Arap Baharı mı, Enerji Güvenliği mi?

Batı’nın Ateşle İmtihanı

Arap toplumlarında meydana gelen toplumsal reaksiyonlar (ister dış kaynaklı bir kurmaca olsun ister içsel dinamiklerin eseri), kuşkusuz literatürün oluşturduğu güvenlik kavramlarında da tepkimeye yol açacaktır. Arap toplumları söz konusu olunca da bu kavramsallık ilksel olarak enerji güvenliğine eşitleniyor sanırım.

Batılı literatürün uzunca bir zamandır üzerinde yoğunlaştığı bir kavram enerji güvenliği. Kavramsal olarak enerji arzının kesintisiz bir şekilde alıcı ülkelere ulaşmasını, enerji birim fiyatlarındaki stabilizasyonu ve kaynak ülkelerin çeşitlendirilmesini içeren bir kavramsallık. Enerji güvenliğinin bu bağlamdan gerçekleştirilebilmesi için gerekli koşulların başında şüphesiz enerji sevkiyatının oryant ülkelerinde sosyo-politik istikrarın devamlı surette var olması gelmektedir. Ortadoğu ülkeleri özelinde konuşulursa, monarşik rejimlerle yaklaşık bir asırdır sürdürülmeye çalışılan istikrar, Batılı ülkelerin enerji güvenliğine bellerinden sıkı sıkıya bağlı olmasıyla da at başı gidiyordu. Monarşik rejimlerin hayatta kalabilmesinin başat sebebi de kuşkusuz Batılı ülkelerin koşulsuz sağladıkları desteklerdi. Ortadoğu bölgesi üzerine geliştirilen Amerikan menşeili doktrinler dahi tek başına bu durumu açıklayıcı nitelik arz ederler. Yüzyıl içerisinde ABD adına İngiliz emperyal sisteminden devralınan Ortadoğu, hem bölgesel hem de sistemik güçlerin olası hegemonya çabalarına karşı en sert tedbirlerle korunmaya çalışılmıştır. Popülist fakat bir o kadar da anti-Amerikancı Nasırist hareketlerin 1950’lerde güç kazanması, yer yer çatlaklara sebep olmuş olsa da Basra ve Arabistan yarımadası merkezli güvenlik halesi ABD’nin nükleer-konvansiyonel varlığıyla tescil edilmiştir. Batılı ülkeler her ne pahasına olursa olsun enerji üretiminin ağırlıklı merkezi olan bu bölgede kuş uçurtmamışlardır. Sovyetlerin Afganistan’da batağa saplanmasının da altındaki radikal sebep budur. Afganistan’ın tarih boyunca coğrafyasından edindiği jeopolitik önem, Batılı devletler adına olası bir Sovyet varlığı ile Asya bağlantısını karasal manada zorlaştıracaktı. Ayrıca Afganistan’ın Ortadoğu’ya sarkmak için uygun bir zıplama tahtası niteliğine sahip oluşu, Ortadoğu’nun kontrolünü de Batı adına zora sokacaktı. Afganistan işgaliyle aynı zaman diliminde gerçekleşen İran Devrimi de Batılı ülkelerde ve özellikle ABD’de ciddi bir travmaya sebep olmuştur. Jeopolitik bağlamdan değerlendirildiğinde, söz konusu tarihe kadar Ortadoğu’nun kontrol noktalarından biri olarak tasarlanmış İran, politik bir devrim sonucunda anti-amerikancı İslami bir söylemi ön plana çıkarmış ve o güne değin geliştirilmiş politikaların köklü bir revizyona tabi tutulmasına sebep olmuştur. Bütün bir Ortadoğu coğrafyası göz önünde bulundurulursa, İslami söylemin radikal dönüşümün de katalizörü olduğu ve bu bağlamda başta Suudi Arabistan olmak suretiyle dinin hiç sekmeksizin devletin denetiminde tutulmaya çalışıldığı da bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. İşte Batı’nın, enerji güvenliğinin muhtaç olduğu sosyo-politik istikrar açısından imtihana girdiği ders de budur. Arap baharıyla dönüşüme giren rejimlerin İslami bir diskuru sahiplenip anti-batıcı bir karakter arz etmelerinin önüne “demokrasi havariliği” ile nasıl geçilecektir?

Tarihe fazla saplanmadan aktarmak istediğimin özüne dair örneklerin yeterli olduğunu düşünüyorum. Enerji güvenliğinin Batılı endüstriyel ülkelerin nezdinde ne denli hayati bir anlamı olduğu kuşkusuz apaçık ortadadır. Arap baharının sonu belli olmayan bir devrim sürecine girmesiyle başta ABD olmak üzere Batılı devletler endişeli bir bekleyiş dilimine girmişlerdir. Olumsuz bir senaryo ile karşılaşmak, söz konusu bölgedeki İslami söylem potansiyelinin yılların vermiş olduğu rövanş psikolojisiyle hayli fazla olduğu da göz önünde bulundurulduğunda hiç de şaşırtıcı bir sonuç olmayacaktır. Fakat paradoksal bir gelişim anlamına da gelen enerji güvenliği kavramsallığının akıbeti ne olacaktır?

Bugüne değin statükonun korunması üzerine yaslanan bir kavram olarak enerji güvenliği, kurulu düzenin de varoluşuna dair temel argümanı oluşturmaktaydı. Arap baharını en azından söylem düzeyinde destekleyen bir Batı’nın enerji güvenliğini yeniden kavramsallaştırmasını beklemek sanırım normal. En güçlü alternatif söylemlere sahip bölge örgütlerinin güç projeksiyonlarını akılda tutarak, üzerine bir de küresel bir Doğu-Batı sanal karşıtlığını Huntingtonvari bir mizansenle İslam’a odakladığınızda, karşınıza hiç de sizden olmayan bir rejimler silsilesi çıkabilir. Ateşle imtihan da bu olsa gerek.

 

Ceyhun ÇİÇEKÇİ

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

Araştırma Görevlisi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...