Bir Ağacın Gölgesindeki Demokrasi

Bir Ağacın Gölgesindeki DemokrasiYazın güneşin altında bir süre kaldığımızda bizi tahammül edilemez bir sıcaklık ve sıkıntı basar. Türkiye de bir süredir bu sıkıntıyı ve sıcaklığı yaşıyor. Ülkemdeki insanların üzerindeki bu sıcaklık ve sıkıntının nedeni ise yaklaşan yaz sıcakları değil, ülkedeki kutuplaşma ve iktidarın otoriterleşme eğilimi. Bu baskı ve ötekileşmenin arttığı noktada insanlar bir parça nefes almak için Gezi Parkı’ndaki ağaçların gölgesine sığındı. Polisin orantısız ve sert müdahalesi ise insanların nefes almasına gene izin vermedi.

Gezi Parkı eylemleri işte bundan dolayı sadece bir ağaç meselesinden çok ötesi. Bu tepkileri ‘’birkaç ağaç için bu kadar çığırtkanlık yapmaya gerek var mı’’ ya da ‘’dış güçlerin işi’’ şeklinde yorumlamak olaya basit ve duyarsızca yaklaşmaktır. Bu tepki, insanları ötekileştirmeye, çapulculaştırmaya, içki yasaklarına, kadına şiddete, Reyhanlı’daki ölümlere, Emek sinemasının yıkılmasına karşı biriken bir tepki. Bu tepkiyi ne Kemalist ne de anarşist söyleme büründürmeye gerek var. Mustafa Kemal’in askerleriyiz söylemine büründürdüğünüzde Cumhuriyet Mitinglerinden farkı olmayacaktır. Polis arabasını yakmaya kalktığınızda veya AK Parti binasını ateşe vermeye çalıştığınızda da tepki anlamını yitirecektir.

Bütün bu son olayların ışığında Türkiye’de iktidar da, muhalefet de sınıfta kalmıştır. Siyasal muhalefet toplumsal muhalefeti karşılayamamış ve iktidarın karşısında şimdiye kadar denge unsuru olamamıştır. Bunun sonucunda toplumsal muhalefet kendi tepkisini kendi ortaya koydu. Hükümet bütün toplumun iktidarı olduğunu unutup son dönemde yüzde ellinin iktidarı gibi davranmaya başladı. Başbakan’ın ‘’Onlar 100 bin kişi toplarsa ben 1 milyon toplarım’’ gibi ithamları ve olayı daha da inada bindirmesi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına yakışmayan bir tavırdı. Danışmanlarının Başbakan’a 2011’deki ‘’Balkon konuşmasını’’ hatırlatmasında ve yüz bin kişi diye itham edip, çapulculaştırdığı insanların da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu hatırlatması gerekiyor.

Olayın vahim yönlerinden birisi de aynı ülkenin insanı olmasına rağmen polis ve halkın karşı karşıya gelmesidir. Türk polisinin görüntüsü ve güvenilirliği Taksim ve sonrasındaki bütün ülkede gelişen olaylarla birlikte çok büyük zarar gördü. Bizim vergilerimizle alınan polis arabalarına ve kamu mallarına zarar verip, yıkan ve olayı provokatif boyuta taşıyanlara ne kadar karşıysam, bir kadına on tane polisin saldırmasına, 20’li yaşlardaki çocukların acımasızca coplanmasına da karşıyım. Bütün bunlara rağmen suç polisten ve protestoculardan ziyade polisle halkı karşı karşıya getirenler de. Keşke Gezi Parkı’nda meşru bir tepki ve kitap okuma şeklindeki bir eylemle başladıktan sonra insanların üzerine polisi salmak yerine, onlarla dialog kurulabilseydi. Başbakan AVM yapmaktan vazgeçtim, sizin de görüşleriniz doğrultusunda Gezi Park’ı ve Atatürk Kültür Mekezi için hep beraber üzerinde daha güzel bir proje ortaya koyabiliriz diyebilseydi, inanın hiçbir şey kaybetmezdi. Tahrir’de binlerce insanın umutla karşıladığı veya Ortadoğulu biriyle konuştuğumda yahut Balkanlara gittiğimde Tayyip Erdoğan dediğimde ‘’lovely man’’ dedikleri ve kendi başbakanımı övmelerinden gurur duyduğum bir Recep Tayyip Erdoğan profiline bu yakışırdı. Keşke Başbakan eylemleri gerçekleştirenlerin çoğunun 20’li yaşlarda olduğunu ve 28 Şubat’ı, 80 Darbesini yaşamamış bir kuşak olduğunu hatırlasaydı ve ona göre daha olgun davranabilseydi. Malasef Erdoğan’ın dünyadaki itibarı ve meşruluğu da artık zedelendi.

Gezi Parkı olaylarıyla birlikte artık Türkiye’de muhalefet tarzı da değişti. ‘’90 kuşağı’’ kendine özgü bir muhalefet tarzı oluşturmaya başlamış vaziyette. Eylemler süresince insanların askerden veya partilerden bir şey beklemeyip kendi tepkilerini ortaya koymaları ve bunu da bazen esprili ve ince mesajlar şeklinde yapmaları da hoştu. Farklı taraftar ve ideolojik grupların bir araya gelmesi de Türkiye’deki tartışmaların nasıl yapay oluşturulduğunu göstermekte. Çarşı grubunun, Bezmi Alem Valide Sultan Camii’nde Gezi Parkı için dua edip, Miraç Kandili dolayısıyla kandil simidi dağıtması hoş görüntülerden biriydi.

Umarım mizahi yönü hep ağır basan, başkalarından bir şey beklemeyen, hem askeri vesayete hem de polis devletine karşı çıkan bir nesil olur 90 kuşağı. Anne ve babaları gibi başörtülü gördüğünde ‘’yobaz’’ ya da solcu gördüğünde ‘’ayyaş’’ diye yargılamayan bir nesil. 2023 Türkiye’sini de bu gençliğin yaratacağını unutmamak gerekiyor. Her şeye rağmen Aydın’daki Efenin, Sivas’taki Yiğido’nun, Kordon’da rakı içenin, Erzurum’daki Dadaşın, Karadeniz’de horon tepenin, Nişantaşı’ndaki havalı bayanın, Metallica konserindeki gencin, Bitlis’te ekmek açan teyzemin de aynı umutta buluşabildiği ve Anadolu topraklarından biz bütün renklerimizle tek bir yüreğiz diye haykırabildiği bir 2023 Türkiye’sini inşa edebileceğimizi ümit ediyorum. Bunu inşa ederken de birbirimizi ötekileştirmeden, bizselleştirerek ve dincisiyle, dinsiziyle, anarşistiyle, eşcinseliyle, içeniyle, içmeyeniyle hep beraber bu büyük Türkiye’yi yaratacağımıza ve bunu 90 kuşağının yapacağına inanıyorum ve inanmak istiyorum.

Ümit Nazmi Hazır

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...