Uluslararası Hukukun Teorileri

Uluslararası hukukun kuramsal altyapısı iki rakip düşünceyle oluşturulmuştur. Bunlar, devletlerin sahip oldukları hakları aklın gereği olarak sunan doğal hukuk görüşü ve bu hakları gerekçelendirirken akli çıkarımlara değil devletlerin iradelerine ve uygulamalarına atıf yapan pozitivist görüştür.

Sosyal gereksinimleri adalete en uygun biçimde karşılayacağı düşünülen hukuka, başka bir deyişle, olması gereken hukuka doğal hukuk ya da ideal hukuk denir. Doğal hukuk görüşünü benimseyen düşünürlere göre bu hukuk insanın doğasında saklı bulunmaktadır ve akıl yolu ile bu hukuka ulaşılması olanağı vardır. Doğal hukukun temel ilkesi doğuştan kazanılan haklar varsayımıdır. Bu haklar adalet kavramı içinde yer almakta eşitlik ve özgürlük kavramları kapsamında temellendirilmektedir.

Tarihsel açıdan Antik Yunan felsefesine kadar götürebileceğimiz doğal hukuk düşüncesinin uluslararası hukuk alanındaki en önemli temsilcisi Hugo Grotius’tur(1583-1645). Grotius sadece doğal hukuk yönüyle değil, genel anlamda da uluslararası hukukun kurucusu olarak anılır. Genel bir tanımla, doğal hukuk düşüncesinin, adına ‘hukuk’ denen şeyin beşeri bir ürünü olmaktan ziyade onun altında bulunan ideal bir düzene işaret ettiğini söyler. Bu açıdan doğal hukuk, insan yapımı hukuk için model olması gereken bir yapıdır. Bu ideal hukuk farklı doğal hukukçu düşünürlerce farklı şekillerde temellendirilir. Bir görüşe göre doğal hukukun kaynağı doğa düzeniyken başka bir görüşe göre tanrı buyruğu ve istekleridir. Bir başka görüşe göre ise bu kaynak akıl olabilmektedir. Bu doğal hukukçu görüşler farklı temellere sahip olsalar da hakiki ve ideal olarak belirledikleri hukukun özellikleri açısından ortak düşüncededirler: Doğal hukukun ilke veya kuralları evrensel ve ebedidir; haklar ve yükümlülükler insanların, iktidarların arzu ve kararlarından bağımsız olarak mevcuttur. Grotius, akılcı doğal hukuk düşüncesini savunarak doğal hukukun tanrı olmasaydı da var olacağını söyler. Doğal hukuk bu anlamda, insanların bir arada yaşamlarının doğal sonucudur.

Grotius’un kuramsal yaklaşımlarını somutlaştırdığı önemli eserlerinden biri Mare Liberum(Serbest Deniz) adını taşır. Mare Liberum özetle, denizlerin uluslararası mülkiyete sahip olduğunu, bütün milletlerin, devletlerin denizlerde seyahat etme ve başka milletlerle, devletlerle ticaret yapma hakkına sahip olduğunu söyler. Grotius’un özellikle bu alanda dile getirdiği görüş, daha sonra evrensel kabul görecektir.

Doğal hukuk düşüncesi uluslararası hukuk alanında 1700’lere kadar etkisini sürdürmüştür. Ancak 18. yüzyıla gelindiğinde kilisenin Avrupa’daki etkisinin büyük ölçüde azalmış olması, ulus devletlerin ortaya çıkmaya başlaması ve bazı devletlerin ciddi bir güce ulaşması, doğal hukukun egemenlerin iktidarını sınırlayan taleplerinin sorgulanmasına neden olmuştur. Sonuçta, dönemin önemli bir Hollandalı düşünürü Cornelis van Bynkershoek (1673-1743) öncülüğünde, uluslararası hukuktaki pozitivist yaklaşım oluşmaya başlamıştır. Bynkershoek için uluslararası hukuk kurallarının aranacağı ve dayandırılacağı yer, salt akli çıkarımlar değildir. Bynkershoek uluslararası hukuku devletlerin iradesine ve uzun süredir yapılan uluslararası örf ve adetlere, teamüllere dayandırır.

Genel anlamda pozitif hukuku tanımlayacak olursak belli bir dönemde yürürlükte bulunan hukuk kurallarının bütününe pozitif hukuk denir. Pozitif hukuk, hukuku salt somut öğe olarak görür. Olanla ilgilenir olması gerekeni görmezlikten gelir. Hukuksal pozitivizm doğal hukuktaki adalet, özgürlük, eşitlik gibi evrensel ilkeleri yeterince önemsemeyen, bunların yerine devlet gücünü, iradesini ya da zorunluluğu öne çıkartan bir anlayışa sahiptir. Bu iradeyi önemseyenler geçmişte de vardı. Özellikle İtalya’da Machiavelli, İngiltere’de Thomas Hobbes gibi düşünürler toplumun mutluluğu ya da devletin bekası için gücü ya da iradeyi her şeyin üstünde tutarak meşrulaştırmışlardı. Yönetici dokunulmazlık zırhına bürünerek bu iradeyi hayata geçirecekti. Doğal olarak, burada uygulanan hukuk sorgulanmaz, değiştirilmez, kendiliğinden iyi olan bir sistemdi.

Sonuçta uluslararası hukuktaki iki önemli teoriyi özetleyecek olursak, her zaman ve her yerde aynı şekilde egemen olması gereken, değişmez nitelik taşıyan temel ilkeler vardır. Bunlar akıl yoluyla araştırılıp bulunabilir. İşte gerçekleştirilmesi gereken bu değişmez ilkelerin bütünü doğal hukuku oluşturur. Hukuku somut bir öğe olarak gören, devletin egemenliğini her şeyin üstünde tutan ve ideal olanla değil, mevcut bulunanla ilgilenen ilkelerin bütünü de hukuksal pozitivizmi oluşturur. Bu bağlamda doğal hukuk için pozitif hukukun kendisini yenilemesi için ölçüt olma konumundadır diyebiliriz.

Ayşe Yanmaz

TUİÇ Stajyeri

 

Kaynakça:

1) BAL, Hüseyin, Hukuk Sosyolojisi, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınları, Isparta, 2003

2) POLAT, Necati, Ahlak,Siyaset,Şiddet: Bir Kuram Olarak Uluslararası Hukuk, Kızılelma Yayınevi, İstanbul, 1999

3) HART, H.L.A, Concept of Law, Oxford University Press, Oxford, 1997

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...