Başlığın tam hali: Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Kararlarının Soykırım Suçu Açısından Değerlendirilmesi: Srebrenitsa, Prijedor, Zvornik
Özet
1944 öncesine kadar uluslararası hukuk disiplininde suç kategorisine girmeyen “soykırım” terimi, 1944 yılında Polonyalı Yahudi Raphael Lemkin’in “soykırım” terimini kullanmasıyla literatüre girmiştir. Kavramın uluslararası hukukta tanımlanması 1948 yılında BM Genel Kurulu’nda kabul edilen Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile gerçekleşmiş ve bununla birlikte soykırım, uluslararası suçlar kategorisinde yer almıştır. Bu çalışmanın amacı, 1992-1995 Bosna Savaşı sırasında Srebrenitsa, Prijedor ve Zvornik’te Bosnalı Müslümanlara uygulanan zulmün uluslararası hukuk açısından soykırım mı yoksa katliam mı olduğunu incelemektir. Srebrenitsa’da soykırım suçunun işlendiğine dair nihai kararın verilmesine karşın Prijedor ve Zvornik’te işlenen suçların neden soykırım suçu olarak değerlendirilmediği Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICTY) konuya yönelik kararları üzerinden tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Zvornik, Prijedor, Srebrenitsa, Soykırım, Katliam.
Abstract
The term “genocide”, which did not fall into the category of crime in the international legal discipline until before 1944, entered the literature in 1944 when Raphael Lemkin, a Polish Jew, used the term “genocide”. Defining the concept in international law with the Convention on the Prevention and Punishment of Genocide adopted by the UN General Assembly in 1948, and the term genocide was included in the category of international crimes. This study aims to examine whether the persecution of Bosnian Muslims in Srebrenica, Prijedor and Zvornik during the 1992-1995 Bosnian War was genocide or massacre in terms of international law. Although the final decision on the genocide crime in Srebrenica is made, why the crimes committed in Prijedor and Zvornik are not considered genocide will be examined in the last part of the study in line with the decisions of the International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia on the subject.
Keywords: Zvornik, Prijedor, Srebrenitsa, Genocide, Massacre.
1. Srebrenitsa’da Yaşananlar
Yugoslavya, 1918 Yugoslavya Krallığı adı ile kuruluşundan itibaren; Krallık, Demokratik Federal devlet ve son olarak Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyet devleti olmak üzere üç farklı yapı ve idari şekilde var olan bir devlet olmuştur. Bu devletin bünyesinde Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Slovenler, Arnavutlar, Türkler, Macarlar, Makedonlar olmak üzere etnik yapıları çok çeşitli millet ve azınlık grupları vardı (Alp, 2011: 153). Farklı etnik ve azınlık gruplarından oluşan bu devlette, etnik anlaşmazlıklar doğal olarak kaçınılmaz olmuş ve belli zaman aralıklarında etnik gruplar arasında anlaşmazlıklar, çatışmalar, iç savaşlar görülmüştür. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, artan ulusal bağımsızlık hareketlerine paralel olarak milliyetçilik kavramı da yükselen bir ivme kazanmış ve 1980’lerden sonra bu gelişmeler doğrultusunda Yugoslavya’da etnik çatışmalar gittikçe artarak devletin parçalanmasına sebep olmuştur. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde milliyetçilik ve etnik çatışma faktörlerine ek olarak Doğu Blok’unun lideri olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması ve Batılı devletlerin siyasi çıkar elde etmek amacıyla bölgeye müdahaleleri de bu önemli faktörler arasında yer almaktadır. Bu gelişmeler doğrultusunda 25 Haziran 1991’de Slovenya ve Hırvatistan’ın, Eylül ayında Makedonya’nın bağımsızlık ilan etmesi birlik içindeki diğer ülkeleri de etkilemiş ve Yugoslavya’nın dağılma süreci hızla gerçekleşmiştir. Yugoslavya devletinden bağımsız olmak isteyen bir diğer devlet ise Bosna-Hersek olmuştur. Bosna-Hersek, 1992 yılında yaptığı referandumla Müslüman ve Hırvatların %70’lik oyunu alarak bağımsızlığını ilan etmiştir (Keser, 2012: 278).
Bosna-Hersek’in bağımsızlık kararına Yugoslavya ordusu başta olmak üzere Bosnalı Sırplar karşı gelmiştir. Sırpların, Bosna’nın bağımsızlığını istememelerinin nedeni, tarihten de hatırlanacağı üzere Büyük Sırbistan kurma hayalleridir.
“Bosna’da, özellikle Drina Nehri boylarında, (Biyelyina, Zvornik, Bratunats, Srebrenitsa, Vlasenitsa, Rogatitsa, Vişegrad, Gorajde, Çayniçe ve Foça yerleşim birimlerinde), Müslümanlar nüfusun büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktaydı” (Başkan, 2020: 44).
Bu bölgeler, jeopolitik konum açısından Büyük Sırbistan’ın gerçekleştirilmesi için çok önem taşımakta ve Bosna-Hersek bağımsız olduğunda bu bölgeler Sırplar için en büyük düşman olan Müslümanların hâkimiyetinde kalacak ve tamamen Sırplardan oluşan bir devlet kurma planlarına engel oluşturacağı için Bosnalı Sırplar bağımsızlığı kabul etmeyip geri alınmasını istemişlerdir (Alp, 2011: 155). Bosnalı Sırpların bu isteğinin Bosna-Hersek tarafından reddedilmesi üzerine Bosna-Hersek, 1992-1995 yılları arasında kanlı bir savaşa tanık olmuştur.
Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, 25 Haziran 1991’de Slovenya’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından aynı gün bağımsızlık kararı alan Hırvatistan’ın bağımsızlık kararını ülkede etnik azınlık olarak güçlü bir konumda olan Hırvat Sırplar kabul etmemiş ve Sırp olmayanlara karşı saldırılar düzenleyerek insanları yerlerinden etmiştir. Bosna-Hersek’in bağımsızlık kararı almasının ardından Sırplar, Bosna’nın birçok bölgesini ele geçirmek için harekete geçmiş ve Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı Radovan Karaciç ve General Ratko Mladiç önderliğinde Boşnaklara bebek, kadın, çocuk ayırmadan saldırmış, sakatlamış, öldürmüş ve 1.030.000 kişiyi yaşadıkları yeri terk etmek zorunda bırakmışlardır (Alp, 2011: 157). Bosna’da Sırp saldırılarının her geçen gün daha da vahim bir durum alması üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 21 Şubat 1992 tarihinde BM koruma gücü UNPROFOR’u görev alması için bölgede konuşlandırmış, 34.600 tonluk yardım malzemesi Bosna-Hersek’te dağıtılmıştır (Keser, 2012: 276).
Mart 1992’de başlayan Bosna Savaşı’ndan yaklaşık bir buçuk ay sonra Sırplar, Bosna topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirmiş ve bu sürede ele geçirdikleri topraklardaki Boşnaklara işkenceler, kadınlara tecavüzler, katliamlar yaparak kan donduran insanlık dışı eylemlerde bulunmuşlardır. Bosna-Hersek savaşında Sırplar sadece Boşnaklara saldırılarda bulunmakla kalmamış, aynı zamanda Boşnakların tarihini, kültürünü yok etmek amacıyla ülkenin en gözde, merkezi ve farklı etnik grupların yıllardır bir arada yaşadığı Saraybosna’da tarihi değerlere zarar vererek bir devleti hem nüfusuna hem de kültürel değerlerine zarar vererek ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.
Sırpların Bosna’da farklı etnik gruplara ait cami, kilise gibi kültür ve sanat merkezlerine yönelik bu kent kırım faaliyetlerinde “1898’de Rönesans tarzında inşa edilen Milli Tiyatro, 14. Kış Olimpiyatları Müzesi, Temmuz 1993 tarihinde ve savaşın ortasındayken bile “Saraybosna Savaş Resimleri Sergisi” gibi bir sergiye ve sahipliği yapma başarısı gösteren Bosna-Hersek Tarih Müzesi, Osmanlı belgeleri, İslam ve Yahudi el yazmalarından oluşan en büyük koleksiyonların bulunduğu Saraybosna Şarkiyat Enstitüsü (Sarajevo Oriental Institute) (New York News Day, Kasım 1992) ve Saraybosna Üniversitesi’nin 16 fakültesinden 10’una ait muhteşem kütüphaneler (Shannon, 2005: 3) ve Hukuk Fakültesi de Sırplar tarafından yakılıp yıkılır”.
Sırplar, 1992 Nisan ayında Bosna topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirmiş ve Doğu Bosna’da yer alan Srebrenitsa ve çevre kasabalarda (Zvornik ve Vişegrad) Boşnak halka yönelik toplu kıyım ve işkencelerine devam etmişlerdir. Doğu Bosna’da Sırbistan’ın sınırına yakın olan Srebrenitsa kenti hem jeopolitik konumu hem de zengin maden yataklarına sahip olması nedeniyle Sırplar için önemli bir kentti. Bosna Savaşı’nın başlamasının ardından burayı ele geçirmek için saldırıya geçen Sırplar, yerel halkın evlerini yağmalamış ve binlerce insanı öldürmüşlerdir. Srebrenitsa yakınlarına kadar gelen Sırplardan korkan çoğu Boşnak, artık Sırpların katliamından kaçışın olmadığı ve bir umut yaşamak için başka bir güvenli bölgeye gitme düşüncesiyle toplu şekilde Srebrenitsa’yı terk etmeye başlamışlardır. Ne var ki erkek Boşnaklardan bazıları burada kalmayı ve Sırplarla çarpışmayı göze alarak yeterli mühimmatları olmasa da ellerinden geldiğince kasabayı işgalden kurtarmak için çabalamışlardır (Dikici, 2016: 186). Boşnak savaşçılar yeterli sayıları ve askeri teçhizatları olmamasına rağmen, kariyerinde önemli mevkilerde bulunmuş eski bir polis şefi olan Naser Oriç etrafında birleşmişler, kasabayı Sırp işgalinden kurtarmak için aralarında stratejiler geliştirmişlerdir. Mayıs 1992 yılında harekete geçen Oriç komutasında Boşnak savaşçılar, Srebrenitsa’da Sırpları yenerek kasabayı Sırp işgalinden kurtarmışlardır (Türkölmez ve Türkan, 2014: 227). Naser Oriç ve komutasındaki Boşnakların kahramanlıkları sayesinde Srebrenitsa’nın güvenli olduğunu düşünen binlerce Boşnak Srebrenitsa’ya göç etmiş, bunun sonucunda nüfus artmış, kentte çeşitli altyapı sorunları ortaya çıkmıştır. Halk temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmiş, hijyen koşullarının sağlanamaması nedeniyle hastalıklar yayılmış, insanlar bir parça ekmek için birbirleri ile kavga eder duruma gelmiş ve kentte gasp, hırsızlık olayları görülmüştür.
Belgrad için önemli bir kent olan Srebrenitsa’nın Naser Oriç komutasında savunulması ve bu taarruz sırasında birkaç Sırp’ın öldürülmesi üzerine tansiyon iyice yükselmiş ve Sırplar daha büyük bir kuşatma yaparak Srebrenitsa’nın çevre bölgelerini kuşatmaya almışlardır. Srebrenitsa’nın etrafını kuşatan Sırplar, çevre kasabalarda yer alan erkek Boşnaklara işkenceler yapmış, binlerce kadın ve çocuğu otobüslere tıklım tıklım doldurmuş ve bunun sonucunda insanlar nefessiz kalmış ve hayatlarını kaybetmişlerdir (Dikici, 2016: 188). Tüm bu yaşananlar, insan haklarını her fırsatta dile getiren, liberal ve çağdaş değerlere sahip olduğu düşünülen Batı’nın gözü önünde gerçekleşmesine rağmen, insan haklarını resmen hiçe sayan bu suçların faillerine yeterince tepki gösterilmemiştir. Sırpların gittikçe Srebrenitsa kasabasının etrafını kuşatması sonucu çevre illerden kasabaya gelen yardımlar Sırplar tarafından engellenmiş, gelen mültecilerle birlikte nüfusu iki katına çıkan kasabada açlık hat safhaya ulaştığı için insanlar sefalet içinde göz göre göre hayatlarını kaybetmiştir. BM Mülteciler Yüksek Komiseri Sadako Ogata’nın, BM Genel Sekreteri Boutros-Ghali’ye gönderdiği acil içerikli bir yazıda “Burada gözümüzün önünde cereyan eden bir katliamı hiçbir şey yapamadan seyrediyoruz.” aslında durumun vaziyetini açıklar niteliktedir.
16 Nisan 1993 günü BM Güvenlik Konseyi, Bosna’da Srebrenitsa’nın da içinde olduğu 6 bölgeyi “güvenli bölge” ilan etmiş ve bu bölgenin korunacağını garantileyerek Boşnak ve Sırpların silahlarını bırakması gerektiği belirtilmiştir (UN Security Council, 1993: 1-3).
BMGK’nın silahları bırakma çağrısıyla Boşnakların silahlarının hemen toplanmasına rağmen Sırplar BM’nin bu kararını ciddiye almamış, hali hazırda BM koruma güçleri de Sırplara taviz vererek gerekli baskıyı yapmamışlardır. Böylece yeterli mühimmata sahip olmayan Boşnakların ellerinden silahlarının alınmasıyla Sırplara karşı savunmasız kalmışlardır. Srebrenitsa’nın güvenli bölge olarak ilan edilmesinin ardından burada konuşlandırılan BM Barış Gücü UNPROFOR’un yetkileri, askeri müdahale yapmaktan ziyade insani yardımı yapmak ve belirli bir derecede güvenlik sağlamak amacıyla burada konuşlandırıldığı BM Genel Sekreteri Boutros Ghali tarafından açıklanmıştır (Ünlü, 2020: 56). Barış gücünün Boşnakları yeterince koruma kapasitesinin olmamasının yanı sıra halka gelen yardımları kötü amaçla da kullandıkları görülmüş, kendilerinden bir parça ekmek isteyen Boşnak kadınlara ahlaksız tekliflerde bulunarak zaten kötü şartlar altında yaşayan bu insanların mevcut durumlarından yararlanmışlardır (Dikici, 2016: 199). Sırpların Boşnaklara yönelik toplu katliam ve genç kızlara tecavüz, göçe zorlama, işkence gibi faaliyetlerinin artmasının ardından 1993 yılında AT arabulucusu Owen ve BM arabulucusu Vance, Bosna-Hersek’in 3’ü Sırp, 3’ü Hırvat, 3’ü Boşnak ve merkez Saraybosna’nın bağımsız olacağı 10 kantonlu bir federe devlet yapısını barış planı olarak sunulmuş fakat bu karar Bosna Sırp Parlamentosu tarafından reddedilmiştir (Ateş, t.y: 8). Boşnak ve Sırpları ortak payda da buluşturmak için yapılan bu ateşkes görüşmelerine rağmen Sırpların saldırılarını artması üzerine 1994 yılında AT, NATO ve ABD, Sırplara silahlarını bırakması için ültimatom vermiş ve göstermelik olarak Bosna üzerinde savaş uçaklarını yollamıştır (Ateş, t.y: 9). NATO’nun göstermelik ihtar uçuşları, BM barış gücü UNPROFOR ve küresel sistemin başat aktörleri, Bosna’da yaşananlara acil müdahale edilmesi gerektiği konusunda İngiltere ve ABD arasında anlaşmazlık yaşanmıştır. İngiltere, BM’nin müdahalede bulunmamasını öne sürerken, ABD ise daha fazla geç olmadan NATO müdahalesini öne sürmüştür.
Tüm bu olaylar yaşanırken 1992-1995 yılları arasında Bosna Savaşında gösterdiği başarılar sayesinde Boşnaklar açısından kahraman, Sırplar açısından ise ölüm listesinde en baş sırada olarak görülen Yaser Oriç, Bosna-Hersek ordusu tarafından Tuzla’ya çağrılmıştır. Oriç, o günü şöyle anlatmaktadır:
“Rahmetli Aliya (İzzetbegoviç) hiçbir zaman geri çekilme emri vermedi. Geri çekilme emri politik değil, askeri bir emirdi. Daha net söylemem gerekiyorsa geri çekilme emrini veren General Rasim Deliç idi. General Enver Hadzihasanoviç, General Deliç’in emri doğrultusunda, geri çekilme anlaşmasını kendisinin imzaladığını söylemişti. Hollandalı askerlere güvenerek geri çekilmek büyük bir hataydı. Size bir örnek vereyim: Çetnikler, asker bulunmayan bir bölge olan Suçeska Belediyesini işgal edip, o bölgenin bir kısmını aldılar. Biz bölgedeki Hollandalı askerlerden, Boşnak Müslümanların evlerine elli metre mesafeye kadar yaklaşan Sırpları o bölgeden çıkarmalarını talep ettik. Ama Hollandalılar bunu yapamıyorlar. Gece bölgedeki Çetnikleri temizlediğimizde bu sefer Hollandalı askerler, “Boşnaklar köye gelip Çetnikleri öldürdüler” diye rapor tutuyorlardı” (Dikici, 2016: 200).
Sırbistan’dan destek alan Bosnalı Sırplar, Srebrenitsa’ya yönelik top atışları ve saldırılarını sürdürürken, uluslararası toplumun müdahale konusunda uyuşmazlık yaşaması Sırpları daha da cesaretlendirmiş ve Sırplar, Srebrenitsa’yı işgal etmek için Opetsiya Krivaya 95’ (95 Krivaya Harekâtı) gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdir (Alp, 2011: 156).
1.1. Bir Sonraki Aşama: Soykırım
6 Temmuz 1995 günü Sırpların Srebrenitsa kentini bombalamaya başlaması üzerine halk, bölgenin koruması için BM tarafından konuşlandırılan Hollandalı askerlerin gerekli müdahaleyi yapabilmesi için General Thom Karremans’tan yardım isteğinde bulunmuş fakat ve bu istekleri reddedilmesi Srebrenitsa halkında korku ve telaşa neden olmuştur (Türkölmez ve Türkan, 2014: 229). 8 Temmuz günü Sırplar, kenti bombalamaya devam etmekte ayrıca bu saldırıları gerçekleştirirken Rusya, Bulgaristan, Romanya olmak üzere bu ülkelerden gönüllülerin katılımı ile savaş sırasında yardım almışlardır. Bir diğer deyişle, 1992-1995 Bosna Savaşında Bosnalı Sırplar başta Sırbistan olmak üzere çevre ülkelerden de destek alarak saldırılar, katliamlar, soykırımlar gerçekleştirmiş ve bu ülkelerde soykırım sürecine katkıda bulunmuşlardır. Sırpların gün geçtikçe Srebrenitsa’ya daha da yakınlaşmaları üzerine Boşnaklar ülkelerini savunabilmek için kendilerinden alınan silahları geri verilmesini istemişlerse de bu istek BM tarafından barışı korumak bahanesiyle reddedilmiştir (Alp, 2011: 166). 10 Temmuz’da NATO, Sırpların saldırılarına karşılık hava saldırısı yapacağı yönünde bildiri yayınlamıştı fakat Sırpların elinde bir kısım Hollandalı barış gücü askerleri bulunduğu için olası karşılıklı saldırıyı göze alamadı yani göstermelik söylemlerini eyleme dökmede başarılı olamamıştır. BM, NATO’nun göstermelik söylemleri, Sırplarda caydırıcı bir etkisi olmamış aksine uluslararası kamuoyunun sert tutum göstermemesi Sırpları daha da cesaretlendirmiştir.
11 Temmuz 1995 yılında Srebrenitsa, Sırpların eline geçmiş ve Mladic şu tarihi konuşmayı yapmıştı “Türklerden intikam alma vaktinin geldiğini, Srebrenica’yı Sırp halkına armağan edeceklerini” (Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi, 2014: 231) söylemesinden de görüldüğü üzere bu sözler masum sivil halkın katletme ve tarihten silme için Sırpların gerekçesiydi.
Sırpların kenti ele geçirmesi ve insanlık dışı eylemlerine devam etmeleri sonucu birçok Boşnak, Srebrenitsa kentinin yakınındaki Potoçori köyüne akın etmeye başladı kimileri sağ salim köye ulaşmayı başarırken kimileri ise yollarda Sırpların saldırılarına uğrayarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Potoçori’ye ulaşan Boşnaklar ise hayatlarını kurtarmış sayılamazdı çünkü Mladiç, Albay Karremans’tan Boşnakların kendisine teslim edilmesini ve onlara zarar vermeyeceklerini belirtmesi üzerine Hollandalı askerlerden oluşan barış gücü, masum insanları Sırpların eline teslim ederek bir nevi Sırpların soykırım yapmalarına göz yummuşlardır (Dikici, 2016: 205). Masum insanlara hiç zarar verilmeyeceği yalanı ile Boşnakları BM barış gücünün elinden alan Sırplar, 11 -17 Temmuz aralığında savunmasız insanlara genç yaşlı demeden işkenceler yapılıyor, vurulan insanların öldüklerinden emin olmak için defalarca cesetlerine ateş ediliyor, kadınlar tecavüz ettikten sonra öldürülüyor, erkeklere ise türlü işkenceler yaparak bu insanları canlı canlı mezara gömmüşlerdir (Türkölmez ve Türkan, 2014: 231).
Sırpların Potoçori kampında yaptığı zulümlerden son anda kaçmayı başaran Boşnakların bir kısmı, Tuzla’ya ulaşmak için yollara düşmüş fakat bu yolculuk sırasında Sırpların saldırılarına maruz kalarak binlerce Boşnak yollarda soykırıma uğramıştır. Sırplar yaptıkları bu soykırımı gizlemek için toplu mezarlar açarak bütün olmayan cesetlerin uzuvlarını farklı farklı mezarlara atmış ve bu mezarların üstü topraklarla kapatılarak sanki orada mezar yokmuşçasına arabalarla üzerinden geçerek düz bir toprak zemini görünümü vermişlerdir (Alp, 2011: 179).
“Sırplar 11 Temmuz 1995 ile 17 Temmuz 1995 tarihleri arasında, kadınları ve çocukları ayırdederek yaklaşık 8 binden fazla genç ve yetişkin erkeği katlettiler. Bütün bu vahşet 72 saat sürdü, Sırplar 72 saatte tüm Srebrenica halkını ortadan kaldırmıştı. Kayıp İnsanlar Federal Komisyon’unun bugüne kadar kayıp ya da ölü olarak tespit ettiği insan sayısı 8.373’tür” (Wikipedia).
Bu yaşanan insanlık dramı, Avrupa’da yaşanmış II. Dünya Savaşından itibaren en büyük toplu kıyım olmasının yanı sıra sözde BM tarafından güvenli bölge ilan edilen Srebrenitsa’da uluslararası örgütlerin, başat aktörlerin gözü önünde sadece etnik ve dini kimliği nedeniyle binlerce insanın sistematik bir şekilde yok edilmesini gözler önüne sermiştir.
14 Aralık 1995 Bosna Savaşını sona erdiren Dayton antlaşmasına göre ülke, Sırp Cumhuriyeti ve Bosna-Hersek Federasyonu olmak üzere kantonlara bölünmüş ve barışın sürdürebilmesi için sırasıyla IFOR, SFOR askeri birlikleri kurulmuştur (Ateş, t.y: 13). Dayton antlaşması, taraflar arasında barışı korumak için imzalanan bir belgeyi temsil etse de aslında savaştan önce Müslümanların çoğunlukta yaşadığı Srebrenitsa ve Jepa kentinin Sırp Cumhuriyetine bırakılmasıyla Bosna Hersek’e çok büyük bir haksızlık yapılmış ayrıca savaş boyunca masum sivilleri sistemli bir şekilde vahşice katleden ve soykırım yapan Sırplar, bu anlaşma ile cezalandırılmak yerine resmen ödüllendirilmişlerdir.
1.2. Srebrenitsa Soykırım Kararının İncelenmesi
1991 yılında BM tarafından; savaş suçu, soykırım gibi suçları işleyenleri cezalandırmak için Hollanda’da, Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi kuruldu. Bu Mahkemenin nihai amacı, çatışmalar sırasında işlenen suçların cezasız kalmasının önüne geçmekti. Tüm insanlık için acı verici bir tecrübe olan katliamların hukuki tayini, toplumsal vicdanın rahatlaması, adaletin yerini bulması ve uluslararası kamuoyunun algısının şekillenmesi açısından kritik önemdeydi ve BM bunun gereğini yaptı. Bu kapsamda incelenecek kararlar ceza mahkemesi kararlarıdır, Uluslararası Adalet Divanı kararları değildir. Ceza davalarında bir devletin sorumluluğuna gitmek mümkün olmayacağı için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin faillerini kişiler oluşturmaktadır. Srebrenitsa’da yaşananlarla hakkında mahkeme değerlendirmesini Radislav Krstic davasında yapmıştır ve Krstic, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra soykırım suçu sebebiyle hüküm giyen Avrupa’daki ilk kişi olmuştur. Soykırım suçunu uluslararası alanda incelemesi yapıldıktan sonra mahkemenin neden Srebrenitsa’da soykırımın varlığını tanıdığının değerlendirilmesi aşağıda yapılacaktır.
Soykırım suçu, esasen 2. Dünya Savaşı’nın ardından, Yahudi toplumunun yaşadığı derin acılara kayıtsız kalmak istemeyen uluslararası kamuoyunun üzerinde konsensüse vardığı bir kavramdır. Bu kavramın somut olay üzerinden yorumlanması veyahut anlaşılması hususunda ihtilaflar ve mahkeme kararlarına itirazlar bulunsa da insanlığın karşılaşabileceği en ağır suç olduğu apaçıktır.
Soykırım suçu açısından ilk önemli düzenleme 206 Sayılı BM Genel Kurul Kararı ışığında 1946 yılında Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması sözleşmesidir (Beşiri, 2013: 72). Soykırım sözleşmesi, 12 Aralık 1951 tarihinde yürürlüğe girmiş ve soykırım suçunu 2. maddesinde tanımlamıştır. Soykırımın tanımı, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 2. Statüsünde de aynı şekilde tanımlanmıştır (Beşiri, 2013: 182). Dolayısıyla soykırım suçunu tespit eden Srebrenitsa kararını ve Prijedor, Sanski Most ve Zvornik’te yaşanan faciaları konu alan kararları bu tanıma bağlı olarak sürdürmemiz gerekmektedir. Sözleşme’nin bu maddesine göre:
“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
- a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
- b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
- c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
- d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
- e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;”
Soykırım suçunun maddi ve manevi olmak üzere iki unsuru bulunmaktadır. Yukarıdaki anlaşmada sayılan fiiller, öldürmek, bedensel zarar vermek vb., suçun maddi unsurunu oluştururlar. Suçun manevi unsuru ise özel kasttır. Özel kast, dolus specialis, olmaksızın soykırım suçunun gerçekleştiğinin tespitini yapmak imkansızdır, zira insanlığa karşı suç, etnik temizlik ve savaş suçlarında da gerçekleştirilen fiiller, soykırım suçunda gerçekleştiren fiillerle tamamen aynıdır. Ancak bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla hareket eden kişinin soykırım suçu işlediğinden bahsedilebilecektir.
Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi, suçun bu biricik özelliğini göz önüne almış ve soykırım tespiti yaparken Uluslararası Ruanda Ceza Mahkemesi kararlarına sıkça atıfta bulunmuştur. Mahkeme, soykırım suçunun tespiti için “sivillere karşı geniş ve sistematik bir saldırının söz konusu grubun bir kısmını veya tamamını yok etme kastıyla yapılması’’ şartını aramıştır (Prosecutor v. Radislac Krstić, §221). Soykırım suçunun varlığını kanıtlamak için kaç kişinin öldürüldüğünün ve neler yapıldığının çok bir önemi bulunmaması gerekmektedir, zira asıl mesele faillerin özel kasta sahip olup olmadığıdır. Tüm sürecin genel bir değerlendirmesi olmaksızın özel bir kast tespiti yapmak da imkansız olacaktır. Dolayısıyla, bu başlığın altında mahkemece belirlenmiş bir suçu spesifik olarak soykırım yapan sebeplere yer verilmiştir.
Soykırım suçunun kabulü için bir hedef grubun varlığı kanıtlanmalıdır. Grup, kişinin kendi iradesiyle sonradan parçası olmaktan ayrılamayacağı bir topluluk olarak değerlendirilmelidir (Akün, 2004: 24). Bu sebeple, milliyete ve etnik kökene dayanan ayrımlar, bir grubun hedef grup olarak tespit edilmesinde yeterlidir. Diğer ilçelerde gerçekleşen katliamlarda hedefte Bosnalı Hırvatlar da vardır ve daha sonra anlatacağımız üzere farklı etnik ögelerin dahli, soykırım suçu tespitini zorlaştırmaktadır. Srebrenitsa’da, mahkeme sadece Bosnalı Müslümanların belirli bir alanda hedef haline getirildiğini doğrulamış ve Müslümanların hedef grup kabul edilebileceğini belirtmiştir.
İkinci bir kriter olarak mahkeme, sanıkların ellerindeki tüm imkanları hedef grubu öldürmek için kullanıp kullanmadığının tespitinin önemsiz olduğunu söylemiştir. Eğer hedef gruba önemli ölçüde zarar veriliyorsa aralarından bazılarının hayatının bağışlanması soykırım kastının olmaması olarak yorumlanamaz. Hedef grubun, dünya üzerindeki her bir üyesinin yok edilmiş veyahut tehdit edilmiş olması aranmaz (Prosecutor v. Radislac Krstić, §32). Srebrenica’da yaşananlara bakıldığında tüm Bosnalı Müslümanları öldürmek teknik olarak mümkün değildi: alan sınırlı, ellerindeki kuvvetler az ve bölgenin dışında da pek çok bu etnisiteden insan yaşamaktaydı. Ayrıca, savunmanın kadınların ve çocukların otobüse bindirilip bölgeden uzaklaştırıldığına ilişkin iddiaları, mahkemece yukarıdaki sebeplerle geçersiz kabul edilmiştir. Zira, çocuk ve kadınların oradan uzaklaştırılmış olması, sadece uluslararası kamuoyunun dikkatini daha fazla çekmemek için yapılmış bir hamle olmuş olabilirdi. Kadın ve çocukların fiziksel olarak bölgeden tahliyeleri mahkeme tarafından, Bosnalı Müslümanların, Srebrenica’da yaşama ihtimallerini elimine etme isteği olarak yorumlanmaktadır (Prosecutor v. Radislac Krstić, §30). Sanıklar, failleri yaşından, yaptığı işten istisna tutup sadece kimliği sebebiyle cezalandırdı ve sistematik olarak öldürdü (Prosecutor v. Radislac Krstić, §37).
Savcı; sanığı, grubu kısmen yok etmeye çalışmakla suçladı, çünkü grupta sadece erkekler hedef alınmıştı. Kısmen imhadan, grubun temel bileşenlerinin anlaşılması gerektiği belirtildi (Prosecutor v. Radislac Krstić, §8). Grubun içerisinden hedef alınan gruba verilen zarar tüm grubu yok etmeye yetecek şiddette olmalı ve tüm grubu etkilemeliydi. Grubun temel öğelerinin risk altında olması yok etme kastının varlığı için yeterli sayılmıştır (Prosecutor v. Radislac Krstić, §12). Grubun temel unsurlarının nasıl belirleneceği konusunda tartışmalar devam etmiştir. Hedef grubun sayısı ilk bakılması gereken şeydir ve buna bakılırken tüm grubun mevcudu içerisinde hedef grubun nasıl bir değerinin olduğu tespit edilmelidir.
Hedef grubun aynı zamanda grubun kalanın yaşaması için hayati önemde olması ve sembolik bir değerde olması Mahkeme tarafından aranmıştır. Srebrenitsa’da savunmanın iddialarına göre, sadece askerlik çağında olan ve askeri tehdit oluşturabilecek olanlar öldürülmüştür, kadınların ve çocukların bölgeden araçla tahliyesi sağlanmıştır. Ancak bu iddialar mahkeme tarafından yeterli görülmemiştir çünkü mahkeme, erkeklerin yaş ve nitelikleri dikkate alınmaksızın toplu kıyımının, geride kalan grubun soyunun devam etmesini çok büyük ölçüde zorlaştıracağını kabul etmiştir (Prosecutor v. Radislac Krstić, §6). Sivil erkeklerin, asker erkekler kadar tehlikeli olamayacağı da mahkemenin kanaatidir ve mahkeme öldürülen grupta yaşlı ve çocuk yaşta erkeklerin olduğunu da vurgulamaktadır (Prosecutor v. Radislac Krstić, §26). Belirli bir bölgede yaşayan erkek nüfusun önemli ölçüde yani grubun soyunu devam ettirmesini güçleştirecek ölçüde katledilmiş olması bizatihi o soyun hedef gösterildiğinin kanıtı olabilmektedir. Nitekim, olaylardan sonrası değerlendirildiğinde bu bölgede eşini kaybetmiş kadınların eşleri için öldü değil kayıp tespiti yapıldığı için geride kalan kadınlar evlenemiyor ve dolayısıyla çocuk sahibi olamıyorlardı. Bu husus da mahkeme tarafından, soya yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır (Prosecutor v. Radislac Krstić, §28).
Savunma, Srebrenitsa’da hayatını kaybedenlerin toplam Boşnak nüfusun çok az bir kısmı olduğu için bunun soykırım kabul edilemeyeceğini ileri sürüyordu. Srebrenitsa’daki Boşnaklar, tüm Boşnak nüfusunun sadece %2,5’na denk geliyorlardı (Prosecutor v. Radislac Krstić, §15). Srebrenitsa’nın stratejik önemi çok yüksekti ve bu nedenle müslümanlardan arındırılmış olması çok kritikti. Aynı zamanda dünyanın gözü kulağı Srebrenitsa’daydı çünkü BM güçleri bölgede kontrol sağladığını iddia ediyor ve Boşnaklar için güvenli alan olduğunu belirtiyordu (Prosecutor v. Radislac Krstić, §5). Bunca güvenlik iddiasına rağmen yapılan saldırlarda Boşnakların hayatını kaybetmesi ne kadar korumasız bir toplum olduklarını gösterir. Ayrıca savaştan ve baskıdan kaçabilen Müslümanların bölgeye ulaşmaya çalıştığını biliyoruz. Boşnakların, uluslararası güvence ve korumayı hissedebilecekleri yegane yer Birleşmiş Milletler koruması altındaki Srebrenitsa’dır. Bu sebeple, bu bölge tüm Boşnaklar için sembolik öneme sahiptir ve bu gerçek mahkeme tarafından da göz ardı edilmemiştir.
Özetle, Srebrenitsa’da yaşanan katliamın soykırım olarak tespiti yukarıdaki kriterlere göre yapılmıştır. Bu yargılamanın, aşağıda bahsedeceğimiz tüm yargılamalardan zamansal olarak daha sonra yapıldığını belirtmekte fayda vardır. Zira, bu kararda ortaya konulan kriterler, aşağıda belirtilecek kararlarda bu kadar açık seçik uygulanmamıştır ve soykırım suçuna ilişkin yapılan değerlendirmeler detaylandırılmamıştır. Yine de Avrupa tarihinde Yahudi soykırımından sonra alınan ilk soykırım kararı olması açısından kriterler incelenmeye değerdir.
2. Prijedor Katliamı
Yugoslavya’nın dağılma sürecinin tarihsel arka planına bakıldığında birçok neden göstermek mümkündür. İktisadi ve sosyal hayattaki kötü gidişat, ekonomik enflasyon, etnik çatışmalar ve etnik unsurların bağımsızlık düşüncesi ve birleştirici unsur olarak görülen Tito’nun 4 Mayıs 1980 yılında vefatı üzerine Yugoslavya hızla dağılma sürecine girmiştir (Yıldırımlıdal, 2018: 424). 25 Haziran 1991 yılında Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlık kararından ardından eylülde Makedonya, kasımda Bosna Hersek bağımsızlık ilan etmiştir. Bosna-Hersek’in bağımsızlık ilanı kararına Yugoslavya ordusu başta olmak üzere Bosnalı Sırplar karşı gelmiş Sırp Cumhuriyetini kurarak Büyük Sırbistan hayallerini gerçekleştirebilmek için Bosna’da Sırp olmayanlara yönelik toplu katliamlar gerçekleştirmeleri üzerine Bosna Hersek 1992-1995 yılları arasında kanlı bir savaşa tanık olmuştur.
1992 yılında Bosna Savaşı’nın başlamasıyla birlikte merkez Saraybosna olmak üzere birçok yerini işgal eden Sırplar, 29 Nisan 1992’de Prijedor kentini ele geçirmişlerdir. Prijedor, Büyük Sırbistan projesinde bulunduğu konum itibariyle Sırp bölgelerini birbirine bağlaması açısından hayati bir öneme sahiptir bu yüzden Mart 1992 de Bosna’ya saldıran Sırplar, 28 29-30 Nisan Prijedor kentine girerek belediyeyi ele geçirmişlerdir (Josic, 2019: 9).
“1991 nüfus sayımına göre Prijedor’un toplam nüfusu 112.470 kişidir: yüzde 44’ü Müslüman, yüzde 42,5 Sırp, yüzde 4,5 Hırvatlar, yüzde 5,7 “Yugoslavlar” ve 2,2. diğerlerinin yüzdesi (Ukraynalılar, Ruslar ve İtalyanlar)” (Wikipedia).
30 Nisan 1992 ‘de Prijedor Belediyesi’nin Milomir Stakić önderliğinde Sırp kontrolüne geçmesi üzerine şehirde asker sayısı arttırıldı ve belediye de çalışan Boşnak ve Hırvatlar işten çıkarılarak yerine Sırp kişiler getirildi (Josic, 2019: 9). Sırpların Prijedor’da hâkimiyet kurmasını istemeyen bazı Boşnaklar kendi aralarında örgütlenerek Hambarine’de Sırplara karşı ateş açmışlar fakat 23 Mayıs’ta Sırpların Hambarine’yi bombalamaları sonucu 583 sivil hayatını kaybetmiş, ertesi gün Kozarac’a saldırı düzenleyen Sırplar tüm köyleri ateşe vererek panik ortamı yaratmışlardır (Josic, 2019:9). 31 Mayıs 1992 yılında Prijedor’da Sırplar tarafından çıkarılan bir kararname ile Sırp olmayanların evlerine beyaz çarşaf asmaları, evden dışarı çıktıklarında kollarına beyaz kolluk takmaları ve buradan ayrılmak isteyenlerin de mülkiyetlerine el konularak bir daha geri dönmeyecekleri zorla kabul ettirilmiştir (Bıogradlıja, 2016).[1]
Prijedor’da Boşnak ve Hırvatlara yaşatılanlar tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesi üzerine burada bulunan Yahudilerden mavi Davut yıldızı simgesinin bulunduğu beyaz kolluk takmaları gibi benzer bir olay 53 yıl sonra Bosna Hersek’in kuzeybatısında gerçekleşmiş ve burada yaşayan insanlara işkence, taciz, zorla göç ettirme gibi insanlık dışı eylemler yapılmış diğer bir deyişle tarih tekerrür etmiştir. 30 Nisan-Eylül 1992 tarihleri arasında Prijedor’daki Müslümanlara yaşatılan bu vahşetin sorumlusu Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Milomir Stakic suçlu görülmüş ve 40 yıl hapis cezası verilmiştir (Sjacic, 2014: 94).
2.1. Prijedor Katliamında Kurulan Kamplar
30 Nisan 1992‘de Prijedor belediyesinin Milomir Stakić önderliğinde Sırp kontrolüne geçmesi üzerine Sırp olmayanlara yönelik saldırılara, işkencelere başlanmış ve ölüm sayıları artmıştır. Bu dehşet ortamdan kaçmak isteyenler olsa da bunlardan bazıları başarılı olmuş, başarılı olamayanlar ise Sırplar tarafından erkek, kadın, çocuk olmak üzere sınıflandırılarak toplama kamplarına yerleştirilmişlerdir. Omarska, Keraterm ve Trnopolje gözetleme kampları adlandırılan bu yerlerde binlerce sivil sağlıklı olmayan ortamda aç, susuz bekletilmiş, kadınlara ve genç kızlara tecavüz edilmiş erkeklere ise işkenceler yapılmıştır (Sjacic, 2014: 95).
Omarska Kampı
Omarska, Prijedor Belediyesi içinde bir yerdir. Prijedor şehrine 22 kilometre uzaklıktadır. Mayıs 1992’de Sırplar tarafından kurulan Omarska kampı, Bosna savaşı sırasında en büyük işkence kampı bir diğer adı ile ölüm kampı olarak adlandırılmakta ve tutukluların sayısını net sayısal ifadelerle vermek zor olsa da 3.334 tutuklu olduğu ve bunlardan 700 kişinin ise öldürüldüğü bilinmektedir (Şahin, 2020).[2] Sahip olduğu etnik kimlik nedeniyle suçu olmayan masum insanları burada toplayan Sırplar, sivil halka kötü muamele, işkence, taciz, “kırmızı ev” denilen yerde idam gerçekleştirilmesi, mahkûmların aç susuz bırakılması gibi psikolojik ve fiziksel şiddetin had safhada olduğu bu kampta çok sayıda suç işlenmiş ve bu işlenen suçlardan ilk yargılanan kişi Duško Tadić olmuştur (Sjacic, 2014: 96).
“7 Mayıs 1997’de Dusko TADIC, insanlığa karşı suçlardan (6 kez) ve savaş hukuku veya geleneklerini ihlal etmekten (5 kez) suçlu bulundu. Cezalandırma Kararı, “suçların, Dusko TADIC tarafından asıl veya yardımcı olarak öldürme, dayak ve zorla nakilden ve ayrıca kuzeybatı Bosna’daki opstina Prijedor’daki Kozarac kasabasına düzenlenen saldırıya katılımından” (ICTY, 1997) dolayı 20 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.
Keraterm Kampı
Eskiden bir seramik fabrikasının deposu olan Keraterm kampında ilk başta 15 ile 60 yaş arasında erkek mahkûmlar ve daha sonra 12 ile 15 Boşnak kadının kampa getirilmesiyle birlikte yaklaşık 1.200 Boşnak ve Hırvat vatandaş bu kampta esir tutulmuştur. Omarska kampındaki gibi bu sivillere de acımasızca, vahşice davranılmış 371 Boşnak ve Hırvat vatandaş öldürülerek insan hakları ihlal edilmiştir (Sjacic, 2014: 98).
Keraterm kampında bir tanığın ifadesi şu şekildedir: “İnsanlar yan yana, kalabalıktı ve hava için ağlıyordu”. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Keraterm’de yaşanan bu insan hakları ihlallerinin sorumluları olarak Dusan Sikirica, Damir Došen ve Dragan Kolundžija hakkında suç duyurusunda bulunmuştur ve yargılamaların sonunda Sikirica 5 yıl, Damir Dosen 15 yıl, Dragan Kolundžija ise 3 yıl hapis cezası almıştır (Sjacic, 2014: 98).
Trnopolje Kampı
“Trnopolje, Bosna Savaşının patlak vermesinden önce Prijedor Belediyesi içinde yer alan Müslüman ağırlıklı bir köydü. İçinde oluşturulan kamp, adını Kardeşlik ve Birlik konseptinden (Osnovna škola Bratstvo – Jedinstvo) alan yerel bir ilkokulun temeline kurulmuştu” (Wikipedia).
Trnopolje kampı, diğer iki Omarska ve Keraterm kamplarında yapılan işkence ve ölüm sayısı ile kıyaslandığında daha alt seviyedeydi bir diğer ifadeyle kötünün iyisi durumu söz konusuydu. Bu kampta birçok mahkûm hem fiziksel hem de psikolojik şiddete uğrasa da cinayet suçu diğer iki kampa oranla daha az olmuştur. Trnopolje kampında işlenen suçlar arasında tecavüz suçu çok yaygındı diğer yandan insanlar açlıktan bir deri bir kemik kalmıştı ve Sırp askerleri keyfi dayak atarak birçok insanı sakat bırakmıştı (Panic, 2015).[3]
Temmuz 1992’de bir İngiliz gazeteci ekip tarafından ortaya çıkarılan kamp görüntülerinin uluslararası basında büyük yankı uyandırması sonucu BM soruşturmaları açılmış ve kamp kapatılmıştır (Riding, 2015: 392). Srebrenitsa’dan sonra Sırpların sistematik imha olayının simgesi haline gelen Prijedor’da “Bosna-Hersek Kayıplar Komisyonu’nun raporlarına göre, 1991-1995 yılları arasında Prijedor’da, 4 bin 93’ü sivil olmak üzere, 5 bin 209 Boşnak öldürüldü…” Sadece etnik ve din unsurları yüzünden Prijedor’da katledilen, işkence gören, zorla göç ettirilen Boşnakların yaşadıkları dünya tarafından unutulmakta ve tüm bu yaşanan sürecin asıl sorumluları olan Radovan Karadžić ve Ratko Mladić, soykırım iddiaları reddetmeye devam etmektedir.
Srebrenitsa Soykırımından sonra en büyük etnik temizlik olarak görülen Prijedor katliamına savaş sırasında tanık olmuş ya da katliamı protesto etmek isteyen vatandaşlar her yıl 31 Mayıs beyaz kurdele gününde kollarına beyaz kurdele takıp, Prijedor’da yürüyüş düzenleyerek öldürülen 3.173 kişi anmaktadır (Riding, 2015: 392).
2.2. Prijedor’daki Soykırım İddialarının Mahkeme Tarafından Değerlendirilmesi
Cezai sorumluluğun kişisel olmasından dolayı, Prijedor’daki katliamlar için pek çok Sırp komutan yargılanmıştır. Milomir Stakić, Momčilo Krajišnik, Radoslav Brđanin ve Biljana Plavšić yargılanan Sırp komutanların başında gelmektedir. Mahkeme, soykırım suçunu tespit edemediğini söylemiştir. Kararların genel bir değerlendirmesi, okuyucuya sunulacaktır:
Prijedor’da çatışmalar olmasının temel amacı, Müslümanların o bölgeden tahliyesini sağlamak ve bir orayı bağımsız bir Sırp Beldesi olarak inşa etmekti (Prosecutor v. Milomir Stakić, §37). Her ne kadar Skilovic kararında Statü’nün 4(2)a ve 4(2)b bentlerindeki olgular kabul edilmiş olsa da failler, soykırım kastına, dolus specialis, sahip kabul edilmemişlerdir.[4] Karadzic davasında, sanık Statü’nün 4(3)(1) şartı uyarınca, Bosnalı Müslüman ve Hırvatlara karşı işlemiş olduğu suçlardan dolayı soykırım suçu şüphelisi haline gelmiştir. Kısaca söylenebilir ki, Mahkeme’nin tüm değerlendirmesi özel kastın varlığının tespiti içindir.
Srebrenica Kararının aksine Mahkeme grup tanımını bu bölge için daha farklı yapmıştır. Bir grup pozitif ve negatif olmak üzere iki türlü tanımlanabilir. Sahip olduğu özellikler nitelenerek yapılan tanımlama pozitif tanımlama, sahip olmadığı bir niteliği nedeniyle yapılan tanımlama negatif tanımlamadır. Yani Bosnalı Müslümanlar pozitif bir tanımlamayken, Sırp olmayanlar negatif bir tanımlama olacaktır. Mahkeme, soykırım için negatif grup tanımlaması yapılamayacağını savunmuştur (Prosecutor v. Radovan Karadźić, §541).
Gelişen olaylardan biliyoruz ki, Prijedor’da Bosnalı Müslümanlar ve Bosnalı Hırvatlar birlikte hedef gösterilmişlerdir. Sırpların asıl hedefi, bölgeden Sırp olmayanları uzaklaştırmak ve kendi tahakkümlerini kurabilmektir. Spesifik olarak bir grup hedef gösterilmediği için her grup için ayrı ayrı soykırım iddiasında bulunmak gerektiği Mahkemece belirtilmiştir (Prosecutor v. Radovan Karadźić, §542). Mahkeme bunu söylemiş ancak kararının devamında bu iki olguyu ayrı ayrı incelememiştir. Yapılan zulmün vahşetini tespit etmiş ama bunları soykırım için yeterli saymamıştır. Kaldı ki, bölgedeki Hırvatlara yapılan zulüm hiçbir zaman Müslümanlara yapılan kadar sistematik ve vahşi boyutlara ulaşmamıştır, dolayısıyla Hırvatların hedef grup olduğunu söylemek neredeyse imkansızdır (Prosecutor v. Milomir Stakić, §541).
Soykırım suçunun diğer potansiyel görünümleri yukarıda belirtildiği gibi mağdurların bedensel ve psikolojik zarar görmüş olmaları, yaşam şartlarının hayatta kalmaya neredeyse elverişsiz olacak kadar kötü olmuş olması olabilir. Belirtilen zarar, geri döndürülemez ve etkisi sürekli hissedilecek bir zarar olmalıdır. Kişinin uzun vadede normal ve yapıcı bir hayat sürmesine engel olmalıdır (Prosecutor v. Radovan Karadźić, §543). Ancak tek başına bir grubun, belirli bir bölgeyi terk etmeye zorlanması soykırım olarak nitelendirilemez (Prosecutor v. Radislac Krstić, §33). Mahkeme, buralardaki yaşam şartlarının kötülüğünü soykırım tanımlaması yapmak için yeterli bulmadı ve daha da önemlisi bu işlemleri icra eden kişilerin spesifik kastının olmaması sebebiyle soykırım kararı vermedi (Prosecutor v. Radovan Karadźić, §540).
Kişinin öldürülmüş olması, soykırım suçunun oluşması için bir şart değildir, ancak ölümün potansiyel sonuçlarına bakılmalıdır (Prosecutor v. Radislac Krstić, §33). Srebrenica kararında bu nokta belirtilmiş ve hayatını kaybedenlerin grubun gelecekteki varlığı için kritik önemde olmasına değer atfedilmiştir. Soykırım suçunun oluşabilmesi için öldürülen kişi sayısının teknik olarak bir önemi yoktur. Mahkeme özel kastın olmadığına ilişkin delilleri kanımca tam gerekçelendirememiştir. Zira, katliam başlamadan önce bilinmektedir ki: sanıkların farklı yerlerdeki beyanları, Müslümanların yok olmasını arzuladıkları yönündedir. Ayrıca, faillerin yaşadıkları yerler, ibadet alanları ve okulları bombalanmaktadır, savcıya göre de bunun tek bir anlamı olabilir: Sırplar, Müslümanları yok etmek istiyordur (Prosecutor v. Radovan Karadźić, §538). Ayrıca bölgeye gelmiş delegasyonlar beyanlarında, Müslüman nüfusun istenmediğinin ve yollamak için her şeyin yapıldığından bahsediyorlar. Tüm bunların sonucunda Prijedor’da, 23.000 kişi şehri terk ederken, ölen kişilerin sayısı 3000’i geçmemektedir. Bu sayılar, objektif olarak bakıldığında da bölgenin nüfus dağılımı hesaba katıldığında yeterince anlamlıdır. Kaldı ki Mahkeme daha sonraki değerlendirmelerinde öldürülen kişi sayısının önemi olmadığı vurgulamaktadır. Tüm yaşanan kayıplar, acılar, durumun vahşeti göz önüne alınınca mahkemenin tek kabul edilebilir argümanı, grup tanımlamasına ilişkin argümanı oluyor ancak bu durumda da Bosnalı Müslümanlara yapılan muameleler ayrıca incelenmemiş durumda.
Mahkeme, soykırım kavramını özellikle dar yorumlanması gerektiğini çünkü özel bir suç olduğunu kararında belirtir (Prosecutor v. Radovan Karadźić, §502). Dar yorumlamaktan anlaşılması gereken toplu yapılan her katliama kolayca soykırım demekten mahkeme çekinmelidir. Zira, soykırımın tarihsel önemi ve tüm dünyaya yaşattığı vahşet göz önüne alınırsa, daha az vahşi olarak nitelendirilebilecek eylemlerin soykırım olarak değerlendirilmesi kamuoyu vicdanını yaralayacaktır. Aynı zamanda soykırımın, her an her koşulda mümkün olabileceği gibi bir algıya da sebep olacaktır. Ancak anlamın çok dar yorumlanmasında da mağdurların zarar görmesi mümkündür. O derece ki uluslararası kamuoyu desteği ve politik destek olmadıkça mahkemeler soykırım kararı vermekten imtina etmektedirler. Bu alınan veya alınma ihtimali olan soykırım kararlarının güvenilirliğini sarsmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemelerin tartışmaya açık olmayan bir içtihat oluşturması elzemdir.
Mahkeme gerçekleşen çoğu suçun 4(2)a ve 4(2)c bentlerine uygun olarak gerçekleştiğini kabul ediyordu. Yani gerçekleşen tüm saldırılar soykırım suçunun maddi unsurunu oluşturmaya yetiyordu ancak mahkeme sanıkların soykırım için özel kastının olmadığını kaydetti. Sırpların temel amacının, Müslümanları bölgeden yollamak olduğunu bu sebeple bir soykırımdan bahsedilemeyeceğini de belirtti.
Bu kararların değerlendirilmesinde dikkat çekilmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır. Çünkü mahkeme Srebrenitsa soykırımına karar verdiği yargılama dışındaki hiçbir dosyada, soykırım kararı almamasını sağlayan ölçütleri sıralamamıştır. Srebrenitsa’da insanların vahşice öldürülmesinin kamuoyunun çok dikkatini çekmiş ve belki de bu açıdan Mahkeme’nin kararını yönlendirmiştir. Ancak Mahkeme’nin yine de birkaç noktayı açıklığa kavuşturması gerekmektedir.
Mahkeme, Srebretnitsa’da yaptığı değerlendirmede nüfusun kayıp oranını dikkate almıştı ancak Prijedor’da sadece bir kampta olan Müslümanların nüfusu, toplam Prijedor’un 2% ve 2,8%’ne denk geliyordu (Wergin, 2014: 70). Adil bir değerlendirmeyle bakılacak olursa, burada yaşanacak kayıp da esaslı bir kayıp olarak kabul edilmeli ve o nüfusa yönelik bir saldırı olarak izah edilebilmelidir. Mahkeme burada başka bir kriter koymayarak ve söz konusu kaybı soykırım kabul etmek için makul olmadığı görüşünü belirtmiştir. Böylece makul esaslı kayıp gibi bir kavram yaratarak bundan sonraki değerlendirmeleri karanlıkta bırakmıştır.
Mahkeme bu değerlendirmeleri yaparken soykırım kelimesinin anlamını o kadar daralttı ve olayları genel perspektifte yorumlamak yerine o kadar küçük birimlere indirerek yorumladı ki; kararlar bir noktadan sonra bağlamından uzak değerlendirmeler olmaktan öteye gidemedi örneğin, bir kamptaki ölüm değerlendirilirken, diğer kamplarda yaşanan vahşet göz ardı edildi ve sanki bir kampta yaşanan olay muhtelif bir olaymış gibi bir tutum sergilendi (Prosecutor v. Radovan Karadźić, §481).
Mahkeme’nin kanımızca ikinci yersiz tespitiyse Stakic davasında dile getirildi: faillerin daha fazla kişiyi öldürme ihtimali varken öldürmemiş olmasını soykırım niyetinde olmadığını varsaydı. Aynı Mahkeme, Srebrenitsa davasında, bölgenin dışına çıkarılan kadın ve çocukların öldürülebilecekken öldürülmemesini konu yapmamıştı. Eğer öldürebilecekken öldürmemek bir kriter olarak kabul edilecekse, Srebrenitsa’da da soykırım kararı alınmaması gerekiyordu.
3. Zvornik Katliamı
Zvornik, Bosna-Hersek’in kuzeydoğusunda yer almakta ve Belgrad-Tuzla ve Belgrad-Saraybosna koridoru üzerinde yer alması nedeniyle stratejik açıdan önemli bir merkezdir. 1992 yılında başlayan Bosna Savaşından önce nüfusunun %60’ını Bosnalı Müslümanlar, %38’ini Bosnalı Sırplar oluşturmaktaydı (Tretter vd, 1998: 8).
Bosna-Hersek’in 1991 yılında bağımsızlık kararı almasıyla birlikte Zvornik’te bu iki etnik grup arasında çatışmalar artmaya başladı. 22 Aralık 1991 yılında Zvornik’te Yugoslav Halk ordusu ve Sırp Demokrat Partisi üyeleri Kriz Ekibi oluşturmuş ve bu grup 27 Aralık’ta bir bildiri yayınlayarak Varyant A /B planında öngörüldüğü üzere Zvornik Sırp meclisini kurmuştur. Şubat-Mart aylarında kasabayı tamamen ele geçirmek için hazırlıklara başlayan Zvornik Sırp Meclisi, 4 Nisan’da Bosnalı Müslümanların JNA askerine saldırması nedeniyle kendi polis gücünü Zvornik’in kuzeydoğusunda bulunan Karakaj bölgesine taşımıştır. İki taraf arasında uzlaşının sağlanamaması sonucunda hem Sırplar hem de Bosnalı Müslümanlar silahlanmaya başlamıştı. Fakat şunu belirtmek gerekir ki, Bosnalı Sırplar JNA’ dan da askeri anlamda destek aldığı için Müslümanlara karşı daha avantajlı durumdaydılar.
7 Nisan 1992’de Yugoslav paramiliter lider Arkan, Bosnalı Müslümanlara vererek tüm silahlarını bırakmaları gerektiğini aksi takdirde kasabayı yok edeceğini belirten bir ültimatom vermiştir (Tretter vd., 1998: 17).”Zvornik işgali sırasında eski JNA’nın sorumluları yarbay Pejic ve albay Marko Pavlovic en yüksek askeri komutanlar idi”.8 Nisan 1992 yılında Zvornik’e saldıran Sırp güçleri, Müslüman mukavemeti ile karşılaştılar fakat Sırpların ağır havan top saldırıları sonucu Zvornik kasabası ele geçirildi. Sırp güçleri kasabayı ele geçirdikten sonra evleri ateşe vermişler ve yağmalamaya başlamışlar, küçük büyük demeden 15 Bosnalı Müslümanı vahşice öldürülmüştür (Prosecutor v. Milomir Stakić, §513). Sırpların yaptığı bu zulümlerden korkan Bosnalı Müslümanlar, Zvornik yakınlarındaki diğer bölgelere gitmeye başladılar. Sırpların saldırıları sırasında şu gönüllü çentik gruplar da Zvornikte bulunuyordu: Dusan Vuckovic önderliğinde Sarı Yaban Arıları grubu, Vukavarci, Yerel Sırpların özel birimleri örnek olarak verilebilir (Tretter vd., 1998: 21).
Kula Grad, Zvornik’in güneybatısındaki bir kasabadır.26 Nisan 1992 yılında burayı ele geçiren Sırp güçleri aynı Zvornik’teki gibi evler yakmış, Müslümanlar göç ettirilmeye zorlamışlardır (Prosecutor v. Milomir Stakić, §514). Zvornik’in ele geçirilmesinden sonra çoğunluğu Müslümanların oluşturduğu Kozluk kasabası 21 Haziran 1992 tarihinde Sırplar tarafından ele geçirildi. Kasabanın ele geçirilmesinden sonra Sırplar, Müslümanlara kasabayı terk etmedikleri takdirde öldürüleceklerini bildiren bir ultimatom vermiş, kasabadan ayrılırken Müslümanların mallarından vazgeçtiklerine dair bir beyana imza attırmışlardır (Prosecutor v. Milomir Stakić, §514). Zvornik’te Sırplar tarafından katledilen sadece Bosnalı Müslümanlar olmamıştır aynı zamanda Sırpların saldırılarına karşı olan ve Müslüman halka gizlice yardım etmek isteyen insanlarda Sırpların kurbanı olmuşlardır (Tretter vd., 1998: 30). Nisan 1992’den itibaren Zvornik’in diğer Divic, Lplje köylerine saldıran Sırplar, burada kadınlara ve genç kızlara tecavüz etmişler, bu köyleri ateşe vererek camileri yıkmışlardır (Prosecutor v. Milomir Stakić, §514).
Mayıs ayının sonlarına doğru Vojin Vuckovic ve Dusan Repic tarafından yönetilen Sırp paramiliter olan Sarı Yaban Arıları grubu ,tutukladıkları 4506 Müslümanı Karakaj’ın sanayi bölgesinde yer alan Čelopek Dom’a götürerek 17 tutukluyu öldürdükten sonra cesetlerini kesmiş ve tutuklulara bu parçaları yemeye zorlamış, diğer tutukluları coplarla dövmüş, tutukluları tek sıra halinde dizerek otomatik tüfekle 19 kişiyi öldürmüştür (Prosecutor v. Milomir Stakić, §532). Haziran 1992’den itibaren Karakaj Teknik Okulunda gözaltına alınan Bosnalı Müslümanlar, burada açlık, saldırı, cinsel şiddete maruz kalmışlar ve Sırpların insanlık dışı muameleleri Bosna’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi burada da görülmüştür (Prosecutor v. Milomir Stakić, §537).
“Saraybosna’daki Araştırma ve Belgeleme Merkezi’ne göre, 1992 ile 1995 yılları arasında Zvornik belediyesinde (2.017’si Boşnak sivildi) toplam 3 bin 936 kişi öldürüldü veya kayboldu” (Wikipedia).
3.1. Zvornik Karar Değerlendirmesi
Prijedor ve Srebrenitsa’da yaşanan vahşetin yanında Bosna’nın diğer ilçelerinde yaşanan olaylar görece hafif şiddette kalmıştı. Bu da mahkemenin soykırım kararı vermemesini etkiledi. İlgili kararında, Mahkeme neden Zvornik’te yaşananların bir soykırım olmadığını uzunca incelememiş aksine kısa bir şekilde olmadığını belirtmiştir (Prosecutor v. Mićo Stanišić and Stojan Zupljanin, §885). Dolayısıyla neden soykırım olmadığına ilişkin yapacağımız değerlendirme yerinde olmayacaktır.
Sonuç
Tarih boyunca Balkan coğrafyası bulunduğu konum nedeniyle pek çok milleti, kültürü içinde barındırmış ve bölgenin bu çok renkli yapısı nedeniyle karışıklıklar kaçınılmaz olmuştur. 1990’lı yıllarda Yugoslavya dağılma sürecine girmiş ve birliği oluşturan unsurlar tek tek bağımsızlığını ilan etmeye başlamıştır. Yugoslavya’nın parçalanmasını istemeyen Sırplar, 1 Mart 1992 yılında Bosna Hersek’in bağımsızlık kararını kabul etmemiş ve işgal etmek amacıyla saldırılar düzenlemesi sonucu Bosna-Hersek, 1992-1995 yılları arasında kanlı bir savaşa tanık olmuştur.
1992 yılında Bosna Savaşının başlaması üzerine Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı Radovan Karaciç ve Bosna Sırp ordusunun başkumandanı General Ratko Mladiç önderliğinde saldırıya geçen Sırplar, 1992 yılında sırasıyla 7-8 Nisan Zvornik, 29 Nisan-31 Mayıs Prijedor, Temmuz 1995 Srebrenitsa’yı ele geçirirken masum sivillere yönelik işkence, tecavüz, yerinden etme, etnik temizlik, soykırım suçları gerçekleştirmişlerdir. 14 Aralık 1995 Bosna Savaşını sona erdiren Dayton Antlaşmasının imzalanmasına kadar geçen sürede saldırılarını devam ettiren Sırplar, üç yıldan fazla süren bu savaşta yaklaşık 100.000 ile 110.000 kişinin ölümüne neden olmuşlardır.
Bosna Savaşı sırasında Sırpların Zvornik, Prijedor, Srebrenitsa olmak üzere bu üç yerde gerçekleştirdikleri saldırılarda en yıkıcı olanı Srebrenitsa olmuştur. II. Dünya Savaşından sonra Avrupa’da gerçekleşen en büyük toplu kıyım olan Srebrenitsa’da sadece etnik kimliği nedeniyle binlerce Boşnak, işkence, tecavüz, zorla göç ettirilmeye maruz kalmış ve sistemli bir şekilde katledilerek tüm dünyanın gözü önünde soykırıma uğramışlardır.1993 yılında güvenli bölge olarak ilan edilen Srebrenitsa’da yaşanan bu soykırımın ana failleri olan Miloşeviç, Karaciç ve Mladiç hakkında Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde davalar açılmaya başlanmış, 2004 yılında Srebrenitsa’da yaşananlar soykırım kabul edilmiştir. Mahkeme kararlarında soykırım suçu sadece kişilere verilmiş, Sırbistan’ın devlet olarak soykırım yaptığı kabul edilmemiştir.
Prijedor ve Zvornik’te ise Yargı kararlarında özellikle dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Prijedor’da Bosnalı Müslümanlar ve Bosnalı Hırvatlar birlikte hedef gösterildikleri ve yapılan vahşetler ispatlansa da mahkeme bunu soykırım olarak kabul etmemiştir. Pek çok kararda neden soykırım olmadığı iddiası üstü kapalı bir şekilde anlatılmakta ve geniş değerlendirmelere yer verilmemektedir. Bu durumda soykırım kararı verilmemiş olsa bile neden verilmediği anlaşılamamakla ve uluslararası kamuoyunun tepkisini dizginlemek için Srebrenitsa’ya soykırım dendi iddiaları gündeme gelmektedir. Mahkeme, Krstic kararındaki ayrı bir grubun hedef alınmasının öneminden bahsederken, örneğin Brdani kararında özel kastın gerekliliğini son derece güçlü şekilde vurgulamıştır. Srebrenitsa’yı soykırım yapan olaylar silsilesi, diğer illerdeki eylemleri soykırım yapmaya yetmemiştir. Son olarak Mahkemenin tüm ilçelerdeki olayları ve yaşananları kapsamlı ve genel bir şekilde değerlendirmesi belirgin bir içtihattın oluşması açısından da yerinde olacaktır. Özel kastın bulunup bulunmadığı ancak sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesiyle ortaya çıkartılabilir.
Hande TAŞLIOĞLU
İlayda AKÇA
Balkan Çalışmaları Staj Programı
Kaynakça
Alp, İ. (2011). 1990’larda Yugoslavya ve Bosna Hersek, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1(1),
Akün, V. N. (2004). Uluslararası Hukukta ve Türk Hukukunda Soykırım Suçu. Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, 24.
Ateş, (t.y). Yakup. Srebrenitsa Soykırımı Neden Tanın(a)mıyor?
Beşiri, A. (2013). Soykırım ve Soykırıma İlişkin Uluslararası Mekanizmalar. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 108
Dikici, A. (2016). Bosna Savaşında Srebrenica Savunmasının Komutanı Naser Oriç’in Hikâyesi. Avrasya Etüdleri, 50(2), 50-86.
Josić, F. (2019). Političke i ratne prilike sukoba u općini Prijedor (Doctoral dissertation, University of Zagreb. Faculty of Croatian Studies.).
Keser, U. (2012). Manevi Miras Katliamı; Bosna-Hersek’te Kentkırım. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 5(9), 274-298.
Prosecutor v. Mićo Stanišić and Stojan Zupljanin. No. IT-08-91-T D19565 – D19247, (International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia 27 March 2013).
Prosecutor v. Milomir Stakić. No. IT-97-24-A, (International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia 22 Mar. 2006).
Prosecutor v. Radislac Krstić, No. IT-98-33-A (International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia April 19, 2014)
Prosecutor v. Radovan Karadźić, No. IT-95-5/18-T (International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia March 24, 2016)
Riding, J. (2015). Landscape, memory, and the shifting regional geographies of northwest Bosnia-Herzegovina. GeoHumanities, 1(2), 378-397.
Šijačić, V. (2014). Prijedor 1992: Violations of International Humanitarian Law–Case Studies: Concentration camp Omarska, Concentration camp Keraterm and Concentration camp Trnopolje. International Journal on Rule of Law, Transitional Justice and Human Rights, 5(5), 91-102
Ünlü, Y. (2020). Avrupa Birliği dış politikasında soykırım yaklaşımları: Srebrenitsa Vakası Analizi. (Master’s thesis). Ankara: Çankaya Üniversitesi.
Tretter, H., Müller, S., Schwanke, R., Angeli, P., Richter, A. (1998) ‘Ethnic Cleansing Operations’ in the northeast-Bosnian City of Zvornik from April through June 1992. Ludwig Boltzmann Institute of Human Rights.
Türkölmez, F., Türkan, H. (2014). 20.Yüzyılda BM Güvenlik Konseyi Daimi Temsilci 5 Devletin İşlediği Katliamlar ve Soykırımlar. İstanbul: Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi.
Wergin, K. (2014). Problematic Precedents: The Conflicting Legacies in the Genocide Jurisprudence of the International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia. Virginia Journal of International Law, 54(2), 70.
Yıldırımlıdal, İ. (2018). Yugoslavya’nın Dağılması Sürecinde Türkiye’nin Uluslararası Örgütleri Krize Yönlendirme Çabaları. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20(3), 417-441.
[1] URL, Bıogradlıja, Lejla (2016, 31 Mayıs), Bosna’da Katliamın Simgesi Beyaz Kurdeleler, AA, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bosnada-katliamin-simgesi-beyaz-kurdeleler-/581510. (E.T: 22.03.2021).
[2] URL, Şahin, Ufuk, (2020, 23 Temmuz), Omarska Esir Kampında tutulan Mustafa Fazlıç, 28 Yıl sonra TRT Haber’ Konuştu, TRT, https://www.trthaber.com/haber/dunya/omarska-esir-kampinda-tutulan-mustafa-fazlic-28-yil-sonra-trt-habere-konuştu-503873.html, (E.T: 22.03.2021).
[3] URL, Panic, Katarina, (2015, 26 Mayıs), Bosnia’s Notorious Trnopolje Jail Camp Remembered, Balkan Transitional Justice, https://balkaninsight.com/2015/05/26/bosnia-s-infamous-pow-camp-remembered/, (E.T: 22.03.2021).
[4] (n.d.). https://www.icty.org/x/cases/karadzic/tjug/en/160324_judgement_summary.pdf adresinden alındı.