Uluslararası Bakış: Ege’de Yeni Bir Kriz mi?

Bugünlerde gündemin en çok tartışılan hususlarından biri de Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek’in gündeme getirdiği Ege Denizi’ndeki Bulamaç ve Eşek Adaları’nın Yunan askerleri tarafından 2004 yılından bu yana işgal altında tutulması meselesidir. Bu iki adanın statüsü, Türkiye ile Yunanistan arasında sürekli bir gerginliğin yaşanmasına neden olan adalar ve karasuları meselesi ile ilintili olduğu için çözümü de oldukça güç bir sürece işaret etmektedir. Tabii sorunun asıl kaynağının Yunan Devleti’nin Ege Denizi’ndeki yayılmacı emellerinden bir türlü vazgeçememesi olduğu da ortadadır.

Bulamaç ve Eşek Adaları, Aydın’ın Didim İlçesi açıklarında bulunan ve sanıldığı gibi küçük bir kaya parçası niteliğinde olmayıp üzerinde insan yaşamasına imkân verebilecek ölçüde büyüklüğe sahip birer ada durumundadır. Nitekim Bulamaç Adası’nın İstanbul’daki Büyükada, Eşek Adası’nın ise ondan çok daha büyük olduğu bilinmektedir. Her iki adanın Türk topraklarına uzaklığına göz gezdirdiğimizde ise farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Zira Bulamaç Adası’nın Didim’e uzaklığı 5,9 mil iken, Eşek Adası Türkiye anakarasına yaklaşık 9 mil uzaklıkta bulunmaktadır. Her iki ada da balıkçılık anlamında oldukça önemli bir güzergâhta bulunmakta olup, Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki varlığına ilişkin oldukça stratejik bir önem taşımaktadırlar.

Bilindiği gibi Türkiye ile Yunanistan arasındaki adalar ve karasuları sorunu uzun bir zamandan bu yana devam etmektedir ve adeta bir kördüğüm haline geldiği için çözüm noktasında herhangi bir ilerleme kaydedilememektedir. Ege Adaları’nın statüsü ve karasuları sınırlandırılması ile ilgili en temel belgeler 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 10 Şubat 1947 tarihinde imzalanan ancak Türkiye’nin taraf olmadığı Paris Barış Antlaşması’dır. Lozan Antlaşması Ege Denizi’ndeki adaların hukuksal statülerini tespit etmiş temel belge olarak kabul edilmektedir. Antlaşmanın 6, 12, 15 ve 16. maddeleri tamamıyla adalar sorununa ayrılmıştır. Antlaşmanın 6. maddesi, Türkiye ve Yunanistan’ın deniz sınırlarını 3 mil olarak tespit etmiş ve bu alan içerisinde bulunan ada ve adacıkların ilgili devlete ait olacağını belirtmiştir. Yine aynı antlaşmanın 12. maddesi Gökçeada(İmroz) ve Bozcaada ve Tavşan Adaları dışında kalan Ege Adaları ve özellikle Limni, Sakız, Semadirek, Midilli, Sisam ile Nikarya gibi Ege Adaları’nın 1913 yılında imzalanan Londra ve Atina antlaşmalarına istinaden Yunanistan’ın egemenliği altına girdiğini kabul etmiş, yalnızca İtalyan egemenliğine verilen ve antlaşmanın 15. maddesinde belirtilen bazı adaların haklarını saklı tutmuştur. Antlaşmaya aykırı bir hüküm bulunmadıkça Türk anakarasından 3 mil uzaklığa kadar olan ada ve adacıkların Türkiye’nin egemenliği altında olacağı bu maddenin kapsamı içerisine girmektedir. Lozan Antlaşması’nın 15. maddesine göre ise Türkiye, Oniki Ada ve Meis üzerindeki egemenlik haklarını İtalya’ya devretmiştir. Lozan Antlaşması’na göre Çanakkale Boğazı çıkışında bulunan Türkiye’ye ait Gökçeada ve Bozcaada ile Yunanistan’a ait Limni ve Semadirek adaları tamamıyla askerden arındırılmıştır. Bunun yanı sıra Türkiye topraklarına çok yakın olan Sakız, Sisam, Nikarya ve Midilli ile daha birçok ada üzerinde Lozan Antlaşması’nın 13. maddesine istinaden polis ve jandarma kuvveti dışında asker bulundurulması yasaklanmıştır.

İtalya’ya devredilmiş Oniki Adalar ile Meis Adası’nın hukuksal statüsü ise II. Dünya Savaşı’nın ardından yeniden gündeme gelmiş ve 10 Şubat 1947’de imzalanan Paris Antlaşması ile Oniki Ada Bölgesi’nde İtalya’ya bağlı 14 ada ve adacığın egemenliği antlaşmanın 14. maddesi ile Yunanistan’a devredilmiştir. Ancak bu adaların üzerinde de asayişi sağlamak üzere polis ve jandarma birlikleri bulundurulabileceği de ortaya konmuştur.

Ne var ki Yunanistan, Lozan Barış Antlaşması’nın Ege Adaları’na ilişkin silahsızlandırmayı içeren hukuksal boyutunun 1936 yılında imzalanan ve Türk Boğazları’nın silahlandırılmasını içeren Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ortadan kalktığını belirterek, Ege’deki tüm Yunan adalarının silahlandırılabileceğini belirtmiş ve bu yönde çalışmalara başlamıştır. Yunanistan, Oniki Ada’nın statüsünü belirleyen Paris Antlaşması’nın da Türkiye taraf olmadığı için, kendisine karşı ileri sürülemeyeceğini belirtmektedir. Türkiye ise, Montrö Sözleşmesi ile adaların statüsünün değişemeyeceğini, Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesinin bunu açıkça ortaya koyduğunu belirtmektedir.

Ege’deki bir başka anlaşmazlık kaynağı da karasuları meselesidir. Yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi Lozan Antlaşması, Ege’deki karasuları sınırını 3 mil olarak kabul etmiştir. Ne var ki, Yunanistan Eylül 1936’da Ege’deki karasularını 6 mile çıkardığını ilan etmiş ve Türkiye de Yunanistan ile olan dostluk ilişkilerini zedelememek için herhangi bir problem yaratmamıştır. Bu karar Yunanistan’ın Ege’nin %35’ini kontrol altına alması demek oluyordu. Daha sonraki dönemde, Ege Adaları’nın silahlandırılması ve Türkiye ile Yunanistan’ın arasının Kıbrıs Sorunu nedeniyle açılması sonrasında Türkiye 1964 yılında Ege’deki karasularını 6 mile çıkarmıştır. Böylece Türkiye, Ege’nin %8,8’ini kontrolü altına almıştır. Türkiye ile Yunanistan’ın kontrol ettikleri karasularının oranının aynı olmasına rağmen ortaya çıkan muazzam fark ise Yunanistan’a ait olan Ege Adaları’ndan kaynaklanmaktadır. Yunanistan’ın Ege’deki karasularını 12 mile çıkarmak istemesi ve 1995 yılında Yunan Parlamentosu’ndan bu yönde bir karar çıkarması ise Türkiye tarafından kabul edilmemiş ve Türkiye’nin Ege’deki egemenliğine, devlet bütünlüğüne, ekonomisine ve turizmine çok ciddi zararlar verip, Türk gemilerini Yunanistan’ın insafına terk edecek bu uygulamanın “casus belli” yani savaş sebebi sayılacağını belirtmiştir.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız hususlar ekseninde Bulamaç ve Eşek Adası’nın durumuna baktığımızda, her şeyden önce bu adalarda askeri tahkimat yapılamayacağının Lozan Antlaşması’nda açıkça ortaya konduğunu görüyoruz. Bu adalarda ancak asayişi sağlayacak kadar polis ve jandarma yer alabilir. Bunun yanı sıra bu adalardan Bulamaç Adası, Türk topraklarına 5,9 mil uzaklıkta bulunduğu ve Türkiye’nin Ege’deki karasuları 1964 yılından bu yana 6 mil olarak kabul edildiği için hukuksal anlamda kesin bir Türk egemenliği altında bulunmalıdır. Eşek Adası ise Türk topraklarına 9 mil uzaklıkta olduğu için ancak özel bir antlaşma varsa Türk topraklarında görülebilecektir. Yunanistan’ın ise bu adalar üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Zira bu adalar Yunan anakarasına 6 milden çok daha fazla uzaklıktadır. Her iki ada da Lozan ve Paris Antlaşmaları’nda Türk toprağı olarak gösterilmiş, hatta 1939 ve 1943 tarihli İngiliz haritalarıyla da bu durum açıklığa kavuşmuştur. Daha sonra ortaya konan çok sayıda haritada da bu adaların Türkiye’ye ait olduğu onaylanmıştır. Yani kıyılarımıza 5,9 mil uzaklıkta bulunan Bulamaç Adası gibi, 9 mil uzaklıkta bulunan Eşek Adası’nın da uluslararası antlaşmalar ve haritalarca Türkiye’ye ait olduğu kabul görmüştür.

Bu konu, Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek tarafından gündeme getirildikten sonra Didim İlçemizden bazı siyasetçilerimiz ve balıkçılarımızın her iki adaya ayak basmak için harekete geçtiğini ancak Yunan Askerleri’nin Türkiye’den gelen kafileyi adaya kabul etmediğini, ancak Yunan makamlarından gerekli izinleri aldıkları takdirde adayı gezmeye gelebileceklerini belirttiklerini görüyoruz. Zaten Yunan Donanması’nın, Türk balıkçılarını uzun bir süredir Bulamaç Adası’na 3 millik bir mesafe kala durdurduğunu biliyoruz. Bu da Yunanistan’ın, Türkiye’nin Ege’deki karasularını 3 mil, kendi karasularını da 12 mil olarak gördüğünü ve bunu Türkiye’ye kabul ettirmeye çalıştığını göstermektedir. Bu noktada uluslararası antlaşmalarla Türkiye’ye ait olduğu kabul edilen Bulamaç ve Eşek Adaları da bir oldu-bitti ile Yunan toprağı olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu durum 1996 yılında yaşanan Kardak Krizi’nde de yaşanmış ve Yunanlılar Kardak Kayalıkları’nı bir oldu-bitti ile kendi egemenliklerine almaya çalışmışlardı.

Gelinen noktada Türkiye’ye ait olan iki adanın 2004 yılından bu yana Yunan İşgali altında olduğunu ve Yunanlıların bu adaları Yunanistan bayrağı, kilise, askeri birlikler ve rüzgârdan enerji üreten bir santral ile kendilerine aitmiş gibi gösterdiğini görebiliyoruz. Bu durum DP lideri Zeybek’in haklı olduğunu gösteriyor ve ülkede Kardak Krizi’nde ortaya çıkan infiale benzer bir görüntünün belirmesine sebep olabilecek bir nitelik taşıyor.  Uluslararası antlaşmalara, karşılıklı iyi niyet beyanlarına ve iki ülke arasındaki yakınlaşma sürecine aykırı bir tutum olarak algılanan bu durumun ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin haklarının iadesi için Türk Dışişleri’nin Yunanistan ile sürdürüldüğünü açıkladığı istikşafi görüşmeler bağlamında bu adalara ilişkin egemenlik tartışmasını gündeme getirmesi ve Türkiye’nin lehine olumlu bir sonucun çıkmasını sağlaması gerekmektedir.

 

Göktürk Tüysüzoğlu

Giresun Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...