Siber Soğuk Savaş ve Türkiye

Tarihin tozlu sayfalarının NATO’nun 60. yıl kutlamalarını göstermesine daha zaman var iken; terörizm, siber terör ve iklim değişikliği konularının NATO’nun yeni gündemini belirleyeceği belliydi. Hatta on yılda bir değiştirilen NATO stratejik konseptinin yenilenmesi bile gündeme gelmişti. Bunların içinde biri vardı ki; diğerlerinden daha acildi ve bir an önce önlem alınmalıydı: ‘Siber Terör’. Çünkü bir siber saldırı, bir taburun ülkenin sınırı geçmesinden çok daha fazla şey ima ediyordu. Çok kısa sürede büyük bir devletin işletim sistemini çökertebiliyor, hafızası silebiliyordu. Yakın bir dönemde yaşanan ‘Wikileaks’ faciası ile de bu bir kez daha kanıtlandı.

Beklendiği gibi NATO’nun 60. yılı üzerine düzenlenen zirve, alınan kararlar bakımında pek parlak geçmemişti. Bunun sebebi basitti. Çünkü 40. yılını kutlayan NATO, Almanya’nın birleşmesi ve Sovyetler Birliği’nin çözülmesine şahit olmuştu. Bunun devamını ise NATO’nun karşı bloktaki yansıması olan Varşova Paktı’nın çöküşü izlemişti. Aynı NATO 50. yıl kutlamaları sırasında eski Doğu Bloku ülkelerinden üç tanesini (Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan) bünyesinde birleştirmenin onurunu yaşamış ve gururlanmıştı. Aynı zamanda Sırbistan’ın Kosova’ya uyguladığı orantısız güç NATO tarafından önlenmişti. Her iki on yıl kutlamasında da doğuya doğru genişleyen NATO, 60. yılında doğuya yönelik bir genişleme sağlayamamıştı. Ayrıca Füze Kalkanı Projesi de, Rusya’nın sert tutumundan dolayı, geri çekilmişti[1]. Kısacası, NATO’nun geçmiş başarıları bugününü gölgede bırakmıştı.

Türkiye henüz siber teröre maruz kalmamış, sanal ortamda herhangi bir saldırı ile karşılaşmamıştır. Ancak siber terör kavramı, 2009 yılının Nisan ayında İngiltere’de bir bakanlığın web sitesinde yaşanan olay üzerine tüm dikkatleri üzerine çekmiştir. Söz konusu bakanlığın web sitesi şifre kırıcılar tarafından ele geçirilmiş ve siteye dikkat çekmek istedikleri konu ile ilgili bir web sitesini yönlendirmişlerdir[2]. Benzer bir olay, aynı yılın Şubat ayında Fransız Savunma Bakanlığı’nda yaşanmıştır. Öyle ki söz konusu siber saldırı sonucunda bilgisayar virüsü nedeni ile birçok uçak Villacoublay Hava Üssü’nden havalanamamıştır.

Yurt dışı kaynaklı ilk saldırı ise yukarıdaki iki saldırıdan çok daha önce 2007 Nisan ayında Estonya’da gerçekleşmiştir[3]. Saldırı sonrası NATO ve AB’den birçok yetkili Estonya’ya saldırının nedeni üzerine araştırma yapmak için gönderilmiştir. Benzer bir olay daha ise Ağustos 2007’de Almanya’da gerçekleşmiştir. Almanya’daki stratejik kurumların veri tabanlarına girilmiş, birçok belge kopyalanmıştır[4]. Bu söz konusu saldırılar iki şeyi açıkça göstermişti: Siber terör net bir şekilde tanımlanmalı ve ön alıcı savaş tekniği ile söz konusu siber saldırılar, mümkünse, önceden önlenmeliydi.

Siber terörizm, siyasal ya da toplumsal mercilere gözdağı vermek veya baskı oluşturmak amacıyla, resmi devlet birimlerinin internet sistemlerine, bilgisayar ağlarına ve bilgi ve veri tabanlarına yasadışı yollardan ve zarar vermek amaçlı yapılan saldırılar olarak tanımlanmaktadır. Fakat bu söz konusu tanımın dışında bireysel tehditlerin devletler tarafından rakip bir devlete karşı da kullanıldığı da görülmektedir[5]. Bundan dolayı, bilgisayar güvenlik şirketlerinden McAfee’ye göre; önümüzdeki on yıl içerisinde istihbarat teşkilatlarının rakip ya da düşman ülkenin bilgisayar sistemlerini ele geçirmeye, bu sistemlerden bilgi sızdırmaya veya bu sistemlere zarar vermeye çalışacağını belirtmiştir. Söz konusu güvenlik şirketine göre ayrıca, ülkelerin teknik bilgiye yönelik sanayi casuslukları ve alt yapılarına yönelik saldırıları önlemek için bir an önce bilgisayar sistemleri ve internet ağlarını güçlendirmeleri gerekmektedir. Çünkü söz konusu olaylar internet üzerinden yürütülen “siber soğuk savaşların” başladığını göstermektedir. Bu tür tehditleri dikkate alan ABD, 2007 Ekim ayında Louisiana eyaletinde Siber Komutanlığı isminde bir birim kurmuştur . Benzer bir komutanlık, üst üste maruz kaldığı saldırılar nedeni ile Estonya’nın başkenti Talin’de de kurulma aşamasındadır[6].

Atlantik’in her iki yakası da konu üzerine çalışmalarını sürdürürken Türkiye henüz siber terörün farkında değildir. Kamuoyu ve gazetelerde de bu tür haberler pek yankı bulmamış, dolayısıyla tartışılmamıştır. Bunun en belirgin sebebi; şu anki Türk Dış Politikası’sı çerçevesinde belirlenen önceliklerdir. Çünkü şu anki Türk Dış Politika yapımcılarının üç ana hedefi vardır: Komşu devletler ile mevcut sorunları gidermek ve oluşacak barışı daimi kılmak, komşular başta olmak üzere mümkün olan tüm ülkelerle ticaret hacmini arttırmak ve bu iki ana hedefin gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıkacak ekonomideki canlanma sonucu ortaya çıkacak enerji ihtiyacının güvenli yollardan tedarik edilmesi. Ne yazık ki; “Bilgi Çağı’nın” yaşandığı 21. yüzyılda teknoloji ve bilgi sistemlerine dair herhangi bir devlet politikamız henüz oluşturulmamıştır. Pek yakın bir zamanda da bu mümkün görünmemektedir. Türkiye şuan komşularla sıfır problem politikası ve medeniyetler arası diyalog söylemi çerçevesinde çeşitli dillerden eserlerin Türkçe’ye, Türkçe’den de diğer dillere kazandırılması ile meşguldür. Deniz ve kara kuvvetlerinde bazı milli savunma teknolojisinin geliştirilmesi yönünde çalışmalar mevcuttur[7]. Fakat bu çalışmalar bir sonuç verdiğinde ise yine güvenli olup olmamasına göre değerlendirileceklerdir. Örneğin, güvenli bir yazılım sistemi F-22 savaş uçağı olmadan da satılabilir ve satana büyük bir gelir sağlar. Fakat güvenli bir yazılıma sahip olmayan F-22 savaş uçağı hiçbir şekilde satılamaz ve alan için de hiç güvenli değildir[8].

Bir Türk atasözü vardır: “Suyu arayan bir arazide kaktüs bile bitmez.” diye. Bir şeyin gerçekleşmesi için gerekli olan şartların en düşük düzeyde bile mevcut olmaması durumunda o şeyin gerçekleşmeyeceğini anlatmak için kullanılır. İleri sistem askeri ve sivil cihazların millileştirilmesi üzerine ASELSAN’da çalışan dört Türk mühendisin ve uranyumun zenginleştirilmesi üzerine çalışan iki İranlı bilim adamının intihar etmesi bu atasözünün ne kadar doğru olduğunu gözler önüne sermektedir. ASELSAN’da çalışan Türk mühendisler Amerika’dan alınan F-16 savaş uçaklarının yazılım sistemlerini çözmüşler, Amerika’ya olan bağımlılığı kırmışlardı. İranlı mühendisler ise İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini bir ileri aşamaya taşımışlar, İran’ın müzakerelerde elini kuvvetlendirmişlerdi. Bundan dolayı, intiharların bu bilimsel çalışmaların sonuç vermesinden hemen sonra gerçekleşmesi ise doğal olarak Amerika’yı hedef tahtasına koymuştur. Bundan dolayı diyebiliriz ki; Amerika bundan sonraki “karşıt faaliyetlerini” bilgisayar sistemleri üzerinden yapacaktır. 2010 yılının Eylül ayında İran’ın Buşehr nükleer santraline gönderilen virüs bunun en büyük kanıtıdır. Benzer şey Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’de de, büyük güçlerin çıkarına ters olan bazı gelişmeler gerçekleştiğinde bunlar hemen yok edilmeye çalışılacaktır[9]. Teknoloji alanında olursa bu yazılım ya da bilgisayar sistemleri aracılığı ile gerçekleştirilecektir. Çünkü ulusal çıkarların üzerine inşa edilen bir sistemde yaşamak için gerekli olan “hikmet-i hükümet[10]” bunu emreder.

Türkiye’de durum böyle iken, siber terör tehlikesinin farkında olan İran; uluslararası camia tarafından kendisine uygulanan baskı ve yaptırımlara rağmen teknoloji alanında dev yatırımlar yapmaya ve bu alanda çalışma yapanları teşvik etmeye devam etmektedir. Bunun en somut örneği uzay çalışmalarına verilen büyük hızdır. İran, önüne koyduğu yeni hedef devrimin 35. yılında uzaya uydu yerleştirmektir. Bunu gerçekleştirmek içinde çalışmalarına büyük bir hız vermiştir. Harezmî Festivali’nde uzay çalışmaları yapan bazı genç bilim adamlarına ödüller sunulması ise bunun en büyük kanıtıdır.

Kısacası; Türk Hükümeti, ülke içerisindeki sorunları bir an önce halledip Bilgi Çağı’nda bilgisayar teknolojisinden geri kalmamalıdır. Ülke içindeki farklı gruplar iktidar için savaşmayı bir kenara bırakıp iş birliğine gitmeli ve uluslararası sistem içerisinde Türkiye’nin yerini sağlamlaştırmalıdır. Çünkü hiçbir eğitim almamış haydutların bile özel eğitim gerektiren uydu telefonlarını kullanarak gelişmiş radar sistemlerine ve savunma amaçlı silahlara sahip olan gemilere saldırı düzenleyip rehin alabildiği bir dönemde bu Türkiye için hayati bir öneme sahiptir. Türkiye internet üzerinden kişilerin ifade özgürlükleri sınırlandırmak için harcadığı çabayı, kişilerin düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilecekleri alanlar yaratmak için harcamalıdır. Çünkü güvenli bir internet ağı sadece devletin yüksek çıkarlarını içeren sırlarının korunması sağlamakla kalmaz; kendini geliştirmek isteyen vatandaşlar içinde uygun bir ortam sağlar. Güvenli bir çevrenin olmadığı yerde istikrar olmaz. Ticaret hacminin arttırılması için çabalayan Türkiye’nin komşularla olan sorunları gidermeye çalışmasının perde arkasında yatan sebep budur.

Deniz Tören

Hacettepe Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler


[1] Rusya Belarus’a, Şubat 2009’da, en gelişmiş hava savunma sistemi olan S-400’lerden verdi.

[2] Bir bayan bakanlık çalışanının eşinin izlediği porno filmlerin parasının bakanlık bütçesinden karşılanmasına dikkat çekmek isteyen şifre kırıcılar, bakanlığın web sitesine bir porno sitesini yönlendirmişlerdir.

[3] Söz konusu saldırı Estonya’nın Rusya’nın kaldırılmasını istemediği bir heykeli kaldırması sonucunda yaklaşık bir milyon bilgisayar ile Rusya tarafından düzenlenmiştir. Söz konusu saldırı sonucunda Estonya’nın devlet, haberleşme ve bankacılık sistemleri çökertilmiştir.

[4] Almanya bundan Çin’i sorumlu tutsa da Çin kısa süre içerisinde bu ithamı yalanlamıştır.

[5] Tek kutuplu bir dünyadan çok merkezli bir yapıya evrilen uluslar arası sistemde yer alan farklı merkezlerin birbirlerine karşı güç mücadelesinde bulunuyor olması bu olasılığı her geçen gün daha da arttırmaktadır.

[6] Söz konusu NATO komutanlığı için gerekli olan çerçeve antlaşması Avrupa’nın ileri gelen ülkeleri tarafından imzalanmıştır.

[7] Tamamen yerli yapımı insansız gözlem uçakları ve Türk yapımı denizaltılar buna örnek olarak gösterilebilir.

[8] Türkiye’nin Amerikan ve İsrail yapımı uçaklarla Kuzey Irak’a saldırı yapamaması ve teröristlerin imhası için her sınır aşma düşüncesinde Amerika’ya danışmasının sebebi budur. Çünkü her ne kadar uçaklar Türkiye devletine ait ise de; yazılımları Amerika ve İsrail’de olduğun için her an sistemlerinin kilitlenmesi sonucunda oluşacak büyük tehlikelerden çekinilmektedir.

[9] Türkiye’ye motorlu taşıtların gelmeye başlamasından sonra özellikle Menderes döneminde, petrole bağımlılığı azaltmak ve ulaşım maliyetini düşürmek amacı ile İstanbul-Ankara arasına yapılması planlanan manyetik tren sistemi Amerikan lastik lobileri tarafından engellenmiş ve proje rafa kaldırılmııştır. Bugün ise proje hala askıdadır.

[10] Devletin yüksek çıkarları uğruna her yolun mümkün göründüğü bir öğretidir ve temeli Niccolo Machiavelli’ye dayanır.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...