Reyhanlı Saldırısı ve Türkiye’nin Suriye İkilemi

Reyhanlı Saldırısı ve Türkiye’nin Suriye İkilemiHatay Reyhanlı’da 49 kişinin ölümü ile sonuçlanan terör saldırısı Irak ve Suriye’deki dehşet sahnelerini andıran son derece üzücü görüntüler ortaya çıkarmıştır. Bu görüntüler neticesinde söylenebilecek ilk söz Türkiye’nin Ortadoğu sorunlarına doğrudan müdahil olması ile beraber bir taraftan etkinliğini artırmakla birlikte bölge sorunlarının tarafı olması ve bölgede siyasetin yürütülüş biçiminin hedeflerinden biri haline geldiğidir. Bu sonuç işin doğası gereği kaçınılmazdır. Türkiye her ne kadar “haklının” yanında yer aldığı argümanı ile meşruiyeti güçlü bir dış politika izlediğini savunsa da “düzen kurucu”, “statükoya meydan okuyan” bir dış politika izlendiğinde buna yönelik “karşı meydan okumalar” ile karşılaşılacağı açıktır. Reyhanlı’daki terör saldırısını; failleri ve arkasındaki güçler kim olursa olsun her şeyden önce söz konusu “karşı meydan okumanın” bir parçası olarak görmek gerekmektedir.

Saldırı ile birbiri ile bağlantılı farklı amaçlar güdülmüş olabilir. Türkiye’yi Suriye politikası nedeni ile cezalandırmak ve geri adım atmaya zorlamak, Türk kamuoyu ve muhalefetini hükümetin Suriye politikasını sorgulatmaya yönlendirmek, Türkiye’de mezhepsel ayrışımları körükleyerek iç çatışma ortamı yaratmaya çalışmak ve böylece Türkiye’nin daha içe dönük bir politika izlemesini sağlamak, Türkiye’nin sınırlarında uyguladığı “açık kapı politikasının” nasıl kendine karşı bir silah olarak dönebileceğini göstermek bunlar arasında olabilir. Bu tarz saldırılar ile Türkiye ciddi bir ikileme zorlanmaktadır. Suriye’deki iç savaş artan bir şekilde Türkiye’nin güvenliğini olumsuz etkileyen bir soruna dönüşmektedir. Ancak diğer taraftan sorunu sonlandırmak adına uygulanan politika Türkiye’yi doğrudan çatışmanın tarafı haline getirmekte ve daha fazla güvenlik sorunu ile karşılaşmasına neden olmaktadır. Türkiye, Suriye sorununa çözüm bulunamaması durumunda ya artan şekilde şiddet sarmalının içine çekilecek ya da Suriye politikasında radikal bir değişikliğe gitmek durumunda kalacaktır. Her iki seçenek kendi içinde Türkiye açısından ciddi zafiyetleri beraberinde getirecektir. Birinci şıkkın seçilmesi durumunda bir şekilde uluslararası toplum ikna edilerek Esad yönetiminin yıkılması için gerekli “uçuşa yasak bölge ilanı, muhaliflere ağır silah yardımı, doğrudan askeri müdahale” gibi önlemlerin alınması sağlanmalıdır. Bu mümkün değilse Türkiye, sınırlardan kaynaklanan güvenlik risklerinin ortadan kaldırılması için doğrudan kendisi sorumluluk almak durumunda kalacaktır. Suriye sorununda aktif ülkelerin pozisyonlarına bakıldığında birinci şıkkın gerçekleşmesi mümkün gözükmemektedir. İkinci şık ise Türkiye’nin Suriye sınır bölgelerini kapsayan bir askeri müdahalesini gerektirmektedir. Bu da Türk ordusunun Suriye içinde saldırıya açık bir hale düşmesine ve Suriye rejiminin Türkiye’ye yönelik misilleme saldırılarına açık kalması anlamına gelecektir. Suriye politikasında radikal bir değişikliğe gidilmesi ise Türkiye’nin uzunca bir süre Ortadoğu’ya yeniden sırtını dönmesi ve dış politikanın ana unsuru olan yaptırım gücünün zayıflaması sonucunu beraberinde getirecektir. Dolayısıyla Suriye meselesi bu noktadan itibaren sonuçları her halükarda Türkiye açısından sıkıntılı alternatifler arasında tercihi zorunlu kılmaktadır. Bu geniş fotoğraf çerçevesinde değerlendirildiğinde, Reyhanlı saldırısı Türkiye’nin Suriye politikası bağlamında daha fazla baskı altında kalmasına neden olacaktır.

Büyük resmin dışında Reyhanlı saldırısının sonuçları ve olası failleri hakkında şu değerlendirme yapılabilir. Bu saldırı her şeyden önce Suriye rejiminin en azından Hatay içinde eylem düzenleme kabiliyetine sahip olduğunu göstermiştir. Türk yetkililerin açıklamaları da terör saldırısının Suriye istihbaratı destekli olmakla birlikte Türkiye içinden yürütüldüğü ve olayın içinde Türk vatandaşlarının olduğu şeklindedir. Bu durum Cilvegözü ve Reyhanlı saldırılarının ardından önümüzdeki dönemde aynı yönde girişimlerin olabileceği düşüncesini doğurmaktadır. Hatay; Türk, Sünni Arap, Arap Alevi, Kürt, Hıristiyan ve Ermeni topluluklarının bir arada olması itibarıyla yüzyıllardır barış içinde bir arada yaşamayı başaran bir il olarak örnek gösterilmektedir. Ancak Suriye’deki iç savaşın mezhepsel boyutunun giderek keskinleşmesi Hatay’daki farklı toplumlar arasındaki barış ortamını da sarsmıştır. Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı bu tarz eylemler zaten var olan gergin ortamının körüklenmesine neden olabilir. Türkiye’nin Suriye politikasının en önemli sonuçlarından biri de Ortadoğu’da siyasetin temel dinamiklerinden olan etnik ve mezhepsel ayrışımlara dayalı tartışmaların Türkiye’ye taşınması olmuştur.

Olayın doğrudan faili olarak THKP-C Acilciler örgütü ve lideri Mihraç Ural öne çıkarılmaktadır. Mihraç Ural yakın zaman önce gerçekleşen Banyas katliamının da faili olarak görülmektedir. Esad rejiminin yıkılması durumunda Arap Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus vilayetleri ile Humus ve Hama vilayetlerinin batı kanadını içeren bir Alevi devleti kurmayı alternatif olarak düşündüğü söylenebilir. Banyas ili Tartus vilayeti içinde Sünni Arapların yaşadığı bir il olarak söz konusu planın hayata geçirilişi önünde engel teşkil etmektedir. Banyas katliamı Sünni halkın korkutularak göçe zorlanması, güvenli ve homojen bir Arap Alevi bölgesi yaratılma hedefinin önemli bir ayağı olarak düşünülmüştür. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Banyas katliamını bu şekilde okuduğunu “rejim ülkenin tümünü kontrol altına almak mümkün değilse belli bir bölgeyi etnik temizliğe tabi tutup o bölgede etkin olma stratejisine geçmiştir.” sözleriyle dile getirmiştir. Banyas katliamından kısa süre önce Mihraç Ural’ın internette yayınlanan görüntülerinde “Banyas ilinin Sünnilerin tek denize çıkış noktası olduğu, bu şehrin önce kuşatılıp sonra temizlenmesi gerektiği ve başında olduğu Suriye Mukavemeti isimli örgütün sahaya inerek bunu gerçekleştireceği” yönündeki ifadeleri yer almıştır. Reyhanlı saldırısı sonrası Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Banyas katliamını kim yapmışsa Reyhanlı saldırısında da onların ayak izleri var.” açıklaması Türk karar alıcıların her iki olayın faili olarak söz konusu örgütü ve başındaki ismi gördüğünü ortaya koymaktadır. Ural, Reyhanlı saldırısı sonrasında kendisiyle yapılan röportajda “Suriye’de şu anda faaliyette bulunan örgütün Acilciler olmadığını, Suriye Mukavemeti isimli yeni bir direniş hareketi” olduğunu kaydetmiş ve “örgütün kurucuları arasında Türkiyelilerin bulunduğunu” belirtmiştir. Başbakan Erdoğan da Reyhanlı saldırısına ilişkin yaptığı açıklamada “Suriye rejiminin Türkiye’de uzantıları var” ifadelerini dile getirerek söz konusu milis grubu ve arkasındaki Suriye istihbaratını olayın faili olarak işaret etmiştir.

Reyhanlı saldırısı Suriye sorununa doğrudan müdahil olmanın ve çözüm üretilememesinin Türkiye açısından maliyetinin giderek hangi boyutlara ulaşabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Suriye sorunu dış kaynaklı saldırılara açık hale gelmenin yanı sıra toplumsal barış ortamının bozulmasına neden olmaktadır. Ortadoğu’da şiddet ne yazık ki birçok zaman siyasi amaca ulaşmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Reyhanlı saldırısı bölge sorunlarına taraf olmanın sonuçlarından birinin söz konusu yöntemin hedeflerinden biri haline gelme riskini açıkça ortaya koymuştur.

Oytun ORHAN

ORSAM Ortadoğu Uzmanı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...