Nedenleri ve Sonuçları ile 2006 İsrail-Lübnan Savaşı

Bu yazımda 2006 İsrail-Lübnan Krizi’ne yol açan nedenleri, krizin adım adım nasıl savaşa doğru ilerlediğini, savaşın görülmeyen nedenlerini ve de sonuçlarını incelemeye çalışacağım. 2006 İsrail-Lübnan Krizi; Lübnan’da bulunan Hizbullah Örgütü’nün 12 Temmuz 2006 tarihinde 8 İsrail askerini öldürmesiyle ve 2 İsrail askerini de kaçırmasıyla başlamıştır. Ayrıca Hizbullah militanları Katyuşya Füzeleri ile İsrail topraklarını vurmasını İsrail bir savaş sebebi saymış ve 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan kriz koşar adımlarla savaşa doğru yol almıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan topraklarına havadan ve karadan operasyonlar düzenlemeye başlamıştır.

İsrail, askerlerinin kaçırılmasından Lübnan’ı sorumlu tuttu ve İsrail askerlerinin geri verilmesini istedi. Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert Hizbullah’ın İsrail’e düzenlediği saldırı için ‘savaş nedeni’ dedi. Olmert bu saldırının bir terörist saldırısı değil, bunun egemen bir devletin saldırısı olduğunu kabul ettiğini ve sonuçlarının ağır olacağını sözlerine ekledi.[1] Bunun üzerine Lübnan Hükümeti bu suçlamaları reddetmiş ancak Hizbullah Kuzey İsrail topraklarına yapmış olduğu roketatar saldırılarını şiddetlendirmiştir. İsrail Ordusu ise Hizbullah militanlarının iç bölgelere kaçmasını engellemek için Güney Lübnan topraklarındaki köprü ve kaçış yollarını vurmuştur, Lübnan’ı denizden abluka altına almıştır. Bir ay süren çatışmanın ardından 14 Ağustos 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin çatışmalara son verilmesi, Güney Lübnan’a Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak İsrail’in bölgeden çekilmesi, Lübnan’ın Lübnan Hükümeti tarafından tamamen kontrol edilmesi, Litani Nehri’nin güneyinde Hizbullah dahil paramiliter nitelikte hiçbir gücün bulunmamasına yönelik aldığı 1071 sayılı kararıyla taraflar saldırılarını durdurmuş, bunun üzerine de İsrail Lübnan’a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 tarihinde kaldıracağına garanti vermiştir. 7 Eylül 2006 tarihine gelindiğinde ise Güney Lübnan topraklarında bulunan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin bölgeye konuşlandırılmasına eş zamanlı olarak bölgeyi terk etmiştir. Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Kuvveti (UNIFIL) Harekatına 30 ülkeden yaklaşık 13.500 personel katılmıştır.[2]

Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ‘Dünya’daki hiçbir ordu Hizbullah’ı silahsızlandırmayı başaramazdı’ demiş ve de İsrail’in hedefine tam manasıyla ulaşamadığına işaret etmiştir. Ayrıca dönemin İsrail Başbakanı Olmert, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkese ilişkin 1071 sayılı kararının iyi alınmış bir karar olarak değerlendirmiş ve alınan bu karardan sonra Hizbullah’ın artık Lübnan’da devlet içinde devletmiş gibi hareket edemeyeceğini belirtmiştir.[3] Bir ayı aşan bir süre çatışma devam etmiş ancak İsrail, ‘Hizbullah’ı silahsızlandırma’ amacına ulaşamamıştır.

2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nı genel olarak inceledikten sonra savaşa yol açan nedenleri, savaş devam ederken gelişen olayları, savaşın sonuçlarını ve dünyanın savaşa bakış açısını incelemekte yarar görmekteyim.

1) Savaşın nedenleri

Savaşın arkasındaki nedenleri geniş bir yelpazede incelemek gerekirse, savaşın nedenlerini savaşı başlatan neden, dış aktörlerin etkisi, siyasi nedenler ve tehdit sorunu olmak üzere 4 başlık altında incelemeyi uygun bulmaktayım.

a) Savaşı Başlatan Neden

İsrail ile Lübnan arasındaki savaş Hizbullah’ın saldırısıyla başlamış olsa da savaşa giden yolun kapısı aylar öncesinden aralanmıştır. İsrail’in 9 Eylül 2006 tarihinde Gazze Şeridi’ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden 8 kişiyi öldürmesi, Filistin’de iktidarda olan Hamas’ın İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açmıştır. Böylece Ortadoğu’da gerilim artmış ve Arap-İsrail çatışması tekrardan gün yüzüne çıkmıştır.

12 Temmuz 2006 tarihinde Hizbullah, 8 İsrail askerini öldürmüş 2 İsrail askerini de kaçırmıştır. İsrail ise Hizbullah’ın bu hareketini savaş nedeni saymıştır. İsrail bu saldırıya terör saldırısı olarak değil egemen bir devletin saldırısı olarak bakmış ve Beyrut Hükümeti’ni suçlamıştır. İsrail Lübnan’dan,  kaçırılan 2 askerin derhal geri verilmesini talep etmiştir. Ancak Beyrut Hükümeti suçlamaları kabul etmemiştir. Dönemin Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah ‘İsrail askerleri güvendeler. Askerlerin İsrail’e teslimi sadece hapishanedeki esirlerin serbest bırakılmasıyla mümkün olacaktır.’[4] açıklamasında bulunmuştur.

b) Dış Aktörlerin Etkisi

Hizbullah’ın son saldırısı, geniş çaplı hedeflere yönelik ve sivil hedefler ile toplumun köprüler, yollar gibi sivil altyapısını büyük ölçüde tahrip eden büyük çaplı bir askeri müdahaleyi gerektirecek derecede bir tehdit değildi.  Hizbullah’ın yapmış olduğu bu son eylem karşısında İsrail’in topyekün savaşa girmesi gerekli miydi bilinmez ama dünyada bu tip eylemlere hedef olan ülkeler eğer saldırıyı gerçekleştiren örgütün var olduğu topraklara savaş açmış olsaydı galiba 3.Dünya Savaşı çoktan başlamış ve bitmiş olurdu.

Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un St. Petersburg’daki G-8 Zirvesi’nde yaptığı yorumda, Hamas ve Hizbullah’a sağladıkları yardım nedeniyle İsrail karşıtı hadiselerin gerçek sorumluluğunun Suriye’ye ve İran’a ait olduğunu vurgulamıştır.[5] İşte bu noktada ABD faktörü boy göstermektedir. Kanımca ABD, savaşı genişletmesi konusunda İsrail’e yol göstermektedir. ABD, geçmişten günümüze Ortadoğu’ya hakim olmaya çalışmış ve bu anlamda bir çok Ortadoğu ülkesi üzerinde kendi politikalarını uygulamıştır. Bu yüzdendir ki ABD, İsrail’in bölgedeki savaş politikalarına destek vermektedir.

ABD’nin savaş alanını genişletme çabasının ve savaşın içerisine İran’ı da çekmek istemesinin altında yatan neden Ortadoğu’yu kendi politikalarına uygun bir şekilde yeniden şekillendirmek istemesi yatmaktadır. ABD’nin geçmişten günümüze asıl hedefi İran’dır. Belki de İsrail, Lübnan topraklarında başarı sağlayabilseydi bir sonraki hedef Lübnan’a destek verdiği veya başka sebeplerden ötürü İran olacaktı.

Asker kökenli olmağı için hem kendisini hem de yeni hükümetin politikasını ispat etmeye çalışan dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Haaretz gazetesindeki bir karikatürde Arik’i ziyaret ediyor ve gülümseyerek kulağına fısıldıyor ‘Artık yeni bir Ortadoğu’muz var.’[6] ABD ve İsrail çeşitli sebepler öne sürerek uzun senelerden beri Ortadoğu’yu kendi politikalarına uygun hale getirmeye, şekillendirmeye çalışmaktadır. İsrail-Lübnan Savaşı, ABD’nin Ortadoğu politikasında bir basamak gibi görülmektedir. Ayrıca ABD, Ortadoğu’daki her savaşı ve her çatışma ortamını kendi çıkarları için birer fırsat olarak görmektedir, bunun içindir ki her savaştan ve her çatışma ortamından kendisine rant sağlayacak politikalarla duruma müdahale etmek istemektedir. 

c) Siyasi Nedenler

ABD ve İsrail, Ortadoğu’da kendilerine yakın görüşlü yönetimleri iş başına getirmek istemektedir ve bu amacı gerçekleştirmek için yoğun çaba harcamaktadır. ABD ve İsrail, bölgeyi ‘demokratikleştirme’ edasıyla sözde demokratik yönetimleri –ki bu yönetimler ABD’ye ve İsrail’e yakın yönetimler- iş başına getirmeye çalışmaktadır. Irak’tan sonra yeni hedef Lübnan’dı, belki de Lübnan’dan sonra sırada İran yer alacaktı.

İsrail yönetimi, özellikle ordudaki komutanlar hiçbir zaman Hizbullah’ın istemiyle Güney Lübnan’dan çıkarılmayı kabullenmediler, siyasetçiler ise ‘terörist’ bir yönetimin seçilmesinden Filistin halkını sorumlu tutuyor görünüyorlar ve bu nedenle cezalandırmayı hak ettiklerini düşünüyorlar. 14 Şubat 2005 tarihinde Hariri’ye yapılan suikasta karşılık Suriye karşıtı Lübnanlılar’ın, Hizbullah’ı etkin bir şekilde silahsızlandıracak ve bu şekilde İsrail’in güvenliğini arttıracak daha güçlü bir Lübnan yönetimini işbaşına getirecekleri umuluyordu. Bu gerçekleşmeyip aksine Hizbullah daha etkili silahlara sahip olmanın yanında Lübnan kabinesinde de yer alınca, İsrail’in yumuşaklık seçeneğinin başarısız olduğu aşikar hale geldi. İsrail’de yumuşaklık yanlısı politikanın en önemli destekçilerinden olan Shlomo Avneri gibi kişiler İsrail’in Lübnan’a yaptığı saldırıların gerçek amacının Beyrut’ta işbirlikçi bir hükümet kurmak olduğu değerlendirmesinde bulunmaktadır.[7] Lübnan’daki hükümet değişikliği İsrail’in beklediğinin aksine tamamiyle İsrail karşıtı bir şekilde gerçekleşti. Böylece İsrail izlediği yumuşak politikayı -gerçi ne kadar yumuşak bir politika olduğu tartışılır- bırakmış ve önüne gelen ilk fırsatta topyekün savaş ilan etmiştir. Bu noktada ABD’nin taşvikini de göz ardı etmemek gerekir.

Ayrıca ABD, İran Hükümeti’ni başlı başına kendisine bir tehdit olarak görmektedir. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ABD’nin Ortadoğu politikalarına tamamiyle zıt politikalar izlemektedir. 2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nı ABD’nin Ortadoğu politikaları için bir basamak olarak düşünürsek ABD ve İsrail’in Lübnan’dan sonraki hedefi ‘demokratikleştirmek’ amacı altında İran Hükümeti olabilirdi. Yani; İsrail’in Lübnan’a savaş açması ABD’nin algıladığı İran tehdidine yönelik geçiş aşaması, bir basamak, gibi gözükmektedir.

d) Tehdit Sorunu

Eğer ki İsrail-Lübnan Savaşı’nın ardında yatan asıl hedef İran ise ve İsrail’in arkasında duran teşvik edici güç ABD ise, burada ABD’nin ve İsrail’in tehdit algısına dikkat çekmek gerekmektedir.

ABD, yıllardır İran’dan gelebilecek olası bir füze saldırısına veya olası bir nükleer saldırıya karşı birtakım önlemler almaya çalışmıştır. Bu önlemlerin başında ise son yıllarda gündemde olan Füze Kalkanı Projesi gelmektedir. ABD, Füze Kalkanı Projesi’nde açıkça İran’ı bir tehdit olarak gördüğünü vurgulamıştır.

İsrail’in Hizbullah operasyonu ve Güney Lübnan’ı işgali muhtemel bir İran müdahalesi öncesi örtülü bir temizlik operasyonu olarak algılanabilir. ABD ve İsrail’in düzenleyebileceği muhtemel bir operasyona İran, Güney Lübnan’da Hizbullah üzerinden karşılık verebilirdi. Güney Lübnan’ın işgalinin yalnızca kaçırılan askerleri kurtarmak için olmadığı aşikârdır.[8]

ABD, geçmişten günümüze İran başta olmak üzere bazı Ortadoğu ülkelerini kendi çıkarlarına ters düştükleri için kendisine tehdit olarak görmüş ve bu bağlamda Ortadoğu devletleri üzerinde politikalar geliştirmiştir. Bu politikaların amaçlarının başında İran üzerinde hakimiyet kurmak gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında da ABD’nin neden İsrail’in saldırgan ve yayılmacı politikalarına destek verdiği açıkça görülmektedir.

2) Savaş Devam Ederken

Savaş devam ederken hem uluslararası çevrede hem İsrail cephesinde hem de Lübnan yani Hizbullah cephesinde gelişmeler yaşanmıştır.

a)Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Çağrı

İsrail, Hizbullah tarafından kaçırılan 2 askerini kurtarmak için Lübnan’a karşı operasyon yapmaya karar vermiş sorumlusunu da Lübnan olarak göstermiştir ve Lübnan ile aralarında savaş başlamıştır. İsrail, kaçırılan 2 askerinin iadesi için Lübnan topraklarını ister karadan olsun isterse havadan olsun bombalamıştır. Bunun üzerine Lübnan Hükümeti, ateşkes çağrısı yapması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine başvurmuştur.

Dönemin Lübnan Enformasyon Bakanı Gazi Aridi, kabinenin olağanüstü yaptığı toplantıdan sonra yaptığı açıklamada ‘Hükümetimiz ateşkes ilan edilmesi ve ablukanın kaldırılması için Güvenlik konseyinin kapsamlı adım atmasını istemektedir.’ demiştir.[9] Lübnan’ın çağrısı üzerine toplanma kararı alan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkesin sağlanması için olumlu adımlar atması bekleniyordu ve bu bağlamda konsey bir takım girişimlerde bulunmuştur. Ancak ABD, İsrail’in saldırılarını kendini savunmak için gerçekleştirdiğini belirtmiştir.

Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, gündemine aldığı ateşkes çağrısını ABD’nin karşı oy kullanmasıyla reddetmiştir.[10] Kanımca ABD, İsrail’in kendini savunduğunu belirterek savaşın haklı ve mağdur tarafının İsrail olduğunu ifade etmiştir.

b)Roma’da Bir Konferans

İsrail’in Lübnan’a saldırısının ardından bölgede tansiyon yükselmiş ve bu nedenle Roma’da bir konferans düzenlenmiştir. Hizbullah’ın silahsızlandırılması, bölgede ateşkesin sağlanması, uluslararası barış gücünün bölgeye konuşlandırılması ve insani yardım yapılması konferansın ana konularını oluşturmuştur. Ancak konferansta ateşkes çağrısı yapılmamış sadece acil ateşkese yönelik çalışmaların yapılması yönünde çağrıda bulunulmuştur.

Dönemin İsrail Adalet Bakanı Haim Ramon İsrail Ordu Radyosu’na yaptığı açıklamada ‘Roma’da, Hizbullah yok oluncaya ve silahsızlandırılana dek operasyonlarımızı sürdürme izni aldık. Herkes biliyor ki Hizbullah’ın kazanması küresel terörün zaferi olur.’ demiştir. Ayrıca Ramon, Güney Lübnan’daki köylerin ‘Hizbullah üyelerinin saklandığı yerler’ olduğunu savunarak, ‘Şu anda Güney Lübnan’daki herkes teröristtir ya da Hizbullah ile bağlantılıdır’ demiştir. Bunun yanı sıra İsrail Güvenlik Kabinesi, kara harekatının genişletilmesi yerine hava saldırılarının genişletilmesi konusunda karar aldı. Ayrıca dönemin İsrail Savunma Bakanı Amir Peretz ‘Bu bir savaş ve kazanmamız gerekir. İsrail’i savunmak ve savaşı tamamlamak için tüm gücümüzü sarf edeceğiz’ demiştir.[11] İsrail, Roma’da düzenlenen konferanstan ‘onay’ aldığını belirterek Lübnan’ı bombalamaya ve Lübnan’a yönelik operasyonlarına devam etmiştir. Roma’da toplanan bu konferansta ateşkes çağrısında bulunulması yerine acil ateşkese yönelik çalışmaların yapılması yönünde çağrıda bulunulması komuoyunda konferansın savaşa ‘onay verdiği’ yönünde bir izlenim yaratmıştır.

3)Savaşın Sonlanması ve Sonuçları

4 Ağustos 2006 tarihinde ABD ve Fransa ortak bir ateşkes önerisi hazırlamış ve bu öneriyi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunmuşlardır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne iletilen ateşkes önerisinde çatışmanın durması gerektiği savunulmuştur ancak Lübnan topraklarından İsrail askerlerinin çekilmesi ateşkes önerisinde yer almadığından dolayı bu ateşkes önerisi Lübnan Hükümeti tarafından kabul edilmemiştir. Ateşkes önerisinin Lübnan tarafından reddi üzerine görüşmelere devam edilmiş ve Sinyora Planı[12] da göz önünde bulundurularak yapılan yeni ateşkes tasarısı kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde verdiği 1071 sayılı karar ile taraflar ‘şiddet eylemlerini’ durdurmaya çağrılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1071 sayılı karara bağlı olarak 14 Ağustos 2006 tarihinde ateşkes yürürlüğe girmiştir.

Ateşkes kararından sonra hem İsrail hem de Lübnan yani Hizbullah saldırılarını sonlandırmıştır.

a)Savaş Sonrası İsrail

Ateşkes kararından sonra İsrail saldırılarını sonlandırmıştır ancak uluslararası bir güç bölgeye konuşlandırılıncaya kadar askerlerini bölgeden çekmeyeceğini belirtmiştir. İsrail, Lübnan’a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 tarihinde kaldırmıştır.

19 Ağustos 2006 günü İsrail, Bekaa Vadisi’nin doğusundaki bir köye saldırı düzenlemiştir. Beyrut Hükümeti saldırıya büyük tepki göstermiştir ve İsrail’i ateşkesi bozmakla suçlamıştır. İsrail suçlamayı reddetmiş ve saldırının nedenini Suriye ve İran’ın Hizbullah’a silah yardımını engellemek için yapıldığını belirtmiştir.

İsrail’in savaş sırasındaki kayıpları; 118 asker ve 42 sivil hayatını kaybetti, 4119 sivil ve 40 asker yaralandı, 330.000 İsrailli evlerini terk edip başka şehirlere göç etmek zorunda kaldı, 5 Milyar dolar maddi zarar meydana geldi, F16 savaş uçağı ve 4 tane Apachi savaş helikopteri düşürüldü, savaş gemisi batırıldı.[13]

Savaş sonrası başarısızlıkla suçlanan dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz ve ondan kısa bir süre sonra da dönemin İsrail Savaş Bakanı Amir Peretz istifa etmiştir.

b)Savaş Sonrası Hizbullah/Lübnan

Ateşkes kararından sonra Lübnan da saldırılarını kesmiştir. Lübnan Hükümeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1071 karar gereğince ülkenin güneyine askerlerini sevk etmiştir ancak ordusunun Hizbullah’ın silahsızlandırılması için kullanılmayacağını da belirtmiştir.

Lübnan’ın savaş sırasındaki kayıplar; 35 Lübnan askeri, 61 Hizbullah üyesi ve 1040 sivil hayatını kaybetti, 3600 kişi yaralandı, 6 Milyar dolar maddi zarar meydana geldi, 1 Milyon Lübnanlı evlerini terk edip başka şehirlere gitmek zorunda kaldı.[14]

İsrail’in orantısız güç kullanması ve sivilleri hedef alması sonucunda; Hizbullah, bölge halkı açısından ülkeyi İsrail’e karşı savunacak olan bir ‘Lübnan Ordusu’ olarak algılanmaya başlamıştır. Dolayısıyla Hizbullah’a yönelik tepkilerin artacağı ve Lübnan’da bir bölünme yaşanacağı hevesiyle başlatılan Lübnan Savaşı, aksine Hizbullah’ın ülkedeki meşruluğunun sağlamlaştırılmasına yardımcı olmuştur.[15]

Hizbullah, savaştan meşruluğunu sağlamlaştırarak çıkmıştır ve savaş sonunda bölge halkına karşı güvenirliliğini arttırmıştır. Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve varlığını yitirmesi amacıyla İsrail tarafından başlatılan operasyonlar sonuçsuz kalmış, Hizbullah savaştan meşruluğunu kazanarak çıkmıştır.

4)Dünya’nın Savaşa Bakışı

2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nda birçok devlet ve uluslararası örgüt savaşın bitimine ilişkin ateşkes önerileri sunmuş, bazıları ise ateşkes çalışmalarını yavaşlatmaya çalışmıştır. Bazı devletler ise İsrail’e veya Hizbullah/Lübnan’a destek vermişlerdir.

Amerika Birleşik Devletleri

Amerika Birleşik Devletleri, 2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nda İsrail’in kendisini savunduğunu ve buna hakkının olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bunun yanı sıra İsrail’e destek vermeyi de ihmal etmemiştir. ABD, İsrail’e hem diplomatik yönden destek vermiş hem de silah satışına ara vermeden devam etmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu’yu kendi politikalarına uygun olarak yapılandırma amacıyla kendi çıkarlarıyla örtüşen İsrail’in yayılmacı politikalarına destek vermiştir. Bu amacına yönelik olarak sadece İsrail’e destek vermekle kalmamış bölgenin diğer devletlerini de çatışmanın içerisine çekmeye çalışmıştır. Bu yüzdendir ki Hizbullah’a maddi yardım ve silah yardımı yaptığı gerekçesiyle İran’ı suçlamıştır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri bu ithamda bulunurken kendisinin de İsrail’e hem diplomatik destekte bulunduğunu hem de İsrail’e olan silah satışına ara vermeden devam ettiğini söz konusu bile etmemiştir.

Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı, ‘bölgede barış ve güvenliğin korunmasında’ kullanılmak üzere İsrail’e 210 Milyon dolarlık jet yakıtı satılması için Kongre’den onay istedi. Kongre’ye iletilen gerekçede ‘JP-8 havacılık yakıtının, İsrail’in hava araçlarının operasyonel yeteneğini ayakta tutabilmesi için gerekli olduğu’ bildirildi. Yakıt talebinin İsrail’den geldiği kaydedildi, ancak İsrail yönetiminin, bu isteği ne zaman ilettiği açıklanmadı. İsrail’in bu yakıtı, ’bölgede barış ve güvenliği korumakta kullanacağını bildirdiği’ belirtildi.[16] Yani Amerika Birleşik Devletleri, askeri bakımdan da İsrail’den desteğini esirgememiştir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’e 2006 yılı için yapmayı planladığı karşılıksız askeri yardım 2 Milyar dolardan fazladır. Ayrıca ABD,  2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nın yaşandığı sırada İsrail’e füze yardımı yapmıştır. Ateşkesten birkaç gün önce İsrail’in ABD’den misket bombası istediğini ve ABD’nin de misket bombalarını gönderme eğilimi olduğu bilinmektedir. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush ateşkes sonrası yapmış olduğu bir basın toplantısında, İran’ın Hizbullah’a silah yardımı yaptığını söylemiş ve bu konuda İran’a gözdağı vermeye çalışmıştır, ayrıca George W. Bush tüm konuşma boyunca Hizbullah’ın bu savaşı kaybettiğini ve İsrail’in yaptığı işte haklı olduğunu vurgulamıştır.[17]

Savaş boyunca İsrail’in en büyük destekçisi olan Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in orantısız güç kullanması ve de bölgedeki sivil halkı da hedef alması nedeniyle eleştirilmiştir. Ayrıca ateşkes kararının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 1 ayı aşkın süreyle alınamamasının nedeni olarak da Amerika Birleşik Devletleri gösterilmiştir.

İsrail’in orantısız güç kullanımı sonucu artan sivil ölümlerinin ve ülkenin alt yapısını yerle bir eden İsrail bombardımanı sırasında gerçekleşen ‘katliamların’ sorumlusu, ateşkes kararının gecikmesindeki temel aktör olarak Amerika Birleşik Devletleri olarak algılanmıştır.[18]

Avrupa Birliği

2006 İsrail-Lübnan Krizi’nin yaşandığı dönemde Avrupa Birliği dönem başkanlığı yapan Finlandiya, İsrail’i orantısız güç kullandığı için kınamış ve İsrail’in Lübnan’a uyguladığı ablukanın kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. Ancak başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri, İsrail’in kendini savunduğunu belirterek İsrail’in Lübnan’a yaptığı saldırılarda haklı olduğunu vurgulamıştır.

Birleşmiş Milletler

Lübnan Hükümeti, Birleşmiş Milletler’den savaşın sonlanması için ateşkes çağrısında bulunulmasını istemiş fakat bu istek Amerika Birleşik Devletleri’nin ret oyuyla sonuçsuz kalmıştır.

İlk ateşkes girişimlerinden sonuç alınmamasına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 2006 İsrail-Lübnan Krizi’ni sonlandıran 1071 sayılı kararı almış ve ateşkesin yapılmasını sağlamıştır. Ayrıca Birleşmiş Milletler tarafından, bölgede ateşkes sonrası güvenliğin sağlanması için bölgeye Birleşmiş Milletler Geçici Kuvveti (UNIFIL) konuşlandırılmıştır.

Türkiye

Bölgesel barışın yeniden sağlanabilmesi ve devam ettirilmesi için uluslararası bir gücün Lübnan’a yerleştirilmesi ve oluşturulacak bu güce Türkiye’nin de katkı sağlaması kapsamında; Türkiye havaalanlarını ve limanlarını UNIFIL’e kuvvet veren ülkelere açılmıştır. Türkiye buna ek olarak UNIFIL Karargahı’na da personel katkısında da bulunmuştur. Türkiye’nin UNIFIL Harekatına personel katkısı yaklaşık olarak 1.000 kişiden oluşmaktadır.[19]

Ayrıca Türkiye, İsrail’in orantısız güç kullandığını belirtmiştir.

Arap Birliği

Arap devletleri İsrail’in kuruluşundan beri İsrail’e karşı antipati duymuşlardır. Bu antipati özellikle İsrail-Filistin çatışmasında daha da kuvvetlenmiştir. Arap devletleri hem ABD’nin Ortadoğu politikalarına hem de İsrail’in yayılmacı politikalarına karşı çıkmışlardır.

İsrail’in, kaçırılan askerlerinin ardından Filistin ve Lübnan topraklarındaki saldırıları devam ederken, Kahire’de bir araya gelen Arap Ligi temsilcileri, acil olarak mevcut duruma ilişkin bir şeyler yapılması gerektiğini ifade etti. Krizin yaşandığı dönemde Arap Ligi Genel Sekreterliği yapan Amr Musa, Güvenlik Konseyi’nin saldırıların durdurulması için adım atması gerektiğini vurgulayarak, Lübnan’ın desteklenmesini istedi.[20]

Arap Devletleri, ABD’yi ve İsrail’i, Ortadoğu’da Arap Devletleri’ni tehdit edici birer unsur olarak görmektedirler.

İran

İran, Hizbullah’ı hem diplomatik yönden hem de maddi yönden desteklemiştir.[21]

Konunun başlarında dediğim gibi 2006 İsrail-Lübnan Krizi hedefe giden bir basamak gibi düşünülürse ve asıl hedefin İran olduğu göz önünde bulundurulursa İran’ın bu krizde Hizbullah’a destek vermesi gayet normaldir. İran, savaş dolayısıyla İsrail’i sorumlu tutmuştur ve savaş boyunca İsrail’e diplomatik yardımlarından dolayı ve de İsrail’e olan silah satışına ara vermeden devam etmesinden dolayı Amerika Birleşik Devletleri’ni kınamıştır.

Suudi Arabistan

Suudi Arabistan savaşın ilk günlerinden itibaren, savaştan ötürü İsrail’i değil Hizbullah’ı sorumlu tutmuştur. Suudi Arabistan tarafından ‘Maceraya kalkışan sorumluluğu üstlenir.’ ve ‘Meşru direnişle hesapsız kitapsız maceraya kalkışmayı birbirinden ayırt etmeliyiz.’ açıklamaları yapılmıştır. Ayrıca Suudi Arabistan, en önemli maddesi derhal ateşkesin ilan edilmesi olan altı maddelik bir öneri paketi sundu. Suudi Arabistan’ın Hizbullah karşıtı duruşu, İsrail’in sivillere saldırmasıyla değişmeye başladı ve savaşın sonlarına doğru savaştan İsrail’i sorumlu tuttu.[22]  

Suudi Arabistan’ın savaşın ilk başlarında da olsa Hizbullah’ın değil de İsrail’in yanında yer alması yıllardır süregelen Arap-İsrail çatışmasında bir ilk olmuştur. İlk defa bir Arap Devleti İsrail’in yanında yer almıştır.

Mısır

Suudi Arabistan ve Ürdün’ün yanı sıra Mısır da savaşın ilk günlerinde Hizbullah’ı sorumlu tutmuştur ve Hizbullah’ı maceraya kalkışmakla itham etmiştir. Savaşın ikinci gününde dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Hizbullah’ı bölge halkının menfaatine olmayacak şekilde bölge halkını maceraya çekmekle suçlamıştır. Savaşın onuncu gününde Mısır, savaşan her iki tarafa da seslenmiş ve savaşta her iki tarafın da ağır kayıplar verdiğini ilan ederek ateşkes çağrısında bulunmuştur. Savaşın on yedinci gününe gelindiğin de ise Suudi Arabistan ve Ürdün gibi Mısır’da da tavır değişikliği gözlenmiştir. Mısır, savaş boyunca ilk defa savaşı sürdüren İsrail’i ve İsrail’e destek veren ABD’yi kınadığını bildirmiştir.[23]   

Suriye

Suriye, savaşın ilk günlerinden itibaren İsrail’i sorumlu tuttuğunu ve Hizbullah ile dayanışma halinde olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Suriye, Hizbullah’a her türlü desteği vererek Lübnan halkını yalnız bırakmayacağını açıklamıştır. Bunun yanı sıra dönemin Devlet Başkanı Beşşar Esad, Hizbullah’ı maceraperestlikle suçlayan Arap liderlerini de sert bir dille eleştirmiştir. Beşşar Esad yaptığı bir konuşmada ‘Direnişi desteklemeyen Arap değildir.’ ifadesini kullanmıştır.[24]

Arap Devletleri’nden 2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nda İsrail’e ve ABD’ye en sert tepkiler İran’dan ve Suriye’den gelmiştir. Tıpkı İran gibi Suriye de ABD’nin Ortadoğu üzerideki politikalarına ve İsrail’in yayılmacı politikasına geçmişten günümüze karşı çıkmıştır. Bu iki devlet ABD ve İsrail tarafından İsrail-Lübnan Savaşı’nda Hizbullah’a silah yardımı yapmakla itham edilmişlerdir ve bu sebepten dolayı savaşın içine çekilmek istenmişlerdir. ABD’nin Ortadoğu’da gerçekleştirmek istediği değişikliklerin ilk sırasını bu iki devlet almaktadır. Bu nedenledir ki İran ve Suriye sürekli ABD ile karşı karşıya gelmektedir.

Sonuç;

2006 İsrail-Lübnan Savaşı; Hizbullah Örgütü’nün, 2 İsrail askerini kaçırmasıyla ve buna karşılık olarak da İsrail’in Lübnan topraklarına operasyon düzenlemesiyle 12 Temmuz 2006 tarihinde başlamıştır.

İsrail, 2 askerinin kaçırılmasından sorumlu olarak Lübnan Hükümeti’ni suçlamış ve topyekün bir savaşa girişmiştir. Hizbullah’ın kaçış yollarını kapatmak için Lübnan’ın iç kısımlarına kadar hem havadan olsun hem de karadan olsun operasyonlar düzenlemiştir.

Lübnan Hükümeti, savaş devam ederken, Birleşmiş Milletler’den ateşkes çağrısı yapmasını istemiş, bunun üzerine Birleşmiş Milletler olağanüstü bir toplantı yapmış ancak Amerika Birleşik Devletleri’nin ateşkese karşı olumsuz yaklaşımı nedeniyle savaşın ilk başlarında ateşkes sağlanamamıştır.

Amerika Birleşik Devletleri, savaşın başından itibaren -geçmişte de olduğu gibi- İsrail’in yanında olduğunu belirtmiştir. Savaşın haklı ve mağdur tarafı, ABD tarafından İsrail olarak açıklanmıştır. ABD, İsrail’e yaptığı silah satışına savaş döneminde de ara vermeden devam etmiş hatta karşılıksız askeri yardımda bulunmuştur. Bu sebeplerden dolayı; İsrail’in uygulamış olduğu orantısız güç ve sivilleri de hedef alan operasyonlar düzenlemesi sebebiyle ABD de İsrail’in yanında ağır eleştirilere hedef olmuştur.

ABD, Ortadoğu’daki politikalarını gerçekleştirmek amacıyla geçmişten günümüze İsrail’in bölgedeki yayılmacı politikalarına hem diplomatik yönden hem de askeri yönden destek vermiştir. ABD kendi çıkarları doğrultusunda; Ortadoğu’da, bölge hükümetlerini ‘demokratikleştirme’ çabasıyla hareket etmiştir. Ayrıca ABD, bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi amaç edinmiş ve bölgedeki politikalarına karşı olan her devleti ve her hükümeti kendisine tehdit olarak görmüştür.

İsrail’in 2 askerinin kaçırılması sonucunda başlayan savaşta binlerce insan hayatını kaybetmiş, binlercesi yaralanmış ve çok daha fazla insan evsiz kalmıştır. 2 kişinin kaçırılması sonucunda bu kadar kişinin hayatını kaybetmesi gerekli ve eş değer midir bilinmez ancak kaçırılan 2 İsrail askerine karşılık olarak binlerce insan hayatını kaybetmiştir. İsrail’in, 2 askerinin kaçırılması sonucunda topyekün bir savaşa girmesi akıllara İsrail’in savaşa girmek için ‘bahane’ mi aradığını getirmektedir. Ortadoğu’yu ‘demokratikleştirmek’ amacıyla çıkılan yolda, 2006 İsrail-Lübnan Savaşı aralanan bir kapı, atılan bir adım gibi gözükmektedir. Bu bağlamda düşünüldüğünde ABD, Hizbullah’a silah yardımında bulunduğu gerekçesiyle İran’ı savaşın içerisine çekmeye çalışmış ve İran’ı bir tehdit olarak göstermiştir.

Savaşta Arap Devletlerine bakıldığında ise; Suudi Arabistan ve Mısır gibi devletlerin savaşın başlarında Hizbullah karşıtı yani İsrail yanlısı açıklamalarda bulunmuşlar ve Hizbullah’ı eleştirmişlerdir. Bu uzun yıllardan beri yaşanan Arap-İsrail çatışmasında ilk defa görülmüştür. İran ise savaşın ilk gününden itibaren savaştan dolayı İsrail’i sorumlu tutmuştur. İran, savaştan dolayı hem İsrail’i hem de İsrail’e destek veren ABD’yi kınamıştır. Suriye de İran’ın yaptığını yapmış ve savaşın ilk günlerinde Lübnan’a destek verdiğini açıklamış, savaştan dolayı İsrail’i ve ABD’yi sorumlu tuttuğunu ilan etmiştir. Ayrıca Hem İran hem de Suriye, İsrail-Lübnan Savaşı’nda İsrail’e destek veren Arap Liderleri’ne ağır eleştirilerde bulunmuşlardır.

Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı 1071 sayılı kararla ateşkes sağlanmıştır. Güney Lübnan’a, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak İsrail’in bölgeden çekilmesi, Lübnan’ın Lübnan Hükümeti tarafından tamamen kontrol edilmesi, Litani Nehri’nin güneyinde Hizbullah dahil paramiliter nitelikte hiçbir gücün bulunmamasına yönelik aldığı 1071 sayılı karar gereğince iki taraf da saldırılarını durdurmuştur.

 

Gürhan TOMRUKÇU

Ege Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü


[1] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4743389&tarih=2006-07-13

[2] http://www.tsk.tr/4_ULUSLARARASI_ILISKILER/4_22_BM_Lubnangecicikuvveti/BM_UNIFIL.htm

[3] http://www.milliyet.com.tr/2006/08/14/dunya/adun.html

[4] http://www.israhaber.com/ucuncu-yilinda-2006-temmuz-savasi-5530-haberi.html

[5] http://www.turksam.org/tr/yazdir990.html

[6] http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6090

[7] http://www.turksam.org/tr/yazdir990.html

[8] http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=11739&q=lubnan-firtinasi-dinerken-geride-kalanlar

[9] http://www.usakgundem.com/haber/5894/lübnan-ateskes-için-bm’ye-basvurdu.html

[10] http://www.turkcebilgi.com/2006_israil-lübnan_krizi/ansiklopedi

[11] http://www.usakgundem.com/haber/6237/israil-roma’da-yapilan-konferans-lübnan’a-saldirilarimizi-onayladi.html

[12] Sinyora Planı, 2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nı sonlandırmak amacıyla dönemin Lübnan başbakanı Fuad Sinyora tarafından 27 Temmuz 2006 tarihinde Roma Konferansı’nda, katılan devletlere önerilen plandır. Planda; İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmaların derhal durması, İsrail’in Lübnan’da işgal ettiği topraklardan derhal çekilmesi, tartışmalı olan Sheeba Çiftlikleri bölgesinin Birleşmiş Milletler kontrölüne bırakılması, İsrail ve Lübnan’ın ellerindeki bütün tutsakları serbest bırakması, Lübnan Ordusu’nun Güney Lübnan’a yerleşmesi ve bölgeye Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün konuşlandırılarak barışın sağlanması isteniyordu.

[13] http://www.israhaber.com/ucuncu-yilinda-2006-temmuz-savasi-5530-haberi.html

[14] http://www.israhaber.com/ucuncu-yilinda-2006-temmuz-savasi-5530-haberi.html

[15] http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dergi/pdf/61/3/11_ozge_ozkoc.pdf

[16] http://www.usakgundem.com/haber/5934/iste-abdnin-ortadogu-oyunu.html

[17] http://www.neaydinonat.com/gunluk/?p=829

[18] http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dergi/pdf/61/3/11_ozge_ozkoc.pdf

[19] http://www.tsk.tr/4_ULUSLARARASI_ILISKILER/4_22_BM_Lubnangecicikuvveti/BM_UNIFIL.htm

[20] http://www.usakgundem.com/haber/5982/arap-birligi-lübnani-desteklemeliyiz.html

[21] http://www.turkcebilgi.com/2006_israil-lübnan_krizi/ansiklopedi

[22] http://www.israhaber.com/ucuncu-yilinda-2006-temmuz-savasi-5530-haberi.html

[23] http://www.israhaber.com/ucuncu-yilinda-2006-temmuz-savasi-5530-haberi.html

[24] http://www.israhaber.com/ucuncu-yilinda-2006-temmuz-savasi-5530-haberi.html

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...

Sığınmacıların Ev Sahibi Ülkelere Katkıları: Türkiye’deki Suriyeliler

Sena Özdemir Göç Çalışmaları o-Staj Programı ÖZET İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan...