Amerikan İşgali Sonrası Irak: İstikrarsızlık Dönemi

Irak’taki Amerikan askeri varlığı son bulurken, geri de ekonomik, siyasal, askeri ve toplumsal düzeyde yıkılmış bir enkaz bıraktığı görülmektedir. Saddam Hüseyin’in yarattığı yıkım, Amerikan işgal ile birlikte daha da derinleşmiştir. Amerikan işgalinin temel gerekçesini oluşturan kitle imha silahları konusunda hiçbir katın ortaya çıkartılamazken, petrol konusunda da Amerikalı şirketlerin ayrıcalıklar alamadıklarını belirtmek gerekir. Dolayısıyla 4, 500 Amerikan askerinin yaşamına, 32,000 askerin yaralanmasına, yaklaşık 1 trilyon dolar paranın harcanmasına yol açan Irak işgalinin ABD açısından gerekçesi daha da sorgulanır hale gelmiş bulunmaktadır. Ancak tüm sorgulamaların Irak realitesi üzerinde bir etkisinin olmayacağı ve esas önemli olanın Amerikan sonrası dönemde Irak’ın nasıl bir ülke haline dönüşeceği olduğu açıktır. Nitekim, Irak’tan asker çeken Amerikalıların da bundan sonra Irak’la ilgili yalnızca iyi niyet beklentileri içerisinde olacağı ve daha fazla bir şey yapabilecek güçte ve irade de olmayacağı görülmektedir. Amerikan işgali sonrası dönemde Irak’ın bölgedeki ülkelerin, halkların ve mezheplerin sorunu haline geldiğini şimdiden görmek gerekir.

Amerikan Sonrası Olası Senaryolar

Amerikan askeri varlığının Irak’tan geri çekilmesine dair, Amerikalı ve Iraklı yetkililer arasında görüşmelerin başlamasının ardından Irak ile ABD arasında 17 Kasım 2008 tarihinde imzalanan SOFA (Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması / Status of Forces Agreement) anlaşmasıyla, Amerikan birliklerinin 31 Aralık 2011 tarihine kadar Irak’tan geri çekilmesine karar verilmişti.[1] Nitekim Anlaşmadan yaklaşık iki yıl sonra 1 Eylül 2010’da Başkan Obama, muharip Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilme işlemlerinin tamamlandığını açıklamıştı. Muharip güçlerin çekilmesinin ardından Irak’taki Amerikan birliklerinin sayısı 50 binin altına düşmüştü. 2010 Ağustosundan sonra başlayan ikinci aşamada da geride bırakılan askerlerin 2011 sonuna kadar kademeli olarak geri çekilmesine karar verilmişti.[2] 14 Aralık 2011’de Amerikan askeri varlığının çekilmesiyle birlikte geride kalan yaklaşık 3.500 askerin de ay sonuna kadar çekileceği ifade edilmiştir. Böylelikle 2011 sonu itibariyle Irak’taki işgal gücü anlamındaki Amerikan askeri varlığı son bulacaktır. Bununla birlikte danışman statüsünde ve doğrudan Büyükelçilik bünyesinde 16 bin personelin Irak’ta faaliyetlerinin sürdüreceği ve aynı zamanda Iraklı birliklerin eğitimi için de yaklaşık 3 askerin de Irak’ta faaliyet göstereceği ifade edilmektedir. Ancak hem askeri hem de sivil personelin işgal gücü statüsünde olmayacağını açık bir şekilde belirtmek gerekir. Dolayısıyla 1 Ocak 2012 tarihinde ABD’nin diğer devletler gibi Irak’la da egemen bir ülke olarak ilişki kurmak zorunda kalacaktır. Nitekim, hem Amerikan askerlerinin hem de NATO kapsamındaki güçlerin Iraklı birimlere verdiği eğitim teknik desteğin Bağdat’ın söz konusu birimlere daha önce tanımak zorunda kaldığı ayrıcalıkları tanımayacağını açıklaması üzerine son bulacağı ifade edilmeye başlanmıştır. NATO tarafından yapılan açıklamada Irak misyonunun henüz son bulmadığı ancak sorunların aşılması konusunda görüşmelerin sürdüğü ifade edilmiştir. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı Falah al-Feyad de ayrıcalıklar konusunda Bağdat’ın kararını verdiğini açıklayarak 2009’dan itibaren geçerli olan anlaşmanın uzatılmayacağını ortaya koymuş bulunmaktadır. Aynı şekilde 2011 başında Amerikan askerlerinin de ayrıcalık taleplerine olumsuz cevap verilmişti. Böylelikle yabancı askerlerin Irak içinde işledikleri suçlardan dolayı Iraklı otoriteler tarafından yargılanmaları ve cezalandırılmalarının yolu açılmış bulunmaktadır.[3] Maliki’nin Ekim 2011’de Washington ziyaretinde Obama’nın 2011 sonrası dönemde kalıcı üsler elde etme talebini yenilediği ancak Maliki’nin buna olumsuz cevap verdiği ifade edilmektedir. Aynı şekilde Washington ziyaretinde de ABD’nin girişimlerine rağmen Suriye konusunda Maliki’nin herhangi bir açıklama yapılmaması dikkat çekicidir.[4] Sonuç olarak ABD’nin 2012’den itibaren Irak siyasetinde sınırlı bir etkiye sahip olacağını ve Irak’ın bölge ülkeleri arasındaki güç mücadelesinin arenası haline geleceği öngörülmektedir.

Bu bağlamda olası senaryolar üzerinde duracak olursak, askeri anlamdan geri çekilmesine karşın, ABD’nin Irak’ta istikrarı sağlamada başarısız olduğu son ayda gerçekleşen saldırılardan da anlaşılmaktadır. Güvenlik güçleriyle birlikte son bir ayda gerçekleşen saldırılar sırasında 258 kişi yaşamını yitirmiştir.

Her şeyin başında bir işgal otoritesinin son bulması ve olayların kendi doğasına uygun bir şekilde cereyan edecek olması olumlu bir durum olarak değerlendirilmelidir. Her ne kadar Irak açısından bakıldığında 2012 tarihi ciddi belirsizlikleri ve tehlikeler içeriyor olmakla birlikte, Amerikan işgalinin bunu engelleyemeyeceğini ve yalnızca süreci uzattığını görmek gerekir. Bununla birlikte Irak’ı bekleyen en önemli tehdit, ABD sonrası dönemde oldukça kanlı bir iç savaşın içerisine sürüklenmesi ihtimalidir. Son aylarda meydana gelen saldırılar ise, öne sürülenin aksine Maliki hükümetinin güvenlik sağlamada başarısız olduğunu göstermektedir. Ayrıca ülkedeki mezhepsel ve etnik gerginlikler, her geçen gün daha da tırmanmaktadır. Kerkük, Musul ve Bağdat’taki çatışma ve toplu öldürme olaylarında, mezhepsel gerginlikler oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Günümüzde yaşanan mezhepsel ve etnik gerginliklerin bir iç savaşa dönüşmesini engelleyen en önemli unsur, Amerikan askerlerinin Irak’taki varlığı olduğu dile getirilmektedir. Bazı kesimler ABD’nin gitmesinden sonra bazı Iraklı gruplar karşısında daha üstün bir konumda olacağını düşünmektedirler. Nitekim, Amerikan askerleri çekilmesini tamamlamadan Selahaddin İl Meçlisinin Federe bölge konusunda bir karar alması, Sünnilerin Şiilerin etkisini sınırlandırma girişimi olarak görülmektedir. Öte yandan ABD askerleri geri çekildikten sonra, hangi ülke (ler) veya gruplar Irak’taki mezhepsel ve etnik gerginliğin, ülkeyi parçalanmaya götürecek bir iç savaşa dönüşmesini engelleyebilme gücüne ve etkisine sahiptirler. Dolayısıyla 2012 tarihi, Irak açısından, ülkenin tümüyle parçalanmasıyla sonuçlanabilecek kanlı bir iç savaşın başlangıç tarihi de olabilir. Burada belirtmek istenen, Irak’taki güvenlik unsurunun büsbütün geri çekilmesi, hem Araplar, hem de Araplar ile Kürtler arasında sokak çatışmalarının yaşanmasına yol açabilecektir. ABD askerlerinin geri çekildikten sonra, yeniden Irak’a geri dönmesi ise oldukça zayıf bir ihtimaldir. Bu durumda ya BM barış gücü altında bir misyonun ya da bölge ülkelerinin soruna müdahale etmesi gündeme gelebilecektir.

Amerikan işgali sonrası döneme ilişkin birçok senaryo ortaya konulmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, Irak’ın 3, 4 veya daha fazla devletçiğe bölünmesi gündeme gelebilecektir. Ya da bölge ülkelerinin Irak aleyhine topraklarını genişletme politikası izlemeleri mümkün olabilecektir.[5] Elbette tüm bunların barışçıl bir şekilde gerçekleşmeyeceği de açıktır. Bu çerçevede hem Türkiye hem de bölge ülkeleri açısından 2011 sonrası dönemde Irak’ın izleyeceği siyasal, diplomatik, idari ve güvenlik politikası oldukça önemlidir. Bölgenin istikrarı ve güvenliği, bir anlamda Irak’ta meydana gelecek gelişmelerden bağımsız değildir. Diğer yandan ABD sonrası dönemde bölge ülkelerinin kendi çıkarları ve amaçları doğrultusunda daha güçlü bir şekilde Irak üzerinde etkinlik kurma mücadelesi içerisine girmesi ise, olası riskler arasında yer almaktadır. Dolayısıyla Irak’ın parçalanmasının ötesinde, ülke içi gelişmeler, bölgesel bir rekabetin de gerekçesi olabilir. Örneğin, Türkiye ile Suriye arasında karşılıklı alınan yaptırım kararlarının ardından İran, Irak ve Suriye arasında transit geçiş ve ekonomik işbirliğini geliştirme yönünde atılan adımlar dikkat çekicidir. İran’ın Şii gruplar üzerinde kurduğu denetim 2012 sonrası dönemde Bağdat’ın egemen ve bağımsız kararlar alması önünde engel oluşturmaktadır.

Bu çerçevede 2011 sonrası dönemde Irak’taki gelişmeler ve bölge ülkelerinin Irak politikaları oldukça önemli olmaya başlamıştır. Irak’taki gelişmeler, İran, Suudi Arabistan, Suriye, Kuveyt ve Türkiye başta olmak üzere, tüm bölge için oldukça önem arz etmektedir. Buradan hareketle, Türkiye’nin güvenlik, politik ve ekonomik nedenlerle Irak’taki gelişmelere kayıtsız kalması düşünülemez. Suriye olayından sonra bölge ülkelerinin “ortak” diyebileceğimiz bir Irak politikasına sahip olduğunu belirtmek oldukça güçtür. Irak konusunda ortak çıkarlara ve politikalara sahip ülkeler bulunurken, aynı zamanda çatışan çıkarlara sahip ülkelerin olduğunu belirtmek gerekir. Bu yüzden bölge ülkeleri açısından Irak’ın geleceğine dönük ortak bir yol bulmak oldukça güçtür. Kendi içinde bir sınıflandırma yapmak gerekirse, bölge ülkelerinin, Irak’ın toprak bütünlüğü, anayasal düzeni, politik ve idari yapısı ile mezheplerin siyasi ve askeri alanlarda temsil oranları üzerine biri resmi, diğeri de resmi olmayan farklı görüşlere ve politikalara sahip olduğu görülmektedir.[6]

Toprak bütünlüğünün korunması konusunda bölge ülkelerinin resmi düzeyde ortak bir politikaya sahip olmasına karşın, en açık tavrı Türkiye, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Yemen ve Umman gibi ülkeler ortaya koymuştur. Diğer yandan örneğin, Kuveyt, İran veya Suriye’nin toprak bütünlüğü konusundaki politikaları farklı nedenlerden dolayı belirsizdir. Kuveyt yönetimi, askeri ve siyasal birliğini sağlamış bir Irak hükümetinin tekrar Kuveyt toprakları üzerinde denetim kurma politikasına yönelmesinden çekinmektedir.[7] İran ve Suriye ise, bir yandan bağımsız Kürt devletinin getireceği güvenlik sorunlarından çekinirken, diğer yandan da yanı başında güçlü bir Şii veya Sünni devletinin kurulması durumunda doğacak güvenlik risklerini hesaplamaya çalışmaktadır.[8] Bazı İranlı yazarların İran’ın Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal birliğini savunduğunu ileri sürmesine karşın[9] İran’ın Irak politikasına bakıldığında Tahran’ın tüm Iraklı gruplarla ilişki kurma politikasında olduğu görülmektedir. Böylelikle bir anlamda tüm grupları İran’ın çıkarları doğrultusunda yönlendirme veya gerektiğinde tehdit etme yönünde adımlar attığı görülmektedir. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan ülkelerin de, bu konuda net politika izlemediklerini belirtmek gerekir. Öte yandan İran rejiminin temel hedefinin ise, kontrol edilebilir ve yönlendirilebilir bir Irak kurmak olduğu bilinmektedir.

Açıkça belirtecek olursak, parçalanmanın getireceği riskleri öngöremeyen ülkelerin – İran, Mısır, Ürdün, ve Suudi Arabistan gibi –, Federal Irak’ı şimdilik resmi düzeyde destekledikleri görülmektedir. Federal Irak, bir yandan Şiilerin Irak’ın tümü üzerindeki denetimini ortadan kaldıracak, diğer yandan da Sünni grupların yeniden yapılandırma sürecinde aktif bir rol oynamasına yardımcı olacaktır. Ayrıca Federal Irak, Irak’taki mezhepler ve etnik gruplar arasındaki gerginliğin sürmesine yol açacağından, Irak’ın güçlenmesini ve bölge ülkelerini bir kez daha tehdit etmesini engelleyecek bir siyasal mekanizma olarak görülmektedir. Temel sorun bunun nasıl gerçekleştirileceği üzerinedir. Bölge ülkeleri, parçalanmış bir Irak’ın getireceği güvenlik sorunlarını öngöremediklerinden, şimdilik buna karşı çıkmaktadırlar. Ancak bununla birlikte Selahaddin Vilayetinin federe bölge ilanının Suudi Arabistan veya Körfez’deki Sünni yönetimlerin amaçlarıyla uyuştuğu düşünülmektedir. Dolayısıyla 2012 tarihinde Irak’taki etnik ve/veya mezhepsel gruplar arasındaki çatışmalar şiddetlenirse, parçalanma sürecinin veya bölgesel bir savaşın önüne geçmek oldukça güçleşecektir.

 

Doç. Dr. Veysel Ayhan

ORSAM Ortadoğu Danışmanı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi

 

Kaynak: ORSAM

 

Dipnotlar:


[1] Official Wepsite of Multi-National Force-Iraq, “Agreement Between the the United States of America and Republic of Iraq On the Withdrawal of the United States Forces from Iraq and Organization of Their Activities during Their Temporary Presence in Iraq”, s. 22, http://www.mnf-iraq.com/images/CGs_Messages/security_agreement.pdf , (e.t.11.07.2009)

[2] International Crisis Group, “Loose Ends: Iraq’s Security Forces Between U.S. Drawdown and Withdrawal”, Middle East Report N0:99,  26 October 2010, s.1.  

[3] Defense News, “NATO Denies Iraq Report of Withdrawal: Official”, 11 Dec 2011, http://www.defensenews.com/story.php?i=8536635&&s=TOP     

[4] Ewen MacAskill, “Iraq rejects US request to maintain bases after troop withdrawal”, Guardian News, 21 October 2011, http://www.guardian.co.uk/world/2011/oct/21/iraq-rejects-us-plea-bases

[5] Bazı senaryolar için bkz., Gregory F. Gause,  “Iraq 2012: The Regional Context” ,  Iraq 2012: What .., Hearing Committee.. loc. cit.

[6] Sınıflandırmayı yaparken bölge ülkelerinde gerçeklen saha araştırması verilerinden yararlanılmıştır.

[7] Detaylı bilgi için bkz., Veysel Ayhan, “The Policy of Turkey and Kuwait towards Iraqi Question”, Alternative Politics, Vol:2, No:1, April 2010, ss. 37-55

[8] 2008 tarihinde İran ve Suriye’de gerçekleştirilen saha araştırmasında gerçekleştirilen mülakatlar.

[9] Bkz., Kayhan Bargezar, “Iran’s Foreign Policy towards Iraq and Syria”, Turkish Policy Quarterly, issue 2, volume 6, Summer 2007;   Kayhan Barzegar, “Iran’s Foreign Policy in Post-invasion Iraq”,  Middle East Policy XV, no. 4 (Winter 2008), ss.  47-58.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...