Osmanlı’da Sivil Toplum Unsurları: Vakıflar Örneği

Özet

Sivil toplum kavramı değişen bu dünya içinde sabit kalmamış ve değişim göstermiş bir kavramdır. Bu noktada özellikle Gramsci ve Marx gibi önemli düşünürler sivil toplum kavramının gelişmesinde diğer düşünürlere göre daha modern anlamda rol oynayan önemli düşünürlerdir. Sivil toplum kavramını tarihte yer almış bir imparatorluk olan Osmanlı üzerinden değerlendirdiğimizde devlet rejimlerinin sivil toplumun gelişmesinde büyük rol oynadığını söyleyebiliriz. Çünkü Osmanlı’nın barındırdığı yönetim ve toplum yapısı sivil toplumun gelişmesi önüne bir taş koymuş gibidir. Bu duruma tamamen zıt yönde bakan araştırmacılar da mevcuttur. Bu araştırmacıların Osmanlı’da sivil toplumla bağdaştırdıkları bazı kurumlar vardır. Loncalar, teşkilatlar, vakıflar ve örgütler buna örnektir. Bu araştırma vakıflar ve sivil toplum üzerinden yazılmıştır. Bu araştırmanın amacı, “Osmanlı’daki vakıfları bir sivil toplum kuruluşu olarak değerlendirebilir miyiz?”, “Vakıflar günümüz sivil toplum kuruluşlarıyla aynı özellikleri mi içermektedir?” gibi sorulara cevap aramaktır. Bunu yaparken de vakıfların idari ve sosyal yapısının özelliklerine değinilecektir. Bunun yanı sıra genel olarak teşkilat ve loncaların da özelliklerinin yer aldığı bölümlere kısaca değinilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti’nin Toplumsal Yapısı, Sivil Toplum, Vakıflar, Lonca, Teşkilat.

Abstract

The concept of civil society is a concept that has not remained constant in this changing world and has changed. At this point, especially significant thinkers such as Gramsci and Marx are considerable thinkers who play a more modern role in the development of the concept of civil society than other thinkers. When we evaluate the notion of civil society in terms of the Ottoman Empire, an empire that took place in history, we can say that state regimes played a remarkable role in the development of civil society. The reason for this is that the administrative and social structure of the Ottoman Empire is an obstacle to the development of civil society. Some researchers look at this situation in the opposite direction. There are some institutions that these researchers associated with civil society in the Ottoman Empire. Such as guilds, organizations, and foundations. This research was written on foundations and civil society. The purpose of this research, can we consider the foundations in the Ottoman Empire as a non-governmental organization? Do foundations have the same characteristics as today’s non-governmental organizations? This research will generally answer these questions. While doing this, the characteristics of the administrative and social structure of the foundations will be mentioned. Also, the sections that include the characteristics of organizations and guilds, in general, are briefly mentioned.

Keywords: Social Structure of the Ottoman State, Civil Society, Foundations, Guild, Organization.

Giriş 

Sivil toplum kavramının tarihsel gelişimi çok eskilere dayanmaktadır. Her dönemde değişen ve gelişen koşullarla birlikte sivil toplum kavramı yeniden yorumlanmıştır. Sivil Toplum Kavramı Batı’da farklı yorumlanmış olup, Osmanlı İmparatorluğunda farklı yorumlanmıştır. Toplumsal yapı ve din bu farklı yorumlanma sebeplerinin öncüsüdür. Osmanlı İmparatorluğunda bu koşullar altında sivil toplumun varlığı vakıflar başta olmak üzere teşkilatlar şeklinde örgütlenmiştir. Her toplumun kendi değerlerine göre Sivil Toplum kavramı yeniden yorumlanmış olsa da günümüze kadar ulaşmış olup, günümüz dünyasında Sivil Toplum oldukça önemli bir konuma sahiptir. Bu araştırma yazısında Osmanlı’da sivil toplumun varlığı ve gelişimiyle ilgili olarak Osmanlı toplum yapısı incelenecek olup toplum yapısının sivil toplumun gelişmesi üzerindeki etkileri göz önüne serilecektir. Son olarak Osmanlı’da sivil toplumun varlığı noktasında bazı araştırmacılar tarafından kanıt gösterilen loncalar, teşkilatlar ve vakıflarla ilgili olarak bilgiler verilecektir. Araştırmanın son ve en önemli kısmında ise öncelikli olarak özellikle vakıflar üzerinden Osmanlı’da sivil toplumun varlığı ve gelişimiyle ilgili analizler sunulacaktır.

Literatür Taraması

Bu araştırma yazısını yazarken genel olarak ikincil kaynaklardan yararlanılmıştır. Bu konuyu daha önce tamamen bu perspektiften araştıran genel olarak iki isim öne çıkmaktadır. Bu isimler Abdülkadir Buluş ve Sinem Yıldırımalp’tir. Literatürde bu konuyla ilgili ulaşılabilir kısıtlı kaynaklar olduğunu söylemek gerekir. Genellikle bu konu araştırmacılar tarafından bu araştırmanın aksine belirli bir vakıf üzerinden ele alınarak araştırmalar oluşturulmuştur. Bu iki yazar dışında Osmanlı’da Vakıfların Yeri ve Önemi isimli makalesiyle Kemal Bostan’ın da akademik literatüre özellikle Osmanlı’daki vakıfların özelliklerinin aktarılması noktasında büyük katkı sunmuştur. Aynı şekilde Mustafa Karazeybek de vakıfların işleyişleri ve idareleri noktasında katkılı bilgiler sunmuşlardır.

1. Sivil Toplum Kavramı

Sivil Toplum kavramı antik Yunan’da ilk kez tartışılmaya başlamıştır. Bu tartışmaların temeli Antik Yunan’da kent devletlerinde özgür vatandaşların ortak olarak kullandığı alan ve her bir bireyin özel olarak kullandığı alan ayrımından çıkmıştır. Sivil Toplum kavramını ilk olarak Aristo ve Platon kullanmıştır. Aristo sivil toplumu, siyasal toplumu belirtmek için kullanılan “politike koinonia” da yasalarla belirlenmiş kurallar sistemi içindeki özgür ve eşit kabul edilen yurttaşların siyasal toplumu, ahlaki bir kamu olarak tanımlamıştır (Tamer, 2010). Sivil toplum kavramı, Locke ve Rousseau gibi düşünürler tarafından farklı biçimlerde yorumlanmıştır. Locke’tan kısaca bahsetmek gerekirse Locke devlet ve sivil toplumu birbirinden ayırmıştır. Locke sivil toplum kavramından bahsederken insan doğasından söz eder ancak ona göre insan doğası bir çatışma hali değildir. Hatta ona göre çatışma doğa durumuna zarar bile verebilir. Bu bağlamda sivil toplum içinde bireyler özgürdür. Günümüz anlamıyla sivil toplum kavramını ilk kullanan Hegel olmuştur. Hegel toplumsal ilişkileri ve devletin düzenlediği koyduğu kuralları siyasal toplum olarak isimlendirirken özel alanları ise sivil toplum kavramıyla nitelendirmiştir (Başeğmez, t.y. s.7). Karl Marx ve Gramsci ise sivil toplum kavramının gelişimi için büyük önem taşımaktadır. Çünkü iki isim de sivil toplumu farklı anlamlandırmıştır. Karl Marx devletin sivil topluma bağlı olduğunu ifade eder. Marx sivil toplum kavramını ekonomik politikalara dayandırmıştır. Gramsci ise sivil toplumu üst yapısal kurum olarak değerlendirir. Onun sivil toplum kavramı sadece ekonomiyi kapsamaz. Kültürel ve siyasal alanları da içinde barındırır. Sivil Toplum kavramı yukarıda da anlatılan düşünürler tarafından önemli ölçülerde açıklanmış ve günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. 

2. Osmanlı Devletinin Toplumsal Yapısı ve Sivil Toplum 

Osmanlı toplumu etnik, dini ve birçok kültürel farklılığı içinde barındıran homojen olmayan bir toplum yapısına sahiptir. Osmanlı toplumunu şekillendiren birçok öğe vardır (Emecen, 2011). Osmanlı’da toplum ilk olarak yönetenler ve yönetilenler (halk) olmak üzere ikiye ayrılır. Yönetenleri içinde barındıran askeri sınıf kendi içinde padişah ve ailesi, seyfiye ilmiye ve kalemiye olmak üzere ayrılır. Yönetilenler sınıfı olan reaya ise kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlar millet sistemine ve yerleşim yerlerine göre yönetilen tebaa olarak ayrılırlar. Millet sistemine yönetilen kesimi gayrimüslimler oluşturur. Yerleşim yerlerine yönetilenler ise şehirliler, köylüler, konargöçerlerdir. Yönetenlerin içindeki en üst kademe elbette padişah ve ailesidir (Özkan, 2019, s. 267). Osmanlı Devleti yönetimin babadan oğula aktarıldığı patrimonyal devlet anlayışına sahiptir. Bu anlayışta ekonomi ve geleneksel kurumlara zarar gelmemesi padişahın otoritesi için sarsıcı olabilir. Bu doğrultuda Osmanlı devleti ekonomik olarak sınıfsal bir yapının kurulumuna izin vermemiştir. Toprak devletindir. Sosyal tabaka serveti belirlerdi. Mesela devlet adamları öldüklerinde servetleri artık Osmanlı devletine ait olurdu. Öldükleri zaman devlet mal varlıklarına el koyardı. Osmanlı devletinde sivil toplum niteliğinde teşkilatlar ve vakıflar büyük önem arz etmekle birlikte bu unsurlar hem devlet tarafından hem de halkın ve hayırseverlerin yardımlarıyla da desteklenmekteydi. Ayrıca bu iki unsurun zarar görmesi imparatorluk için büyük bir kayıp olarak değerlendiriliyordu (Çaha, 1994). Osmanlı İmparatorluğu’nda halk ile hükümdar arasında hiçbir sorgulayıcı yapının oluşmasına izin verilmemiştir. Bu yüzden Batı’nın aksine burjuvazi Osmanlı da gelişmemiştir. Bu Osmanlı’da sivil toplumun gelişmesini kötü yönde etkilemiştir. Osmanlıda halkın yönetiminde önemli bir yere sahip olan sistemler arasında yaygın olarak bilinen millet sisteminin yanı sıra Osmanlı’da devşirme ve tımar sistemleri de vardır. Devşirme diğer bir ismiyle kul sistemi idarenin içinde yer almakla birlikte amacı, merkeziyetçiliği daha güçlü kılmaktır. Ayrıca devşirme sistemi yönetenler içinde padişah ve hanedanının diğer yönetici grupları kontrol altında tutması için oldukça etkili bir sistemdir. Bunun yanı sıra hükümdarın, imparatorluğun topraklarını özellikle toprakta çalışan halkı yönetmesi ve vergi toplaması için sipahilere emanet ettiği sistem olan tımar sistemi yönetilenlere yönelik olarak oluşturulmuştur. Bu noktada Osmanlı devletinin yapısı ile sivil toplum arasında bir ilişki kurmamız gerekir. İlk olarak ekonomik olarak Lonca teşkilatları ön plana çıkmaktaydı. İkinci olarak sosyal yapılanmalarda ise medreseler ve vakıflar ön plana çıkmaktadır (Cihan, 2007). Geleneksel Osmanlı toplumunda her zaman için mutlak devlet egemenliğinin hâkim olduğu bir siyasal düzen mevcuttu. Bu doğrultuda ise devletin güçlü otoritesi sivil toplumun engellenmesinin başlıca nedenlerinden birini oluşturmaktaydı. Çünkü sivil toplumun en temel yapı taşlarından olan özerk sınıflar, devletin otoritesi altında gelişme gösterememişlerdir. Özerk sınıflar devletin otoritesi altında gelişememiş olduğundan sivil toplum tam anlamıyla sağlanmasa da toplum içerisinde faaliyet gösteren bazı kurumları bazı araştırmacılar tarafından sivil toplum unsuru olarak nitelendirilmiştir. Daha önce de bahsettiğimiz Lonca teşkilatı ile ilgili olarak biraz daha bilgi vermek gerekmektedir. Lonca teşkilatı (esnaf teşkilatı) devlet içinde çok önemli bir yere sahip olmakla beraber, kendi içinde hukuku sağlayarak devlete yardımcı oluyordu. Ancak bunlar özerk olmadıkları için sivil toplumun gelişimi engellenmiş olup, devlet gerekmedikçe bu teşkilatlara müdahale etmemekteydi (Cihan, 2007). Osmanlı devletinde teşkilatların haricinde tarikatlar ve dini kurumlar da sivil toplum unsuru olarak sayılmaktaydı. Ancak bu kurumlar devlet karşısında bir varlık gösterememişlerdir. Çünkü dini kurumun başında bulunan Şeyhülislam’ın ataması sultan tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bütün bu bilgileri özetlendiğinde son olarak Osmanlı devletinde dini kurumlar ile hükümet iç içe geçtiğinden devletin sivil yönleri çok geri planda kalmış olup, sivil toplum anlayışının da gelişimine engel olduğunu belirtebiliriz (Çekin, 2013, s.10).

3. Osmanlı Devleti’ndeki Vakıfların Sivil Toplum Üzerinden Değerlendirilmesi

Genel olarak vakıf kavramını tanımlayarak bu yazıya başlamamız gerekirse vakıf bir bireyin taşınabilir veya taşınmaz olan mülkünü kendi isteğiyle gerçekleştirilmesini öngördüğü hayri ve sosyal hizmetlere ithaf ederek malını ve mülkünü geri alamayacağı şekilde yine bu hayri ve sosyal hizmetlere bağışlamasıdır diyebiliriz (Ateş, 1983, s.17). Osmanlı döneminde vakıfların genelinin dini temele dayanıyor olup vakfedenin vakfını geri alamaması vakıf kurumunun Osmanlı’da sürekli bir kurum haline gelmesinde etkili olmuştur (Kazıcı, 1985, s. 28 akt. Bostan, 2017, s. 120). Bostan’a (2017) göre Anadolu topraklarındaki vakıflar Türk kültür ve medeniyetinin gelecek nesillere aktarılmasında önem teşkil eden kuruluşlardır (s. 120). Çünkü vakıflar bulundukları çağın toplumunun ekonomik koşullarını, kültürlerini, sosyal politikalarını en iyi şekilde yansıtabilecek aracılardır. Buluş’a (2009) göre Osmanlı devleti bünyesinde bulundurduğu vakıfların sayısına bağlı olarak Vakıf Medeniyeti şeklinde de adlandırılmıştır. Bu durumunun gerekçesi olarak Osmanlı devletinde vakıfların avarız, tekalif-i örfiye, öşür gibi birçok vergiden muaf olması gösterilebilir. Ayrıca diğer bir sebepte İmparatorluk olan Osmanlı’nın topraklarının büyüklüğü hesaba katıldığında devletin bu topraklarda merkezi-otoriteyi sağlamada güçlük çekmesidir. O dönemde belediyecilik ve yerel yönetim algısının geç oluşması ve günümüzdeki gibi teknolojik imkanlara sahip olunmaması hükümdarın daha doğrusu iktidarın topraklarının her birinde merkezi otoriteyi sağlamasını zorlaştırmıştır. Osmanlı da her ne kadar vakıfların işlevi sadece hayır ya da sevap işlemek temelinde algılansa da tek işlevleri bu değildi. Sivil toplum kavramıyla da bağlantılı olarak vakıflar dini görevi yerine getirme işlevi dışında toplumun sosyal ve ekonomik sorunların çözümü noktasında da oldukça önemli bir yere sahiptirler (Akbulut, 2007). Osmanlı’da sivil toplumun varlığı ya da yokluğu noktasında yorum yapabilmemiz için sivil toplum derken kastettiğimizin ne olduğu çok önemlidir. Vakıf tanımı dışında bakarsak vakıflar özellikle yükselişe geçtikleri Anadolu Beylikleri döneminde sadece hayır amaçlı olarak değil siyasi otoriteyi güçlendirme amaçlı olarak da açılmış veya kullanılmışlardır Bu vakıfların kurucuları genel olarak vakıf kurabilmeye imkanı olan zengin kesimdir. Bunlar birinci derecede hükümdarlar, oğulları ve kardeşleri olabileceği gibi ikinci derecede vezirler, beylerbeyleri, zeamet ve has sahipleri olabilir. Bunlara nazaran mesela şair ve ilim insanı olan kesim kazançlarının azlığından dolayı nispeten daha az vakıf kuran kesimi oluşturmaktadır (Ülken, 2006, s.9). Bunların yanı sıra Karazeybek’in (2020, s. 876) belirttiği gibi devletin başı olarak sultanların kurdukları vakıflarda vardır. Ayrıca bazı vakıflar bazı hanedan mensuplarına ve komutanlara ithafen de kurulmuştur. Bostan’ın (2017, s. 121) belirttiğine göre çeşit olarak Osmanlı’da vakıflar mahiyetleri, mülkiyetleri, idareleri ve kullanış şekillerine bağlı olarak birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Yani burada önemli olan nokta vakfı ne amaçla kurduğunuzdur. Osmanlı’daki vakıfların genel olarak hizmetleri şu şekildedir; hizmetlerine borcunu ödemede güçlük çeken vatandaşın borcunu ödemek, esir veya kölelerin azat edilmesi, fakirlere özellikle kış aylarında yakacak vermek, aşevleri ve çocuk emzirme yuvaları, su kuyuları, cami, mescit, çeşme ve sebil gibi yapılar inşa etmek ve bu yerleri halkın hizmetine sunmak gibi birçok farklı alanda topluma katkı için çalışmaktadırlar. Vakıfların dini, ekonomik, sosyal, kültürel ve hatta siyasi alanda bu denli çeşitli bir yapıya sahip olması ve toplumun hayatını kolaylaştırması vakıfları toplumun vazgeçilmez bir kurumu haline gelmesini sağlamıştır. Bu gibi işlevleri bakımından günümüz sivil toplum kuruluşuyla benzerlikler gösterdiği bir gerçektir. Yıldırımalp’a (2013, s. 59) göre bu gibi bilgilerden hareketle toplumun refahının sağlanması noktasında vakıfların bir sivil toplum kuruluşu olarak rol oynadığı söylenebilir. Osmanlı’da vakıfların hizmeti ve amaçları noktasında günümüz sivil toplum kuruluşlarıyla benzerlik gösterirken işlev ve devletle ilişkileri noktasında birbirlerine zıt düşmektedirler. Osmanlı’da vakıfların ortaya çıkmasına neden olan dini ve dünyevi birçok etmen bulunabilir. Bazı düşünürler bu olguları hayır işlemeyi istemek, devletin kamu hizmetlerini gerçekleştirme noktasında vakıfları aracı olarak kullanmayı istemek ve aile vakıflarının kurulmasını sağlamak şeklinde ifade etmişlerdir (Eren, 1987, s. 198). Osmanlı’da vakıfların sivil toplum algısıyla çeliştiği nokta devlete bağlı olan devlet denetiminde olan kuruluşlar olması noktasında yaşanmaktadır. Bu noktada genel olarak vakıfların kurucularının kim olduğu sorusu önemli bir sorudur. Daha önce de bahsettiğimiz gibi vakıflar genellikle maddi durumu iyi olan askeri sınıf tarafından oluşturulmaktadır. Çok az bir kısmı reaya tarafından kurulmuştur. Osmanlı’nın toplum yapısına baktığımızda askeri sınıf yöneten sınıfı yani devleti temsil ettiğine göre devlet tarafından kurulmuş olan bir vakfın devletten bağımsız olmasını beklemek olanaksızdır. Tekdüze bir toplum inşa etmek noktasında çabalayan yöneten sınıfın varlığında bireyciliğin gelişmemesi durumu ise normaldir ve yine günümüz sivil toplum algısıyla çatışmaktadır. Osmanlı toplumundaki bu tekdüzelik devletin sosyal ve ekonomik hareketleri kontrol altına almak için sosyal gruplaşmaları izleme ve buna bağlı olarak düzeni sağlama ve sürdürme anlayışından dolayı ortaya çıkmıştı (Yıldırımalp, 2013, s. 57-58). Osmanlı’da sivil toplum olgusuna en yakın unsur vakıfların aksine azınlıklara devletin müdahale edemeyeceği haklar sağlayan millet sistemidir denilebilir. Bunun yanı sıra loncalar, tarikatlar ve cemiyetler gibi kuruluşlarda sivil toplumla bağlantılı kuruluşlardır. Osmanlı döneminde sivil toplumun varlığı noktasında kuruluşlar üzerinden birçok farklı görüş bulunduğu da bir gerçektir. Osmanlı’da hükümdarın din üzerinden çok fazla ilahlaştırıldığı da söylenebilir. Ancak bu ilahlaştırma halktan değil doğrudan yönetici kesimden başlamıştır. Bu noktada Osmanlı’da sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesi gibi yüksek bir mertebeye konularak sultanın devlet anlamına geldiği Osmanlı’da devlete muhalefet edilmenin yolları tamamen kapatılmıştır. Sultan’ın otoritesini sınırlayan herhangi bir düşüncenin, eylemin veya bu eylemi ya da düşünceyi savunan bir kuruluşun varlığı mümkün değildir (Biber, 2009, s. 36). Üstelik padişahtan daha üstün bir insan olmadığını düşünen Osmanlı toplumunda muhalefet etmekle istenilen tepkiye veya desteğe ulaşılamadığı gibi tam tersi bir durumun da gerçekleşmesi mümkündü. Böyle bir yöneten ve yönetilen ilişkisini barındıran bu yapı sivil toplumun oluşması önündeki bir engel olarak nitelendirilebiliriz. Ancak buna rağmen vakıfların çok sayıda işlevleri ve yararları da vardır. Vakıflar sosyal güvenlik ve yardım sağlamak, gelir ve servet dağılımını düzenlemek ve sosyal ilişkileri düzenlemek noktasında ve son olarak eğitim ve sağlık hizmetlerinde ve istihdama katkıda bulunmak gibi konularda çok yararı dokunmuş kuruluşlardır. Bostan’ın (2017) da sunduğu örneklere bakarsak her düzeyde eğitim imkânı sağlanması için medreseler kurulmuş ve bunlar vakıflarca finanse edilmiştir. Sağlık alanında ise durumu ağır olan veya olmayan ilaçları edinmekte güçlük çeken hastalara ilaçlar karşılıksız olarak verilmiştir. Bunların yanı sıra vakıfların sosyo-kültürel alana da katkıları bulunmuştur. Kültürel faaliyetler ve güzel sanatlar alanında sorumlu olan tekkelere finansmanı vakıflar sağlamıştır. Ayrıca vakıfların siyasete sağladığı katkı ise Osmanlı iskân politikasında iskana sağladıkları katkı noktasında ortaya çıkmaktaydı. Osmanlıda vakıflar örneği ile sivil toplum meselesinin sivil toplum nedir sorusuna verilen yanıt noktasında çeliştiği açıktır. Peki günümüzde sivil toplumu biz en yaygın şekliyle nasıl tanımlıyoruz diye sorduğumuzda şu cevabı vermemiz gerekmektedir. Sivil toplum devletten bağımsız yani devletin kendisine müdahalede bulunmasına izin vermeyen, kişilerin izin alma ihtiyacı hissetmeden kümeleşerek örgütlenebildikleri, farklı toplumsal kesimleri veya düşünceleri barındıran örgütlere, diledikleri gibi girip diledikleri gibi çıkabildikleri, bireylerin kendi kaderlerini tayin etmede söz haklarının olduğu, insanların tek tek özgürlüklerinin temel argüman olduğu ve örgütlenerek sosyal, kültürel ve ekonomik faaliyetler ortaya koydukları alandır (Arslanel, 2010, s. 236 akt. Yıldırımalp, 2013, s. 71). Bu genel tanım üzerinden gidilerek Osmanlı’da vakıfların farklılaştığı noktaların üzerinden geçilebilir. İlk olarak vakıfların devletten bağımsız olmadığını bilakis devleti besleyen, devletin sınırlı kalmayı tercih ettiği kamusal hizmetlerin gerçekleştirilmesini sağlayan bir kuruluş olduğu gerçeğidir. Osmanlı’nın toplumsal yapısına istinaden bu tanımda görebildiğimiz toplumun taleplerini yöneten kesime ulaştırmak, devlet yönetiminde halkın yönetime ilişkin söz sahibi olması, yönetime katılabilmesi gibi en temel sivil toplum işlevlerine Osmanlı vakıflarında rastlanmamaktadır (Biber, 2009, s. 37-38). Reayanın yönetime katılamaması sebebi Osmanlı toplumunda yöneten ve yönetilen sınıfın keskin bir şekilde ayrılması gerekçe olarak sunulabilir. Vakıfların kurucularını çoğunluğunun yöneten kesimden olması o vakıfların toplum çıkarından ziyade devlet çıkarına hareket etmesine sebebiyet vermekteydi. Bu noktada vakıfların özelliklerine baktığımızda Osmanlı’daki vakıfların bireyden çok devlet odaklı olarak hizmet sunduğunu söyleyebiliriz. Bu durum da sivil toplum tanımı ile çelişmektedir. Ancak Osmanlı döneminde vakıfların bireyciliği tamamen reddettiğini söylememiz de çok kesin bir sonuca varmak olacaktır. Bunun yanı sıra Osmanlı’da vakıfların sivil toplum kuruluşu özelliği olarak karşılanmayan diğer bir yönü ise doğrudan gelir desteği sağlaması noktasında ortaya çıkmaktadır. Çünkü sivil toplum kuruluşu ihtiyacı olan bireye doğrudan gelir sağlamak yerine ona geçimini sağlayabilmesi için beceri ve yetkinlikler kazanması için mesleki eğitim tarzı faaliyetler gerçekleştirmelidir. İhtiyacı olan birey kendi emeğiyle para kazanabilmek için yeterliliğe sahip olmalıdır (Buluş, 2008, s. 35). Son olarak belirtmek gerekir ki gerek vakıflar üzerinden olsun gerekse Osmanlı’da diğer kurumlar üzerinden olsun sivil toplumun varlığı konusu tartışmalı bir konudur. Bu konuyla ilgili birçok görüş vardır. Bu araştırmada bahsedilen bilgiler genel olarak sivil toplumun Osmanlı’da neden olmadığı sorusuna cevap vermek için yazılmıştır.

Sonuç

Osmanlı’da vakıfların bu kadar çok olmasının sebebinin vergi muafiyetinin vakıf kuracak olanlara cazip gelmesi olduğu söylenebilir. Aslında Osmanlı’da vakıfların devletin kendi yararı için kullanıldığı söylenebilir. İçinde çok fazla toprak barındıran Osmanlı İmparatorluğunda devletin her yere yetişmesi o topraklardaki her halkı memnun etmesi mümkün gözükmüyordu. Halkın sorunlarını çözmek ve refahın sağlanması noktasında vakıflara ihtiyaç vardı. Ancak gerek kurulan vakıfların devlet ile ilişkisinde gerekse de kurucuları noktasında günümüz sivil toplum kavramıyla çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Örneğin vakıfların kurucularının toplumda fakirlik, açlık gibi sorunlar çeken fakir kesimden olmaması sivil toplum önünde engellerden biri olmuştur. Osmanlı’daki Allah’ın sözcüsü konumundaki padişahın yönettiği devleti değiştirmek ve ondan özerk olmanın zor olduğu belirli bir gerçektir. O yüzden sistemi veya devleti eleştiren ya da ona ters düşen bir vakfa rastlanamaz ve bu durum sivil toplumun gelişimi için de engeldir. Ayrıca yöneten sınıfından biri yönetilen sınıfında olamayacağı gibi yönetilen sınıfından biri yöneten sınıfına dahil olamaz. Sınıflar arası ayrım değiştirilemez. Sonuç olarak bu bilgiler ışığında Osmanlı’da sivil toplumun gelişimini engelleyen ya da gerileten unsurların Osmanlı’nın toplumsal yapısından ve idari yapısından kaynaklandığının değerlendirmesini yapmak gereklidir.

Ecem Kartal

Hilal Sinem Güven

Sivil Toplum Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça

Başeğmez, C. (t.y.). Sivil toplum ve sivil toplum-devlet ilişkileri. Lefke: Lefke Avrupa Üniversitesi. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi. Erişim Adresi: https://www.academia.edu/33095926/Sivil_Toplum_ve_Sivil_Toplum_Devlet_%C4%B0li%C5%9Fkileri (Erişim Tarihi: 7 Eylül 2021).

Biber, A. (2009) Türkiye’de sivil alanın darlığının tarihsel nedenleri üzerine bir değerlendirme. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 11(3), 27-42. 

Bostan, M. (2017). Osmanlı’da vakıfların yeri ve önemi. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Dergisi. 2(7), 120-128. 

Buluş, A. (2009). Sivil toplum kuruluşlarına tarihsel bir örnek: Osmanlı vakıfları. Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 8(16), 21-35.

Cihan, A., İ. Doğan. (2006). Osmanlı toplum yapısı ve sivil toplum. 3F Yayınevi.

Çaha, Ö. (1994). Osmanlı’da sivil toplum. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 49(3), 79-99.

Çekin, A. (2013). Batı’da ve Türkiye’de sivil toplum ve din. Marife Dini Araştırmalar Dergisi. 13(2), 23-43.

Eren, F. (1987). Osmanlı dönemi vakıfları. Vakıf Haftası Dergisi, 5, 195-201.

Karazeybek, M. (2020). Kuruluş döneminde Osmanlı vakıfları. Tarih Okulu Dergisi, 13(45), 868-901.

Kaynar, M. (2005). Sivil toplumun kavramsal tarihi ve sivil toplumla ilgili güncel tartışmalar. H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 23(1), 339-369. 

Özcan, A, E., Uzun, E. Köse ve E. Kırca. (2019). Osmanlı Tarihi I Siyasi Tarih-Kültür ve Medeniyet (1299-1774). İdeal Kültür Yayıncılık.

Tamer, M. (2010). Tarihsel süreçte sivil toplum. Edebiyat Fakültesi Dergisi. 27(1), 89-105.

Yıldırımalp, S. (2013). Osmanlı dönemi sivil toplum ve devlet ilişkisinde vakıfların yeri Üzerine Bir Değerlendirme. Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi, 2(1), 49-77.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Covid-19 Sonrası Yeni Normal: Dijital Göçebelik ve Güneydoğu Asya

Ecem Hayırcı  Göç Çalışmaları O-Staj Programı ÖZET Günümüzde teknolojinin gelişmesi, küreselleşme, iş verenlerin...

”Deontolojik değil sonuççu liberteryenim” – Dr. Merve Karataş

Bu röportaj Zeynep Naz Terzi tarafından Liberal Demokrat Parti...

Hırvatistan’da Seçim Rüzgarları: Cumhurbaşkanı Milanović, Başbakanlık Koltuğu İçin Yarışa Giriyor

Hırvatistan'da Seçim: Hırvatistan siyasi sahnesi, Cumhurbaşkanı Zoran Milanović'in, Nisan...

İklim Değişikliğinin Göç ve Kalkınma Üzerindeki Etkileri

Esranur Tekin Göç Çalışmaları Stajyeri  GİRİŞ Göç, dünyanın hemen her ülkesini etkileyen...