Göç Üzerine Duygusal Bir Deneyim: Omar ve Biz

2019’da Mehmet Bahadır Er ve Maryna Er Gorbach’in yönetmenliğini üstlendiği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TRT desteğiyle çekilen Omar ve Biz; asker emeklisi İsmet karakterinin kendisiyle yüzleşmesi üzerinden göç, mülteci, öteki, biz kavramlarını tekrar düşündürüyor. Filmin hem yönetmenliğini hem de senaristliğini üstlenen Mehmet Bahadır Er, hikaye için ilham kaynağının tesadüfen berberde tanıştığı Pakistan göçmeni bir arkadaşının savaş sebebiyle gerçekleştirdiği zorunlu göç olduğunu belirtiyor. 

Uzun yıllar komutanlık görevinin ardından emekli olan İsmet karakteri; sert, disiplinli, iletişim becerisi ve empati kurma yeteneği gelişmemiş yapısıyla izleyici karşısına çıkıyor. İnsanlarla iletişim kurmakta epey zorlanan İsmet, oğlu ve karısıyla olan ilişkisini de sahip olduğu askeri eğitimin getirdiği mutlak hiyerarşik belirlenimler üzerinden gerçekleştiriyor: dünya bir kışla, insanlar nizama muhtaç askerler, o ise intizamı sağlamakla sorumlu bir komutandır. Eşi, oğlu, yanında çalıştığı işçiler, herkes mutlak bir ast-üst ilişkisi üzerinden komutanın belirlediği hudut ölçüsünde yaşamdan pay alıyor. Bu paya razı olmayan veya kendi yaşama pratiğinin bizatihi öznesi olmaya talip olanlar ise, İsmet’in oğlu gibi, çareyi kışladan uzaklaşmakta, göç etmekte buluyor. 

Bununla birlikte İsmet’in dünyası, komşusu Sabri’nin hayatını kurtaran iki göçmen kardeşi -Omar ve Mariye- evinde misafir etmesiyle yeni bir boyut kazanıyor. Kendisine yardımcı olan bu iki göçmen sayesinde hayatı kurtulan Sabri, içsel olarak hissettiği duygusal borçlanmanın bir yansıması olarak Omar ve Mariye’yle iyi ilişkiler kuruyor ve hayatta kalmasına doğrudan yardımcı olmuş bu iki göçmenin maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılamak için elinden geleni yapıyor. Burada duygusal borçlanmanın her türlü ideoloji-politik söylemin ötesine geçtiği, hayat içerisinde yapılan iyi-güzel şeyler karşısında içsel olarak bireyin kendini borçlu hissettiği ve bu borçlanmanın sonucu olarak yapılan iyiliklere iyilikle karşılık verme ihtiyacı duyduğu gözlemleniyor. 

Ancak duygusal borçlanma her zaman iyi sonuçlar doğurmayabilir. Sabri’nin bu iki göçmenle kurduğu olumlu deneyim, onu duygusal anlamda iyi eylemlere yönelik borçlu hissettirirken İsmet’in özellikle profesyonel yaşam deneyimlerinin getirileri, ona içsel olarak göçmenlere karşı olumsuz bir duygusal borçlanma sunar. Öyle görünüyor ki İsmet karakterinin göçmenler karşısındaki olumsuz tavrı ideoloji-politik değildir; esas itibariyle Sabri’nin göçmenlerle kurduğu olumlu ilişki ve İsmet’in göçmenlerle kurduğu olumsuz ilişki aynı merkez noktadan beslenir. Her iki ilişki biçiminde, duygulanımların-olumlu veya olumsuz- bir sonucu olması bakımından fark yoktur. Dolayısıyla İsmet’in sürekli eşine, oğluna ve Sabri’ye eleştirisi olan “Siz vicdanınızla, ben ise aklımla hareket ediyorum.” çıkışının bir karşılığı bulunmamaktadır. Hem İsmet hem eşi hem de oğlu ve Sabri ‘vicdan’larının yani duygusal borçlanmalarının temel istençleriyle hareket etmektedirler.

Öyleyse ben bu filmde İsmet karakterinin göçmenler karşısındaki olumsuz duygusal borçlanmasının Omar ve Mariya’yla kurduğu kişisel ilişki vesilesiyle olumlu duygusal borçlanmaya evrilişini izliyorum. Peki, bu beni neden heyecanlandırsın? Kişisel hayatımda ötekiyle, yabancıyla kurduğum olumlu veya olumsuz ilişki, zihinsel algılama biçimime tümel, kavramsal bir boyut kazandırmıyorsa bu ilişkinin mutlak manada ne gibi bir faydası olabilir? Sabri’nin göçmenlere iyi davranmasına, İsmet’in eşinin Mariya’ya elbiseler sunmasına neden sevineyim? İsmet’in bu iki göçmeni Farabici ifadeyle söylersek ‘ayrıksı ot’ gibi görmesine veya kalfa işçinin Omar’i çalıştırırken sergilediği aşağılayıcı muameleye neden üzüleyim? Omar ve Mariya karşısında uygulanan olumlu-olumsuz tavırların her biri tümel, kavramsal, saf düşünsel boyut bağlamında bir çözümlemeye fırsat sunmuyorsa, tikel meseleler üzerinden tümelin evrensel, şaşmaz, değişmez prensiplerine ulaşmamda etkili olamıyorsa ilkesel düzeyde bir göçmen-mülteci duruşu nasıl sergilenebilir? 

Ben filmin yoğun duygulanımlar üzerinden -özellikle komşuluk, misafir, ev sahibi, yabancı temaları- mülteci meselesine eğildiğini ve bu duygulanımları aşıp göç-göçmen sorunsalına tümel bir perspektiften bakamadığını düşünüyorum. Açıkçası septième art (yedinci sanat) olan sinema sanatının meselelere tümel, ilkesel bir perspektif katma mecburiyeti olup olmadığı konusunda da şüphelerim var. Sanatın özü gereği tikellerden hareket ettiğini, yani belli bir zaman ve mekânda belli kişiler üzerinden olguların duyusal (sensible), edebi bir ifadesi olduğunu düşünüyorum. Bu ifade biçimini aşıp evrensel boyutta varoluşsal bir perspektif sunan yapıtlar ise yüksek sanat olarak tanımlanır ki bu filmin bu tanımlamayı hak ettiğini düşünmüyorum. İsmet karakterinin duygusal değişiminin dışında -ki zaten bu değişim de olmasaydı film ilerleyemezdi- karakterlerin genel olarak tek boyutlu olması, iyilerin saf iyi, kötülerin saf kötü biçiminde inşası filmin sanatsal derecesini gözler önüne seriyor.

Her şeye rağmen ‘iyi’ ve ‘faydalı’ arasında bir ayrım yaparsam, filmin iyi bir film olmadığını ancak faydalı -hatta belki didaktik- bir film olduğunu söyleyebilirim. Omar ve Mariya karakter oyuncularının gerçekten Suriye’den göçen iki mülteci olması dahi filmi daha anlamlı kılmaya yetiyor. Film mülteciler-göçmenler üzerinden duygudaşlık geliştirme bağlamında faydalı bir film gibi görünüyor. Göç olgusunu duygusal bir deneyim olarak ele alan Omar ve Biz, göçün sebebi ne olursa olsun kültürel, toplumsal ve coğrafik imlerin kaybına, belirli duygusal ve toplumsal bağların gevşemesine veya kopmasına diğer yandan yeni sembolik ve fiziksel meskenlerin tasdikine ve böylece ‘öteki’ ile yeni ittifakların inşasına yol açtığını gösteriyor. Tüm bu süreç içinde kimlik gelişimi sürekli güncelleniyor ve mevcut aidiyetler sorgulanıyor. Burada aidiyetle ifade etmek istediğim, duygusal birliktelik, parçası olunan toplumla dayanışma duygusu ve bu toplum üzerinden inşa edilen kimlik surecidir. En nihayetinde İsmet karakterinin ‘biz’i algılama biçimindeki değişim üzerinden göç meselesine eğilen film, Berlin caddelerindeki posterin bir tür didaktik ifadesini sunuyor: “Sizin İsa’nız bir Yahudi, arabanız Japon, pizzanız İtalyan, demokrasiniz Yunan, kahveniz Brezilya’dan, tatiliniz Türkiye’de, sayılarınız Araplardan, harfleriniz Latin, tek komşunuz ise yabancı.”

 Zuhat CAVGA

Göç Çalışmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...