Aynı Allah’a İnanmıyoruz

Vicdanlı ve dürüst olmak, “Hesaplı” olmaktan iyidir.

Hesap insanı makam sahibi yapar da,

“VİCDAN” daha önemli bir işe yarar:

 İnsanı insan yapar…’

Friedrich Nietzsche

İnsan neydi? İnsan aşk mıydı? Sevgi miydi? Vefa mıydı? Tek kelimeyle verilebilecek tek cevaptır vicdan, insanın ne olduğu sorusuna cevap. Belki de sorunun daha doğru hali şudur: ”İnsanı, insan yapan neydi?” Verdiğiniz her cevaptan çıkarın vicdanı. Çıkarın aşktan, çıkarın sevgiden, vefadan, hoşgörüden, tarihten, dinden, demokrasiden, cumhuriyetlerden, sistemlerden, ideolojilerden ve insandan. Ne kalır geriye? İnsandan geriye kalan neyi görürsünüz? Aşktan çıkarırsanız vicdanı, kıskançlıktan karısını kurşuna dizen adamın onun için küt küt atan kalbi kalır. Vefadan çıkarırsanız, çocukların içine işemekten duvarlarındaki yüzlerce yıllık yazıların sarardığı mabetler kalır. Ya da 6 çocuğa sahipken bir sokağın köşesinde bağdaş kurmuş, soğuktan değil yalnızlıktan tir tir titreyen ve her yılın yüzüne bir çentik attığı ihtiyar adamın gözaltı torbaları. Hoşgörüden çıkarsanız vicdanı, kapısına çarpı işareti atılmış bir Alevi’nin perde arasından sokağa bakan gözlerini, 6-7 Eylül olaylarında canını kurtarabilmek için bir lağım kuyusuna saklanmak zorunda kalmış küçük bir Rum çocuğunun tedirginliğini, başörtülü olduğu için ödülü almaya çıkartılmayan kız çocuğunun gururundan gidip tuvalette döktüğü gözyaşlarını görürsünüz. Tarihten çıkarırsanız vicdanı, sömürerek kalkınmalarına izin vermedikleri memleketlere ”geri kalmış ülkeler” diyen oryantalistlerin, bu ülkeleri geliştirme adına naylon yönetimlerle kurdukları demokrasileri görürüsünüz. Ya da sınırları üç kıtaya dayanan ve yüzlerce yıl bir arada yaşamayı öğrenmiş medeniyetlerin, cetvelle çizilmiş küçücük topraklarda yıllardır, nasıl birbirlerini boğazladıklarını görürsünüz. İdeolojilerden çıkarırsanız vicdanı, Machiavelli’yi görürsünüz araçsallaştırdığı savaşlarla, Kissinger’i görürsünüz elinde Nobel ödülüyle, Kamboçya’daki çırılçıplak kızın yalınayak koşuşunu zihinlerden silebilmek adına kameralara en iyi pozu vermeye çalışırken. Demokrasilerden çıkarırsanız, yerlerde sürüklenerek meclisten atılan Kürt milletvekillerini, bütün meclisin bir düşman askeri görmüşçesine saldırdığı, yemini ettirilmeyen başörtülü bir vekili ya da on binlerce insanın oyuyla seçilmiş hapiste yatan vekilleri görürsünüz. Dinden çıkarırsanız vicdanı, Haçlı Seferlerinde camilerin kubbelerindeki işlemeleri söküp çalanların hırsını veya tankların üzerinde Gazze’ ye girdiğinde kendini bir başka mutlu addeden İsrail Başbakanı’nı ya da Allah Allah nidalarıyla üzerinde ki bombayı patlatıp yüzlerce masum insanın ölümüne neden olan bir adamın inancını görürsünüz. Peki insandan çıkarırsak vicdanı ne kalır geriye? Ne kalacak, yalnız et ve kemik. Yani bir kaç kalıp sabun.

Vicdan nedir peki? Vicdan, senden olmayanı sevebilmektir, yalnızca seni sevenleri sevmek değil. Vicdan, fakatsız amasız dokunabilmektir farklı olanın feryadına. Kafatasının ölçümünü almadan seslenebilmektir başkalarının yüreğine. Vicdan, içinden duyduğun ve kısamadığın o gizemli sestir. Vicdan, teokratik bir mahkemedir. Çünkü vicdanın sesi, Allah’ın kulağına usulca fısıldadıklarıdır. Vicdan, bir pusuladır. Ankara’nın çıkarcı dehlizlerinde idealini kaybetmemen için lazım olan navigasyon cihazıdır. Sevdiğin birinin, seni sevebilme ihtimali ve seni sevdiğinde zarar görme ihtimalinin kesiştiği o sokakta hissetmen gereken yön duygusudur. Vicdan, gerçekleri görebilmektir, gerçekçi olabilmektir. Gördüğün gerçekleri hayatın pahasına söyleyebilme cesaretidir vicdan.

Vicdan, bir Türk için, 1915’te sürülen bir Ermeni kadının açlıktan kurumuş göğsüyle, çocuğunu emzirmeye çalışırken çekilen o fotoğrafı gördüğünde iştahının kesilmesidir. Bir Ermeni için vicdan, Karabağ’da ateşe verilmiş evin içinde yanan çocuğun ağlamasını televizyondan duyduğunda sağır olmayı dilemesidir… Bir Kürt için, Antep’te patlayan bombada bir ayağını kaybeden o genci her düşündüğünde sekerek yürümek zorunda kalmasıdır. Vicdan, Almanya’nın ölüm kamplarında bir Yahudi, Filistin’de yağmur gibi kurşun yağarken Gazzeli, Uludere’de düşen bombaların altında bir Kürt, Urumçi’de yapayalnız bir Türk,  Hama’da Sünni, Bahreyn’ de Şii, Dersim’de Alevi, 1960′ da Menderes, 1971’de Gezmiş, 1980’de Mustafa Pehlivanoğlu, 2008’de Muhsin Yazıcıoğlu olabilmektir.

Bir de ”çifte vicdanlılar” vardır. Kendinden olana sahip çıkan, kendinden olmayana sıra gelince “ama”ları ardı ardına dizenler. Evet, onlar. Yani bizler; politikacılar, akademisyenler, yazarlar, çizerler, öğretmenler, ayakkabı ustaları, boyacılar, çiçekçi ablalar velhasılı kelam politikayla ilgili yan yana üç cümle getirebilen herkes. Herkesin vicdanının çift tarafı farklıdır. Kimileri der ki Madımak orada öylece yanarken, bana ne kapısında ayet yazan bir okuldan başörtüsüyle sürüklenerek atılmış bir kızdan. Kimileri der ki 28 Şubat’ta hayatımıza kasteden zihniyet bunlar değil miydi? Öyleyse ne kadar bu zihniyette adam varsa suçlu-suçsuz ayırt etmeden alalım Silivri’ye.  Diyarbakır’daki aşağılanmayı bilmeyenler, yedikleri 10 voltluk elektriği işkence saydıklarından, anlayamazlar çekilen acıyı. Bu yüzden onlar der ki ”biz de işkence gördük arkadaş, bir şey talep ediyor muyuz?” Kimileri Uludere hakkında yüzlerce yazı yazarken, köşelerinden aslanım, koçum diye ortalığa posta koyarken, sıra Antep’te öldürülen çocuğa gelince, yolda giderken sırtından kalleşçe vurulan sivil ere gelince, halı sahada top oynarken saldırıya uğrayıp karısının gözleri önünde öldürülen polise gelince hiçbir şey söylemezler. Yani Hrant’ın ayakkabısının altındaki delik kadar vicdanı olmayanlar ve ay gibi hep bir tarafı karanlık çifte vicdanlılar yüzünden anlamak, hissetmek, yakınlaşmak, sorun çözmek, sevmek,  aşık olmak, politika yapmak, barışmak hatta delirmek bile çok zor.

 Bu yazıyı okuyanlar şanslılar. Çünkü onlar nerelerde teklediklerini, vicdanlarının neresinin karardığını bulabilecekler. Örneğin bu yazıyı okurken kaç kez yüzünüzü astınız, pufladınız, ama demeye çalıştınız? Nerelerde sevindiniz, aferin dediniz? İşte vicdanınızın pas tuttuğu noktalar bir bir önünüzde. (Biliyorum vicdansızca bir test) Yine de biliyorum ki o amalar fakatlar bitmeyecek. Hep bir neden, hep bir bahane bulacaksınız bir başkasının acısını paylaşmamak için. Olsun ben yazayım da. Aslına bakarsanız bu yazının içeriği dış politika ya da genel siyaset hakkında olacaktı. Lakin içimden bir ses ”vicdanı” yazmadan ne yazarsan yaz, ne önemi var ki dedi. Yazmasaydım, Meriç’in hakkı kalırdı üzerimde, Rachel Corrie’nin yüzüne nasıl bakardım? Hem yazmasaydım bir daha bana, seslenir miydi benim inandığım Allah? (Belki sizinkiler seslenir bilmiyorum. Hangilerinizle aynı Allah’a inanıyoruz belki bir ara karşılaştırırız)

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.

Bakamam, aynada aynada Vicdan!

Beni beklemeyin, o bir hevesti;

Gelemem aynalar yolumu kesti…

NFK

Fethullah CEYLAN

TUİÇ Stajyeri

          İlk yayın Tarihi: 16 Şubat 2013

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...