Onur Öymen İle Röportaj: Uluslararası Hukuk ve Türk Dış Politikası

Onur Başaran Öymen Hakkında

Diplomat ve siyasetçi olan Onur Başaran Öymen, 18 Ekim 1940 tarihinde İstanbul’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Bitirdiği fakültede “Teknolojik Gelişme ve Savunma Politikası” adlı teziyle doktora yaptı. 1964 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. NATO dairesinde ikinci kâtip (1966–68), Avrupa Konseyi Daimi Temsilciliği’nde ikinci kâtip (1968) ve baş kâtip oldu. Ankara’da Siyaset Planlama ve Avrupa Konseyi’nde ve Kıbrıs dairelerinde şube müdürü (1972) olarak çalıştı. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında bakanlığın Kıbrıs’tan sorumlu şube müdürlüğü görevinde bulundu. Aynı yılın sonunda Lefkoşa Büyükelçiliği Müsteşarlığı’na atandı. 1978 yılında Ankara’ya dönerek Dışişleri Bakanlığı Özel Danışmanı oldu. 1979’da Ekonomik İşler Dairesi Başkanı, 1980’de Prag Büyükelçiliği Müsteşarı, 1982’de Madrid Büyükelçiliği Müsteşarı, 1984’te Ankara’da Siyasî İnceleme ve Değerlendirme Daire Başkanı, 1985’te Siyaset Planlama Dairesi Başkanı, 1988’de Kopenhag Büyükelçisi, 1990’da Bonn Büyükelçisi, 1995’te Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, 1997’de NATO Daimi Temsilcisi olarak görevler yaptı ve Ağustos 2002’de emekliye ayrıldı. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde İstanbul Milletvekili seçildi ve CHP Genel Başkan yardımcılığı görevine getirildi. Merkezi Londra’da bulunan Uluslararası Stratejik İncelemeler Enstitüsü üyesi olan Onur Öymen, 1995 Nokta Dergisi “Yılın Bürokratı”, 1997 Milliyet Gazetesi “Abdi İpekçi Barış Ödülü”, 1995–96–97 Türkiye Sanayiciler ve İş Adamları Vakfı’nın “Yılın Hariciyecisi” ödüllerinin sahibidir.

 

1- Uluslararası hukukun işleyişi hakkında genel bir yargı mevcut. Bu yargıya göre uluslararası hukuk, ancak iki denk güç için işleyen bir mekanizma. Fakat biri ötekinden güçlü olan iki devlet arasında yaşanan anlaşmazlıklarda güçlü olan devletin çıkarları uluslararası hukukta olumlu karşılık buluyor ve zayıf devlet daima eziliyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Uluslararası hukukta ülkeleri gerçekten doğru ve ahlaklı davranmaya yöneltecek, adaletli bir mekanizma var mı?

Uluslararası hukuk, aslında uluslararası ilişkilerin temelini oluşturması gereken bir husus. Uluslararası hukuk deyince öncelikle Birleşmiş Milletler’i düşünmek lazım. Birleşmiş Milletler’in temel kararlarının herkes tarafından saygı görmesi lazım ve Birleşmiş Milletler yasasına uyulması lazım. Bu noktada görüyoruz ki özellikle büyük devletlerin çoğu buna uymamaktadırlar. Mesela Birleşmiş Milletler yasasının ilk maddelerinden biri devletlerin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi yönünde. Ancak bakıyoruz ki Türkiye’nin çevresindeki birçok devletin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü fiilen kaybolmuş vaziyette. Topraklarının %30’u PKK ile bağlantılı olarak çalışan PYD’nin elinde olan Suriye var. Kuzeyinde devlet içinde devlet gibi görünen bir yerel yönetim olan Irak var. Kırım’ı elinden çıkmış olan Ukrayna var. Topraklarının bir kısmı sözde Transdinyester ülkesine bağlı olan Moldova var. İşgal altındaki topraklarının tamamını henüz eline alamayan Azerbaycan var. BM Genel Kurul kararına göre bu topraklar Azerbaycan topraklarıdır ve Ermenistan bu topraklardan çekilmelidir. Fakat yaklaşık 150 devlet bunun oylamasına katılıyor ve 100’ü çekimser kalıyor, 30’u bu toprakların Azerbaycan toprakları olduğunu kabul ederek “evet” oyu veriyor fakat ilginçtir bu 30 ülke arasında bir tane bile Avrupa ülkesi yok. 7 ülke de bu toprakların Azeri toprağı olmadığını savunarak “hayır” oyu veriyor. Bu 7 ülke arasında bu meseleye tarafsız olarak bakması gereken Minsk Grubu’nun üç eşbaşkanı olan ABD, Rusya ve Fransa da var. Yani bizim çevremizdeki zayıf devletler, büyük devletlerin ısrarları sonucunda fiilen egemenliklerini kaybetmiş durumdalar. Kıbrıs Devleti’ni kuran 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşması diyor ki Kıbrıs’ta öyle bir devlet kurulacak ki  orada Türkler ile Rumların egemen eşitliği olacak. Mesela Cumhurbaşkanı Rum olacak ama bütün yasalara ve anlaşmalara veto verme yetkisi olacak olan yardımcısı Türk olacak. Hükümette, yargıda, bürokraside, mecliste ne kadar Türk ve ne kadar Rum olacağı bu anlaşma ile belirlenmiş. Fakat 1963 yılında Rumlar Kıbrıs Türklerine saldırdılar, cinayet işlediler, devlet yönetiminden bütün Türkleri attılar. Buna rağmen hukuka saygılı dünya toplumu bu durumu meşru kabul etti. Bu darbeyi yapan Rumları, Kıbrıs Devleti’nin meşru hükümeti saydı çünkü büyük devletlerin menfaati bunu gerektiriyor. Şimdi bu uluslararası hukuka uyar mı? Mesela yine Londra ve Zürih Antlaşması’na göre Kıbrıs, hiçbir zaman Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı bir uluslararası kuruluşa katılamaz. Fakat Kıbrıs Devleti adı altında Güney Kıbrıs’ı Türkiye’nin üye olmadığı Avrupa Birliği’ne üye yaptılar. Bu örneklerden görüyoruz ki, uluslararası hukuk, kağıt üzerinde çok önemlidir ve herkes saygı göstermelidir fakat fiilen bakıyorsunuz ki hukuka yeterince saygı gösterilmiyor. Yani bu meseleleri bilmeliyiz ki uluslararası hukuk diye karşımıza gelenlere bu olayları hatırlatalım. Maalesef dünyada siyaset ve hukuk karışmış vaziyette.

 

2- Birleşmiş Milletler gibi uluslararası organizasyonların, uluslararası hukukun ve devletlerarası bağımlılığı etkileyen küreselleşmenin güçlendiği bu dönemde devletler için “tam bağımsızlık” kavramı sizce ne ifade ediyor? Dış ilişkilerinde Türkiye’nin izlediği politikayı bağımsızlık açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tam bağımsızlık, devletlerin varlığının özüdür. Atatürk’ün her alanda tam bağımsızlığa bu kadar önem vermesinin sebebi de budur. Tam bağımsız değilseniz, o devletin varlığından bahsedilemez. O devlet başka bir devlet ya da devletlerin esiri, piyonu olur. Onun için tam bağımsızlığın anlamı başka devletlerin telkin ve tavsiyelerine uymak değil, kendi çıkarlarınıza göre kendi kararlarınızı kendiniz vermenizdir. Aksi durumda o devletlerin gerçekten bir piyonu haline gelirsiniz. Bu yalnız siyasette değil; ekonomide, kültürde, savunmada, her alanda bu durum geçerlidir. Atatürk’ün mirasının özü budur. Türkiye’nin dış politikasında son yıllarda inişler ve çıkışlar oldu.  Baskılara Direnirken adlı kitabımda bunları ayrıntılı olarak anlatıyorum. Bazen bakıyorsunuz hükümetlerin bağımsızlıktan sapma yolunda almak istediği kararlarda meclis, 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi hükümetin isteğini reddederek bağımsızlıktan yana tavır alabiliyor. Bizim beklentimiz her koşulda Türkiye’nin tam bağımsızlığına sahip çıkması yönündedir.

 

3- Doğu Akdeniz’de yaşanan mevcut gelişmeler, uluslararası hukuk açısından nasıl değerlendirilmelidir?

Doğu Akdeniz ile Kıbrıs’ı birbirinden ayırmak son derece zor. Kıbrıs’ın, Mısır’ın, İsrail’in sularında doğal gaz keşfedildiğinden beri büyük devletlerin şirketleri bu doğal gazı çıkarmak için ilgili ülkelerden ruhsatlar almışlardır. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’de de bu devletlerin menfaatleri söz konusudur. 15 yıl öncesine kadar kimsenin gündeminde olmayan bu konu bir anda ön plana çıkmıştır ve bu devletler petrol ve doğal gaz çıkarlarını korumak için kendi politikalarını oluşturuyorlar, en haksız görüşleri bile destekleyebiliyorlar. Mesela Antalya açıklarında Yunanistan’ın 140 bin kilometre kare deniz sahası var ama Türkiye sadece 40 bin kilometre kare deniz sahasına sahip olduğunu iddia ediyor, büyük devletler de bunu kabul ediyorlar. Yani akla, mantığa, sağduyuya aykırı olsa bile oradaki imtiyazları, aldıkları ruhsatlar böyle bir politika izlemelerini gerektiriyor. Türkiye’yi mümkün olduğu kadar bu bölgeden uzakta tutacaksınız, Türkiye’nin doğal gazdan pay almasını engelleyeceksiniz, ordaki bütün kaynaklar sizin devletinizin şirketleri tarafından işletilecek ve bunun en büyük gelirini de siz alacaksınız. Yani Doğu Akdeniz’de izlenen politikanın özü budur. İşte bu konuda İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanistan birlikte bir işbirliği kurdu ve ABD de bu işbirliğini tamamen destekliyor, ayrıca askeri destek veriyor.

 

4- Uluslararası hukukta devletlerin tanınması kurumunun somutlaştırılabileceği en önemli örneklerden biri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması meselesidir. Nitekim KKTC’de Ersin Tatar’ın cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası KKTC’nin birçok devlet tarafından tanınma konusu gündeme geldi ve hala güncel olarak KKTC gündeminde bu mesele vardır. KKTC, bir devletin varlığından söz edebilmek için gerekli olan “ülke”, “insan topluluğu” ve “egemen-üstün otorite” unsurlarını bünyesinde taşıyan ve bu yapısıyla uluslararası camiada yer alan bir devlet olmasına rağmen neden diğer devletler tarafından tanınmamaktadır ve artık KKTC’nin bu tanınma sorununun çözülebilmesi için Türkiye ve KKTC nasıl çalışmalar yapmalıdır ?

Evet, bahsettiğiniz gibi bu konuda sorumluluk sahibi insanları görmeye başladık. İngiltere eski Dışişleri Bakanı Jack Straw, 2017 yılında “Kıbrıslı Türkler ve Rumlar Arasındaki İhtilafı Ancak Adanın Bölünmesi Sona Erdirebilir” başlığıyla Independent gazetesine yazdığı bir makalesinde özetle, “Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında bir anlaşma sağlamak amacıyla gerçekleştirilen uluslararası girişimler, daha önceki bütün gayretler gibi Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından reddedildi. Şartları ne olursa olsun, bundan sonraki çabalar da ondan sonrakiler de böyle olacak. Artık adayı ‘iki bölgeli, iki toplumlu’ bir hükümet oluşturarak birleştirmenin mümkün olabileceği saçmalığına son vermenin zamanıdır. Çözüm adanın taksimi ve kuzeydeki Kıbrıs Türk Devleti’nin tanınmasıdır.” diyor. Straw’un da belirttiği gibi KKTC’nin tanınması belli bir çevrede görüşülüyor fakat bu konuda menfaat sahibi büyük devletler diğer devletlere karşı çok büyük bir baskı uyguluyorlar. Geçmişte de uyguladılar ve gelecekte de uygulayacaklar ve bunun gerçekleşmesini istemiyorlar. Ne yazık ki o dönemde Türkiye’de iktidarda, muhalefette, akademik çevrelerde ve basında Straw’un bu makalesindeki görüşlere sahip çıkarak o doğrultuda politika yürütülmesini savunanlara pek rastlanmadı. Ülkemizi bu kadar yakından ilgilendiren gelişmeler karşısında böylesine önemli dış politika konularında iç politika hesaplarını bir tarafa bırakarak ulusal çıkarlarımızı birlikte ve en etkili biçimde korumanın yollarını ortak akılla araştırmaya çalışmak bence en isabetli yol olacaktır. Unutulmamalıdır ki Kıbrıs Barış Harekatı’nın en önemli başarılarından biri Kıbrıslı soydaşlarımızı can ve mal güvenliğine kavuşturmak; bir diğeri de Kuzey Kıbrıs’ta demokratik, laik ve bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasına yardımcı olmaktır. Bunun için Türkiye’deki bütün siyasi partilerin, basının ve akademik çevrelerin bir yandan KKTC’deki iç politika gelişmelerine karışmamaya özen göstermeleri, bir yandan da yabancı ülkelerin yıllardan beri gördüğümüz böl ve hükmet yöntemleriyle Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki dayanışmayı zedeleme ve Kıbrıs’taki siyasi gelişmeleri kendi beklentileri doğrultusunda etkileme çabalarına fırsat vermemeleridir.

 

5- Gerek tecrübeleri ve milli meselelerdeki duruşuyla gerekse oldukça mütevazi ve nazik kişiliğiyle birçok uluslararası ilişkiler bölümü öğrencisinin örnek aldığı ve Türkiye Cumhuriyeti için gerçekten çok kıymetli bir devlet adamı olan Onur Öymen’in uluslararası ilişkiler bölümü öğrencilerine vereceği tavsiyeler nelerdir?

Şimdi birkaç cümleyle söyleyemem ama bu konuda benim yazdığım çok sayıda kitap var. En başta şunu söylemem gerekir ki Atatürk’ün çizdiği dış politikaya sahip çıkmak lazım.  Bunun özünde barışçıl yurtta sulh cihanda sulh politikası var, bir taraftan da ulusal çıkarlarımızın sonuna kadar korunması var. Tam bağımsızlık ve Türkiye’nin itibarının yüksek tutulması var. Bütün bunlar yapılırken de gerçekçi bir politika izlenmesi var. Şimdi bunların Atatürk dönemi ve sonrasında somut olaylara yansıması nasıl olmuş, bunları ben bazı kitaplarımda ayrıntılı olarak anlattım. Bunlardan bir tanesi Türkiye’nin kuruluşundan bu yana yaşadığı az bilinen veya bilinmeyen olayları anlattığım Silahsız Savaş kitabı. Diğeri meslek anılarımı anlattığım Zor Rota isimli kitabım. En son çıkardığım Baskılara Direnirken kitabında da siyasi hayatımdaki tecrübelerimi anlattım. Arkadaşlarımız ilgilenirlerse bu kitaplara göz atabilirler çünkü bu kitaplar doğrudan diplomasi ile ilgili kapsamlı bilgiler içermekte.

 

 

MİRAÇ ÖZPOLAT

Uluslararası Hukuk Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...