Yerel Yönetimler ve Demokrasi

Çok uluslu devletler başta olmak üzere, yoğun nüfusa sahip ve demokratikleşme kaygısı taşıyan bütün merkezi devletler için bir gereklilik olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi; Türkiye’de de hem idari, hem sosyal hem de kültürel bir ihtiyaç haline geldi.

Türkiye devleti bu sınavını nasıl verecek, bunun hikayesi daha yeni yazılıyor. Biz de Türkiye’de yerel seçimlere bir haftadan az bir zaman kala, sevgili hocamız Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile yerellik, demokratik özerklik ve anayasa konuştuk. Kendisine, vaktini bize ayırdığı için ve düşüncelerini bizlerle paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz…

 

Özerklik nedir?

Özerklik (otonomi) günümüzdeki koşullarda, esas olarak farklı yapısı olan bazı sosyal birimlerin, ki bu yerellikle, etnisiteyle ve dil gruplarıyla ilgili olabilir, kendi özyönetim sistemini kurması anlamına gelir. Özerklik, üniter sistemde de federal sistemde de olabilir. Şöyle ki, o yerel birimin kendi meclisi, kendi danışma konseyleri ile bazı kararları kendi bölgesel ihtiyaçları doğrultusunda alabilmesi demektir, yerel egemenlikle ilgili konular üzerinde yerel bir özyönetim anlamına gelir. Fakat özerklik kriterleri farklı coğrafyalara göre farklılık gösterebilir.

Avrupa Özerklik Şartı neden kondu? Yerel yönetimlere daha fazla özgürlük verebilmek için, yani kendi işlerini kendi iradeleri ile yapabilmeleri için. Bunun için de, Türkiye’nin çekince koyduğu maddeler, özellikle kararları paylaşmak ve danışmak ile ilgili şeylerdi. Türkiye’de merkez yerele danışmadan iş yapmayı tercih ettiği için, oradaki danışmayla ilgili maddelerini kabul etmedi. Ama özerkliğin bütün ülkeler için çok büyük faydaları var. Kendi kendini yöneten birimlerin sayısı ne kadar fazla olursa, merkezi yönetim üzerindeki yük o kadar azalmış olur ve merkezi yönetim ülkenin kalkınması için daha yaratıcı konulara, mesela eğitime/bilime ve sanata daha fazla pay ayırabilir. Ama sürekli merkezden yereli yönetme kaygısıyla hareket ettiğin zaman merkezi sistem de çok katılaşıyor ve o kaynaklarını ayarlayabilmek için kendini dahi yönetmede zorluk çekiyor.

Türkiye’de özerklik nasıl işler peki?

Türkiye’de henüz kurulmamış olduğu için bilmiyoruz. Ama talep edilenleri biliyoruz. Mesela bazı ülkelerde bu sadece eğitim ve sağlık ile kısıtlı olabilir. Bazılarında yerel güvenlik açısından sosyal anlamdaki kolluk güçlerini içerebilir. Bazı ülkelerde daha çok serbest ticaret ve kültürel ilişkilere ağırlık verebilir. Ama özerk bir sistemin yerel anlamda mutlaka kendi vergi sistemini oluşturması lazım ki kaynak geliştirebilsin. Özerklik merkeze bağımlılığa karşı bir hareket olduğu için, merkeze bağımlılığın azaltılması lazım. Bu genellikle şu şekilde oluyor, genel bütçe, askeri kararlar, vergilendirme kategorileri merkeze bağlı oluyor, ama diğer mesela hangi ders kitabını okutacaksın, hangi dilde eğitim vereceksin, özerk karar alınabilecek şeyler.

Türkiye’de hem siyasi kültürel açıdan hem tarihi açıdan baktığımızda, güçlü bir merkez ve sürekli bu merkezi koruma hali görüyoruz. Yerellik ve yerelin güçlenmesine karşı hep bir önyargı var…

Evet, bütün bunlar düşünüldüğü için zaten, ben öyle zannediyorum ki, bir “demokratik özerklik” çıkışı var. Aslında demokratik sıfatının oraya yerleştirilmesi, bütün özerkliklerin aynı olmadığı ile ilgili. Yani özerk bir birimin kendi içindeki farklılıklar üzerinde baskı uygulayabilme ihtimalini de önleyebilmek için demokratik sıfatı başına konmuş diye düşünüyorum.

Öyleyse özerk olan bölgede “egemen” herhangi bir toplum olmayacak, böyle anlayabilir miyiz?

Şimdi Kürtler üzerinden düşünelim. Mesela bölgesel bir özerklik dedik, bunu Diyarbakır meclisi ve birkaç kent birlikte yönetiyor farz edelim. Ancak bu özerk sistem içinde, mesela Mardin’deki Araplar, Türkmenler ya da Süryaniler üzerinde baskı oluşturmak ve tek ortak dil olarak Kürtçeyi empoze etmek, bunun dışında bir eğitim dili olamaz gibi baskıcı bir özerklikten bahsetmiyoruz, ki böyle baskıcı özerklikler de var. Mesela Güneydoğu Asya’da, Endonezya’da böyle örnekler var. Mesela Kırım da özerk ama ne kadar özerk, bugün başına neler geliyor bunlar hep tartışmalı. Dolayısıyla ben Abdullah Öcalan’ın, PKK’nin bu kaygılarla demokratik sıfatını kullandıklarını düşünüyorum. Demokratik özerklik bütün dünyada ne şekilde kullanılmış denildiğinde, aslında bu da böyle liberal anlamda kullanılmış. Yani, insanların özerkliğin içinde de demokrasiye saygı duyması öngörülüyor. Dünyada “demokratik özerklik” kavramı daha liberal içerikli olabilir.

“Demokratik özerklik” aynı zamanda, adı üstünde, halkın talebi doğrultusunda ele alınan bir kavram, anladığım kadarıyla?

Halkın talebi, tabii ki. Çünkü konu halkın kendi kendini, kendi özgün koşulları ve ihtiyaçları doğrultusunda yönetmesi. Kendi yerel meclisleriyle, yerel danışma gruplarıyla, halkın sürekli taleplerini alıp analiz etmek zorunda.

Yani doğrudan bir demokrasiden bahsedebilir miyiz?

Kurulan meclislerde her noktada doğrudan demokrasi olamaz. 1 milyonluk kentlerden bahsediyoruz. O türlü değil, fakat halkın taleplerini o temsilcilerin direkt olarak taşıması ve taşımadığı zaman denetlenebilirliği mekanizması söz konusu. Ve talepler, ana dilde eğitim, kendi kendini özgün ihtiyaçlara göre yönetmek. Bunlar netleşmiş talepler. Çünkü merkez daima senin taleplerini yakından analiz edemez.

Mesela özerk olan bölgede, Kürtçenin eğitim dili olduğunu düşünelim. Toplumun geri kalanına entegre olmakta sorunlar olacaktır?

Özerklik sistemi ve federatif sistemler bağımsızlıktan farklı şeyler. Bunlar, paylaşma esaslıdır. Dolayısıyla, Kürtçe tek başına öğretilecek diye bir şey yok. Kürtçe ve Türkçe yan yana öğretilecek. Fakat Mardin’deki Araplar da anadilde eğitim istiyorum dediği zaman, ona da engel olunmayacak. Demokratik kavramı orada, özerkliğin herhangi bir özerklik olmadığına dikkat çekmek için kullanılıyor.

Peki belli sınırların çizilmesi, bölgelerin belirlenmesi durumu yok öyleyse?

Hayır, şehir bazında olabilir, bölgesel özerklik de olabilir, kültürel özerklik de olabilir.

Peki bu Türkiye genelinde uygulanabilir mi? Yani sadece etnisite veya dil farklılığı sebebiyle değil, kültürel açıdan ve ihtiyaçlar açısından İstanbul, İzmir veya herhangi bir bölgenin yerel yönetimlerinin güçlendirilmesinden, özyönetimleri olmasından bahsedebilir miyiz?

Evet bu olabilir. İstanbul kendi başına olabilir, Trakya olabilir, Marmara bölgesi olarak (İznik, Bursa vs) düşünebiliriz. Bunlar olabilir. Bu aslında Türkiye’nin her yerde ihtiyacı olan bir şey. Zaten Kürtlerin bu önerileri genel ihtiyaçla meşruiyet kazanıyor. 2010 yılının sonundaki Demokratik Toplum Kongresi’nin önerdiği özerklik içinde bazı problemler vardı. Ama özünde, daha önce DTP tarafından 2007 yılında açıklanan, istenen özerklik yerel olarak özyönetime imkan verecek ve bütün Türkiye’nin merkezin ağır baskısından kurtulmasını sağlayacak bir öneriydi. Mesela İstanbul’un tarihsel olarak, kozmopolit oluşu, göç alan bir yer olması gibi özellikleriyle farklı ihtiyaçları var. Aynı şekilde Konya, Nevşehir’in özgün başka ihtiyaçları ve talepleri var, yine aynı şekilde Antalya’da Mersin’de turizm ön plana çıkıyor ve oranın başka öncelikleri var.

Peki Kürdistan ne ifade ediyor?

Kürdistan meselesine gelince, o bir beşeri coğrafyanın adı, bir insan coğrafyasının adı. Aynı dili kullanan, tarihte Orta Asya’daki Türk dilli halklar için Türkistan deniyordu. Bizim burası ise daha farklı, sınır aşırı paylaşılan bir etnik grup var. Mesela Türkiye Orta Asya’dan uzak, arada Ermenistan, Gürcistan var. Sonradan arkasından Türkistan geliyor. Ama burası, tamamen birbirine bitişik durumda. Ve Kürdistan denince, Kürt dilli halkların yaşadığı bölge kastediliyor. Abartılacak bir şey yok aslında. Ama işte bundan dolayı korkular var, acaba bölünür müyüz gibi. Türkiye’nin bölünme korkusu kuruluş noktasından beri var olduğu için biz değişime uğrayamıyoruz. Oysa yerelin güçlenmesi İstanbul için de aynı şekilde ihtiyaç. Karadeniz’in batısı ve doğusu arasında da çok fazla farklılık var, burada da ihtiyaç. Ve o özgün ihtiyaçları, onların yarattığı talepleri toparlayıp sınıflandırıp, analiz edebilecek tek güç yerel güçtür. Yerel güç dediğimiz şey, halkla ve oradaki belediye meclisi ve kent konseyinin bir aradalığı anlamına gelir. Kent konseyi dediğimiz şey ise önemli meslek gruplarının o kentteki temsilcilerinin yapılacak işlere fikir ve denetleme sağlamasıdır. Mesela mimar, arkeolog, sağlıkçı, şehir uzmanı, inşaatçı, eğitimci, tarihçi, coğrafyacı gerekebilir. Mesela bir köprü yapılacak değil mi, ona arkeologun da olur demesi lazım, mimarın da mühendisin de olur demesi lazım. Bu kent konseyi, bir danışma konseyidir. Meclis ayrıdır, o karar meclisidir.

Belediyelerde kent konseyleri bulunmuyor mu peki?

Kent konseyleri son 20 yıldır gündemde. Fakat ne zamanki yargı tarafından, KCK ile bağlantılı yerel yapılanma olarak dile getirildi, o zaman bu suç olarak görüldü. Yaklaşık 20 seneye yakındır kent konseyleri yavaş yavaş oluşmaya başladı. Yani bugün kamu yönetiminde de var ama danışmayı ve paylaşmayı özendirmediği müddetçe var ama yok… Yani Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceleri kaldırmak birinci aşama, yerelleri kendi özgün taleplerini kendi projeleriyle yönetmeleri ikinci aşama, mali ve diğer konulardaki özyönetim imkanını sağlamak da son aşama.

Peki Türkiye’de yerel seçimlerin bile genel seçim havasında geçtiği bir ortamda, sürekli merkeze atfın olduğu bir ortamda nasıl yerelleşebiliriz? Sonuçta yasayı da kanunu da yapan merkezi hükümet ve merkez genelde gücü yerelle paylaşmaya hevesli olmaz…

Yapamayız o zaman… Ancak halkın baskısıyla olur. Son 20 yılı düşünelim. Son 20 yılda Kürtlerin siyasi muhalefetinin kurduğu politika yapma geleneği küçük de olsa bazı şeyleri sağladı. Görünürde küçük ama verilen mücadeleyle birlikte aslında birtakım “özerklikler” sağladı.

Mesela Gezi olayını ele alalım. Ekolojik kaygılarla çıkan bir şey ama aynı zamanda bu bölge bize aittir, biz kullanıyoruz, tasarrufu da bizde olmalıdır hareketidir. Hem politik, hem yerel, hem ekolojik. Üçü yan yana. İşte özerklik dediğimiz şey de bu. Özerklik talebin varsa, merkezden kurtulmak istiyorsun. Bazı faaliyetlerini serbest, kendi öz taleplerinle bağdaştırmak istiyorsun. Kendi öz taleplerinle bağdaştıramayacağın işler sana yaramıyor çünkü. Halk bu konuda baskı yaratıyor. Sivil toplumla, medyayla, halk hareketleriyle, toplumsal hareketlerle yaratılan bu baskı sonuç olarak özgün bir yaratıcılığa evriliyor. Dışarıdan da bir baskı oluyor. Bir yandan Avrupa Birliği kamu idaresi reformunu yeniden gözden geçirin diyor.

“Dış mihrak” yani…

Bu dünyayı hepimiz paylaşıyoruz. Bütün dünya birbiriyle ilgili olmak zorunda. İşine geldiği zaman karşılıklı bağımlılık işine gelmediği zaman bağımsızlık olmaz. Biz mesela Ukrayna üzerinde Suriye üzerinde fikir belirtmiyor muyuz? Aynı şey. Kırım Türklerini orada savunmuyor muyuz?

Türkiye’de yeni Anayasa da yapılamadı…

Türkiye’de Anayasa Komisyonunda partilerin sayısına bakılmadan komisyon üyeleri eşit şekilde ayarlandı. Bu kritik bir konu olduğu için, her partiden 3 kişi olarak yaptılar o işi. Ama meclis başkanı yani yöneten AKP’den. Şimdi ne zaman ki anayasa komisyonunda bazı konularda birtakım değişimler olmasının artık zorunlu olduğu kavrandı, o zaman meclis başkanı çalışmaları iptal etti. MHP’ydi esasında birçok konuda özgürlükler konusunda, anadil konusunda taviz vermek istemeyen ama onların da evet diyeceği bir noktaya gelince durum, AKP parti olarak zora girdi, zora girdiği an anayasa komisyonunu lağvetti.

AKP başından beri uzlaşılamayacağını mı düşünüyordu?

Hayır, başında istiyordu. Ama sonra bu olaylar oldu, Gezi olayları ve Yolsuzluk Operasyonları… Orada sıkıştı, bu partilerin bazı konularda anlaşabileceğini hissetti ve o noktada bunu durdurdu.

Anayasa çok önemli, çünkü Anayasa ilk kez 1921-24’te mecliste yapıldı. Sonrakiler 1961 ve 82 müdahale ile yapıldı. Ve nihayet, küreselleşme nedeniyle ulus-üstü anayasalaşma sürecine girildi, evrensel insan hakları ve özgürlükleri bağlamında, uluslararası metinlere imza koyan ülkelerin o konularda kendilerini evrensel kurallara göre ayarlaması gerekiyor. Yani kadına karşı ayrımcılık metnine imza koyduysa, Türkiye’deki yasasını o şekilde uyarlaması gerekiyor. Avrupa Özerklik Şartı’na imza koyduysa, kamu politikasını ona göre yeniden düzenlemesi gerekiyor. Kyoto protokolünü imzaladıysa, ekoloji ile ilgili bütün ihlalleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu, ulusların üstünde bir evrensel anayasa sistemine göre anayasa yapılması demektir. Tabii eğer demokratik bir ülke/devlet olduğunu iddia ediyorsan ve uluslararası insan haklarının temel prensiplerine saygılıyım diyorsan, onları da imzalamışsın zaten, o zaman uyumlu olunacak. Dolayısıyla bu konuda da eğer özerklik şartını tamamen kabul ettiysen, o zaman oradaki yerel birimlerin taleplerini belli ölçülerde kabul etmen ve ademi merkeziyetçiliği ortaya çıkarman lazım.

Ama özerklik ilan edilen bir şey olamaz, tedrici olarak özgün projelerle inşa edilen bir şeydir. Diyarbakır Kürtlerin muhalif mücadelesiyle, İzmit yaşadığı korkunç deprem nedeniyle özgün bir belediyecilik yaratabildi bazı alanlarda, bazı konularda…

Bu röportaj 19 Mart 2014 tarihinde TUİÇ Dış İlişkiler ekibinden Serenay KAYKAÇ tarafından Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile yapılmıştır.

 

Sosyal Medyada Paylaş

Previous article
Next article

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...