Bölgesel Güvenlik

  BÖLGESEL GÜVENLİK VE BÖLGESEL ÇATIŞMA EKSENİNDE ASEAN ÖRNEĞİ

  Bölgesel Güvenlik

Ulusal ve uluslararası güvenlik kavramı tarihsel perspektif içerisinde değişikliğe uğramıştır. Bu kavramların değişime uğraması hem etki alanlarını hem de kavramların oluşturduğu sonuçları yeniden düşünmemizi sağlamaktadır. Güvenlik olgusu uluslararası ilişkilerin ana nedensel mekanizmalarından birisi olmakla birlikte; bugün algılanan güvenlik parametreleri ile geçmişte yer alan algılar farklılık göstermektedir.Uluslararası ilişkilerde ele alınan güvenlik stratejileri geleneksel anlayıştan farklı olarak çeşitlilik göstermektedir. İşte bu noktada; Kopenhag Okulu’nun önemli temsilcilerinden olan Barry Buzan’ın güvenlik kavramına getirdiği yeni ve eleştirel bakış ile birlikte; ulusal ve uluslararası güvenlik arasında yer alan “bölge” düzlemini ve “bölgesel güvenliği” tanımlamaya çalışacağım.

Devletler dışarıdan herhangi bir tehdide maruz kaldıklarında ve bundan bir zararları söz konusu olduğunda, temel tercihleri; ya bu zararın azaltılması için kendi başlarına bazı tedbirler alma konusunda faaliyete geçmek, yani bir ulusal güvenlik stratejisi izlemek, ya da tehdidin kaynağındaki gerçek nedenlere inerek tehlikeyi tümden ortadan kaldırmaya çalışmak, yani bir uluslararası güvenlik stratejisi takip etmek şeklinde olur.(Buzan 1991) Bu stratejileri belirlerken geleneksel anlayışında dışında kalan farklı bir düzlem söz konusu olmaktadır. Kopenhag Okulu tarafından “bölge” kavramı; ulusal güvenliğin alt düzlemi olarak tanımlanmaktadır. Ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik arasında kalan düzlem olarak da tanımlanan bölge; analiz edilirken farklı düzeylerde tanımlanmaktadır.

Bölge Tanımının Gelişimi

Bölge kavramı; geçmişten bugüne çok fazla değişime uğramıştır. Geçirdiği evreler nedeniyle farklı disiplinlere ve kriterlere göre tanımlanmaktadır. Politik, sosyal, coğrafi ve ekonomik açıdan pek çok parametrenin karşılıklı ilişkisinden çıkan sonuçlara göre değerlendirilmektedir. Bu nedenle; bölgenin tanımında tek bir kesin hükümden bahsetmek mümkün değildir. Bölgenin sınırlarının neler olduğu ve içeriğinin nasıl doldurulduğu hala bir tartışma konusudur. Kopenhag Okulu; uluslararası güvenlik çalışmalarında “bölge”yi farklı tanımlamaktadır. Bölgenin ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik stratejileri arasında kalan bir düzlem olduğunu belirtmiştik. Bu 3 dinamik birbirleriyle etkileşim halindedir ve karşılıklı bağımlılığı yüksektir.

Bölgesel güvenlik ilişkileri; diğer değişkenlerden bağımsız olarak göreceli özerk bir alan şeklinde ele alınıp, sonuçları devlet ve sistem düzeyinde tanımlanmaktadır. Devletlerin fiziksel ve ideolojik olarak sahip oldukları güç analizi bölgesel güvenliğin anlaşılması açısından çok önemlidir. Tarihsel süreç içerisinde üretilmiş bölgesel motiflerin ve modellerin; bölgesel ve büyük güçler tarafından nasıl algılandığı ve bu güçlerin birbirleriyle nasıl ilişkide olduğu; bölgesel dinamiklerin değişimi ile yakından ilgilidir. Uluslararası sistem ve devlet düzeyindeki sistem analizi ulusal güvenlik meselelerinin anlaşılması için önemli olmakla birlikte; bölgesel güvenlik alanında yer alan değişimler genellikle önemsenmemekte hatta bir veri olarak kullanılmamaktadır. (Buzan 1991)

Kapsamlı çalışmalarda; bölgesel düzey analizi yapılmaktadır. Devletlerin birbirleriyle olan ilişkileri ve bölgesel güç olan devletlerin uluslararası arenada oynadıkları rol ile ilgili araştırmalar yapılmaktadır. Realist görüşe göre ki Waltz örneğinde bunu görebiliyoruz. Waltz; bölgesel güvenlik düzlemini sisteme dahil etmemektedirler. Devletlerin birbirleriyle kurduğu örgütler, bölgesel işbirlikleri ve uluslararası örgütlenmeleri tanımamaktadırlar. Devletlerin anarşik sistemdeki mücadelesi onlar için önemlidir. Bölgesel güvenlik çalışmaları, liberaller ve eleştirel okul tarafından çalışılmaktadır. Güvenlik kapsamında “bölge”nin anlamı; geleneksel görüşte daha çok tarihsel bir düzlemde ele alınıyordu. Avrupalı devletlerin ortaya koyduğu güç dengesi teorisine referans verilerek açıklanıyordu. Çünkü; Avrupalı devletler büyük güçler ve o güçlerin oluşturduğu taraflar çerçevesinde bölgesel gücü tanımlıyordu. Fakat bu bölgesel güç; kendi fiziksel veya siyasi gücünden dolayı değil, uydusu olduğu büyük devletlerin politikalarına bağlılığı ile belirleniyordu. Örneğin; Danimarka ve İtalya coğrafi olarak güvenli bir konumda olmalarına rağmen; o dönemdeki şartlar dahilinde bölgesel güvenlik alanı içerisinde kendilerini aynı tarafın içerisinde bulmuşlardır. (Buzan 1991)

 Bölgenin ve bölgesel güvenliği yeniden tanımlandırılması üzerine Ayoob, Buzan ve Rizvi bazı çalışmalarda bulunmuştur. Bu çalışmalar daha erken analizlerde görülen; bölgeleri sadece güvenlik ekseninde değerlendiren yorumları eleştirmektedir. Bölgesel güvenlik Buzan ve arkadaşlarına göre; salt coğrafi güvenlikten çok daha detaylı bir kavramdır. Bölgesel güvenlik devletler arasındaki dostluk ve düşmanlık ilişkilerinden ortaya çıkmaktadır. Şüphe ve korku bölgesel güvenliğin oluşmasında etkilidir. (Buzan 1991)

Ulusal ve uluslararası bölgelerin güvenlik kaygıları ve konuları birbirleriyle bağlantılı olarak değişmektedir. Bölgesel değişiklikler ulusal algıları değiştirmektedir. Bu parametreler etkileşim içerisindedir. Bölgesel düzlemdeki aktörler ve tehditlerin değişirken diğer aktörlerin sabit kalması beklenemez. Bölgesel güvenlik algısında; Karl Deutch’ın “güvenlik toplulukları” kavramını görebiliriz. Güvenlik toplulukları ve bu topluluğu oluşturan devletler “biz” kimliğini oluşturmaktadırlar. Özellikle; liberal anlayışın genelinde hakim olan anlayış; devletlerin birbirleriyle örtüşen hayati çıkarları olduğudur. Bu hayati çıkarları korumak ve maliyeti azaltmak için devletler birbirleriyle örgütlenmektedirler. Savunma sisteminin geliştirmesi, enformasyon ve teknolojinin paylaşılması alanında devletlerin bölgesel güvenliğin de yaratılmasına katkı sağlayacak çalışmaları vardır. Deutch’ın işaret ettiği diğer bir kavram “spill over effect”tir. Bir alanda başlayan işbirliği diğer alanlara da yansır ve önlenemez bir etki oluşturmaya başlar. Karl Deutch’a göre; Avrupa Birliği bir güvenlik topluluğudur. Biz kimliğinin ve ortak değerlerin içselleştirilmesi ile birlikte; ortak bir güvenlik alanı oluşturulmuştur. (Snyder)

NATO savunma örgütü; aslında bir bölgeyi temsil etmektedir. Coğrafyası ve belli sınırları yoktur ancak Buzan’ın da vurguladığı gibi bölgesel güvenliğe hizmet etmektedir. Ancak bu bölgesellik bir coğrafyadan ve bir güvenlik algısından çok ötede bir anlayıştır. NATO ekseninde bir araya gelen ülkeler belli bir dünya görüşünü, serbest piyasa ekonomisi ve uluslararası topluma ait olan devletleri temsil etmektedir. Böylece bir güvenlik toplumu ve bir bölgesel güvenlik tanımı oluşturulmuştur. Geliştirilmiş ortak güvenlik duygusu ve biz kimliği ülkelerin birbirleriyle çatışmasına izin vermez. Örneğin; Türkiye- Yunanistan ilişkileri gerilimli dönemler geçirse de bu ülkeler arasında sıcak çatışmalar yaşanmamıştır.

Kopenhag Okulu ve Barry Buzan; bölge tanımını yaparken; Karl Deutch’un ileri sürdüğü güvenlik toplumundan (security community) yararlanıyor. NATO örneğinde olduğu gibi esas mesele; bölgesel güvenlik kavramı ideolojik olarak kurumsallaşan NATO’da şekilleniyor. Coğrafi yakınlığın ötesinde Buzan’a göre; bölgenin rastgele bir tanımı yoktur. Bölge tanımının yapılabilmesi için ortak noktaların olması, güvenlik önceliklerinin ve güvenlik dinamiklerinin örtüşmesi gerekmektedir. Bu unsurlar devletlerin arasında bir bağlayıcılık ve bağımlılık yaratmaktadır.

Bölgesel Güvenlik ve Güvenlik Kompleksi

Bölgesel güvenliğin tanımlanması ile birlikte; güvenlik kompleksi kavramı daha önemli hale gelmiştir. Güvenlik kompleksinin oluşması için en önemli kriterler şu şekilde belirlenmiştir. Öncelikle; devletler arasında ortak bir tehdit algısının olması gerekmektedir. Bu tehdit algısı karşılıklı olarak bağımlılığı olan devletler arasında bir işbirliği sağlayacaktır. Güvenlik açısından kompleksin içerisinde yer alan devletler arasındaki dostluk ve güvenlik ilişkileri önemlidir. Kurulan güvenlik komplekslerini oluşturan dinamikler zaman içerisinde ve uluslararası aktörlerin bölgelere etkilerine göre de değişebilmektedir. Örnek olarak; Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve Amerika’nın 2 süper güç olarak ortaya çıkması fakat daha sonra bu güçlerin karşısında alternatif olarak bulunan Çin, Hindistan gibi güçler yeni güvenlik kompleksleri içerisinde yer almışlardır.

Güvenlik kompleksi meselesinde; coğrafi yakınlığın esas olduğunu ama olmazsa olmaz bir kriter olmamaktadır. Kompleks içerisinde yer alan devletlerin ihtiyaçlarının birbirlerine paralel olması ilk kriterdir. Örneğin; Kürt meselesinde; Türkiye- Suriye- Irak hattı içerisinde yer alan bölge; bu meseleye farklı açılardan bakmaktadırlar. Henüz netleşmiş ve sınırları çizilmiş bir tanım yoktur. Bölgesel güvenlik kavramını incelemek için birtakım ilişkilerin olması gerekiyor, uzun dönem dostluk- düşmanlık ilişkileri gerekiyor, bölgedeki devletler ya ortak tehdidi algılayacaklar ya da başka birilerini düşman olarak görecekler. Uluslararası arenada bazen devletler arasında ortak tehdit, ortak düşman algısı olmasa da tarihsel çatışmalar devletlerin güvenlik kompleksi oluşturmasına neden olmaktadır.

Bölgesel güvenliğin önemli olduğu coğrafyalarda; güvenlik kompleksinin oluşturulmasının ana hedefi; devletleri işbirliğine teşvik ederek; çatışmaların azaltılmasını sağlamaktır. İleride göreceğimiz ASEAN örneğinde de bu şekilde bir güvenlik kompleksi oluşturularak, bölgesel çatışmaların azaltılması sağlanmıştır. Kompleksin ortaya çıkmasını hızlandıran bazı faktörler vardır. Güvenlik kompleksi dediğimiz yapı; dinamik ve dıştan gelen etkilere karşı tepki vermektedir. Kompleks içerisinde ülkeler birbirinden farklı olarak diğer devletlerin ortak güvenliklerini etkileyen anlaşmalar yapabilirler.

Kopenhag Okulu; bir devletin aynı anda birden fazla kompleks içerisinde yer alabileceğini savunur. Çünkü; ülkelerin paylaştıkları güvenlik ihtiyaçları çeşitlilik göstermektedir. Özellikle küreselleşme ile birlikte artan farklı tehdit kaynakları devletleri bu işbirliklerine yöneltmiştir. Güvenlik ilişkileri içerisinde sınır çatışması sorunu için en makul çözüm; tekrardan güvenlik kompleksinin oluşturulmasıdır. Devletler; ulusal güvenliklerini tehdit eden bir düşmana karşı; daha üst düzlemde bir koruma sağlıyorlar. Güvenlik kompleksine girilen andan itibaren; her devlet ortak güvenliği sağlayan bir yapının parçası haline gelmektedir. Sadece devletin kendi ulusal güvenliğinin maksimizasyonu değil; ortak platformun bütününün çıkarları önemli hale gelmektedir.

Güvenlik kompleksi; içerisinde yer alan devletlerin güçlerine göre düzeyi değişmektedir. Yüksek güvenlik kompleksi; bir süper güçle birden fazla devletin bir araya gelmesi ile oluşan bir yapıdır. Soğuk Savaş dönemi şartları ve NATO’nun kurulma sürecinde bu bağlamda değerlendirebiliriz. Alçak güvenlik kompleksi; gelişmekte olan bir kavramdır. Daha küçük devletlerin bir araya gelmesi ile oluşturulan yapılardır. Buzan’a göre; küçük devletlerin ulusal güvenlik stratejileri izlemekten sakınmaları gerektiğini ve daha üst bir düzlemde güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaları gerekmektedir. Reel dünyada takip edilen güvenlik politikaları, ulusal ve uluslararası güvenlik stratejilerinin bir karışımı görünümündedir. Dolayısı ile bütünlükçü bir güvenlik anlayışından bahsedilebilir. Nitekim pek çok ülke, ulusal güvenlik stratejilerinin uluslararası güvenlik stratejisine bağlı olduğunu kabul etmektedir. (Buzan 1991)

Güvenlik kompleksi; üye devletler için çok güçlü sembolik bir anlamı olmaktadır. Ortak metinler imzalanır, kurumsal diyalog alanları yaratılır ve kompleksin değerleri deklare edilir. Üyelerin güvenlik ihtiyaçları, ortak değerleri ve birbirleriyle olan bağımlılık ilişkileri garanti altına alınmaktadır. Uluslararası rejim olarak da güvenlik kompleksinin prensipleri önemlidir. Uluslararası rejimlerin korunması ve saygı gösterilmesi düşüncesi; devletler arasında çıkan sorunların çözümü için güvenlik kompleksini oluşturmaktadır.

Barry Buzan
Barry Buzan

Barry Buzan’a göre; realistlerle anlaştığı nokta; uluslararası sistemin kuralsız ve düzensiz olduğudur. Buzan’a göre; bu sistemin teminatı güvenlik kompleksleri ile sağlanmalıdır. Bölgesel güvenliği tehdit eden kaynaklara karşı oluşturulan güvenlik kompleksleri barış oluşturulması ve barışın korunması açısından önemlidir. Güvenlik kompleksi yaklaşımı; Soğuk Savaş sonrası dönemi güvenlik problemlerini açıklamak için faydalı olmaktadır. (Buzan 1991)

Bölgeselcilik Üzerine Tartışmalar

Bölgesel güvenlik ve bölgesel çatışma kavramları günümüzde iç içe geçmiştir. Louis Kriesberg; tüm uluslararası çatışmaların temelinde bölgesel bazı anlaşmazlıkların ve güç çatışmaların var olduğunu savunur. Bölge ve bölgeselcilik tanımı da özellikle ikinci dünya savaşından sonra gelişmeye başlamıştır. Bjorn Hettne’nin tanımladığı “yeni bölgeselcilik teorisi” bölgeselcilik anlayışına yeni bir boyut getirmiştir. Eskiden bir bölge diğer bölgelerde oluşturulan gücün bir parçasıydı. Yeni bölgeselcilikte ise; bölgelerin kendi başlarına güçleri ön plandadır. Aynı coğrafyayı paylaşan devletler, sivil toplum ilişkileri, sosyal ilişkilerin gücü, meşruiyet, kapasite ve ortak kültürel değerler yeni bölgeselciliğin vurguladığı kavramlardır. (Snyder)

Bölgeselciliğin kademeleri coğrafi birlik, karışık sosyal bağlar, bölgesel kurumların oluşumu, bölge halkları arasındaki paylaşım ve bölge devletine dönüştür. Bölgecilik belli zamanlarda ve yerlerde artarken; yine aynı zaman ve yerlerde azalabilir. Sabit bir ilerleme ve değişim görülmemektedir. Bölgeselcilikle ilgili farklı görüşler de vardır. Peter Katzenstein; bölgeselcilikte; coğrafi faktörleri reddetmektedir. Sosyal ve bilişsel inşaya çok önem verir ve bunların değiştirilebileceğini savunur. Devletlerin birbirinden farklı olmalarına rağmen; ortak özelliklerini ön plana çıkarttıkları takdirde; birlikte ortak işler yapabilirler. Örneğin; İtalya ve Türkiye; her iki ülke de NATO üyesi ve NATO şemsiyesi altında ortak işler yapmaktadırlar. Diğer bir örnek; ABD, Avustralya, Birleşik Krallık ve Kanada örneğidir. Farklı devletler olmalarına rağmen pek çok ortak değere sahiptirler.

Bölgesel güvenlik ve bölgeselcilik ile ilgili diğer bir görüş de kurumsalcılara aittir. Keohane ve Martin; kurumların, işbirliklerinin uluslararası sistemde var olan anarşiyi azalttığını düşünmektedirler. Kurumsalcılara göre; ekonomik ve politik çıkarlar en az askeri hedefler ve ihtiyaçlar için önemlidir. Bölgesel güvenliğin sağlanmasında da bölgesel işbirlikleri ve bölgesel kurumlara ihtiyaç vardır. (Snyder)

Uluslararası güvenlik çalışmaları içerisinde; bölgesel güvenlik tehditleri; çok boyutlu tehditler,ülkeler arası problemler, göç hareketleri, çevre sorunları, etnik milliyetçilik ve düşük yoğunluklu savaşlardır. Bununla birlikte; dünyanın çeşitli yerlerinde; bölgeselcilik artmaktadır. Örneğin; Avrupa ve Asya- Pasifik bölgesinde çeşitli bölgesel işbirlikleri kurulmaktadır. Avrupa’daki bölgeselcilik; Soğuk Savaş döneminde NATO, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi kurumsallaşmalar nedeniyle hızla artmıştır. Ronald Rumsfeld; Irak işgaline destek veren NATO’cu AB ülkeleri için yeni Avrupa, diğerleri için ise eski Avrupa diyerek, yeni Avrupa’yı yeğlediğini belirtmiştir. Ortadoğu’da ise; devletler arasında var olan problemler ve yoğun çatışmalar yüzünden çok fazla bölgesel politika yapılamamaktadır.

ASEAN Deneyimi

Bölgesel güvenlik ve bölgesel güvenliğin yönetilmesinde önem bir örnek olarak karşımıza çıkan; ASEAN(Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği) sayesinde; üye ülkeler arasında; başarılı ekonomik ve politik bir entegrasyon süreci yaşanmıştır. Açıkça olmasa da güvenlik konularındaki işbirliğini arttırma çabalarında bulunulmuştur. Bölgesel bir güvenlik alanı ve bölgesel güvenlik kompleksi oluşturmak için çalışmanın başında; gereken kriterlerden bahsedilmişti. ASEAN örneğinde ise ana argüman; örgütün başarılı bir şekilde kurulduğu ancak; üye ülkelerin değişen ve farklılaşan çıkarları ile büyük güçlerin bölgedeki etkisinin; örgütün başarılarını kısıtlamasıdır. İşlevleri, üyeleri ve amaçları açısından global örgütlerden farklılıklar gösteren ve bölgesel bir örgüt olan ASEAN; Asya bölgesinde var olan önemli bir devletlararası yapılanmadır. (Narine 1998)

ASEAN kurulduğu ilk günden bu yana; belli başlı büyük güçlerin etkisinde kalmıştır. Örgüt üyeleri genel olarak gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırılmaktadır. Coğrafyası ve sahip olduğu bölgesel önem nedeniyle ASEAN; dış tehditlere açık bir örgüt haline gelmiştir. Güneydoğu Asya Birliği Ülkeleri, 8 Ağustos 1967 tarihinde Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland bir araya gelerek Bankok Deklarasyonu’nu yayınlayarak ASEAN’ı kurduklarını ilan etmişlerdir. ASEAN’ın kuruluş amaçlarının başında; sosyal ve kültürel işbirliğinin sağlanması, bölgede istikrarlı yapıların oluşturulması ve ekonomik işbirliği için hem siyasi hem de güvenli bir alan şekillendirilmesi hedeflenmiştir. Bölgesel güvenlik alanında da ASEAN; Soğuk Savaş sonrasında; Asya- Pasifik hattında kurulması muhtemel bir güvenlik koridoru oluşturmaktadır. Bölge ülkeleri üzerinde olan Çin tehdidi ve iç karışıklıklar da örgütün hassasiyetleri arasındadır. (Narine 1998)

ASEAN üyeleri; 1992 yılında ekonomik ve siyasal işbirliğinin bölgesel bir bütünleşmeye yönelmesi amacı ile Singapur anlaşmasını imzalamışlardır. Bu anlaşma ASEAN’ın uluslararası güvenlik ve bölgesel işbirliği alanında tanınmasını sağlamıştır. Dünya arenasında önem kazanan bir örgüt haline gelmiştir. Siyasal ve askeri alanda üye ülkelerin işbirliği içerisinde bulunmaları ASEAN’ın etkin bir aktör olarak ön plana çıkarmıştır. Bu anlaşmadan iki sene sonra; Singapur Deklarasyonu ilan edilmiştir. Deklarasyon ASEAN’ın siyasi amaçlarını ortaya koymakla birlikte; ASEAN bölgesel forumu oluşturulmuştur. Bu forum ile Asya- Pasifik bölgesi ile ilişkilerin geliştirileceği fikri onaylanmıştır. 1995 yılında diğer bir işbirliği anlaşması olan; Bankok Deklarasyonu yayınlanarak ASEAN üyelerinin “ Dostluk ve İşbirliği Antlaşması” ile birlikte; “Güneydoğu Asya Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge Antlaşması” imzalayacaklarını uluslararası kamuoyuna duyurmuşlardır

Güneydoğu Asya Birliği Ülkeleri’nin ortak bir platformda bulunması ve bölgesel işbirlikleri ile birlikte; başarılı anlaşmalara imza atmalarını etkileyen önemli bir prensibin olduğu bilinmektedir. “Asean Way” denilen bu ilke; uzlaşmaya dayanmaktadır. Üyelerin bazı konularda birbirlerinden farklı çıkarları da olsa; ortak bir zeminde karar verme süreçleri vardır. Birbirlerini ikna edene kadar tartışmalar sürer ve en sonunda üyelerin üzerinde uzlaştıkları bir karar ortaya çıkmaktadır.

ASEAN’ın tam olarak istenilen başarıyı gösterememesinin iki önemli nedeni vardır. Bunlardan birincisi; örgütün kendi üyelerinden kaynaklanan sorunlar, diğeri de dış faktörlerdir. Özellikle; üye ülkelerin dış müdahale konusunda izledikleri farklı tutumlar birliğin ortak kararlar almasını engellemiştir. Örgütü olumsuz yönde etkileyen dış aktörler; Amerika ve Çin’dir. İki güçlü ülkenin Asya- Pasifik bölgesindeki rekabeti; bölgedeki güvenlik dengelerinin iyileştirilmesi yönünde; Amerika’nın bölgeye askeri güç göndermesi Çin’i harekete geçirmiştir. Bölgedeki etkileşimde büyük güçlerin rolü, bireysel olarak ülkelerin diğer büyük güçlerle ilişkisi ve kendi çıkarlarını daha ön planda tutmaları ASEAN’ın güçlü bir bölgesel örgüt olması önündeki engellerdir. (Narine 1998)

Sonuç olarak; uluslararası ilişkilerde güvenliğin boyutu değişmiştir. Ulusal ve uluslararası güvenlik stratejilerinin zayıf kaldığı noktada; bölgesel güvenlik kavramının ön plana çıktığını görmekteyiz. Bölgeye özgü çatışmaların ve sorunların uluslararası stratejik işbirlikleri ile çözümünden farklı olarak;  bölge düzeyinde belirli; askeri, siyasi ve ekonomik işbirliği anlaşmaları ile bölgenin güvenliği sağlanabilmektedir. Çatışma alanı olarak tanımlanan bölgelerdeki devletlerin birbirlerine olan bağımlılıkları; sorunların çözümünde etkili olabilmektedir. Bu devletlerin sahip oldukları ortak tehdit ve ortak güvenlik çıkarları ile oluşturdukları güvenlik komplekslerinin nihai sonucu daha istikrarlı bir bölgedir. Uzun dönem devam etmiş dostluk ve düşmanlıkların etkileri bu güvenlik komplekslerinin oluşmasında etkili olmuştur.

ASEAN örneği; bölgesel güvenliğin amaçlanması yolunda önemli bir inisiyatiftir. Ancak; bölge dışı bazı güçlü aktörlerin; bölgedeki çıkarları ve istekleri örgütün işlevini olumsuz anlamda etkilemiştir. Ayrıca; üye ülkelerin gelişmekte olan ülkeler olması da örgütü dışa açık ve savunmasız bir hale getirmektedir. Uluslararası anlaşmazlıkların ve problemlerin temelinde; bölgesel bir takım faktörlerin ve sebeplerin yer aldığınız düşündüğümüzde; bölgesel güvenlik alanlarının oluşturulması ve bir kurumsal kimlik kazandırılması sonucu çok önemli olmaktadır. Bu çalışmada ve makalelerde de gördüğümüz üzere; Kopenhag Okulu ve temsilcileri tarafından; güvenlik kavramı yapısal ve kurumsal ögelerle açıklanmıştır. Bölgesel güvenliğin başarılı olabilmesi için oluşturulan örgütler; güvenlik ihtiyacı ile birlikte; siyasi, ekonomik ve sosyal bir entegrasyonu da sağlayarak bölgelerinde bir direnç noktası oluşturmaktadırlar. Uluslararası güvenlik ve ulusal güvenliğin arasında var olan bölgesel güvenlik düzlemi iyi entegre olmuş ve dış tehditlere kapalı bir alanda var olmaya çalıştığı sürece başarılı olacaktır.

 

Selma Bardakcı

Bahçeşehir Üniversitesi

Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler (Master)

KAYNAKÇA:

  1. BUZAN, B. (1991) Regional Security. ss: 187-229
  2. SNYDER, C.A. Regional Security and Regional Conflict. ss: 227-240
  3. NARINE, S. (1998) ASEAN and the Management of Regional Security. International Affairs Vol.  (2) ss: 195-214

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...