Eleştirel Söylem Analiz Çerçevesinde Orta ve Üst Sınıftan Kadınların İkinci Dalga Feminizme Yaklaşımı

 

Özet

Bu çalışmanı temel amacı, orta ve üst sınıftan kadınların 1960’larda Simone de Beauvoir tarafından ortaya çıkan “Kadın doğulmaz, kadın olunur.”  önermesi ile başlayan ve 1980 yılı ile birlikte Türkiye’de de etkisini gösteren ikinci dalga feminizme yaklaşımını eleştirel söylem analiz çerçevesinde incelemektir. Araştırmada ilk olarak Jacques Derrida’nın yapı-söküm tekniği ve onun ekolünü takip eden Michel Foucault’un iktidar-güç ilişkisi içinde yaklaştığı eleştirel söylem analizi aktarılacaktır. Bunun devamında ikinci dalga feminizmin genel çerçevesi ve yaşamsal pratiklerine değinilecektir. Eleştirel söylem ve ikinci dalga feminizmin genel çerçevesi sunulduktan sonra orta ve üst sınıftan kadınlarla görüşme yapılarak feminizme yaklaşımları ve ikinci dalga feminizm pratiklerinden ev içi ve iş hayatı eşitsizlikleri analiz edilecektir.

 

Anahtar Kelimeler: Feminizm, Yapısöküm, Eleştirel Söylem, İkinci Dalga Feminizm, Ev İçi Eşitsizlik, İş Hayatı Eşitsizliği

 

                                                         Abstract

The main purpose of this study is to examine the middle class and upper-class women’s approach to second wave feminism that started with a premise in the 1960s suggested by Simone de Beauvoir “One is not born, but rather becomes a woman.” and showing the effects in Turkey in the 1980s within the framework of critical discourse analysis. In the research, firstly, the critical discourse analysis of Jacques Derrida’s deconstruction technique and Michel Foucault, who followed his school, approached the relationship of power-authority will be explained. In the following, the general framework of second-wave feminism and vital practices will be discussed. After presenting the general framework of critical discourse and second wave feminism, interviews with middle and upper class women will be conducted to analyze feminism approaches and inequalities in domestic and work life from second wave feminism practices.

 

Key Words: Feminism, Deconstruction, Critical Discourse, Second Wave Feminism,  Domestic Inequality, Work Life Inequality

 

Giriş

Düşünceler dil aracılığı ile ifade edilir. Düşüncenin oluşum süreci, aktarım zamanı ve tüm bu süreçler söylemin bir parçasını oluşturur. “Söylem belirli kurallar, terminoloji ve konuşmalardan oluşan sistematik dilsel düzenleri betimlemek üzerine kullanılan bir kavram olarak kategorize edilir.” (Tonkiss, 2006). Söylem analizi çalışmaları içinde yer alan eleştirel söylem, modern söylemsel pratiği oluşturur. Modernleşme ve onu takip eden süreçlerle beraber eşitsizlik gittikçe artmıştır. Bu noktada eleştirel söylem analizi, söylem analizinden farklı olarak eşitsizlikler ve bunu yaratan durumları çözümleme olarak adlandırılabilir. Özellikle Jacques Derrida doğruyu gösteren metinleri ve anlayışları yıkmak için yapısöküm tekniği kullanır ve tekrar inşa edildiğini not eder. Bu durum aynı zamanda olayların eleştirel olarak değerlendirilmesidir. Derrida’nın söylem analizini katkı sağlayan söylemin hem özneleri hem de nesneleri oluşturduğunu düşünen Michel Foucault’un çalışmalarında kullandığı önemli çözümleme biçimleri insanın toplum içerisinde işlev ve konumunu bulma denemesi olarak tanımlanır (Şahin, 2017). Michel Foucault’un Deliliğin Tarihi kitabından yola çıkarak feminist hareket, eleştirel feminist söylem analizini geliştirmiştir.

18. yüzyıldan itibaren feminist hareket; siyasi, toplumsal, sosyal, hukuki vb. pek çok alanda kadın ve erkek arasında oluşan eşitsizlikler üzerine incelemeler ve açıklamalar yapmıştır. Uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde teorik bakımından katkı sağlayan pek çok yazar olmasına rağmen pratiğe geçiş aşaması zor olmuştur. Bunun sonucu olarak farklı kültür ve sınıflardan kadınlar ve bununla beraber feminizmin farklı türlerinin meydana gelmesi söz konusu olmuştur. Çünkü kadınlar, “öteki konumunda” görülmede kültürün ve sınıfın etkisini bu dönemde fark etmiştir. Pratikte ikinci kuşak feministler, iktidar ilişkilerinin yaratmış olduğu eşitsizliğin ele alınmasına ve ortadan kaldırılmasına yönelik olarak etkili bir mücadelede bulunmuştur (Özden, 2020). Ataerkil toplum düzeni ve bununla birlikte kadını daha aşağı çeken bu etmenleri feminist eleştirel söylem analizi çerçevesinde çözümlemeye çalışan farklı bir grup oluşmuştur.

 

Eleştirel Söylem Analizi

Söylemin yapısını anlayabilmek için öncelikle dil ile ilgili bir temel oturtmak doğru olacaktır. Dil için yapılan genel tanımlamaların dışında söylem açısından dilin önemini vurgulamak gerekiyor. Dilin öneminin düşüncelerimizin bir ifade biçimi olduğunda yattığını vurgulanmaktadır. Dil sadece basit bir temsil ya da yansıtma aracı değildir. Dil değişik fonksiyonları içerisinde barındıran karmaşık sistemler bütünüdür (Elliot, 1996, s.65). Dış dünyada var olan her şey bir bütün içindedir. Ancak dil sayesinde kavramsallaştırarak anlaşılır kılma gayreti içindeyizdir. Dil aynı zamanda bireylerin toplumsal açıdan belirgin kimlikler üstlenerek “bir şeyler” olmalarını da sağlamaktadır (Gee, 2011). Tüm bu dilin etkilendiği durumların incelenmesi söylemi yaratmaktadır.

Aydınlanma dönemi ile beraber, kelimeler ya neredeyse hiçbir şey ifade etmiyor ya da farklı bağlamlarda daha kesin ama oldukça farklı anlamlarla kullanılmaya başlandı. Ancak birçok durumda, söylem kelimesinin altında yatan genel fikir; dilin, insanların sosyal yaşamın farklı alanlarında yer aldıklarında izledikleri farklı kalıplara göre yapılandırıldığıdır. Bu durumda söylem sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi, sosyal hayatın tüm yönleri ile ilişkilidir (Sözen, 1999). Bu noktada söylem sadece kelimelerin incelenmesinde değil; aynı zamanda kimin söylediği, kime söylediği, ne amaçla söylediği gibi unsurları kapsar. Bu durum beraberinde kelimelerin anlamlarında bulunduğu sosyal konuma göre değişiklik gösterebileceğini belirtir. Söylem analizi bunu çözümlemek ile uğraşmaktadır.

Toplumsal, siyasal ve ekonomik tezahürler; Aydınlanma ile başlayan, Sanayi Devrimi ile devam eden dönüşüm içerisinde etki alanını genişletmiştir. Geleneksel toplumsal yapının dönüşmesi ile birlikte karşıtlık içerisinde modernizm ortaya çıkmıştır. 20. yüzyılın ortalarından günümüze kadar ortaya çıkan postmodernizm kavramı, modernizmin bir eleştirisi olarak tanımlanmıştır. Postmodernizm her türlü bütünleştirici, genelleştirici yaklaşımları reddeden; modernizmin kapladığı dünyada modernizmin ilerlemeci, kalkınmacı yaklaşımlarının insanları baskı altında tuttuğu öngörüsüyle evrensel ve genel bütün söylemlere karşı çıkmaktadır (Kaypak, 2013). Böylece postmodernistler dilin gerçeği yansıtmadığı yönünde eleştirileri dile getirirler.

Bu eleştirileri dile getirmenin bir sonucu olarak eleştirel söylem analiz ihtiyacı doğmuştur. Çünkü bir söylem içinde yer alan farklı söylemler ve söylemin farklı düzenleri arasındaki ilişkiler araştırılmalı ve analiz edilmelidir. Yapısalcı dil çalışmaları yürüten İsviçreli düşünür Ferdinand de Saussure, yapısöküm kavramını kazandıran Jacques Derrida ve Fransız düşünür Michel Foucault eleştirel söylem analizinin en önemli isimleridir.

Jacques Derrida’nın dil çalışmalarına yaptığı en büyük katkı yapısöküm tekniği olmuştur. Yapısöküm tekniği, birbirinin zıttı ile var olan dikotomiler üzerine yaptığı eleştiriler ile anlaşılabilir. Dikotomiler birbirinin zıttı anlamında kullanılır. Her anlamda diğerinin üstünde bir üstünlük kurulmasına karşı çıkan Derrida, zıtlarıyla bir anlama sahip olabilecekleri görüşündedir. Örneğin kadın/erkek zıtlığında kadını veya erkeği üstün gösteren dikotomi yerine ikisinin birbirinin zıtlığı içinde var olduğunu savunmuştur.

Foucault, söyleme biraz daha farklı yaklaşmıştır. Özellikle bireyler arasındaki farklılıkların sonucu oluşan kuşku ve kaygı içeriklerine, tarih ile bağlantısına ve bilgi-iktidar arasındaki ilişkilere dikkat çekmiştir. Arasındaki ilişkiyi çözümlerken söylemi; özneyi, tarihi ve bilgiyi birleştiren kavram olarak tanımlamıştır. Böylece bir kavramı tanımlama, mitleştirme ve şeyleştirme (reification) gücünün iktidar ve bilgi arasındaki söylemsel ilişki ile açıklanabileceğini savunmaktadır (Yetim & Erdağ, 2018). Birinin diğerine üstünlüğü, baskı altında tutmasını özne ile ilişkilendirmiştir.

 

Eleştirel Feminist Söylem Analizine Kısa Bir Bakış

Eleştirel söylem analizini feminizm içinde değerlendirdiğimiz zaman, bir söylem eleştirisi yoluyla bilinç yükseltmeye ve sosyal değişime kendini adamış özgürleştirici bir yaklaşım sunulmaktadır. Özellikle Foucault’nun Deliliğin Tarihi isimli kitabı ataerkillik temelinde yatan özneyi eleştirmesi feminist çalışmalarının dikkatini çekmiştir. Bazı noktalarda Foucault‘un ideolojisini reddetmelerine rağmen, feminist hareketi düşüncelerinden yararlanmıştır. Bir söylemin feminist değerler ve pratiklerle nasıl uyuşmadığını gösteren feminist söylem analizi ortaya çıkmıştır. “Eğer bir kitle bilinci varsa, deneysel olarak ‘mevcut’ olmalı, kendisi de ona katılanlar için açık bir şey olmalı veya en azından onu ileten dilde deneysel olarak tezahür etmelidir. Bu durumda ‘feminizm’in ne olduğunu göremeyebilir ancak yapılarını iletebiliriz.’’ (McGee,1980). Örnek vermek gerekirse bir öğretmenin cinsiyeti mesleki değerlerde yer almaz. Öğretmenleri cinsiyet kimlikleriyle yargılamak yerine, feminist söylem analizi bireysel öğretim uygulamalarına daha fazla ağırlık verir. Ataerkil toplumlarda cinsiyet söylemine yönelik eleştirel araştırmalara odaklanmak -bu tür teşhis analizlerinin sosyal değişimi getirebileceği umuduyla- daha önemli olmaya başlamıştır.

 

İkinci Dalga Feminizm ve Pratikleri

Feminizm hareketinin 1792 yılında yayınlanan Mary Wollstonecraft’ın “A Vindication of the Rights of Women” adlı eseriyle başladığını belirtebiliriz. Doğal hakların düşüncesinden yola çıkarak feminist hareket; kadınların da erkekler kadar akıl gücüne sahip olduğunu, eğitim ve eleştirel düşünce sayesinde kadınların bunun üstesinden geleceğine vurgu yapar. Kadınların, erkeklerin egemen olduğu toplum yaşamını keşfetmeye başladıkları bir dönemdir. Genel çerçeveye baktığımızda talep ettiği konular kadınların oy kullanması, eğitimde fırsat eşitliği ve kadınların mülkiyet haklarını içermekteydi (Taş, 2016). Bu dönemin devamında feminist hareket daha kapsayıcı olma yolunda ilerlemiş ve ikinci dalganın ortaya çıkması ile devam etmiştir.

İkinci dalga feminizm Batı’da 1960’lı yılların sonlarında ivme kazanmıştır. Simone de Beauvoir’in varoluşçuluk ideolojisinden yararlanarak kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğe odaklanmıştır. Ancak özne olduklarını düşünen kadınlar kendilerini “erkeklerin onları öteki konumunu benimsemeye zorladığı bir dünyada yaşar bulurlar.” (Donovan, 2015). Kadınların ev işi yapmak, çocuk büyütmek gibi tekrara dayalı işler yapması kadınların bilinç yükseltmesine engel olduğunu düşünen Beauvoir’in düşüncelerine ek olarak pek çok ikinci dalga feminist, farkında olmanın kadınları öteki durumundan kurtaracağını öngörür. Bu durumun çözülmesi için kadınların eğitim alma, çalışma, yaşamına katılma, siyasi yapılar içinde yer alma gibi haklarının olduğunu savunmuşlardır. Farklı yaşam tarzlarına, farklı siyasi düşüncelere, farklı dünyalara sahip kadınların bu dönemde birbirini tanıması “bilinç yükseltme” durumunu ortaya çıkarmış ve farklı algılara sahip kadınların kendilerini tanımaya, toplumsal ve sosyal alandaki cinsiyet rollerinin tekil şahısların üzerindeki etkilerini sorgulamaya vesile oluyordu (Taş, 2016).

Özel alanın hala erkek egemenliğine bağlı kalması yine ikinci dalga feminizminin dikkatini çeken bir konu olmuştur. Aile kurumunda yer alan ev işleri, çocuğa bakma gibi sorumlulukların kadınlara atfedilmesi ve aile içi rollerde kadınların fazla sorumluluk alması kadının kamusal ve sosyal alana katılımını zorlaştırmıştır. Bu etkenlerin artması ile birlikte toplumun uymaya zorladığı kalıplar altında kadınların kamusal alana aktif olarak katılmasında dezavantajlı bir durumun olduğu fark edilmiştir.  Böylece kamusal alan ve özel alan ayrımı tartışılması gereken bir konu olmuştur.

Kadınların her alanda özgürleşmesini hedefleyen ikici dalga feministleri kadınlar, bedenlerinin erkek denetiminden çıkmasını talep etmişlerdir. Bu dönemde kürtaj hakkı, kadınların talep ettiği en önemli unsurlardan biri olmuştur. Böylece kadınlar kendi bedenleri hakkında söz sahibi olabilecekti. Dolayısıyla giderek radikalleşen feminizm;  şiddet, taciz,  kürtaj,  mobbing gibi konularda kampanyalarla örgütlü hale gelmiştir  (Tidd, 2004). Feminizmin 1970’lerden itibaren eylemler üzerine yoğunlaşmış olması ile beraber “Feminist Hareket” olarak teorinin pratiğe döküldüğü harekete dönüşmesine ön ayak olmuştur.

Eylemlerin hız kazanması ile beraber özellikle bilim ve sanat alanında kadının dezavantajlı durumu ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirildiği ders kitaplarının cinsiyetçi kodlarını deşifre etmişlerdir (Kolay, 2015). Dönemin içinde yer alan ünlü edebiyatçıların eserlerinde kadınları aşağı gösteren betimlemelerin kullanılması şiddetle eleştirilmiştir.

 

Yöntem

Araştırma orta sınıf ve üst sınıftan kadınların ikinci dalga feminizme yaklaşımını incelemeye yönelik nitel bir çalışmadır. Bu araştırmanın analizinde kadınların feminizme bakış açısını tespit etmeye çalışırken ikna edici dilin kullanılması olan sosyolojik bir yaklaşım izlenmiştir. Sosyolojik yaklaşımın işlevi, söylemlerin hem kişisel hem de sosyal açıdan güçlendirici ve güçsüzleştirici yönlerini açıklığa kavuşturmaktır (Saukko, 2003).

 

Çalışma Grubu

Araştırmanın çalışma grubunu 6 kadın oluşturmaktadır. Araştırmanın amacına uygun olarak 3 kadın orta sınıf ve 3 kadın üst sınıftan seçilmiştir. Başlangıçta 8 kadın düşünülmüş, 2 kadın görüşmeyi kabul etmemiştir. Araştırmada nitel araştırma geleneğine uygun amaçlı örneklem yöntemlerinden ölçüt örnekleme (purposive sampling) yöntemine uygun olarak kadınlar seçilmiştir. Ölçüt örnekleme, örneklemin problemle ilgili olarak belirlenen niteliklere sahip kişiler, olaylar, nesneler ya da durumlardan oluşturulmasıdır (Büyüköztürk, 2012).

 

KadınYaşMedeni
Durum
    SınıfEğitim DurumuÇalışma Durumu
1.Kadın50 yaş ve üstüEvli    OrtaİlkokulÇalışıyor

 

2.Kadın50 yaş ve üstüBekâr   OrtaLiseÇalışmıyor
3.Kadın25 yaş ve üstüEvli   OrtaLisansÇalışmıyor

 

4.Kadın30 yaş ve üstüBekâr   ÜstYüksek lisansÇalışıyor
5.Kadın30 yaş ve üstüEvli  ÜstLisansÇalışıyor
6.Kadın40 yaş ve üstüEvliÜstLisansÇalışıyor

 

Yukarıda yer alan tabloya göre 3 kadın orta sınıf, 3 kadın üst sınıftan seçilmiştir. Orta sınıf kadınlar 25 ve 50 yaş grubu arasından seçilmiştir. 3’ünün eğitim seviyesi farklıdır ve sadece 1 kişi çalışmaktadır. Üst sınıf kadınlar 30 ve 40 yaş grubundan seçilmiştir. 2 kişinin eğitim seviyesi lisans, 1 kişinin eğitim durumu yüksek lisanstır ve hepsi çalışmaktadır. Özellikle evli kadınlar tercih edilmiş ancak analizin farklı yönlerini görebilmek adına orta sınıftan ve üst sınıftan birer bekâr kadın seçilmiştir.

 

Veri Toplama Araçları

Veri toplama yöntemi olarak yarı yapılandırılmış görüşme tekniği tercih edilmiştir. Konuyla ilgili önceden hazırlanan sorularla görüşme gerçekleştirilmiştir. Görüşme sırasında soruların sırası, soruların soruluş biçimi değişiklik göstermiştir. Görüşmenin gidişatına göre sondaj soruları ve yorumlayıcı sorular da kullanılmıştır. Görüşmeden önce araştırma konusu ile ilgili literatür çalışması yapılmış ve araştırma yazısına dahil edilmiştir.

Araştırmanın verileri 18-24 Ocak 2020 tarihleri arasında çevrimiçi veya yüz yüze görüşme yapılarak toplanmıştır. Araştırmanın verilerinin doğru analizi için görüşme esnasında ses kaydı katılımcıların onayı ile alınmıştır. Görüşme sırasında katılımcıların etkilenmemesi için çoğunlukla müdahale etmeksizin sorular sorulmuş ve kişilerin cevaplarını ve kendilerini nasıl anlamlandırdıklarını anlamaya odaklanılmıştır. Gerekli yerlerde konunun özünü aktarmaya yönelik katılımcılara örnekler verilmiş ve yoruma açık sorular sorulmuştur.

Araştırmada 4 kapalı uçlu, 7 açık uçlu olmak üzere toplamda 11 soru sorulmuştur.

  1. Soru: Katılımcıların yaşı
  2. Soru: Katılımcıların eğitim durumu
  3. Soru: Katılımcıların medeni hali
  4. Soru: Katılımcıların çalışma durumu
  5. Soru: Katılımcıların feminizm hakkındaki kısaca fikri
  6. Soru: Katılımcıların ev içinde ne oranda iş yaptığı
  7. Soru: Katılımcıların ev içinde yaptıkları iş oranına göre artı ve eksi yönleri
  8. Soru: Katılımcıların ev içinde yaptıkları işlerin diğer işlerini engelleyip engellemediği
  9. Soru: Katılımcıların kadınların kurumsal hayatta erkeklere göre avantajlı mı yoksa dezavantajlı mı olduğu hakkında düşüncesi
  10. Soru: Katılımcıların bir işe girmeden önce zorlandıkları şeyin ne olduğu
  11. Soru: Katılımcıların her sektörde yöneticilerin genellikle erkeklerden oluşması hakkındaki düşüncesi

 

Verilerin Analizi

Bu çalışma nitel araştırma yöntemlerinden ve eleştirel söylem analizinden yararlanmıştır. Toplumun grup ve kurumsal seviyesindeki ilişkiler ideolojiktir ve ideolojiler, bu ilişkileri etkileme ve açıklama gücüne sahiptir. İdeolojileri nasıl edindiğimiz, öğrendiğimiz ve değiştirdiğimizi etkileyen dil kullanımı ve söylem son derece önemli bir toplumsal pratiktir (Özer, 2011). Söylemin de ideolojinin sürdürülmesini sağlayan, bireysel ve toplumsal bilişsel şemaları farkına varılarak ya da varılmadan etkileyen önemli bir gücü bulunmaktadır. Gücün, söylem olarak adlandırılan yazılı ve sözlü dil kullanımı ile olan ilişkisinin belirlenebilmesi ve yazılı ve sözlü dil kullanımının toplumsal yapıyı nasıl yeniden ürettiğinin anlaşılabilmesi için bütün ve karmaşık bir yapıya sahip olan bağlam incelenmelidir (Van Dijk, 2008). Bu noktada analiz sürecinde görüşme kayıtları incelenmiş ve bağlam çerçevesinde çözümlemeler yapılmıştır. Araştırma yazısının ana konusunu oluşturan ikinci dalga feminizmine kadınların bakış açısını tespit ederken iki konu üzerine yoğunlaşılmıştır. Bunlardan birincisi ev içi eşitsizlik, ikincisi ise iş hayatındaki eşitsizliktir.

 

Bulgular

Görüşmelerden elde edilen veriler sonucunda alan yazına da uygun olarak ev işi ve iş hayatındaki eşitsizlikler feminist ideoloji çerçevesinde analiz edilmiştir. Analiz yapılırken bu alanlar için uygun temalar seçilmiştir.

 

  1. Feminizm Nedir?

Çalışma kapsamında görüşme yapılan kadınlardan öncelikle feminizm hakkında kısaca görüşleri öğrenilmiştir. Bell Hooks’un “A Movement to End Sexist Oppression’’ isimli makalesi “kadınların çoğu, feminizmin olumlu anlamlarından çok ‘kadın özgürlüğü’ konusundaki olumsuz bakış açılarına daha aşinadır” (Hooks, 1956) fikrini savunuyor. Orta veya üst sınıf arasında toplum olarak üst sınıfın orta-alt sınıfa oranla daha fazla bilgili olduğuna dair bir genelleme vardır. Ancak araştırmaya konu olan kadınlarla yapılan görüşmelerde bunun yanlış olduğu fikri yer almaktadır. Feminizmin tanımı konusunda tüm kadınların az çok fikri olmasına rağmen görüşme yapılan tüm kadınlar, sadece kadınların haklarına yönelik olduğunu savunuyor.

Görüşme yaptığım kadınlardan feminizm ile ilgili kısa bilgi almak istediğimi belirttiğimde paylaştıkları bilgiler;

  1. Kadın: “Feminizm deyince aklıma baskın kadınlar geliyor. Erkeği çok fazla dış tarafa atanlar diyebilirim.”
  2. Kadın: “Kadınları savunma hakkı diye biliyorum.”
  3. Kadın: “Kendi hemcinslerimden kendi haklarını çok savunamayan insanlar için yine kendi hemcinslerimin oluşturduğu bir ses, bir topluluk, bir akım olduğunu düşünüyorum.”
  4. Kadın: “Feminizm deyince aklıma siyasal ve sosyal anlamda kadınlar ve erkeklerin eşit olduğu aklıma geliyor.”
  5. Kadın: “Sadece kadın hakları olarak görülüp erkekleri saf dışı bırakmak diye düşünüyorum.”

Feminist hareketin odak noktasının cinsiyetler arasında eşit siyasal, ekonomik ve toplumsal haklara sahip olması gerektiği pek çok literatür çalışmasında mevcuttur. Ancak feminist hareketin başından itibaren özellikle ataerkillik ideolojisinin yıkılması hedeflenmiştir. Bu noktada kadınların mücadelesinin ana temelini öncelikle sahip olamadıkları hakları elde etme çabası olarak yansımıştır. Bu yüzden konuya vakıf olmayan kadınların bile konuya bu açıdan yaklaştığı tespit edilmiştir.

Feminizm denince popüler bir söylem olarak “erkek düşmanlığı” tanımı da akla gelmektedir. Ancak feminizm, erkek düşmanlığı söylemi yerine “kız kardeşlik” kavramı üzerinde durmaktadır. Dini, dili, ırkı fark etmeksizin tüm kadınların ortak sorununa odaklanmıştır. Bu yüzden “erkek düşmanlığı” tanımının katılımcılar arasında yer almadığı açıkça gözlemlenmiştir. Böylece kadınların bir noktada tahakküm sistemlerini ve bunların sürdürülmesindeki rolümüzü kavramamızda yardımcı olduğu aktarılabilir.

 

  1. Ev içi Yaşam

Modern dünya içindeki koşuşturmada ve kendini durmaksızın yineleyen hayatın içindeki ev işleri bu hayatın en büyük parçasıdır. Ev işleri kolay veya zor olsa da bir şekilde “halledilmesi” gerekir. Yemek yapmak, çamaşır ve bulaşık yıkamak, aile içinde çocuk ve/veya yaşlı gibi bakıma muhtaç kişiler varsa onlara bakmak gibi pek çok iş ev işini kapsar. Tüm bu görevlerin toplumsal olarak cinsiyetlendirildiği ve kadının görevi olarak kodlandığı bir gerçektir. Dolayısıyla “Ev ve ev işleri, kadınlarla erkekler arasındaki farkın yaratıldığı yerdir.” (Bora, 2018). Ancak ikinci dalga feminizmin başlangıcı ile feminist hareketin bu durumun değişimi için mücadele etmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu noktada, araştırma yazısında katılımcıların ev içi yaşamlarının kendi yaşamlarına nasıl etki ettiği tespit etmeye çalışılmıştır.

Kadınlara yüklenen ev işi görevlerinin hala devam edip etmediğini tespit etmek adına katılımcıların “Yaşadığınız ev içindeki kişiler aynı oranda mı ev işi yapıyor?” sorusuna yanıt olarak orta sınıf kadınların “hayır”, üst sınıf kadınların “evet” cevabı verdiği ortaya çıkmıştır. Kadının kamusal hayata katılımının yüksek oranda olduğu üst sınıf kadınlarda bu cevap tesadüfi değildir. İkinci dalga feminizm hareketinin savunduğu, kadınların toplumsal hayata girmesi ile birlikte kadınların daha da bilinçlendiği düşünülmüştür. Ancak hâlihazırda evde olan kadınların “erkek ailesine bakmak ve hayatı kazanmaktan sorumludur” anlayışı ile ev içinde hâkimiyet kurduğu gözlemlenmiştir. Bu durumun üst kesimlerde etkisini gösterdiğini görüyoruz ancak hala orta kesimdeki kadınlar ev işleri ile çok fazla uğraşmaktadır.

Ev işlerinin eşit olarak dağıtılmasının ya da bunun tam tersinin sadece kadınların görevi olarak nitelendirilmesi, iki durum arasında farklar oluşmasına neden olmaktadır. Bu noktada katılımcılara ev işini eşit yapmanın nasıl bir avantaj olduğu ya da evin işlerini üstlenmenin ne gibi zorluklar yarattığı sorulmuştur.

  1. Kadın: “Çalışmadan önce tüm işleri ben yapıyordum. Şimdi ben çalışmıyorum eşim evde. O bana hizmet ediyor.”
  2. Kadın: “Bunaldığınız zamanlarda sürekli aynı şeyleri yapınca işinizi birine devretmek istiyorsunuz. Erkek varsa onun da yapmasını istiyorum. İş bölüşümü olması gerekiyor.”
  3. Kadın: “Genelde kendi yapmak istediğim kişisel alanlara vakit ayıramıyorum. Kendi gelişimimi sekteye uğratıyor.”
  4. Kadın: “Ben bir iş yaparken kızım ya da eşim gelip ben ne yapayım diye sorabiliyor. Hepimizin ev içinde eşit oranda iş yapması beni çok memnun ediyor.”
  5. Kadın: “Kendime zaman ayırmak gibi bir lüksüm oluyor. Kendimle ilgilenebiliyorum. Yapmak istediğim şeyleri özgürce yapabiliyorum.”

Bu durumda her kadının farklı yorumu olsa bile orta sınıf kadınların olumsuz ifadeler içinde olduğu söylenebilir. Çünkü Marjorie DeVaut’un Feeding the Family (Aileyi Beslemek) kitabında bahsettiği gibi “Yemek yapmak, mutfak önlüğünü beline taktığın an başlayıp ocağın altını söndürdüğün an biten bir aktivite değil. O akşam (hatta o hafta) ne yemeklerin yapılacağını düşünüp planlamaktan, yemek piştiğinde ev halkını sofraya toplamaya ve yemek sırasında aile sohbetini teşvik etmeye kadar pek çok başka işi de içeriyor.” (DeVaut,1997). Bu durumda kadınlar yaptıkları ev işlerinin kendi iç dünyalarına engel olduğunu düşünüyorlar. Bunun aksine üst sınıf kadınlar kendilerine ne kadar fazla zaman ayırabildiklerini dile getiriyorlar. Bu durum yine kadınların yaptığı işlerin onlara “bilinç yükseltmede” engel olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bu durum katılımcılara sorulan üçüncü soruda biraz daha açığa çıkıyor. “Ev içinde yaptığınız işlerin yapmak istediğiniz işlere engel olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusu için;

  1. Kadın: “Dansla uğraşıyorum mesela, kitap okuma ile ilgilenebilirim. Sosyal aktiviteleri severim ben. Ama özel alana zaman ayıramıyorum. Sürekli kafada dolaşan bir ev işi var. Hani başka işe yönelmek seni zorlaştırabiliyor. Yapıyorsun ama geçiştiriyor bir kısmı.”
  2. Kadın: “Hayır düşünmüyorum. Çünkü mesela evi toplamam gerekiyor ama ben dışarı çıkmak istiyorsam dışarı çıkmayı tercih ederim. Akışa bırakırım.”

Modern toplumlar, içinde bireyin kendine değer katma ihtiyacının ve bireysel eylemlerin arttığı bir biçimde yaşar. Bu yüzden kadınlar ev işi yapmanın bir nevi külfet olduğunu düşünmüş ve kendilerine daha fazla vakit ayırma ihtiyacı hissetmişlerdir.  Bir kadın kendi yapmayı sevdiği işler yerine ev işlerine kafa yorarken, diğer kadın ise öncelikle kendi yapmayı sevdiği işi tercih ediyor.  Bu durum aslında bir seçim değil. Çünkü kendi işini yapmayı tercih eden kadın aslında ev içinde diğer üyeler ile aynı oranda iş yapıyor ve kendisine vakit ayırsa bile bir şekilde ev işlerinin yapılacağına dair bir güvencesi var. Ancak ikinci kadının böyle bir şansı yok.

 

  1. Çalışma Hayatı

Sanayileşme süreciyle birlikte tarım toplum düzeninin değişmesi, beraberinde kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğe yeni bir boyut getirmiştir. Aslında kadınlar değişim ve gelişim ile birlikte çalışma hayatında daha fazla yer almaya başlamışlardır. Bunun nedeni ise kas gücüne dayalı işlerin teknoloji sayesinde kolaylaştırıldığı bir dönem olmasında yatmaktadır. Ancak mevcut toplumsal cinsiyet kalıp ve yargıları kapsamındaki geleneksel kadın rollerinden kurtulamayan kadın, mevcut rollerine yenilerini ekleyerek ayrı gibi görünen iş ve aile kavramlarını birlikte yürütmek ve dengelemek zorunda kalmıştır (Durmaz, 2016).

Bu bağlamda katılımcılara “Kadınlar kurumsal hayatta erkeklere göre dezavantajlı mıdır yoksa avantajlı mıdır?” sorusu sorulmuştur;

  1. Kadın: “Çalışma hayatından mı bahsediyorsun? Kurumsal alanda daha avantaj sağlar. Kadın oldukları için dezavantajlı kalıyorlar. Ego olduğu için dezavantajlılar.”
  2. Kadın: “Dezavantajlı, neden? Hem iş hayatına gidip hem de ev hayatında çalıştığı zaman ağır bir yük biniyor. Erkeklerin iş kısmında bir sorumlulukları oluyor. Daha büyük sorunları olmadığı için daha rahat olduklarını düşünüyorum.”
  3. Kadın: “Kadınlara iş hayatında nereden baktığına göre değişir. Toplumumuz bunu getiriyor. Hem avantajlı hem dezavantajlı. Kadının geriliğinden ya da eşitsizliğinden değil. Erkek daha hırslı olduğu için ya da kadın ev hayatında iş yaptığı için avantajlı olmayabilir.”
  4. Kadın: “Bence bu durumda önemli olan başarı. Yani eğer kadın başarılı ise o da avantajlı olur.”

Aslında bu soruda kadınların iş hayatında erkeklere göre dezavantajlı bir konumda olup olmadıkları sorulmuştur. Ancak tüm katılımcılar dış etmenlere bağlı olarak dezavantajlı olunmasından ama iş hayatına katkı sağlayacağı için avantajından bahsetmiştir.

Kadın üzerinde baba ve koca baskısından öte, ataerkil toplum değerlerinin de baskı aracı olduğu tespit edilmiştir.  Kadınlar, ev içi sorumlulukları olduğu için ve bu görevlerin kadınlara doğal görevleri olarak atfedildiği için erkeklere göre daha değersiz görülmektedir. Aslında bu olgunun yaratılmasında kadının rolünden çok toplumun rolü olduğunu vurgulamak da önemli. Böylece kadınların iş hayatının sorumluluklarını üstlenmede başarılı olamayacağı varsayılmıştır.

Ancak, insanlık toplumun diğer üyeleriyle farklı sosyal ilişkilere girmektedir. Bu durum bireyin toplum içinde farklı sosyal konumlara yerleşmesini sağlamaktadır. Böylece her bireyin farklı kimlikleri oluşmaktadır.  . Endüstrileşme ve şehirleşme, kadınların çalışma yaşamına katılımı ve eğitim imkânlarından yararlanmasını kolaylaşmıştır. Böylece kadınlar sosyal yaşamı kendi lehine çevirebilme imkânı bulmuştur. Çünkü kamusal alanda çalışmak kadınlara bir nevi özgürlüğü ve kendine güveni getirmiştir. Ekonomik özgürlüğe sahip olan kadın, pek çok alanda söz sahibi olabilmektedir.

Katılımcıların görüşü ile Fuller ve kendisinden sonra gelecek feministlerin aktardığı gibi kadınların özgürleşmesinin dünyayı daha iyi bir yer haline getireceği düşüncesi vardır. Kadının varlığının iş hayatı için farklı bir vizyon getirileceği düşünülmüştür. Bu noktada iki açıya değinmekte fayda vardır. Bunlardan birincisi katılımcıların da belirttiği noktalardır: kadınların anne figürü olması, hayata karşı daha barışçıl ve yaratıcı bir dünya yaratmasının iş hayatında da önemli bir faktör olarak görülmesidir. İkincisi ise kadınların hem ev içinde işler yapması hem de iş hayatında aktif rol alması, aslında kadının her alanda yeterli olabileceği görüşünü doğurmuştur. Bu durum özellikle yoğun iş temposu olan alanlarda kadını avantajlı konuma sokmaktadır.

Kadınların iş hayatında yetkinliklerinin artması bir yana, elbette belirli bir oranda zorluk yarattığını düşünerek “Bir işe girmeden önce kadınları en zorlayacak şeyin ne olduğu?” şeklinde bir soru sorulmuştur;

  1. Kadın: “Nasıl insanlarla karşılaşacağım? Bayanlara karşı nasıllar? Saygılılar mı? Parasını veriyorum her şeyi yaptırırım düşüncesindeler mi? gibi endişelerim vardı.”
  2. Kadın: “Yaşım gereği her ikisini yapabiliyorum. Ama iş hayatının 12 saat olmaması gerekiyor. Kendine ayıracağın bir sosyal hayat kalmıyor.”
  3. Kadın: “Bizde ‘kadın biraz yarım akıllıdır’ tavrı var. Zekâ gerektiren bir işe de girsen bunu kanıtlamak zorundasın. Mesela kurumsal bir şirkettesin ama erkeğin kıyafetine dikkat edilmezken kadının tüm bunlara dikkat etmesi gerekiyor. Kadının önce zekâsına odaklanmıyorlar.”
  4. Kadın: “Bence çalışma saatleri çok önemli. Mesela çocuğuma vakit ayıramayacağım bir iş beni zorlayabilir.”

Katılımcıların cevaplarına baktığımızda iki konu üzerinde durulduğu tespit edilmiştir. Bunlardan birincisi iş hayatı ve özel hayatı bir arada götürmek zorunda kalan kadınları en çok zorlayacak etmenin çalışma saatleri olması, ikincisi ise sadece kadın oldukları için iş hayatında önyargıya maruz kalmalarıdır.

Ülkemizde kadın veya erkeğin çalışma yaşamı eğitim seviyelerine göre belirlenmektedir. Çalışan kadınların birincil sorumluluklarının ev ve ailesi olarak görüldüğü ataerkil yapıya sahip ülkemizde, kadınlar iş ve aile yaşamının dengelenmesi sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar (Ergöl, 2012). Özellikle özel sektörde çalışma saatlerinin fazla olması kadınlarda erkeklere oranla daha fazla baskı yaratmaktadır. Bu yüzden çalışma saatlerinin fazla olmasını sorun eden kadınların orta veya üst sınıflardan olmaları etken olmamıştır. Çalışma saatlerinin sorun olacağını belirtmeyen iki kadından birincisi aile içinde eşinin evde daha fazla sorumluluk aldığı, diğerinin ise bekâr olmasının verdiği rahatlık olduğu gözlemlenebilir. Ancak diğer iki kadının ev içi huzuru sağlamada büyük bir etken olduğunu ve bu yüzden iş hayatı ve ev hayatını dengelemeyi engelleyecek yoğun iş saatlerini onaylamadığı belirtilebilir.

Çalışma yaşamında eşitsizliklerin ortaya çıkardığı sorunlara kadınlara karşı önyargının eklenmesi; “huzursuz” çalışma ortamında zihinsel, psikolojik ve sosyal olarak tükenmiş bir durumda çalışmalarına yol açabilmektedir. İş olanaklarının daha sınırlı kalması, deneyimsiz olmaları, hiyerarşik yapılanmada genellikle yönetilen pozisyonunda olmaları endişelere neden olmaktadır.   Böylece bu yaşadıkları endişenin temel kaynağını çoğu zaman deneyimsizliğin ötesinde deneyimli olsa bile iş hayatında “kadın olma” söyleminin getirdiği olumsuz etkiler olduğu söylenebilir. Katılımcılardan 4. Kadın, kadının zekâsından önce fiziksel görünüşüne odaklanıldığını vurgulamıştır. Bu durumun kadınların kendine güvenmemesinde ikinci bir etken olduğu belirtilebilir.  Kadının cinsel cazibesini kullanarak bir yere geldiği yargısı oldukça yaygın bir söylemdir. Kadınların bu noktada kendilerini kanıtlamak ve önyargıyı kırmak için daha yüksek bir çabaya girmesi gerekmektedir. Bunun sonucunda kimi kadınlar çok daha fazla yorulmakta ve hatta işi bırakma noktasına kadar gelmektedir.

Kadınlar, tüm bu zorlukların içinde iş hayatında var olma çabası içindedir. Ancak yine de genellikle yönetilen konumunda kalmaktadır. Bunun nedenini araştırmak adına katılımcılara “Her sektörde yöneticiler genellikle erkeklerden oluşuyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” şeklinde soru yöneltilmiştir;

  1. Kadın: “Bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Aslında kadınlar olsa daha iyi yönetir. Sektörde tek alana yönelen erkek mantığı ile yola çıkarsak erkekler tek mantık içinde olabilir.”
  2. Kadın: “İster istemez bir taraf tutma oluyor. Kadınlara ne gözle bakılıyor? Ama evli kadınlar için hamilelik ya da kişisel sorumluluklar var. Daha yoğun oldukları için erkeklerin daha özverili çalışacaklarını düşünüyorlar. Aslında kadın daha disiplinli olduğu için her şeye yetişebiliyor.”
  3. Kadın: “Erkekler kendi yapılarından dolayı daha hırslılar. Belki de başka maddeler devreye giriyor olabilir. Kadının her detayı düşünüp yapması gerekiyor. Erkek düz mantıklı ama kadın sadece tek bir iş üzerine yoğunlaşıp devam edebiliyor mu?”
  4. Kadın: “Erkekler yönetici. Kadınlar evlendikten sonra onlar kadar iş yapamayacaklarını düşünüyorlar. Kadınların daha fazla izin alma durumu var. Doğum izni gibi. Ama mesela benim yöneticim de kadın. Kesinlikle kadınlar da çok iyi yönetici olabiliyor.”

Kadınlar toplumun tüm katmanlarının ayrılmaz parçasıdırlar. Kadınlar, ev işlerinin yanı sıra tüm potansiyellerini ortaya koyarak birçok sorumluluk taşımaktadırlar. Kadınlar erkek işçilerden farklı olarak verimlilik dışındaki faktörlerden etkilenmektedir. Bu değerlendirmelerde ortaya çıkması ile kadın-erkek arasında bir ayrımcılığın doğmasına neden olmaktadır. Bu noktada katılımcıların hepsi neden yönetici olamadıklarını açıklamışlardır. Ama aynı zamanda belirli nedenlerden dolayı yönetici konumunda olabileceklerine inançları tamdır. Burada nedenler tamamen dış etmenlere bağlıyken inançlarının kendi içindeki özgüvenden geldiği tespit edilmiştir.

Öncelikle neden yönetici olamadıklarını açıklamak gerekirse, devlet tarafından sunulmayan hizmetlerin önemli bölümü kadınlar tarafından karşılıksız olarak yüklenilir (Küçük, 2015). Çocuk ve yaşlı bakım hizmetlerine yeterli kaynak ayrılmaması buna örnek olarak verilebilir. Yüklenilen bu görevler sonucunda kadınların “işin gereklerini” yerine getirmekte zorlandığı ve performansı düşürdüğü eleştirisi vardır. Kadının doğum iznine çıkmak zorunda kalması da yönetici olamamalarında etkili olmuştur. Bu noktada kadınlar ya yüksek mertebeye çıkamıyor ya da sadece kariyere odaklanarak toplumun gelenek ve göreneklerinden gelen bir baskıya maruz kalıyorlar.

Üst sınıf ya da alt sınıf fark etmeksizin tüm katılımcıların bütün olumsuzlukları aktarmalarından sonra “kadınlar da çok iyi yönetici olabilir” söylemini kullandıkları tespit edilmiştir. Bunun nedeni, çalışma yaşamına giren kadınların ekonomik bağımsızlığını kazanması sonucunda daha özgür, güçlü ve bilinçli olacak olmasında yatmaktadır. Kadının iş hayatına girmesi ile ev işlerinde de söz sahibi olduğu görülmektedir. Bunların ötesinde katılımcıların odaklandığı nokta, kadınların her ne kadar zor olsa da tüm işlere yetişebildikleri ve böylece yönetici olmanın verdiği zorlukların altından çok daha kolay kalkabilecekleri düşüncesinde yatmaktadır. Ayrıca kadın yöneticisi örneğine şahit olan kadınların bunu büyük bir rahatlıkla söyledikleri de tespitler arasındadır.

 

Sonuç ve Değerlendirme

Söylem, ideolojilerin dil aracılığı ile nasıl yansıtıldığını inceleyen bir alandır. Ancak ideolojik söylemlerin zamanla yarattığı eşitsizlikler ve bunu yaratan durumların çözümlemesi olarak eleştirel söylem analizi ortaya çıkmıştır. Özellikle içinde yaşadığımız toplumda insanların toplumsal yapı içerisinde baskıya uğrama biçimini ortaya çıkarmak açısından en çok kullanılan analiz türlerinden biridir. Güç ilişkilerini ortaya çıkaran her türlü sözlü ve yazılı söylemler bağlam anlamında anlaşılmalıdır. Eleştirel söylem analizinin söylemi yaratan ideolojilere karşılık, feminist söylem analizi de feminist ideolojilerin söylemlerinin pratik ile uyuşmaması noktasında bir eleştiri getirmişlerdir. Özellikle sosyal kimliklerin yaratılırken cinsiyet temelli oluşumlarını eleştirmişlerdir.

Bu bağlamda araştırma yazısının odaklandığı ilk kavram kadınların feminizme bakış açısı olmuş ve henüz erkek ve kadının her alanda özgür olmamasının mücadelesi olduğu özümsenememiştir. Ancak her kadının bu konsepti kendi sorunlarına odaklanarak “kadın hakları” olarak görmesi açıktır.

Şu an içinde bulunduğumuz dönem, farklı pratiklere evrilen ve feminist teorinin gelişip farklı alanlara odaklandığı bir dönemdir. Ancak araştırma yazısı gösteriyor ki ikinci dalga feminizminin eleştirdiği konular henüz tam olarak çözüme kavuşamamıştır. Araştırma yazısının da odaklandığı ev içi eşitsizlik ve iş hayatındaki eşitsizlik özellikle Türkiye içinde çözümlenmiş değildir. Bu pratiklerin katılımcıların dilindeki tezahürü farklı açılarla yansımıştır.

Ev içinde eşit dağılıma sahip ve özellikle üst sınıftan kadınların kendini daha mutlu ve özgür hissettiği tespit edilmiştir. Ama hala ev içindeki tüm sorumlulukları kendisi üstlenmek zorunda kalan orta sınıf kadınların mutsuz ve olumsuz ifadeler kullandığı gözlemlenmiştir. Orta sınıf kadınların içinde bulundukları durumdan memnun olmamasına rağmen eve bakmak zorunda olan diğer bireylere bağımlılıkları, ev içi eşitsizlik için herhangi bir atılım içinde olmadıklarının gözlemlenmesi tartışmaya açık olarak kalmıştır.

Mevcut toplumumuz içinde orta veya üst sınıf fark etmeksizin tüm kadınların iş hayatındaki eşitsizliklere farklı açılardan olsa da olumsuz yaklaştığı gözlemlenmiştir. Kadınların iş hayatında dezavantajlı olmasını ya da yöneticilerin genelde erkek olmasının altında yatan sebepleri ve iş hayatında onları zorlayacak şeylerin ne olduğunu kendilerinden bağımsız ve dış etkenlere bağlı olarak açıklamışlardır. Ancak, kadınların iş hayatında olmasının bir gereklilik olduğu ve olumlu sonuçlara yol açacağı konusunda katılımcıların güveni tamdır.

Sonuç olarak, cinsiyet temelli eşitsizlik ve ayrımcılıkların temelinde ideolojinin pratiklere nasıl yansıdığı açıklanmalıdır. Araştırma yazısına konu olan kadınların feminizm ile bir bağlantısı bulunmamasına rağmen feminist hareketinin eleştirdiği ve talep ettiği haklar basit bir dille aktarılmıştır. Sadece kadının bilinçlenmesi ile sorunlar çözüme kavuşamamıştır.  Kadının erkeğe göre değersiz görülmesine toplumun her düzeyinde rastlanmaktadır.  Ancak kadın, kendi koşulları içinde deneyimlerini de katması ile farkındalık yaratır. Bu yüzden her alanında kadının kendi öznelliğini kurabileceği alanlar yaratılmalıdır. Böylece eşitsizliğin önündeki engeller toplumun bilinçlenmesi ile ortaya çıkar.

 

 

İPEK GÜVEN

Feminizm Okumaları Staj Programı

 

 

KAYNAKÇA

Aktaş, G. (2013). Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği: Erkek Egemen Bir Toplumda Kadın Olmak. Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 30 Sayı: 1

Çelik, H. & Ekşi, H. (2013). Söylem Analizi. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Cilt:27, Sayı:27, s. 99-117.

Donovan, J. (1997). Feminist Teori. İletişim Yayıncılık. İstanbul.

Durmaz, Ş.(2016). İşgücü Piyasasında Kadınlar ve Karşılaştıkları Engeller. Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, s. 37-60

Ercan, G. S. & Danış P. (2019). Söylem, Söylem Çözümlemesi ve Eleştirel Söylem Çözümlemesi: Tanımları ve Kapsamları. DEÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 2, s. 527-552

Güneş, C. (2013). Michel Foucault’da Söylem ve İktidar. Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi Sayı 21, s 55-68

Hooks, B. ( 2014). Feminist Theory: From Margin to Center. Routledge, UK, s.17-31

İşlekel, E. G. (2016). Cinselliğin Öznesi: Haz, Biyo-İktidar ve Özneleşme. Erişim adresi https://www.academia.edu/29219714/Cinselli%C4%9Fin_%C3%96znesi_Haz_Biyo_%C4%B0ktidar_ve_%C3%96znele%C5%9Fme

Kolay, H. (2015). Kadın Hareketlerinin Süreçleri, Talepleri ve Kazanımları. Sayı: 3. EMO Kadın Bülteni.

Mendrofa, M. P. (2020). Feminist Critical Discourse Analysis To The Language Use and Display in Whitening Cosmetic Product Advertisements. Cilt: 1 Sayı:2

Özden, E. & Özden Z. (2020). İkinci Dalga Feminizmin Kozmetik Reklamlarının Görsel- Metinsel Tasarımı Üzerindeki Etkisi. Selçuk İletişim, Cilt:13 Sayı:1, s. 1-23

Selvi, Y. (2014). Feminist Teori Ve Sanat Üzerinde Derrida Etkisi: Yapıbozum. İdil Sanat ve Dil Dergisi, Cilt 3, Sayı 11, s. 79-98

Şahin, Y. (2017). Michel Foucault’da Söylem Analizi. Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi. Cilt: III/Sayı:6, s.119-135

Urbain, M. (2018). A Feminist Critical Discourse Analysis of the National Board for Professional Teaching Standards.  (Doktora tezi). Erişim adresi https://scholarworks.sjsu.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1020&context=etd_dissertations

Yetim, M, & Erdağ, R. (2018). Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Söylem Analizi: Revizyonist Söylemin Gelişimi. İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 5, (1), s. 79-100.

 

 

 

 

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...