Özet
Avrupa göç politikalarının ve bu politikaların sonuçlarını içerecek olan çalışma kapsamında ilk bölümde göçün nedenleri, etkenleri ve çeşitleri incelenecektir. İkinci bölümde Avrupa Birliği’nin göç konusunda aldığı hukuki kararlar incelenecektir. Son bölümde ise göçün Avrupa Birliği’nde güvenlikleşme nedenleri ve alınan kararların sonuçları değerlendirilecektir. Avrupa Birliği’nde yıllar içinde artan kendinden olmayanı dışlama ve milliyetçilik fikirleri ve siyasilerin bu konulardaki politikaları sonucunda göç konusu, ülke vatandaşları arasında istenmeyen bir durum haline gelmiştir. Ayrıca ülkelerin aldığı tedbirler neticesinde göç konusunun güvenlik boyutunu da önemli bir hale getirmiştir. Bu değerlendirmeler kapsamında göç konusunun neden ve hangi koşullarda güvenlik konusuna dahil olduğu değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Göç, Avrupa Birliği Göç Politikası, Göçün Güvenlikleşmesi.
Abstract
In the first part, the reasons, factors and types of migration will be examined in the scope of the study which will include the European migration policies and the results of these policies. In the second part, the legal decisions taken by the European Union on migration will be examined. In the last section, the reasons for the security of migration in the European Union and the results of the decisions taken will be evaluated. As a result of the ideas of self-exclusion and nationalism that have increased in the European Union over the years and the politicians make these issues a policy, the issue of migration has become an undesirable situation for the citizens of the country. In addition, as a result of the measures taken by the countries, the security dimension of the issue of migration has become important. Within the scope of these assessments, the reasons and the conditions under which migration is included in security will be evaluated.
Key Words: Migration, European Union, Migration Policy, Security of Migration.
Giriş
Göç temel anlamda düşünüldüğünde ‘taşınma’ kelimesiyle açıklanabilen bir kavram olsa da etkileri bakımından incelendiğinde bu tanım yetersiz kalmaktadır. Dünya üzerinde yaşayan insanların genel olarak istekleri kendilerinin daha iyi şartlarda yaşaması olmuştur. Avrupa Birliği ülkelerine yönelik göç isteğinin fazla olmasında gelişmişlik seviyesinin yüksek olması temel etkenlerden birisidir. İnsanlar göç ederken şartların daha iyi olduğu bölgeleri tercih ettiği için AB bu bölgelerin başında gelmektedir. AB ülkelerinin refah seviyesini yüksek olması, demokratik değerlere önem vermesi, özgürlük ortamının sağlanması gibi konular, göç edenler tarafından tercih edilmesinin başlıca nedenlerindendir.
Avrupa Birliği başta kendi nüfus gücü yetersiz olduğu için kolaylaştırdığı göç politikalarını farklı kültürden insanların bölgede artması sonucunda zorlaştırmaya yönelik kararlar almaya başlamıştır. İnsani boyutla değerlendirildiğinde kişilerin göç etmelerine izin veren AB, aldığı kararlar neticesinde göçü zor hale getirmiştir. Avrupa Birliği ülkelerine artan göçler sonrasında göç konusu da Birlik bünyesinde önemini artırmaya başlamıştır. Göç konusu Avrupa Birliği’nin temel konularını oluşturan ve Birliği bir arada tutan sütunlu yapının Adalet ve İçişlerinde İşbirliği bölümüne dahil edilmiştir. Göç konusu zamanla Avrupa Birliği içinde güvenlik konusunun temel maddelerinden birisi haline gelmiştir.
AB’de geçen yıllar içinde göç konusu güvenlikleşmeye başlamıştır. AB sınır güvenliğini korumak adına kurumların desteğini almıştır. Sınır güvenliğini yetersiz gördüğü konularda da yeni kurumları etkin hale getirmiştir. Sınırını korumak için sadece kara yoluyla gelen göçmenleri değil, deniz yoluyla gelen göçmenleri de kontrol altına almaya özen göstermiştir.
Avrupa Birliği Göç Politikaları
Göç politikaları AB’nin üçüncü sütun konusu olan Adalet ve İçişlerinde İşbirliği konusunun içeresinde ele alınmaktadır. Bu konu AB üyesi olan ve olmayan ülke vatandaşlarının Birliğe girişini, ikamet sorununu, çalışma izinleri gibi vatandaşlık haklarını düzenlemektedir. Adalet ve İçişleri konusu AB için önemli bir konu olduğunda, dolaylı olarak göç konusu da AB için oldukça önemli bir konu haline gelmiştir (Sönmez, 2015,s.206).
Avrupa toprakları tarihin her döneminde özellikle göçmenler için ilgi çeken bir bölge olmuştur. Ancak özellikle 20. Yüzyıl, Avrupa için göç konusunun en önemli politikalardan birisi haline geldiği dönem olmuştur. Bu yüzyıl içinde Avrupa için üç önemli göç aşamasından bahsetmek mümkündür. İlk aşamada İkinci Dünya Savaşı sonunda bölgenin yeniden gücünü kazanmasını isteyen Avrupalı ülkeler kendi nüfus güçleri yetersiz kaldığı için diğer ülkelerden misafir işçi göçlerine izin vermişlerdir. Göçün ikinci aşamasında da daha önceden giden işçilerin aileleri Avrupa’ya göç etmeye başlamış ve bu şekilde Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmenlerin sayısı artmaya devam etmiştir. Avrupa’ya yaşanan göçün son aşaması da 20. yüzyılın sonlarına doğru olmuştur. Soğuk Savaş sonunda dağılan Doğu bloku ülkelerinde yaşayan insanlar Avrupa’ya iltica etmiş be şekilde de Avrupa farklı etnik köken ve kültürden insanların bir arada yaşadığı bir ülke olmuştur (Orsam, 2012, s.11-12).
Uluslararası göç kavramı, yeni bir olgu olmamakla birlikte nedenlerinin ve göçmen sayılarının değişmesi dolayısıyla her dönemde devletler için önemli bir konu haline gelmiştir. AB açısından da göç önemli bir politika olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonunda Avrupa’nın yeniden inşası konusunda etkin olan göçmenler, zamanla Avrupalı vatandaşlar tarafından tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır. Halk için kültürel, toplumsal ve emek gücü bakımından tehdit olarak algılanan göçmenler, yöneticiler tarafından da sınır güvenliğine tehdit olarak görülmüştür. Son dönemlerde yaşanan göçler sonucunda yasadışı göçler artmıştır. Özellikle insan kaçaklığı ve insan ticaretinin artması, devletler tarafından tehdit olarak algılanmış ve bu konuda önlemler almak için devletler polis gücüne ağırlık vermeye başlamıştır (Özer, 2016, s.125-126).
Avrupa ülkeleri, hem konumu hem de yapısı ve değerleri itibariyle göçmenler açısından ilgi çekici bir bölge olarak değerlendirilmiştir. Zaman içinde yapılan anlaşmalar ve alınan kararlar doğrultusunda Avrupa Birliği içindeki sınırlar ortadan kaldırılmış ve Avrupa sınırsız bir bölge haline gelmeye başlamıştır. Bu doğrultuda dışarıdan gelecek olan tehdit ve tehlikelere karşı Avrupa Birliği ülkeleri mülteci ve göçmenlerin kontrolünü sağlamaya yönelik ortak tutum belirlemek zorunda kalmışlardır (Koçak ve Gündüz, 2016, s.70).
AB ülkeleri içinde yasal ve yasal olmayan göçü kontrole yönelik ilk düzenleme 1972 yılında Fransa tarafından ortaya konulmuştur. 1973 yılında işverenler ucuz işgücü nedeniyle bu düzenlemelere karşı çıksa da bu düzenlemeler 1974 yılı itibariyle giderek katı hale gelmiştir. Fransa’dan sonra İsveç ve Hollanda da göçü kontrol altına almaya yönelik hareket etmeye başlamıştır. İngiltere ise 1962 yılında itibaren Commonwealth ülkelerinden kaynaklı olarak göçü azaltmaya başlatmış ve 1971 yılından itibaren de göçü sınırlamaya başlamıştır. Göçün yasaklanmasıyla birlikte işçi sayılarında düşüşler meydana gelmiştir. Sadece AB ülkeleri değil, Avrupa’nın diğer ülkeleri de 1970’li yıllardan itibaren göçü kısıtlayıcı yönde düzenlemeler yapmış ve göç zorlaşan bir olgu olmuştur (Gençler, 2005, s.176-177).
Avrupa ülkeleri tarafından 1970’li yıllardan itibaren ülkedeki göçmenlere karşı bakış açısı değişmeye başlamıştır. Olası göçlerinde engellenmesi istenmiştir. Avrupa’da yaşayan insanların göçe karşı bakış açılarının kötüleşmesinin sebepleri ise sadece politik ve kültürel nedenlerle açıklanamaz. 1973 yılında yaşanan ve bütün dünyayı etkisi altına alan Petrol Krizi ve sonrasında yaşanan ekonomik kriz bu nedenlerin temelini oluşturur. Bu dönemde artan işsizlik oranlarının sebebi olarak göçmenler görülmeye başlanmıştır (Zenginoğlu, 2019, s.45). Bu kapsamda bu yıllardan itibaren Avrupa Birliği içerisinde oluşabilecek göç ve sığınma politikalarına yönelik kararlar alınmaya başlanmıştır. Göç konusu, Avrupa Birliği politikalarına göre iç güvenlik alanını oluşturmaktadır ve ülkeler karar alırken buna göre birçok konuyu kapsayacak şekilde hareket etmektedir. Bu alınan kararlardan ilki 1975 Roma Zirvesi ile oluşturulan Trevi Grubu’dur. Bu grup sivil havacılık güvenliği, terörizm, nükleer güvenlik ve göç gibi Avrupa Birliği’nin iç işlerini oluşturan konular yönelmiş ve 1976 yılında etkinlik kazanmaya başlamıştır (Güleç, 2015, s.84-85).
28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve bu sözleşmeyi tamamlayıcı nitelikte olan 31 Ocak 1967 tarihli New York Protokolü ile uluslararası alanda mülteci hukuku düzenlenmiştir. Mülteci ve sığınmacıların tanımı ve sahip olacağı hakları belirlenmiştir. Cenevre Sözleşmesi, Avrupa Birliği ülkeleri açısından sığınmacılar konusunda bağlayıcılığı olan ilk metindir. Sözleşme ile mültecilerin geri gönderilmemesi konusuna vurgu yapılmış ve AB’de bunu kabul etmiştir. Uluslararası alanda geçerliliği olan bu sözleşme protokol dışında AB kendi içinde hazırladığı belgelerle göç konusuna bağlayıcılık kazandırmıştır. Bu belgelerden birisi de 1985 tarihli Schengen Anlaşması’dır (Akdoğan, 2018, s.52-53).
Avrupa Birliği fikri sonrasında ortaya çıkan serbest dolaşım hakkının sınırlarını silik hale getirmesinin ardından Birlik vatandaşlarının sorunsuz seyahatini sağlarken bir yandan da sınır güvenliğinin sağlanması için başta Almanya ve Fransa olmak üzere girişimlerde bulunmuştur. Bu iki öncü ülkenin serbest dolaşımı güvence altına alma fikrinin ardından düzenlemeler yapılmış ve serbest dolaşım sağlanmıştır. Bu kararın ardından iç sınırları kaldırmak ve dış sınırların güvenliğinin genişletilmesi için Fransa, Almanya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda öncülüğünde 1985 yılında Schengen Anlaşması imzalanmıştır. 1990 yılında Dublin Zirvesi neticesinde Trevi Grubu Bakanları bir Eylem Programı yayınladılar. Bu programa göre, güvenliğin sağlanması için bir takım öncelikler belirlendi. Terörizm, göçmen kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlarla mücadele için personel ve bilgi değişiminin artırılması, hava ve deniz limanları, tren istasyonları gibi sınır noktalarında görev yapan polis birimlerinin düzenli olarak toplanmaları önerildi (Akgün, 2011, s.82).
Avrupa Birliği’nin kurucu anlaşmaları olan 1992 yılında imzalanan Maastricht ve 1997 yılında imzalanan Amsterdam Anlaşmaları sonucunda göç konusu önemini artırmaya devam etmiştir. 1998 yılında imzalanan Viyana Zirvesi’nde de özgürlük, güvenlik ve adalet alanını oluşturan konuların en iyi şekilde uygulanmaya çalışılması desteklenmiştir. Bu zirvede alınan kararlara göre, göç kaynağı ülkeler ile transit ülkeler arasında işbirliğine gidilerek yasa dışı göçle mücadele edilmesi ve yasa dışı göçmenlerin geri gönderilmeleri amacıyla AB bünyesinde ortak politikalar geliştirilmesi öngörülmüştür (Akçadağ, 2012, s.16).
Göçmen ve mülteci politikaları devletler için oldukça önemli konular olmuştur. Avrupa Birliği ülkeleri, AB’de alınan kararların dışında Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararlara da taraf olmuşlardır. AB üyesi ülkelerde bu kapsamda 1951 tarihinde Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olmuştur. Bu sözleşmeyle mültecilere yönelik ortak hukuk ve politika ortaya koyulmaya çalışılmıştır. 1999 yılında Ortak Avrupa İltica Sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır. 2001 yılında Geçici Koruma Konsey Yönergesi çerçevesinde Birlik ülkeleri göç akınlarına karşı ortak hareket etme kararı almıştır (Şimşek, 2016, s.148-149).
Yasadışı Göç Politikalarının Avrupa Birliği Güvenliğindeki Etkisi
Soğuk Savaş sonunda oluşan yeni dünya düzeninin de etkisiyle güvenlik konusu da değişmeye başlamıştır. Geleneksel güvenlik anlayışının içinde var olan devlet merkezli ve askeri güvenlik konuları sorgulanmaya başlanmıştır. Güvenlik konusu bu sorgulanma sonucunda çok boyutlu ve çok kapsamlı bir hale gelmiştir. Bu çok kapsamlılık sonucunda 1990’lı yıllara kadar insani bir olgu olarak değerlendirilen göç konusu da güvenlik konusu ile bağlanmıştır (Mandacı ve Özerim, 2013, s.107,109).
Yasadışı olmanın ötesinde göç ve göçmenlik olgusu şu konularla güvenlik konusuyla ilişkilendirilir. Alıcı ülkelerde oluşan yabancı düşmanlığı, ırkçılık, dışlama ve milliyetçi söylemlerin toplumsal alanda yaygınlaşması, insan ticareti yapılması ve göçmenlerin gittikleri ülkelere entegre olamaması gibi nedenlerin ortaya çıkması sonucunda göçün güvenlikleştirilmesi ortaya çıkmıştır. Uluslararası göç olgusu güvenlik olgusunu üç önemli açıdan etkilemektedir. Birincisi, uluslararası göç güvenliğin tehdit edildiği konuların bir sonucudur. Başka bir deyimle insan hakları ihlali, çatışma ve iç savaşlar göçe neden olan en önemli sebeplerdir. İkinci olarak, kontrol edilmeyen ve yoğunlaşan güvenlik tedbirleri de göçe neden olan sebeplerdendir. Son olarak da göçün sonucunda oluşabilecek olan yabancı korkusu ve şiddet gibi olaylarda güvenlik için tehdit oluşturabilir (Birdişli, 2012, s181).
Avrupa Birliği içinde uluslararası göç ve göçün güvenlikleştirilmesi, önemi gittikçe artan bir politika haline gelmiştir. Bu kapsamda göçün güvenli hale getirilmesi konusu zamanla dış politikayı olduğu kadar iç politikayı da etkilemiştir. Artışa geçen sağ partiler özellikle göç konusuna vurgu yaparak seçmenleri etkilemiştir. Avrupa yükselen ve gittikçe artan radikal sağ partiler hem seçim söylemlerinde hem de sonrası dönemlerde sıkça göç ve güvenlik konusuna vurgu yaparlar. Ulusal güvenlik konusunu göç ile bağlayan sağ partiler, göç karşıtı hareketlerin temelini de oluşturmaktadır. Sağ partiler tarafından iltica taleplerinin kabul edilmesi, vatandaşlık hakkının sağlanması, çalışma izni verilmesi, yabancıların ülkelerde varlık göstermesi gibi durumlar ulusal güvenlik konusuna tehdit olarak değerlendirilmektedir. Bu kapsamda göç konusunu sadece sınır güvenliğini sağlamakla ilişkili şekilde düşünmek yanlış olacaktır. Ulusal güvenlik, sınır güvenliği dışında göçün sınırlanmasıyla sağlanmalıdır (Mandacı ve Özerim, 2013, s.112).
Avrupa Birliği’nde yasadışı göçle mücadele etmek amacıyla çeşitli birimler oluşturulmuştur. Bu kapsamda AB’nin sınır korumasıyla görevli olan FRONTEX (Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı) ve iltica makamı olan EASO (Avrupa Mülteci Destek Ofisi) kurulmuştur. Bu sayede AB sınır güvenliğini sadece kara da değil denizde de artırmıştır. AB sınır güvenliğini sağlamak için üçüncü ülkelerden gelen kişileri ya kabul eder ya da reddeder. Bunu gerçekleştiren kurum olan FRONTEX, göçmenlerle mücadele kapsamında AB tarafından kullanılan ateşli olmayan silahların kullanımına ve bu kapsamda yeni teknolojilerin üretilmesine maddi açıdan yardım etmektedir. Bu şekilde de AB’nin sınır güvenliğinde sert politikalar artmaktadır. Ancak AB’nin kendi sınır güvenliğini sağlamak için aldığı kararlar göçmenlerin güvensiz olmasına ve göçmenlere karşı kullanılan polis gücünün meşruluk kazanmasına neden olmaktadır (Özer, 2016, s.137-141).
Avrupa Birliği’nin yasadışı göçle mücadelesinde önem arz eden birimlerden birisi de Eurodac yani veri tabanı sistemidir. 15 Ocak 2003 tarihinden itibaren etkinlik kazanan Eurodac, parmak izlerinin toplandığı bir sistemdir. Bu sistem sayesinde iltica talepleri söz konusu olduğunda ülkeler ve sistem arasında elektronik veri alışverişi sağlanmaktadır. Bu sayede de iltica talep eden kişilerin başka ülkelere göç talep edip etmediğini veya yasadışı göçmen olup olmadığı saptanır ve kişiler hakkında bu değerlendirme neticesinde karar alınır. Ayrıca, yasa dışı göçle ilgili bilgileri toplayabilmek ve ilgili birimler arasında irtibat kurmak amacıyla üye devletlerin katılımıyla Göç Servisi Birimleri oluşturulmuştur (Akçadağ, 2012, s.20).
Bir devletin toprağından diğer devletin toprağına geçişi ifade eden uluslararası göç, sınırlardan geçişte izin olup olmaması durumuna göre yasal ve yasadışı olarak ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım nedeniyle AB’nin göç ve göçmen politikası önemli bir konu haline gelmiştir. Birçok AB Bakanı ve halkı göçmenler ve mültecilere karşı çıkmaktadır. Sebep olarak başta ekonomik konular öne sürülse de Avrupalılar kültürlerinin ve toplumlarının değişmesini istememektedir. Özellikle son yıllarda artış gösteren Avrupa’ya göçen Ortadoğulu vatandaşlar nedeniyle Avrupa Birliği daha korumacı ve sınırlayıcı kararlar almaya başlamıştır. Avrupa Birliği içinde göç karşıtlığının çeşitli nedenleri vardır ve bu nedenler göç politikalarının daha da sertleşmesine neden olmaktadır.
Avrupa Birliği içinde de kuvvetlenen aşırı sağ partiler genel olarak çok-kültürlülüğe karşıdırlar. Çok-kültürlülük eşit ve bir arada yaşayan ancak etkileşimin az olduğu kendi değer ve geleneklerin korunduğu toplumları ifade eder. Ancak etkileşim azlığı zamanla yabancılaşmaya yol açabilmektedir. Aşırı sağ partilerde bunun aksine çok-kültürlülüğün ulusların dağılmasına yol açtığını ve milliyetçilik bilincinin kaybolduğuna vurgu yapmaktadır. Bu nedenle aşırı sağ partiler sıkı göçmen politikalarını savunmaktadır. Göçmenlerin var olan her hakkı elde etmesine karşı çıkan aşırı sağ partiler homojen bir toplum istemektedirler. Göçmenleri “öteki” ilan eden aşırı sağ partiler, sosyo-ekonomik sorunların bu şekilde çözüleceğini iddia ederler (Öner, 2014, s. 168-169).
Sonuç
Göç için geçmişten bu yana en çok tercih edilen bölgelerden birisi Avrupa olmuştur. Avrupa’nın gerek coğrafi konumu gerekse gelişmişlik düzeyi göç için tercih olmasında bir etken haline gelmiştir. Avrupa ülkelerine olan göç, tarihsel süreç içinde bakıldığında üç aşamalı bir süreç olmuştur. Göçün ilk aşaması Avrupa ülkelerinin istekleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. İkinci Dünya Savaş sonunda nüfus gücü azalan Avrupa ülkeleri, maddi desteği ABD’den sağladıktan sonra insan gücü ihtiyacını da farklı ülkelerden sağlamaya başlamıştır. Yaşanan işçi göçü Avrupa’da farklı kültürlerin bir araya gelmesinin de ilk aşaması olmuştur. Avrupa’ya yaşanan göçün ikinci aşamasını da daha önceden giden işçilerin ailelerini yanlarına almasıyla yaşanmıştır. Avrupa’ya olan göçün son aşamasını da Soğuk Savaş sonrasında çatışmalar ve ekonomik istikrarsızlıklar yaşayan başta Sovyetler olmak üzere mağduriyet yaşayan ülke vatandaşları oluşturmuştur. Bu göçler neticesinde Avrupa Birliği ülkeleri çok-kültürlü bir hale gelmiştir.
Günümüzde Avrupa Birliği ülkelerinin sahip olduğu Avrupa değerleri de bu ülkeleri daha cazip hale getiren nedenlerin başında yer almaktadır. Özgürlükçü, insan haklarına önem veren, ekonomik olarak gelişmiş olan Avrupa ülkeleri, özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerden sürekli artan bir göç talebiyle karşı karşıyadır. Artan talepler karşısında Avrupa Birliği, göçü güvenlikleştirmeye yönelik kararlar almıştır. Bu kapsamda göç konusunda çeşitli zirveler düzenlenmiş ve özellikle yasadışı göçün önüne geçilmeye çalışılmıştır. Avrupa Birliği’nin kurucu anlaşmalarında da göç konusu önemini artırmaya başlamıştır. Göç konusu bu kapsamda Üçüncü Sütun olan Adalet ve İçişlerinde İşbirliği içinde değerlendirilmektedir.
Göçün güvenlikleştirilmesinin nedenleri çeşitlilik göstermektedir. Bu sebeplerden birisi ekonomidir. Avrupa’ya yaşanan işçi göçlerinden sonra Avrupalı vatandaşlar kendi istihdam alanlarının gelen işçiler tarafından doldurulduğunu düşünmekte ve işçilerin ülkelerine geri dönmesini ve yeni gelecek işçilerin alınmamasını talep etmişlerdir. Göçün güvenlikleşmesinin diğer bir nedeni de askeri güvenliğin sağlanma isteğidir. Dışarıdan gelen vatandaşlar ülke güvenliği açısından tehlikeli olarak değerlendirilmektedir. Avrupalı vatandaşların göçmenleri istememesindeki bir diğer nedende göçmenlerin Avrupa’ya entegre olmakta gelişme gösterememesidir. Yıllar önce göçen vatandaşlar bile Avrupalı değerleri kabullenememiş, dil konusunda uyum sağlamakta güçlükler yaşamıştır.
Göç konusunda yaşanan en büyük problem ve engellerden bir diğeri de artan milliyetçilik ideolojisidir. Avrupalı vatandaşlarda başlayan kendinden olmayanı dışlama düşüncesi ‘öteki’ kavramını ve milliyetçilik fikirlerini artırmıştır. Toplumda artan yabancı düşmanlığı ırkçılık konusunda da artışa neden olmuştur. Avrupa ülkelerinde son yıllarda artış gösteren aşırı sağ partiler, seçim propagandası olarak yabancı düşmanlığını da kullandığı için ırkçılık ve milliyetçilik fikirleri her geçen gün biraz daha artmaktadır. Göçle ilgili insani boyutu da ilgilendiren en önemli konulardan birisi yasadışı göçmenlerin varlığı ve yapılan insan kaçakçılığıdır. İnsanları, daha iyi bir yaşam vaadiyle kandırarak yapılan kaçakçılık sonucunda genç ve çocukların fuhuşa zorlanması gibi konularda da artış söz konusu olmaktadır.
Tüm bu değerlendirmeler sonucunda Avrupa vatandaşlar açısından göçün istenmemesinde haklı noktalar söz konusu olsa dahi asıl sorun göçün nereden olduğuna yönelik yapılan ayrımcılıktır. Gelen vatandaşlar gelişmiş ülkelerden olunca daha rahat kabul edilen kişiler, gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerden gelen vatandaşlar olunca büyük sıkıntılarla karşı karşıya gelmektedir. Alınan kararlar neticesinde bir kale gibi korunaklı hale gelen Avrupa Birliği ülkeleri, temelde kültürel ayrımcılığa daha fazla sahne olmaktadır. Avrupa Birliği ülkeleri açısından göçün istenmeme sebepleri sadece ekonomik ve askeri boyutlarla açıklamak yeterli olmayacaktır. Bunlar göstermelik neden olsa da temelinde kendinden olmayanı dışlamak, öteki kavramını toplumda yaygın hale getirmek gibi ayrımcı faaliyetler yatmaktadır.
Yağmur ARDIÇ
Akademi Birimi
Kaynakça
Akçadağ, E. (2012). “Yasa Dışı Göç ve Türkiye”, Bilgesam Raporu No:42, İstanbul.
Akdoğan, M. (2018). “Avrupa Birliği’nin Sınırlarına Dayanan Mülteci Krizi ve Yönetimi”, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Dergisi, C:1, S:1, s.48-74.
Akgün, E. (2011) “Yasa Dışı Göç Çerçevesinde Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri”, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Doktora Tezi), İstanbul.
Birdişli, F. (2016) Teori ve Pratikte Uluslararası Güvenlik, 2. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara.
Gençler, A. (2005) “Avrupa Birliği’nin Göç Politikası”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, S:49.
Güleç, C. (2015). “Avrupa Birliği’nin Göç Politikaları ve Türkiye’ye Yansımaları”, Tesam Akademi Dergisi, C:2, S:2, s.81-100.
Koçak, O. ve Gündüz, D. (2016) “Avrupa Birliği Göç Politikaları ve Göçmenlerin Sosyal Olarak İçerilmelerine Etkisi”, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, C:7, S:12.
Mandacı, N. ve Özerim, G. (2013) “Uluslararası Göçlerin Bir Güvenlik Konusuna Dönüşümü: Avrupa’da Radikal Sağ Partiler ve Göçün Güvenlikleştirilmesi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, C:10, S:39, s.105-130.
Orsam, (2012). “Küresel Göç ve Avrupa Birliği ile Türkiye’nin Göç Politikalarının Gelişimi”, The Black Sea International Rapor No: 22.
Öner, S. (2014). “Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ, Yeni ‘Öteki’ler ve Türkiye’nin AB Üyeliği”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C:13, S:1, s.163-184.
Özer, S. (2016). “Avrupa’da Yeniden Güvenlikleşen Göç, Sınır Kontrolü ve Güç Kullanımı”, 21. Yüzyılda Avrupa Riskler, Fırsatlar, Yeni Politik Tartışmalar, (ed. Ramazan İzol, Senem Atvur, Tolga Öztürk), 1. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara.
Schengen Anlaşması, https://www.schengenvisainfo.com/tr/schengen-anlasmasi/, Erişim Tarihi: 27.11.2019.
Sönmez, P. (2015). “Avrupa Birliği’nde Yeni Dönem Postkolonyal İlişkiler ve Göç Politikaları Diyaloğu”, Avrupa Birliği Bakanlığı Akademik Araştırmalar Serisi-4, Doktora Tezi.
Şimşek, A. (2016). “Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Politikası Kapsamında Türkiye ile İmzalanan Geri Kabul Antlaşması”, 21. Yüzyılda Avrupa Riskler, Fırsatlar, Yeni Politik Tartışmalar, (ed. Ramazan İzol, Senem Atvur, Tolga Öztürk), 1. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara.
Zenginoğlu, S. (2019). “Avrupa ve Göç: “Tehdit” Olgusuna Yönelik Teorik ve Politik Bir Analiz”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elektronik Dergisi, C:10, S:1, s.42-49.