Güney Ferhat Batı ile Balkan Ülkeleri Arasındaki İş birliği ve Batı Balkan Zirveleri Üzerine Röportaj

Bu röportaj, Güney Ferhat Batı ile “Balkan Ülkeleri Arasındaki İş birliği ve Batı Balkan Zirveleri” üzerine yapılmıştır.

 Güney Ferhat Batı Kimdir?

Araştırmacı Güney Ferhat Batı, Kıbrıs Amerikan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim görevlisidir.

Eskişehir Anadolu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi lisans mezunudur. Erzurum Atatürk Üniversitesinden yüksek lisans derecesini almış, bu dönemde “Avrupa Birliği ve Balkanlar” alanında çalışmalar gerçekleştirmiştir.

Uzmanlık ve çalışma alanları; Avrupa Birliği, Balkanlar, Uluslararası Örgütler, Uluslararası Siyaset ve Kamu Politikası’dır.

1. Tarihi perspektiften bakacak olursak Balkan ülkelerinin bağımsızlık istemelerindeki en büyük etken ne olmuştur?

Balkanlar ve milletleri uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu himayesinde ve tebaası altında yaşadı(lar). Bu da ister istemez Osmanlı’dan kalma izlerin ve etkilerin sirayet etmesi demektir. Bunu sadece bizim ülkemizdeki uzmanlar söylemiyor, Balkan ülkelerinde ilgili alanlarda çalışan uzmanlar tarafından da dile getiriliyor. Zira Balkan devletlerinde kurulu birçok üniversite, enstitü ve benzeri gibi kurumlarda araştırmacılar tarafından da bunlar bilinir. Bu minvalde, Balkan ülkelerinin bağımsızlık istemelerinin altındaki en büyük etken tek kelimeyle özetlersek; milliyetçiliktir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı’nın Balkan Savaşlarındaki kayıplarına baktığımızda bunu net olarak görebiliyoruz. Muhakkak ki, milliyetçiliğin Balkanlarda yükselmesinin altında yatan neden(ler) emperyalist devletlerin etnik bağlamda bölgedeki devletleri kışkırtmaları/desteklemeleri ve Osmanlı’nın freni patlamış bir kamyon misali yokuş aşağı gerilemesi ve yıkılma sürecine gitmesidir. 

2. Balkan coğrafyasının savaşlarda ve iş birliklerinde önemli olmasının sebepleri nelerdir?

Balkan coğrafyasının savaşlarda ve iş birliklerinde önemli olması şöyle açıklanabilir; Balkanlar, sıcak denizlere çıkış imkânı verebilen coğrafi özelliğe sahiptir. Keza aynı zamanda tarih sahnesinde yüzyıllarca Balkanları elde edebilmek ve tutabilmek için birçok mücadelenin var olduğu da bir gerçektir. Nitekim bu mücadele ortamı Balkanların önemli bir bölge/coğrafya olduğunu bizlere göstermektedir. Bu bağlamda 20. yüzyılın başından itibaren yaşanan savaşların en uzun olanları ve şiddetli ağır kayıpların verildiği dönemler bu topraklarda yaşanmış ve ne yazıktır ki sürekli olarak işgale ve baskıya dayalı bir mücadele Balkanlarda var olagelmiştir. Soğuk Savaş Dönemi’nde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından Halford John Mackinder’in “Kara Hâkimiyet Teorisi”ne dayalı jeopolitik algılaması ile Batı Bloğu’nun Nicholas John Spykman’a ait olan “Kenar Kuşak Teorisi”nin izlerini ve delillerini Balkanlarda apaçık görmek mümkündür. Bu kutupsal güç mücadelesinin en şiddetlisi yine Balkan coğrafyası üzerinde yaşanmıştır ve bu mücadelenin en fazla Balkan toplumlarını etkileyecek şekilde Batı uygarlığının (emperyalist güçler) zaferi ile sonuçlandığını belirtebiliriz. Soğuk Savaş Dönemi’nin sona ermesinin ardından güç mücadelesi anlayışının arka planında enerji kaynakları ve bu kaynakların dünya piyasalarında dolaşımı için kullanılabilecek güzergâhlarının kontrolü gündem olmuştur. Bu gündem ile birlikte, Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılanması kapsamında Ortadoğu ve Hazar Havzasındaki enerji kaynakları ile Doğu Akdeniz’de keşfedilecek hidrokarbon yatakları için de en uygun rotanın yine Balkan coğrafyası olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu nedenledir ki Balkanlar, iş birliklerinde de 21. yüzyılın başından itibaren güç mücadelelerinin yeniden yaşandığı bir bölge haline dönüşmektedir. Ezcümle; Balkanlar gerek savaşlarda gerekse iş birliklerinde stratejik bir konum kazanmıştır/kazanacaktır da.

3. Balkan ülkeleri açısından Avrupa Birliği’ne katılma, siyasi, iktisadi ve en önemlisi güvenlik konusunda büyük önem taşımaktadır. Bu durum neden kaynaklanmaktadır?

Nedenlerini öğrenebilmek için öncelikle Balkanlardaki “Yugoslavya” gerçeğine değinmek lazım. yıllardır AB çatısı altına girmek isteyen ve bu süreci yaşayan Batı Balkan ülkelerini anlamak açısından da bu önemlidir. Soğuk Savaş Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin Balkanlara en önemli etkisinin devlet yapılarının işleyişlerine yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Balkan coğ­rafyasının yaklaşık yüzde 70’ini kaplayan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla birlikte birçok sorun da gündeme gelmiştir. Balkanların orta bölümünde farklı etnik, dil ve dinin bir arada yaşayabilmesini sağlayan denge bozulmuştur. Balkan kültürü içinde beraber yaşayan milletler, ken­di kimliklerini koruyabilmek için, farklı sınırlara ayrılmış devlet yapılarını oluşturmaya yönelmişlerdir. Bu yönelme neticesinde Balkanların ortasında bütün coğrafyayı etkileyen milliyetçilik tabanlı bölgesel çatışmalar zinci­rinin oluşmasına neden olmuştur. Bu kapsamda bağımsız yapısını devam ettiren Arnavutluk’un yanı sıra Hırvatistan, Kuzey Makedonya ve Slovenya 1991, Bosna-Hersek 1992, Karadağ ve Sırbistan 2006, Kosova 2008’de bağım­sızlıklarını kazanarak yüzlerini AB’ye çevirmişlerdir. Geçmişten günümüze baktığımızda Batı Balkan ülkelerinin Yugoslavya’nın parçalanarak dağılmasından sonra siyasi ve ekonomik darboğazlar/çalkantılar yaşadığını ifade etmek gerekir. Çünkü Sovyet döneminden kalma bir ekonomik sistemi yürüten Balkan ülkeleri kendi kendilerine yetemeyeceklerini ve kapitalist ekonomik sistemin çevrelerini sarmakla birlikte ülkelerine sirayet edeceğinin farkındaydılar.

Bu kapitalist ekonomik sistem içerisinde hedef AB üyeliği olmuştur, ekonomik olarak gün geçtikçe büyüyen ve güçlenen AB çatısı altında yer almak Batı Balkan ülkelerini refaha ve barışa kavuşturacak, aynı zamanda uluslararası güvenliklerini de sağlayacaktır. Ne var ki, Batı Balkan ülkelerinin AB’nin siyasi, iktisadi ve hukuki kriterlerini yerine getirmekten uzak olduğunu belirtmeliyiz. Bu olumsuz tabloya rağmen AB’nin uzun süre duran/aksayan ‘Genişleme Politikası’ çerçevesinde 2025 yılında ve sonrasında birkaç Balkan ülkesini tam üyeliğe alma ihtimali yüksektir. AB’nin gerek güneyden gerekse doğudan uluslararası terörizm, göç ve insan kaçakçılığı gibi tehditlerle yüz yüze olduğunu varsaydığımızda “Güneydoğu” Avrupa’nın yani Balkanların önemi daha iyi anlaşılmaktadır.

4. NATO’nun 1998-99 Kosova Savaşı sırasında müdahalesi ve müdahalenin etkisi ne olmuştur?

Yugoslavya lideri Josip Broz Tito’nun ölümünün ardından yük­selen Sırp milliyetçiliği, Kosovalı Arnavutların bağımsızlık fikrinin daha güçlü bir şekilde dile getirilmesine sebep olmuştu. Kosova’daki gelişmelerin kaderini etkileyen ve belki de momentum olarak değerlendirilebilecek olay, Slobodan Miloşeviç’in 1989 yılında Kosova Ovası’nda Kosova Savaşı’nın 600. yıldönümünde yaptığı, milliyet­çi tonu yüksek ve Yugoslavya’nın içindeki bütün ulusları korkutan konuşmasıdır. Miloşeviç, Kosova’nın özerkliğini kaldırarak bu korkuların artmasına ve Kosovalı Arnavutların bağımsızlık dışında herhangi bir alternatif düşünmemesine neden olmuştu.

1991-1995 yılları arasında Bosna-Hersek’te etnik soykırım yaşandı. Geçmişte yaşanan bu soykırımdan dolayıdır ki Kosovalılar bağımsızlıktan başka bir seçenek düşünmüyordu. 1998 yılında Kosovalıları göçe zorlayıp bu sefer farklı bir etnik temizlik yöntemi uygulayan Sırpların bu tavırları Bosna-Hersek’te geç kalan uluslararası aktörleri harekete geçirmiş ve Kosova’nın bağımsızlığına kadar gidecek sancılı süreç başla­mıştı. 1999 yılında NATO’nun Sırbistan ve Kosova’daki Sırp ordusuna düzen­lediği operasyon ile Sırpların Kosova’dan çekilmesini sağlamış ve bölge BM’nin denetimi altına alınmıştır. Yugoslavya’nın dağılmasından itibaren geçen sürede Kosova sorunu ne “uluslararasılaştırılabilmiş” ne de çözüm­lenmiştir.

NATO, “Müttefik Güç Harekâtı” ismini verdiği operasyonla Belgrat ve Kosova’daki Sırp askeri merkezlerini bombalamıştır. Günlerce NATO’nun hava operasyonu sürmüş, Sırpların çekilmeyi kabul etmesi ve NATO’nun “Kosovo Force” isimli kara ordusunun (KFOR) Kosova’ya girme emri almasıyla sona ermiştir. Birkaç gün sonra İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleştirilen en geniş çaplı bir kara harekâtıyla NATO birlikleri Kosova’ya girmiş ve Kosova’daki çatışmalar sona ermiştir. NATO’nun Sırbistan’a müdahale etmesinin ardından, Sırplar Kosova’dan çekilmek zorunda kalmış­tır. Bunun ardından da Kosova’ya giren NATO askerleri, KFOR ismiyle güvenliği sağladıktan sonra, Kosova UNMİK denilen BM’nin geçici idaresine geçmiş, son­rasında ise AB de bu idarenin bir bölümüne dâhil edilmiştir. Bu süreçten sonra Kosova’nın bağımsızlık süreci fiilen başlamıştır. Ancak 2000’den itibaren Sırplarla yürütülen müzakerelerde herhangi bir mesafe kat edilememesi sonucunda, Ko­sova Sırpların uzlaşmaz tavırlarına kızan uluslararası toplumun desteğini alıp ba­ğımsızlığını ilan etmesinin yolunu açmıştır. Böylelikle 2008 yılında Kosova bağımsız olmuştur. Balkanları ve Yugoslavya’yı iyi anlayabilmek için “Bir Savaşı Bitirmek” eseri bu minvalde tavsiyemdir, sahaflardan bulabilirsiniz.

5. Batı Balkan Zirveleri’nin yapılma nedenleri nelerdir, Avrupa Birliği ile Balkan ülkeleri arasındaki iş birliğine katkısı olumlu yönde midir?

Batı Balkan zirvelerinin yapılma nedenleri bölge ülkelerini AB çıpasına taşımaktır, ayrıca ekonomik, siyasi ve hukuki olarak AB’ye entegrasyonlarını gerçekleştirmek adına uzun yıllara yayılan ve rutin olarak gerçekleştirilen zirvelerdir. Her ne kadar Batı Balkan ülkelerinin yolsuzluk, kara para, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, kamu politikasında şeffaflık ve saydamlık hatta hesap verebilirlik gibi birçok noksanlığı olsa bile AB’ye üyelik müzakerelerinin yürütülmesine yönelik gerçekleşen zirveler olumludur. Bu tür zirvelerde bir yol haritası çerçevesinde AB’nin Batı Balkan ülkelerinden üyelik için gerekli kriterleri yerine getirmelerinin gerekliliği vurgulanmakta ve üzerine düşen ödevlerini yapmaları istenmektedir.

Burada bir şeyi gözden kaçırmamak gerekir; AB’nin lokomotifi olan Almanya ve Fransa arasında Batı Balkanlar konusunda fikir ayrılıklarının var olduğunu ve bunun da özelde Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un ihtiyati davranmasından kaynaklı olduğudur. Zira Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Balkanlardaki nüfuzundan Fransa rahatsızdır. Bu da Batı Balkanların AB’ye üyeliği yolunda kavisli ve taşlı yollardan biridir. Ne var ki Almanya farklı bir açıdan bakmakta ve Batı Balkanların AB “Genişleme Politikası” perspektifinde olması gerektiğini ve bunun iş birliği çerçevesinde iki taraf için de kazanç olacağını düşünmektedir. 

Rümeysa Güner

Balkan Çalışmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...