Sivil Toplum

İsmail Akbal.(2017)Sivil Toplum: Sivil Toplum Düşüncesi, Sivil Toplum Kuruluşları ve Kamu Yönetiminde Karar Alma Üzerine Etkisi. İstanbul: Çizgi Kitabevi,200 sayfa,ISBN:6051960759

Bu inceleme İsmail Akbal’ın 2017’de çıkan kitabının üç bölüm halinde incelenmesinden oluşmaktadır. Kitabı oluşturan üç ana başlıkla paralellik gösteren bu üç bölümden; ilk bölüm sivil toplum ve kavramsal çerçeveyi, ikinci bölüm sivil toplum kuruluşlarını üçüncü bölüm ise sivil toplum kuruluşlarının karar alma süreçlerine etkisini incelemektedir. Bu makale her bölüme dair en can alıcı noktayı tespit edip derinlemesine bir inceleme sunma amacıyla kaleme alınmıştır. Üç bölümün sonunda kitabın literatüre etkisi ve genel eleştiriler sunulmuştur.

Birinci bölümde, sivil toplum kavramının tarih süresince gelişimini, sivil toplumun siyasal toplum ile birlikteliğini ve ayrılığını, Hobbes, Rousseau, Locke, Hegel Marx, Gramsci gibi düşünürlerin sivil toplum teorileri ile temel bir bakış açısı kazandırarak aktardıktan sonra, sivil toplumun modern toplumdaki anlamı ve yerini, dolayısıyla sivil alan ve kamusal alan ayrımını devlet toplum ilişkisi ile detaylandırılmıştır. Birinci bölümün sonunda, aktarılan tarihsel süreç ve farklı Avrupa düzenlerini açıklamak üzere geliştirilen farklı sivil toplum anlayışlarını göz önüne alarak, yazar bu sefer Türkiye’de sivil toplum düşüncesinin gelişimini ele alıyor.

Akbal’a göre sivil toplum Tanzimat döneminden bu yana Türkiye coğrafyasında öncelikle Türk aydın ve yöneticileri devamında halkın da katılımı ile büyük gelişme göstermiştir. Akbal, Şerif Mardin’den alıntı yaparak, batıda sivil toplumu oluşturan koşulların Osmanlı’daki ekonomik düzen, kapıkulu düzeni ve devletin halkı denetleme yetkileri sebebiyle bu coğrafyada olgunlaşmadığını belirtiyor (s: 92). Bugün Türkiye’de demokrasi unsurlarının ve demokratik faaliyetlerin batı kamuoyunun aksine tarihsel çerçevede bir temel bulamamasının sebeplerini başlıca batılılaşma sürecinde Bati yönünde gelişme isteğinin ve itici gücünün sürekli devletten gelmiş olmasına bağlamıştır. Bir diğer deyişle, Türkiye’de sivil toplum Batı’da olduğu gibi kendini hukuki düzen içerisinde politik topluma kabul ettirememiş, aksine devletin daha da detaylandırdığı hukuki düzenlemeler içinde izin verilmiş bir boşluğa ancak sahip olabilmiş, devleti denetleyen değil devlet tarafından denetlenen kısmi bir topluluk formunu ancak alabilmiştir.

Literatürün de hemfikir olduğu gibi Akbal, Türkiye’de sivil toplum en büyük canlanmasını 80 sonrası dönemde Turgut Özal’ın 1983-89 yılları arasında cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı döneme rastladığını belirtir. Bu süreçte, Türkiye hem demokratik liberal değerlerle tanışmış hem de özelleştirmeye giderek devletin ekonomideki egemenliğinin azaltılmasının bir sonucu olarak liberal ve sivil bir kültür anlayışı ile beslenmiştir. Ayrıca, önceden tektipleştirilen ve “türdeş” kalmaya baskılanan toplum, kültürel ve etnik farklılıklarını cinsel, siyasal, dinsel kimliklerini kamusal alanda savunabilir bu fikirler çerçevesinde toplumsal birliği farklılıklarının zenginliğinden beslenerek sağlar hale gelmiştir.

Akbal ilk bölümü şu şekilde noktalar: “Demokrasiyi temsiliyet üzerinden uygulamaya alan her ülkede, sivil toplum çoğunlukçu değil çoğulcu bir toplum yapısı sunarak temsili demokrasinin meşrutiyet krizini çözmek için bir çözüm olarak ortaya sunulmuştur. Demokrasi ve sivil toplum kuruluşları biri diğerinin göstergesidir. Halkın oy vermek dışında demokrasiye katılmasının bir diğer yolu da sivil toplumda aktif rol alma sorumluluğudur” (sf:101).

İkinci bölümde Akbal tarihsel ve politik bağlamdan kopmadan sivil toplum kuruluşlarının yapısını incelemiş; sivil toplum kuruluşlarının ilkeleri, özellikleri, işlevleri, demokrasideki ve küreselleşmedeki rollerini özetlemiştir. Bu roller arasında kamuoyu oluşturmak, küresel sorunların çözümünde devleti harekete geçirmek (insan hakları, iklim değişikliği, AIDS ile mücadele vb.), artan gelir eşitsizliğinde denge sağlamak, refah düzeyinin ülke içinde ve uluslararası alanda eşit dağılımını teşvik etmek gibi maddeler belirtilmiş ve açıklanmıştır. Bu anlamda sivil toplumun sosyal ve kültürel işlevleri politik işlevlerinin yanında göz ardı edilmemiştir. Akbal ikinci bölümün devamında, Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının tarihsel gelişimlerine daha yakından bir inceleme sunmuştur. İlk bölümde liberal ve demokratik etkinliklerin kamusal alanda en fazla görünürlük sağladığı Özal dönemi, bu bölümde 1970’lerin sosyo-politik yapısı ile eşleştirilmiş, 1980 sonrası on yıl ise dinselleşme ve İslamlaşma dönemi olarak tasvir edilmiştir. Bu bölümde verilen açıklamalara göre, 12 Eylül darbesinden sonra apolitize edilmiş toplum hareketleri, dini yapılanma ve örgütlenme de daha sık rol almış, özellikle Güneydoğu Anadolu’da patlak veren PKK sorunu, kamusal alanda yapılaşmaya giden her yeni sivil toplum kuruluşunun “Kürtçülük” yaptığına ilişkin yaftalamalarına maruz kaldığı bu yaftalamanın ancak dini STK’larda geçerli olmadığı belirtilmiştir. Her ne kadar aynı kamusal atmosfer içinde tahayyül etmek zor olsa da Akbal, ilk bölümde bahsi geçen bu dönemdeki (1980-90) liberal demokratik hareketlere örnek olarak: “Cuma ve Cumartesi Annelerini ve Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık” eylemlerini örnek vermiştir. 2000’lerde de sürekliliğini devam ettiren bu sivil itaatsizlik eylemleri devletin hesap verilebilirliğini ve şeffaflığını ve devletin hukuk karşısında kendine statüsüne sağladığı imtiyazları sorgulatmıştır. Ne yazık ki, iki eylem de ya sürekli bir kitleselleşmeyi sağlayamadığından ya da devletin protesto hakkını hiçe sayan dağıtma müdahaleleri sebebi ile devleti denetleme veya talep edilen hukuksal yaptırımlara ulaşma anlamında hedeflerine ulaşamamıştır. Akbal sivil toplum kuruluşlarının ve hareketlerinin Batı’ya nazaran cılız ve sonuçsuz kalmasının sebebini, tekrar Batı’daki burjuva ve iktidar ilişkisinin Türkiye tarihsel sürecinde gerçekleşememesine ve bu boşluğun yasalar yoluyla telafi edilme çabasıyla açıklamıştır.

Bu bölümde bahsedilen bir diğer ilgi çekici veri ise Kalaycıoğlu (1998)’nun, Dünya Değerler Araştırması (1989-91) belirttiği :“Ülkelere Göre Hiçbir Gönüllü Kuruluşa Üye Olmayan Seçmen Nüfus Oranları” (sf; 136). Türkiye için ifade edilen oran %94.7 iken bir sonraki en yüksek oran %65.6 ile İspanya’dan geliyor. Tablonun en altında ise, %10-15 bandında İzlanda, İsveç ve Hollanda bulunmaktadır.

Son bölüm sivil toplum kuruluşlarının karar alma mekanizmalarındaki etkisini konu almıştır. Burada önce söz konusu sivil toplum kuruluşlarının yapısallaşmasını etkileyen ve politik karar mekanizmalarına dahil olmaları için zaruri olan bazı özellikler incelenmiştir. Bu özellikler: Üye sayısı, mali kaynaklar, örgütlenme özellikleri ve sivil toplum kuruluşunun toplumsal statüsü olarak ifade ediliyor. Ancak bir sivil toplum kuruluşunun başarılı bir şekilde karar mekanizmasında rol alması için nasıl bir örgütlenme ve iletişim yapısına sahip olması gerektiği veya sosyal ve toplumsal statünün toplumsal görünürlük ve medya ile ilişkileri bunu iyi ve kötü yöneten STK’larla maalesef örneklendirilmemiştir. Devamında gelen sivil toplum kuruluşlarının siyasal kararları etkileme biçimleri, STK’ların faaliyetlerinin ve karar alıcıları etkileme yöntemlerinin ancak siyasal partiler üzerinden, oy kaygısı, lobicilik, parlamento ve kamuoyu üyelerine rüşvet ve tehdit gibi yöntemlerle açıklanmıştır. Bu açıklamalara göre, sivil toplum kuruluşları çoğulcu özelliklerini kaybetmiş belki de bu özelliğe hiç sahip olmamış, çoğunlukçu sistemi daha da güçlendiren bir üçüncü sektör haline gelmiştir. Akbal burada siyasi toplum ile sivil toplumu aynı pencerede işlemiş ve bunu karar alıcıları etkilemede tek ve genel geçer yöntem olarak sunmuştur.

Bu bölümde ayrıca Sivil İtaatsizlik teorilerine de yer verilmiş, günlük hayatta “eylem” ve “örgüt hareketi” olarak tabir edeceğimiz haksızlığa karşı tepki olarak kamusal alanda hukuki yaptırım arayışlarının birleştiriciliği ve ayrıştırıcılığını tartışmıştır. Bu noktada toplumun çevre sorunlarının gerek küreselde gerek yerelde, insanları birleştirici özelliği olduğu savunulmuş, siyasi kimlikleri ile bir çatışma yaşamadan çevre sorunlarına herkesin aynı duyarlılıkla müdahale etmek istediğini, bu bağlamda doğa sevgisi ile örgütlenmenin en iyi örneğinin Greenpeace’in Türkiye’deki ve dünyadaki faaliyetleri olarak gösterilebileceği belirtilmiştir. Devamında Greenpeace’in,Gökova ve Akkuyu Termik santralleri için gerçekleştirdiği çalışmalar aktarılmış ve “Greenpeace, sadece teknede vasıfsız boş gezen takımından ibaret değildir. Bu kuruluşta bilim adamları, ekonomistler ve politikacılar da vardır.” diye belirterek kanımca toplum nezdindeki önyargıları kırmaya çalışmıştır (sf.175).

Akbal’ın kitabı sivil toplum ile ilgilenen ve bu alanda bir bilgi birikimine sahip olmayan, kendini bu alanda gelişmek isteyenler için güzel bir başlangıç olacaktır. Ancak kitabın 2017’de yayınlandığını göz önüne aldığımızda, incelemeler genellikle 80 sonrası on yılı ele almıştır. Özellikle çevresel bilincin birleştirici özelliklerine değinilmesine rağmen, Gezi Parkı olayları kitabın ilgi alanı içerisine girememiştir. Sivil toplum etkinliklerinin demokratik değil de politik katılıma bağlı olarak değerlendirilmesi aslında, siyasi kimliklerin Türkiye örnekleminde kamusal alanda da ön planda olduğunu vurgulasa da bu durumun genel geçer kabul edilmesi, ve Türkiye sivil toplum yapılanmasına getirilen tek eleştirinin batının tarihsel sürecinden geçmemiş olması olduğu bu kitaba getirilebilecek birkaç eleştiriden biridir. Türkiye’de yayımlanan çoğu sivil toplum makalesinin ve yayının aksine Akbal’ın kitabında hâkim bir ideolojik görüş hissedilmemektedir. Ancak, belki de bilerek sağlanmaya çalışılan bu tutum sebebiyle Türkiye’de sivil toplum kuruluşları, sivil itaatsizlikler ve karar alıcılara etkileri anlamında sınırlı ve yüzeysel örnekler sağlanmıştır. Bu kitabın hem teorik hem de pratik anlamda sivil toplum açısından çok fazla konu başlığını içermesi ile de açıklanabilir.

 

ELİF BAYAT

Sivil Toplum Okumaları Staj Programı

 

Sosyal Medyada Paylaş

Previous article
Next article

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...