hastalığın meydana gelmesinin asıl nedenini, beden ve nefis olarak ele almış ve sebebi bulduktan sonra çözüme geçmiştir. Bu konuda kişi önce hastalığın bedeni mi yoksa nefsi mi olduğunu bulmalıdır. Bunun çözümü için dört temel tavsiye vermiştir. Bunlar kötü huyu terk etmek, pişmanlık duymak, bulunan reziletin zıddını yaparak ondan kurtulmak ve zor ibadetlerde bulunma şeklindedir. Bütün hastalıkları tek tek ele almış önce hastalığın nedenini daha sonra ne yapılması gerektiğini tespit ettikten sonra tedavisini sunmuştur.

Vasat ve itidal kelimelerinin arasında hiçbir ayrım yapmayan Kınalızade, adalet kelimesinden gelen itidal kavramını geniş bir kapsamda incelemiş, vasatı ise bir ölçü olarak kullanmıştır. Kitabında bu iki sözcüğe bir başlık altında incelememiş ama adalet kavramını anlatırken kullanmıştır. Bu konuyu anlatırken dini düşüncelere daha çok yer vermiştir. Vasadı kendi arasında ikiye ayırmış ve bunlar gerçek ve göreli vasattır. Ama gerçek vasatın çok fazla üzerinde durmayan Kınalızade, açıklamasını göreli vasat üzerinde yapmıştır. Aynı zamanda düşünürümüze göre vasat ve itidal derecesinin farklı anlaşılması bu şekilde faziletin de farklı şekilde algılanması sonucunu ortaya koymaktadır. Düşünürümüzce vasat ve itidal kavramları arasında büyük bir fark yoktur ve onun, bu kavramları yeri geldiğinde birbirinin yerine de kullandığı olmuştur. Hatta itidal yerine birçok kez adalet sözcüğünü kullanmış ve adaletin vasat olduğunu kitabının birçok yerinde tekrarlamıştır. İtidal kelimesi nefsin hastalıklardan korunması ve tedavisi söz konusu olduğunda kullanılır. İnsan eğer bozulan bir erdemi varsa bundan kurtulup fazilete dönüştürmek için bozulan mizacı itidale döndürmek için uğraşır. Buradaki mizacın ortaya çıkması için denge, uyum ve kıvamı arasındaki ilişkinin olması gerektiğini söylemektedir. İtidal bir yerde ortada olma anlamında da kullanılır. Kınalızade bu kadar açıklamayı yani itidal hakkındaki görüşlerini dini kavramlarla açıklamış İslam üzerinden örnekler vererek ispatlamasını ve akılda kalmasını sağlamıştır. Buradaki en göze çarpan örneği itidali, sırata benzetmesi olmuştur. Hatta bu konuda itidale yaklaşanın cennetlik, itidalden uzaklaşanın ise cehennemliğe layık olduğunu söylemiştir. Yazarımızın vasat kavramını sadece erdemin yerini belirtirken kullandığı görülmüşken itidal kavramını fazilet ve reziletler dışında daha geniş anlamda kullandığı da gözden kaçmamaktadır. İtidalin derecesinde akıl ve ilahi kanunların rolü büyüktür. Vasat kavramını da açıklamamasının sebebi olarak evrensel ahlak kuralları olmadığını gösterir. Birine göre ahlaklı olunan diğerine göre ahlaklı olmayabilir bu yüzden vasat kavramını açıklamaktan uzak durmuştur yazarımız.

Adalet kavramını erdem ve rezilet konusu içinde alan yazarımız aynı zamanda onu ayrı bir başlık altında yeniden incelemiştir. Erdem konusunda adalet üzerine iki yaklaşım bulunmasına rağmen Kınalizade, kendi fikirlerince ikinci olan yaklaşımı benimsemiştir. O da adaletin asıl erdemde ayrı bir sınıf olarak değil de diğer üç grubun bütünleyicisi olduğu şeklinde olmuştur. Aynı zamanda erdem konusunda da bahsettiği gibi adalet erdemine ulaşmış kişi hakiki yetkinliğe ve edebi mutluluğa ulaşmış kişidir. Kınalızade adalet konusunda, adalet eşitliğe, eşitlik birliğe, birlik ise Allah’ın birliğine şeklindeki düşüncesi ile adaleti Allah’ın birliğine bağlamayı tercih etmiştir. Kınalızade’ye göre adaletten üstün başka bir fazilet yoktur. Adalet erdeminin vasıfları hikmet, cesaret ve iffettir. Bunlardan birinin eksikliği, zulme yol açmaktadır. Kınalızade, ahlaki açıdan kusursuz olana Allah’ın yeryüzündeki terzisi demektedir. Bunu Allah’ın mizanıyla örneklendirmiştir.

Halk arasında adaleti korumak için üç şey gereklidir. Ama Kınalızade bu üç temel ilkeyi Yunanlı filozofların namus olarak adlandırdıklarını öğrenmiştir. Kınalızade bu şekilde namusları üçe ayırmış ve birinci namusa yani ilahi kanuna itaat etmeyenin kâfir, ikinci namusa yani padişaha itaat etmeyene isyankâr ve üçüncü namusa yani dinara itaat etmeyene hırsız demektedir.

Kınalızade adaleti kısımlara ayırmış ve üç tane olduğunu söylemiştir bunları Aristoteles sınıflara ayırmış olsa da Kınalızade buna da kitabında yer verir. Bunlardan birincisi; Allah’a kulluk etmekle ilgili adalet, ikincisi; insanların yakınlarıyla olan adalet, ve üçüncüsü; vefat edenlerin hukukunu yerine getirmesiyle ilgili adalettir. Adalet, ölü diri bütün insanlar için geçerlidir. Bütün erdemlerin iki kutbu vardır fakat adalette böyle bir şey söz konusu değildir. Kınalızade bunları bu şekilde anlatırken yine Tusi’den yararlanmış ve eksik taraflarını doldurmaya çalışmıştır ama bunu yaparken çok gereksiz uzatmalardan kaçınmış, amacıyla alakası olmayan kısımlara değinmemiştir.

Tartışılan başka bir konu ise mutluluk anlayışıdır. Mutluluk, İslam düşünürleri tarafından ahlakın nihai amacı olarak tanımlanır. Yazarımızın kitabında mutluluk konusu iki başlık şeklindedir. Kınalızade, kitabındaki mutlulukta sevgi ve saadet sözcükleri temelleri üzerinden anlatmıştır. Kınalızade mutlulukçu düşünürler arasındadır. Erdemler kazanılıp korunduktan sonra kişide davranış haline geldiğinde, adalet erdemi meydana gelir. İşte insan bu adalet erdemiyle edebi mutluluğu bulur. İnsan bu dünyada kemal zirvesine ulaştığında, ahirette saadete ulaşır. Bu dünyada ulaşılan saadet ise manevi ve ruhidir. Kınalızade yine bu konuya dini yönden yaklaşmış ve eğer insan tasavvuf anlayışını benimserse o zamanda mutlu olabilir demektedir. İnsan doğası itibariyle mutlu olmak ister ve Kınalızade’ye göre bu ameli felsefenin yanı sıra nazari felsefenin gerekliliğinin yapılması sonucunda da sağlanmış olması gerekir. Ameli ve nazeri felsefeyi yerine getirenler gerçek saadeti kazanmış olur. Kınalızade kitabında hep ferdi mutluluktan bahseder fakat o da bilir ki insanlar birlikte yaşamak ve kaynaşmak zorundadırlar. Bu durumda bir insanın mutlu olması için diğer insanların yardımına ihtiyacı vardır. Mutluluk önce fertte sonra ailede, aileden topluma doğru genişletilir.

Kınalızade kitabının birinci cildinde yukarıda anlatılan konuları olabildiğince detaylı ve itina ile yazmıştır. Kitabının ikinci cildine ise aile ahlakıyla başlamıştır. Aile ahlakının Yunancadan çevrilmiş haliyle tam karşılığı ev adresi şeklindedir. Bizde ise bu aile ahlakı olarak isim bulmuştur. Kınalızade bu kısımda sadece aileden bahsetmiştir. Böyle bir ilme gerekli olmanın nedeni ise insanların bir arada yaşama ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır. Aile ahlakının devlet ahlakından ayrılmasını saylayan isim Tusi’dir. Kınalızade bu bölümde Tusi’den İbn Sina’dan, eski ve yeni âlimlerden örnek almıştır. Kınalızade kitabını dönemindeki insanlara ve geleceğe yönelik yazmaya çalışmışsa da geçmişi tekrar etmekten kendini alamamıştır. Bu aile ahlakını açıklarken daha çok göze batmaktadır çünkü birçok konuda kitabı yazma amacıyla uygun olmayan detaylara yer vermiştir.

İnsanlar evlerde yaşarlar fakat aile ahlakında evleri konut olarak değil, aile yuvası ve ailenin olması için gerekli olan ilk birim olarak görüyordu. Daha sonra insanlar varlıklarını devam ettirmek için gıdaya ihtiyaç duyacaklardır. Daha sonra bunları saklayabilecekleri yere, sonra elbiseye ve sonra uykuya ihtiyaç duymuşlardır. İnsanlar nesillerini devam ettirebilmek için aile bireylerine ihtiyaç duyarlar. Kınalızade de ise aileyi meydana getiren öğeleri anne, baba, çocuk, hizmetçi ve erzak olarak birleştirmektedir. Neslin devamını erkek ve kadınlar sağlar. Bir erkeğin neslinin devamı için bir kadına ihtiyacı vardır aynı zamanda erkeğin vekâletini elinde tutacak kişi kadındır. Kadının oluşunda zayıflık ve güçsüzlük olduğu için geri planda durur. Hizmetçi ise anne babanın yetişemediği yerde ortaya çıkar. Bu şekilde hizmetçide ailenin üyesi olur.

Ailede babanın görevi, aileyi idare etmektir. Düzenin sağlanması için bir ailede babaya ihtiyaç vardır. Müslüman düşünürlere göre ailede babanın görevi diğer fertlere göre daha fazla ve daha önemlidir. Kınalızade, babanın ailedeki idareciliğini çobanlık ve doktorluk olmak üzere iki kısımda inceler. İlk olarak çobana benzetir. Çünkü aileyi toplamak, gereksinimlerini ailenin önüne getirmek, ev halkını düşmanlardan korumak gibi görevleri çobanının göreviyle benzerlik göstermektedir. Diğer şekilde de doktora benzetmektedir. Çünkü aileyi gelen tehlikelerden korumak ve oluşan tehlikeyi uzaklaştırmak babanın görevidir. Bu yönüyle doktorlara benzemektedir. Kınalızade’ye göre aile iki yerde yaşayabilir: Ya şehirde ya da kırda. Şehirde yaşayan insanlar sabittirler ve taşınamazlar ama kırda yaşayan insanlar ise taşınabilir ve serbesttirler. En kalıcı olan ise şehirde yaşayanlarınkidir. Kınalızade’ye göre ev sahibi olma yanında iyi komşulara sahip olmak da önemlidir.

Baba evde mal ve para kazanan, ailesinin rızkını temin eden kişidir. Kınalızade’ye göre malın durumu üç durumda incelenir. Bunlar malın kazanılması, korunması, harcanmasıdır. Babanın mala sahip olması, koruması, artırması, harcaması ve biriktirmesi konusunda Kınalızade çok fazla açıklamada ve birçok tavsiyelerde bulunmuştur.

Kınalızade anneye kitabında eş ve çocukların terbiyesini sağlayan kişi olarak görüp ona göre anlatmıştır. Neslin devamı, erkek yokken evde vekâlet eden ve eşe yardımcı olan kişi evde annedir. Kınalızade’ye göre evlenilecek olan kadının bir takım özelliklere sahip olması gerekir. Bunlar; eşi yokken evi kontrol edebilmeli, vasıflı bir kişi olup eşi için çalışan, onun rızası olmadan iş yapmayan, doğurgan olan, faziletli olan, düşmanlığı dostluğa dönüştürebilen, bekâr olan, makam olarak üstünlük kurmayan şeklinde yedi özelliğe sahip olmalıdır. Kınalızade sırf bayan güzel diye başka hiçbir vasfı ve özelliğe olmayan kişiyle de evliliğe iyi bakmamıştır. Bu konuyu anlatırken hadislerden yararlanmıştır. Bu konu üzerine birçok açıklamada bulunan, oldukça fazla araştırma yapan Kınalızade’nin, kadınlarla evlenecek erkekler konusunda böyle bir itina gösterdiği görülmemiştir. Kitabında evlenilmekten kaçınılması gereken kadınları, nikâh olayının nasıl olduğunu, çok evliliğin zararlarına, boşanmanın nasıl gerçekleştiğini, erkeğin eşine karşı olan sorumluluklarını ve kadının kocasına karşı sorumluluklarını inci ince düşünüp gereğinden fazla detaya girerek bütün özelliklere tek tek açıklama getirmiştir.

Kınalızade, çocukların terbiyesi ve iyi alışkanlıklar kazanması için bir takım tavsiyelerde bulunmuştur. Çocukların neslin devamı için, ailenin kurulması, ailenin devam etmesi, anne ve baba çocuğun yetiştirilmesinde nelere dikkat etmesi gerektiği gibi konulara değinmiştir. Çocuk yetiştirme konusunda hiçbir sınıflandırma yaptığı görülmemiştir. Sınıflandırmada bulunmamıştır ama her çocuğun belli bir yaşta farklı eğitimler ve terbiyeler verilmesi konusunda yazılar yazmıştır. Çocukların yetiştirilmesi konusunda doğum öncesi dönemde, çocuğun dünyaya geleceği yerin düzenin sağlanması için babanın vasıflı ve ailesini yönetebilecek durumda olması gerekir. Çocuğun ileriki yaşantısında hiçbir zorluk çekmemesi için gerekli olan her şeyi düşünmüş kusursuz bir alt yapıyı hazırlamıştır. Daha sonra ki evre ise doğum sırasındaki eğitimdir burada da doğan çocuğun kız veya erkek fark etmez. Allah’tan gelen bir hediye olarak görülmesi ve ona göre davranılması istenmiştir. Doğan çocuğa yapılacak diğer güzel bir davranış ise isminin ona yakışır ve ilerde hiçbir soruna neden olmaması düşünülmelidir. Diğer bir evre ise doğum sonrası eğitim; hayatının büyük çoğunluğunu ele alan bu dönem, insanın hayattan istediği her şeyin yaşanılır hale getirilmesi ve nitelikli biri olması için kullanılan dönemdir. Bu dönem çok uzun bir süreç olduğu için kendi arasında sütanne evresi, çocukluk evresi, buluğ çağı ve gençlik dönemi evresi kısımlarını kapsar ve bu kısımları geniş geniş ele alan Kınalızade her konuda ince ince düşünmüş açıklamalarını buna göre yapmıştır.

Kınalızade’nin aile ahlakı konusunda diğer bir açıklık getirdiği konu ise görgü kurallarıdır. Adab ve edeb sözcüklerinden gelme olan görgü kuralları Kınalızade’nin kaynak aldığı Tusi ve Devvani’nin çocuk eğitiminden sonra ele aldığı konudur. Görgü kurallarını, söz söyleme kuralı, hareket etme ve durma kuralları, yeme ve içme ile ilgili kurallar, anne ve babaya karşı davranış kuralları gibi kuralların bütününden oluşmaktadır. Kınalızade bunları eserinde başlık başlık ele almıştır. Söz söyleme üzerine yirmi iki tane kuralı vardır ve bunları tek tek açıklamıştır. Bu kuralların birazı karşıdakinin bıkıp usanmaması, birazı da toplum içinde konuşmalarda dikkat edilmesi gereken kuralları kapsamaktadır. Diğerleri ise adından anlaşılacağı gibi gerekli olan ve yapılması istenilen davranışlardır.

Hizmetçiler ailelerde anne ve babanın yetemediği yerde ortaya çıkar ve birçok yazar bunların eğitim ve terbiyesi konusuna eserlerinde yer vermişlerdir. Hizmetçileri de evin bir unsuru, ailenin öğesi olarak ele alırlar. Ancak bu başlık altında köle ve cariyelerin de ne olacağı konusu ele alınmıştır. Kınalızade köleleri kendi aralarında üçe ayırmıştır. Bunlar tabiatı gereği hür olanlar, tabiatı gereği köle olanlar ve arzusuyla köle olanlar şeklindedir. Hizmetçilikte yaşanan sorunlara, bunların nasıl yapıldığına, kölelerin ve hizmetçilerin insanların ne işlerine yaradığına ve onlara karşı yapılması gerekenlerin neler olduğuna eserinde değinmiştir. Kınalızade köleliğe tabi ve olağan bir şeymiş gibi bakar ve ona göre davranır. En son da ise hizmetçileri günümüzdeki gibi parası verilip çalıştıranlar olarak değil de köleler ve cariyeler olarak satın alıp kendi malıymış gibi gördüğünü söylemektedir. Aynı zamanda eserinde, köle alınırken dikkat edilmesi gereken hususlara ve hizmetçiye iş verirken dikkat edilmesi gerekenler konulara da değinmiştir.

Kınalızade’nin eserinde geniş olarak yer verdiği başka bir şey ise toplumların mizaçları ve ahlakları konusudur. Kaynak olarak gördüğü Tusi bile bu konuyu birkaç satırla anlatmışken o geniş bir yer vermiştir bu konuya. Bu konuyu açıklarken şiirselliğini ve örneklendirmelerini kullanan yazarımız toplumların karakterlerine girmeden önce bu konuyu bir ön hazırlık olarak ele almıştır. İnsanlar toplumlarda farklı cins ve özelliklerdedirler. İnsanların farklı olmaları toplulukların da farklı olmasını sağlamıştır. Ama Kınalızade eserinde, fertlerin kendi karakterlerinin başka başka olduğundan yola çıkmış, sonra böyle bir genelleme yapmamıştır.

Kınalızade milletleri ve karakterlerini, yaşadığı dönemden etkilenerek eserine dâhil etmiştir. Tusi’nin kitabında olan yerleri konu alarak üzerine ilaveler yaparak konuyu daha geniş açıdan ele almıştır. Ama burada dikkati çeken tek husus, Kınalızade’nin ilk defa eserinde dönemin koşullarından etkilenip o şekilde konuyu ele almasıdır. Eserinde Araplardan, Acem topluluğundan, Rumlardan, Türklerden, Kürtlerden, Moğollardan, Ruslardan, Bosnalılardan, Macarlardan, Avrupalılardan, Gürcilerden, Çerkezlerden, Mekrillerden ve Abazalardan, Hindilerden, Siyahilerden ve Habeşilerden bahsetmiştir.

Kınalızade kitabının en son konusu olan devlet ahlakı kısmını kendi düşünceleriyle değerlendirmiştir. Diğer yazarlardan farklı olarak, devlet ahlakında yer alması gereken kısımları aile ahlakında konu edinmiştir. Toplumların oluşması için insanların bir arada yaşaması gerektiğini savunan yazarımız daha sonra bu konu altında bunu genişletmiştir. Kınalızade’ye göre oluşan çizgi aileden topluma şeklindedir. Bu konudaki açıklaması devlet başkanı, toplumun oluşturduğu bir parçadır şeklinde olmuştur.

Kaynakları olan Tusi ve Devvani’nin bu konularda yapmış olduğu açıklamaları önceden izlemiş ve açıklamalarını aile hukukunu anlatırken daha basit ortaya koyabilmiştir. Onun yaşadığı dönem itibari ile devlet ahlakının o zamanki çevirisi olan şehrin idaresi kelimesi bile kullanılmamaktadır. Bunun yerine devlet idaresi kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Kınalızade devlet ahlakının toplumsal yanıyla ilgilenmiştir. Kınalızade’ye göre birlikte yaşayan insanlar birlikte yaşamaları sonucunda siyasette itilir ve bunun sonucunda oluşan gruba bir başkan gerekir; böylelikle hissedilmeden devlet idaresi ortaya çıkmaktadır. Son olarak devlete, devlete neden ihtiyaç duyulduğu konusuna ve teori kısmına değinmiştir.

İnsan sosyal bir varlıktır ve doğası gereği birlikte yaşamayı ele alır. İnsanların birbiriyle olan bu ilişkisi bir ihtiyaç olduğu kadar birbirlerine karşı yaptıkları en iyi yardımdır. Yazarımız bu konuda sınıflandırmalarda bulunmuş ve bu konuda değişik örnekler vermiştir. Aynı zamanda bu konuyu da dinle temellendirmiş ve insanların birlikte yaşamalarının dini bir görev olduğunu vurgulamıştır. Burada da çok çarpıcı örnekler vermiştir. Bunlardan en basiti Cuma namazlarıdır. Sonuç itibari ile insanlar bir cemiyet veya topluluk içinde yasamak zorundadır.

İnsanlar birlikte yaşamak zorundadırlar çünkü tabiatı gereği medenidir. Kaynakları medeni sözcüğünü başka anlamda kullanmışlarsa da, Kınalızade bu anlamda kullanmıştır. Bunun nedeni ise Kınalızade’nin yaşadığı dönemde Osmanlı Devleti’nin büyük bir imparator olmasıdır. Kınalızade oturup özellikle bir devlet tanımı yapma gereği duymamıştır. Bunun yerine birçok yerde iç içe girmiş cemiyet sözcükleriyle doldurulan, boşlukları olan kaçamak cümleler kullanmıştır.

İnsanların bir arada yaşarken bir düzen tutturmaları için verdikleri çaba siyasi iktidarı meydana getirmiştir. Para, kanun ve devlet başkanı konularının birleştirilmesi devlet yapısını oluşturmaktaydı. Bunlarla beraber devleti meydana getiren şeyler arasında daima bir anlaşma vardır. Devletlerin devamlılığı bireyler arasındaki birlik ve beraberlik konusunun zedelenmemesinden geçer. Devlet erdemli ve erdemli olmayan olarak sınıflara ayrılmıştır. Böyle bir ayrım da tamamıyla devleti oluşturan bireylerin niteliklerine bağlıdır. Bunları da kendi aralarında sınıflandırmış ve önemli tasniflerde bulunmuştur. Hepsini tek tek alt dallarına kadar indirgemiş, en ince detayına kadar düşünmüş ve bu konuda düşünürlerden faydalanmıştır. Bu konularda ise en çok Devvani’nin sözlerinden yararlanmıştır. Kınalızade cemiyette bulunan insanları, vasıfları ve kabiliyetleri gibi birçok yönden ele almıştır. Ama her şey bu kadar kolay ve basit değildir. Birlikte yaşayan insanların ilerleyen zamanlarda aralarında sorunlar çıkmaktadır. Aralarında olan kaynaşma ve dostluklar sonucunda anlaşmazlıklar da baş göstermektedir. Kınalızade bu konuda farklı bakış açıları getirmiş ve değişik tavsiyelerde bulunmuştur. Kınalızade insanların arasındaki ilişkileri ilahi kanunlar, padişah ve para olarak açıklamıştır. Bunları tek tek incelemiş, oluşan sorunları ve daha sonra da bu sorunların çözümü için incelemelerde bulunmuştur. Bu konuda belli başlıkları değil biraz daha kapsamlı konuları ele alan bir araştırma yapmıştır. Hepsinde çok çarpıcı örnekler vermiş, anlatımını ispatlamalarla zenginleştirmek istemiştir.

Sonuç olarak, Kınalızade yazmış olduğu eserde üstün bir başarı sağlamış, eksikleriyle ve yanlışlıklarıyla yazdığı dönemde tutulur bir kitap oluşturmuştur. Konuları ele alış ve incelemesiyle belli hataları olsa bile sonuç itibarıyla istediği gibi bir eser ortaya çıkarmıştır.

Şerife Gül KAPTAN

Çankırı Karetekin Üniversitesi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...