Olimpiyatları Neden Kaybettik?

Bir olimpiyat adaylığı macerası daha sona erdi ve her zaman olduğu gibi bu adaylık girişimimiz de hüsranla sonuçlandı. Türkiye, ilk kez finale kaldığı bu yarışta Tokyo’ya kaybederek çok önemli bir prestij vesilesini elinden kaçırmış oldu. 19 milyar doları aşkın bir yatırım bütçesine sahip, kampanyası çok başarılı bir şekilde idare edilmiş ve en üst düzey temsil ilkesine uygun bir şekilde hareket edilen İstanbul 2020 girişimi, Türkiye’yi tarihinde ilk kez olimpiyatlara bu denli yaklaştırmıştı. Peki, niçin kaybettik?

 

19 milyar doları aşkın bir olimpiyat bütçesi açıklanmış ve bu noktada çok güçlü bir siyasal irade beyanı ortaya konmuş olmasına karşın, olimpiyatların düzenleneceği 2020 yılında Türk Ekonomisi’nin ne tür bir görünüme sahip olabileceği belli değil. Zira Türkiye, kaydettiği ekonomik gelişime karşın, içselleştirmiş olduğu siyasal istikrarsızlık potansiyeli ve yapısal ekonomik sorunlar nedeniyle yarınının ne olacağı tam manasıyla belli olmayan bir ülke profili çiziyor. Siyasal istikrarsızlığın ekonomiye olan olumsuz yansımaları konusunda Türkiye’nin sabıkalı bir ülke oluşu ve özellikle Yunanistan’da yaşanan ekonomik kriz sonrası Avrupa ekonomilerine olan güvenin sarsılmış olması, Türkiye’nin dezavantajı olmuştur.

Türk toplumunun ve siyasetinin bugün itibarıyla içerisine sürüklenmiş olduğu kutuplaşma, Türkiye’nin adaylığının kabulü noktasında Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) delegelerini olumsuz yönde etkilemiştir. Türk hükümetinin otoriter uygulamalarının/söylemlerinin ülke içerisinde yarattığı endişe ve tepkinin Gezi Olayları ile uluslararası arenaya yansımış olması ve Türkiye’de polis devletine doğru gidildiğine yönelik bir endişenin doğmuş olması, şüphesiz ki, bizim olduğu kadar IOC delegelerinin de farkına vardığı bir gerçeklik olmuştur. İktidar partisi üyeleri/destekçileri ile muhalefet arasındaki gerginliğin gün geçtikçe artması ve bu kesimlerin bir masa etrafında oturup tartışmayı ve sorunlara çözüm bulabilmeyi yadsıyan bir söylemi içselleştirmeleri olimpiyat adaylığımızı olumsuz yönde etkilemiştir. Zira bu denli birbirine yabancılaşmış bir toplumdan olimpik ruhu benimsemesi ve konuklarına yansıtması da beklenemezdi. 2020 Olimpiyatları’nı Tokyo’nun düzenleyeceğinin açıklanmasının ardından hükümet üyelerinin/destekçilerinin Gezi eylemleri üzerinden muhalefeti suçlaması ve muhalefetin de iktidarı otoriterlik üzerinden eleştirmesi bu duruma kanıt olarak gösterilebilir.

Türkiye’nin çoğulcu siyasal anlayış, çok kültürlülük ve hoşgörü üzerine temellendirdiği olimpiyat kampanyası IOC üyeleri tarafından samimi bulunmamıştır. Daha önce de belirttiğim gibi Gezi Eylemleri, Türkiye’de çoğulcu bir siyasal anlayışın yapılandırılamadığını kanıtlamıştır. Çok kültürlülük ve farklılıklara saygı gibi olimpiyatların ruhunu yansıtan normlar noktasında da Türkiye yeterli inandırıcılığı gösterememiştir. Yıllardan bu yana Kürt Sorunu ile mücadele eden bu sorunu çözme noktasında gereken toplumsal/siyasal iradeyi gösteremeyen Türkiye görüntüsü ciddi bir olumsuzluk kaynağı olmuştur. Bunun yanı sıra, tam da olimpiyatlara ilişkin kararın açıklanacağı günlerde türban/başörtüsü krizinin yeniden gündeme gelmesi/getirilmesi, Türkiye toplumunda çok kültürlülüğün, farklılıklara saygının ve hoşgörünün yerleşmemiş olduğuna dair bir kanı oluşmasına neden olmuştur.

Olimpiyat başına 8-10 madalyayı ancak görebilen ve bu madalyaları da oldukça sınırlı branşlardan elde edebilen Türkiye, bu görüntüsüyle olimpik bir ülke görünümüne sahip değildir. Türkiye, olimpiyatın asıl ruhunu yansıtan yüzme, atletizm, jimnastik gibi belli branşlarda hiçbir etkinlik gösterememekte ya da ithal sporcular/atletler ile varlık göstermeye çalışmaktadır. Üstelik bu spor dallarına ilişkin çok ciddi bir altyapı eksikliği ve bilgisizlik Türkiye toplumuna/spor camiasına hâkim durumdadır. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) bu denli büyük bir zihinsel devrimin 7 yıl içerisinde gerçekleştirileceğine inanmadığından olsa gerek Türkiye’ye olimpiyat vermemeyi tercih etmiştir. Haziran 2013’te düzenlenen Dünya Gençler Futbol Şampiyonası’nda tribünlerin boş kalması ve Türkiye’de belli branşlar dışında spora ilginin oldukça düşük olması da IOC’yi bu kararı almaya itmiştir.

Arap Baharı sonrası çok ciddi bir bölgesel krizin/çatışmanın içerisine sürüklenen ve adeta bu krizi kendisine bulaştırabilmek için mücadele eder bir hale bürünen Türkiye’nin olimpiyat düzenlemesi fikri IOC’ye mantıksız gelmiş olsa gerektir. Komşusuna askeri operasyon düzenlenmesi için uluslararası aktörleri göreve çağıran, sınırlı bir operasyonla dahi yetinmek istemeyen bir ülkenin, barış ve farklılıklara saygı üzerine temellendirilmiş olimpik ruhu içselleştirmesi mümkün olmasa gerektir. Ortadoğu’daki krizin uzun bir süre devam edeceğine yönelik bir ön kabulün bulunması ve bu krizin Türkiye’de ciddi güvenlik sorunlarına neden olabileceği düşüncesinin IOC üyeleri tarafından paylaşılması, 2020 olimpiyatlarını Tokyo’ya taşımıştır.

Türkiye’nin olimpiyatları düzenlemesini engelleyen bir diğer olumsuzluk ise, son dönemde Türkiye ile AB’nin lider ülkeleri arasındaki gerginliğin artması ve Türkiye’nin izlediği dış politika ile AB üyelik hedefinden uzaklaşıyor görüntüsü vermeye başlamasının IOC delegeleri üzerinde yarattığı etki olmuştur. Özellikle 2007 yılından itibaren uluslararası basında yer almaya başlayan ve Arap Baharı sonrası adeta zirve noktasına ulaşan “eksen kayması” tartışmalarının, Türk hükümeti ve AB’nin lider ülkeleri arasındaki gerginlik ile ayyuka çıkmış olması, IOC’nin Avrupalı delegelerinin, Madrid elendikten sonra dahi, oylarının önemli bir bölümünü Türkiye’ye vermemesine neden olmuş olsa gerektir. İstanbul’un oylamayı 36’ya karşı 60 oyla kaybetmiş olması da bu durumu doğrulamaktadır.

IOC delegelerinin olimpiyatların düzenlenmesi noktasında herhangi bir sorunun yaşanmasını önleme dürtüleri, onları dünyada ekonomik/siyasal istikrarın adresi sayılan ve altyapı anlamında herhangi bir sorunu olmayan Japonya’yı tercih etmeye itmiştir. Bu noktada Japonya’nın, güçlü Japon şirketleri eliyle izlediği lobi faaliyetlerinin gücü ve kapsayıcılığı da önemli bir faktör olarak ele alınmalıdır. Öyle ki, Fukuşima’da yaşanan nükleer sızıntı dahi Japonların 2020 adaylığını fazla etkilememiş ve özellikle Asya delegeleri Japonya’nın arkasında durmuştur.

İstanbul 2020 artık bir hayal. Öyleyse bu hayalin üzerinde fazlaca durmamak ve olimpiyatları almamızı engelleyen ve önemli bir kısmını yukarıda sıralamış olduğum faktörler üzerinde durarak eksikliklerimizi tamamlama yönünde çalışmaya başlamamız gerekmektedir. Ancak 2024 Olimpiyatları için ABD’nin çok güçlü bir aday olduğunu ve daha şimdiden çalışmaya başladığını unutmamak gerekir. Yani önümüzde kat edilmesi gereken çok uzun bir yol ve geçilmesi gereken çok önemli bir rakip bulunmaktadır. Bu çerçevede işe koyulurken öncelikle topluma/siyasete hâkim olan kutuplaşmayı ortadan kaldırmak ve kucaklayıcı bir siyasal anlayışı kurgulamak gerekmektedir. Kendi içimizde dayanışmayı, hoşgörüyü ve çok sesliliği hâkim kılmadan olimpik ruhu içselleştiremeyeceğimizi unutmamalıyız.

 

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...