“Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının Neden, Şekil ve Olası Sonuçları

Orta Doğu’da muhtemelen “tarihin yeniden başladığı” bir “andayız.” Bölgenin on yıllardır çok az değişen siyasi yapısının hızlı, yapısal ve “olaylı” bir şekilde değişmesi ciddi bir ihtimal haline gelmiştir. Yaşananların yarıda kesilmesi ve “Arap Çölü’nde bir serap” olarak kalması da pekala mümkündür ama yüksek bir ihtimal değildir. Bölgedeki rejimler, muhalif hareketler ve dış aktörler değişimin neden, hız, yön ve sonuçlarını anlamaya ve onu şekillendirmeye çalışmaktadır. Bu dalganın bölgedeki hemen her ülkeyi ve rejimi “sallayacağından” emin olabiliriz. Ama bu durum her rejimin devrileceği anlamına da elbette gelmemektedir. Ama Orta Doğu’da artık işlerin eskisi gibi olacağını düşünmek kolay değildir. Bunu düşündürten en önemli neden Arapların sokağa çıkma, protesto yapma ve hesap sorma yönündeki korkularını kırmış olmasıdır. İnsanların kazandıkları bu cesareti kaybetmelerinin kolay olmayacağını varsayıyoruz. Bazı Arap ülkelerinde yaşanan ve diğerlerine de sıçraması beklenebilecek çalkantının a) uzun dönemli ve yapısal, b) dönemsel, c) anlık ve d) her ülkenin kendine özgü bazı neden ve açıklamaları vardır.

Arap ülkelerindeki demokrasi eksikliği ve rejimlerin meşruiyet açığı, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller, siyasi ve ekonomik tıkanıklık, ekonomik eşitsizlik, yolsuzluklar, atılan kısmi ekonomik liberalizasyon adımlarının meyvelerini vermeden önce bazı halk kesimlerinin hayatını zorlaştırması ve onları rejimlerden uzaklaştırması, insan hakları ihlalleri, genç, nispeten eğitimli ama işsiz ve tatminsiz genç nüfusun oluşturduğu “tiktaklayan demografik bomba,” bu rejimlerin çoğunun ABD başta olmak üzere Batı ile halklarının genelde onaylamadığı türden ilişkiler içinde olması gibi faktörlerin patlayıcı bir karışım yarattığı hep söylenirdi. Ama bu ülkelerde beklenen ciddi halk ayaklanmaları ve rejim değişiklikleri bir türlü gerçekleşmiyordu. Petrol geliri olan ülkeler halklarından vergi almayarak ve birçok temel ürünü sübvansiye ederek onları “rüşvetle susturuyordu.” Petrolü olmayan ülkeler de ciddi güvenlik ve istihbarat önlemleri ile statükoyu koruyorlardı. Arap halklarının artık bu “haysiyetsiz durumu” kabullendikleri ve hatta buna alıştıkları, insiyatif gösterme ve seslerini yükseltme yeteneklerinin sınırlı olduğu, kültürel ve tarihi nedenlerle Arapların “demokrasi istek ve becerilerinin” olmadığı söyleniyordu. Henüz değişimi sürecine giren bu ülkelerin demokrasiye hangi hız, bedel ve şekillerde ilerleyecekleri belli olmamakla beraber son haftalarda yaşanan olaylardan sonra artık yukarıdaki yargıların gözden geçirilmeye ihtiyacı olduğu söylenebilir.

Gıda ve petrol fiyatlarındaki yükseliş, internet ve diğer iletişim teknolojilerinin habere ulaşma ve benzer düşüncede olan insanları bir araya getirmede sağladığı kolaylıklar, Tunus’ta yaşananların emsal yaratması, ABD’nin Bush döneminden farklı olarak “gölge etmemesi” gibi faktörler de bu olayları mümkün kılan faktörler arasındaydı. Yeni iletişim teknolojileri, büyük ölçüde konrol altında olan geleneksel medyanın yanında alternatif, sansürsüz, interaktif, hızlı, sınır aşan bilgi kaynakları sunarken ayrıca muhaliflerin haberleşmesi, örgütlenmesi ve harekete geçmesinde de çok önemli bir rol oynamaktadır. Belki aynı derecede değilse bile bu yeni platformlar yönetimlerin muhalifleri “gözetlemesi” için de bazı imkanlar sağlamaktadır. Ama yine de genç insanların bu kıvrak teknolojileri hantal devlet bürokrasilerden çok daha becerikli ve etkin şekilde kullanacağını öngörebiliriz. Başta El Cezire olmak üzere TV kanalları da 350 milyon Arap için ortak “hikayeler”, serbest tartışma ortamı, fikir ve temalar sunmuştur. Araplar bu tür kanallar vasıtasıyla diğer Arap ülkelerinde yaşananlarla kendi ülkelerindeki yaşananları kıyaslamak ve eleştirmek için bazı “entelektüel donanımlar” kazanmıştır. El Cezire türü kanallar bölge halklarının ülkelerindeki demokrasi açığı, polisiye baskı, ekonomik tıkanıklık ve eşitsizliğin sadece kendi ülkelerine özgü olmadığını daha net görmelerini sağlamıştır.

Önümüzdeki dönemde hem her ülkenin kendine özgü koşulları (ekonomik durum, lider sınıf ve yönetimin meşruiyeti, sistemin kompozisyonu ve dış etkilere açıklığı,”, halkın kendini ifade kanallarının varlığı ve şekli), hem de önemsiz olmayan bir derecede “domino dinamikleri” bu dalganın hangi ülkelerde ne kadar etki yaratacağını belirleyecektir. Petrole sahip olan ülkeler ekonomik “bahşişler” dağıtma kapasiteleri nedeniyle en azından kısa vadede petrolü olmayanlara göre bir parça daha avantajlı olabilirler. Monarşik rejimlerin de diğer otokrasilere göre bir parça daha dayanıklı olma ihtimali vardır. Ama her iki avantajın da sınırları olacaktır.

SENARYOLAR

Kriz öncesi statükoya (ya da ona benzer bir şeye) dönüş: Rejimlerin oyalama, topu taca atma, göstermelik, geçici ödünler vermeleri, halkı ekonomik rüşvetlerle yatıştırmaları, göstericilerin sonuç alamadıklarını görerek “yorulup bıkmaları,” aralarındaki farklılıklar nedeniyle ya da rejimlerin çabalarıyla bölünmeleri, sert bir şekilde bastırılmaları (“Tiananmen”) gibi şekillerde gerçekleşebilir.

İyimser “liberal” senaryo: Rejimlerin yeni durumun kaçınılmazlığını kabullenmesi; muhalefet partileriyle “ordunun şefkatli gözetiminde” yeni demokratik sisteme geçiş için uzlaşması; muhalif unsurların başat ya da önemli ortak oldukları geçici hükümetler kurulması; yeni seçim kanunlarıyla beraber değişik görüşlerin siyasi olarak örgütlenmesine imkan verecek koşullar ve makul bir zaman sonrasında özgür, şeffaf, adil seçimler yapılması. Elbette gerçekte olayların bu kadar sorunsuz ilerlemesi neredeyse imkansızdır. Bazı “sürtünmeler” yaşansa ve “iki adım ileri bir adım geri” gelişmelere olsa da esas istikametin yukarıdaki gibi olması da bu senaryonun işlediğini düşündürtebilir.

Yumuşak, kontrollü ama kısmi geçiş: Mevcut rejimlerin yerine ordu güdümü ve kontrolünde yarı-demokratik siyasi sistemlerin yerleşmesi, partilere ve seçimlere bazı şartlar altında sınırlı şekilde izin verilmesi, demokratik standartların eskiye göre ilerlemesi ama ileri örneklerin çok gerisinde kalması.

Kötümser senaryolar değişik şekiller alabilir. Rejimin ve/veya ordunun göstericileri “Tiananmen” örneğinde olduğu gibi bastırması, İslamcıların seçimlerde çok büyük üstünlük sağlamaları ve zamanla diğer aktörleri saf dışı bırakmaları, ordunun birliğini kaybetmesi ve “erken kalkanın darbe yapması,” ülkede düzenin ortadan kalması, kaos ve anarşi gibi olumsuz senaryolar tahayyül edilebilir.

Elbette hayat ve gelecek buradaki senaryo ve sınıflandırmalardan çok daha karmaşık ve şekilsiz olacaktır. Yukarıdaki senaryolardan bazılarının aynı andan veya birbirini takip eder bir şekilde kısmen yaşanması da mümkündür. Yaşanan siyasi değişimin hızı, genişliği, derinliği ve etkileri için erken ve kesin konuşmanın riskli olduğu daha ilk iki haftada kanıtlanmıştır.

ABD

Washington ilk haftalarda dalganın muhtemel sonuçlarını hesap etmeye ve hızla gelişen olayları anlamaya çalışırken genelde gelişmelerin birkaç adım gerisine düşmüş ve birden fazla zikzak çizmek zorumda kalmıştır. ABD değişimi anlamak, yönünü tahmin etmek, “tarihin akışının yanlış tarafına düşmemek” ama belki onu yavaşlatmak, terbiye etmek ve yönlendirmek ve kesinlikle önünde duruyor durumuna da düşmemeye çalışmaktadır. ABD Mısır rejiminin hızlı, kesin, dramatik, kanlı ve kontrolsüz bir şekilde düşmesi ve bunu engellemek için kendisinin pek bir şey yapmadığının düşünülmesi durumunda olayların diğer ülkelere de henüz bir hazırlık yapmadan ve önlem almaya fırsat bırakmadan yayılacağından endişe etmektedir. ABD bir yandan bu dalganın ve “yeni Orta Doğu’nun” yükselen aktörü “sokağın” önünde duruyor görüntüsü vermemek, öte yandan da eski ortaklarına sahip çıkarak “inandırıcılığını” korumak gibi zorlu ve zaman zaman birbiriyle çelişkili çıkar ve güdülerle hareket etmek durumundadır. Washington, ılımlı ve Batı ile “dost olmasa bile” onunla çalışabilecek unsurların İslamcılara karşı hazırlıksız ve savunmasız olmayacağı bir geçiş dönemi olmasını arzulamaktadır.

Mısırlılar Irak gibi ABD işgaliyle değil, “kendi bileğinin hakkıyla” demokrasiye geçerse bunun ilave bir anlamı olacaktır. Bu olayların Bush yönetiminin bölgede çok fazla karşılık bulmayan, samimi görülmeyen, Irak Savaşı ile “kirlenen” ve muhalif hareketlerin ABD’nin maşası gibi görülmesine de neden olan demokrasi söylemi geride kaldıktan sonra ortaya çıkmasının bir anlamı olabilir. Mısır’daki gösterilerde Amerika ve İsrail aleyhtarı slogan ve pankartlar çok azınlıktadır. Ama rejimin ABD ve İsrail ile ilişkisinin şekli onun meşruiyet eksikliğinin ölçülmesi kolay olmasa da önemli nedenlerinden biridir. Eğer üzerinde yıllardır çok şey söylenen ama son yıllara kadar bir türlü harekete geçmeyen “Arap sokağı” ABD’nin meşru taleplerine köstek olduğu sonucuna varırsa, dalga hızla Amerikan aleyhtarı bir renk alabilir. ABD’li yetkililerin de bundan çekindikleri ve kendilerini rüzgar ile ters yönde konumlandırmamaya çalıştıkları söylenebilir. Aynı şey İsrail için daha az geçerlidir. ABD’nin olayların başta S. Arabistan olmak üzere petrol üreten ülkelere sıçraması durumunda nasıl tavır alacağı da çok önemli olacaktır.

ORDU

ABD’nin Mısır ordusu ile “derin” ilişkisi, ordunun özellikle üst kademesinin rejimi “mihrabını koruma” eğiliminde olması zamanla bu kurumun alt ve üst kademeleri arasında “dalgaya” yaklaşım konusunda önemli farklılıklar ortaya çıkabilir. Mübarek ve rejimi devrildikten sonra Müslüman Kardeşler’in içinde olduğu bir hükümetle ordunun ilişkisi de sancılı olmaya adaydır.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER

Gösteri yapanlarla devrimden sonra iktidarı ele geçirecekler aynı kişiler olmak zorunda değildir. Müslüman Kardeşler’in halk desteğinin boyutu, hareketin demokratik yönde ne kadar evrildiği, yeni dönemde siyasi arenadaki aktörlerden sadece biri olmayı hangi süre ve derecede kabulleneceği sorularının cevabını henüz tam bilmiyoruz. Hareketin kırsal kesimde cazibesinin sınırlı olduğu, muhalif enerjinin aktığı tek damar olmaktan çıkınca ve iktidarın sorun ve sorumluluklarıyla uğraşmak zorunda kaldıkça zamanla seçmenlerdeki çekiciliğini kaybedeceği düşünülebilir. Ama hareketin on yıllara varan tarihi ve organizasyonu ile diğer muhalif gruplara karşı en azından başlangıçta ciddi bir avantajı olduğu da açıktır.

İSRAİL

Mısır’daki yeni düzen İsrail’e savaş açacak olmasa da muhtemelen bu ülkeye mesafeli olacaktır. Geçen yıllarda Filistin ile barış yapılamamış olmasının Mübarek dahil muhafazakar Arap rejimlerinin meşruiyetini aşındırdığı söylenebilir. Ama şahin ve kötümser İsrailli bazı sesler ise Mısır’da yaşanan olaylardan sonra Araplarla yapılan barışın kalıcı olmayacağının bir kez daha görüldüğünü ve İsrail’in toprak anlamında ödün verme lüksü olmadığını ifade etmektedir. İsrail’in yaşananları öngörememiş olması önemli bir stratejik istihbarat başarısızlığıdır. Bu ülkenin Türkiye ile içinden kısa vadede çıkılması kolay olmayan olumsuz bir ilişkiye kilitlenmesinin kendisi açısından akıllıca olmadığı şimdi daha açık görülmektedir. İsrailli birçok yetkili birkaç ay öncesinin Orta Doğusu’nun artık geride kaldığını kabullenmekte zorlanır gibidir. Önümüzdeki dönemde İsrail’in ABD’nin siyasi ve askeri desteğine çok daha fazla ihtiyaç duyacağı ama belki de bu desteğin artık eskisi kadar kesin, koşulsuz ve kalıcı olmayabileceği söylenebilir. Bu arada Mısır’ın gelecekte “dost olmayan” bir yaklaşım içinde olacağını öngören İsrail’in coğrafi olarak tampon bölge oluşturmak için bir oldu-bitti ile Sina Yarımadası’nın bir kısmını işgal etmeye çalışması çok büyük bir sürpriz olmayabilir.

TÜRKİYE

Bölgedeki olayların uzun döneme yayılması, petrol üreten ülkelere sıçraması, Batı karşıtı unsurların güçlenmesi gibi gelişmeler yaşanması durumunda petrol fiyatlarının hızlı, ciddi ve kalıcı bir şekilde yükselmesi şaşırtıcı olmaz. Dünya ekonomisindeki nisbi toparlanma gibi faktörlerle beraber 100 dolar seviyesinde olan petrolün “yeni normalinin” 150 dolar olması ve bazı ileri senaryolarda 200 dolar civarına ulaşması beklenebilir. Bu durumda dış ödemeler dengesinde ciddi cari açık veren Türkiye’nin seçim dönemine girilirken ekonomik zorluklar yaşaması şaşırtıcı olmaz.

Erdoğan’ın Mısır’daki olaylarla ilgili bu kadar açık pozisyon alması doğru mudur? Bu ülkedeki göstericilerin taleplerinin haklılığı, davranışlarının büyük ölçüde barışçı olması, geniş bir kesimin isteklerini yansıtmaları, kendilerine sokak dışında kendini ifade ve örgütlenme için başka bir seçenek verilmemesi gibi nedenler kendilerine hak verilmesi ve sempati duyulmasına neden olmaktadır.

Ama acaba Başbakan benzer olaylar Suriye ve S. Arabistan’da yaşanmaya başlanırsa dostu olan bu ülke liderlerine de benzer çağrılarda bulunacak mıdır? Başbakan Mısır dahil tüm bu ülkelerde rejimlerin bazı değişikliklerle beraber yerlerinde kalma ihtimalini ve bunun sonuçlarını da dikkate almış mıdır? Başka ülkelerin içişlerine makul neden ve şekilde de olsa karışmanın ileride de bizim içişlerimize karışılmasına ortam yaratabileceği düşünülmekte midir? AKP ile Müslüman Kardeşler arasındaki ideolojik ve kurumsal yakınlık Başbakan’ın Mısır’daki olaylara bakışını ne kadar etkilemektedir? İran’da rejimi karşıtı gösterilerle ilgili suskun kalınırken şimdi Mısır konusunda daha keskin bir tutum alınmasının açıklaması ne olabilir? Ayrıca, Türkiye’nin bu konuda aldığı pozisyondan bağımsız olarak, önümüzdeki dönemde PKK’nın da yönlendirebildiği grupları Mısır’dakine benzer eylemler için harekete geçirmesi dikkate alınması gereken bir ihtimaldir.

Bu arada bölgede giderek daha çok konuşulan Türkiye modelinden herkes başka şeyler anlamaktadır. Bazıları bundan “ordunun sürece mülayim bir bekçilik yapmasını,” “siyasete müdahale etse bile sonra hızla gücü tekrar siyasilere bırakmasını”  ve İslamcı partilerin ordunun etkisiyle ılımlılaşmasını, başka bazıları ise kısmen ılımlılaşan İslamcı partinin adım adım ordunun rolünü sınırlandırmasını anlamaktadır. Ordu Türkiye’de Mısır gibi ülkelerden farklı olarak otoriterliğin değil laikliğin muhafızlığını yapmıştır.

Ama yine de Türkiye’nin önümüzdeki süreçte bölgede en azından bir süre için prestij, etki ve çekiciliğinin artacağı söylenebilir. ABD’nin de bölgedeki bu hassas dönemde iktidardaki partiyi açıkça karşısına alması zorlaşabilir. Ancak Türkiye tam da demokrasisi nedeniyle başkalarına örnek gösterilirken, iktidardaki parti ve liderin otoriterleşme eğilimine girmesiyle demokrasisi kırılgan hale gelmiştir. Bu durum yabancılar tarafından henüz yeterince idrak edilmiş değildir. Türk siyasi partiler kanununun da model olmayı hak etmediği açıktır.

Şanlı Bahadır KOÇ

21.YY Türkiye Enstitüsü

Başkan Yardımcısı

http://www.21yyte.org/tr/yazi6083-Demokratiklestiremediklerimizden_misiniz_Orta_Dogudaki_Degisim_Dalgasinin_Neden_Sekil_ve_Olasi_Sonuclari_.html

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...