Sırp Hırvat Sloven Krallığı’nın Etno-Sembolizm Perspektifinden İncelenmesi

ÖZET:

Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı, Balkan topraklarında Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rus Çarlığının etkisi altında kalmış etnik grupların, uluslararası ortamda kendilerini koruma amacıyla Fransız devrimi ve aydınlıkçı düşünce etkisiyle kurulmuş bir ülkedir. Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’nın oluşum süreci uluslararası etkenlerden faydalanılarak açıklanacak, Krallığın nasıl bir ortamda ve hangi çevresel faktörlerden etkilenerek oluştuğu gösterilecektir. Güney Slavlar olarak bilinen Sırp, Hırvat ve Slovenlerin bir araya gelmesiyle oluşan bu krallıktaki etnik kimlik karmaşasının milli kimlik kavramı oluşumu üzerinde yarattığı engeller incelenecektir. Birinci Yugoslavya olarak da bilinen bu dönemde ülke içerisinde öne çıkarılan birleştirici bir millet kavramı düşüncesi, etnik grupların çeşitliliği nedeniyle yaygın kabul görmemiştir. Bu araştırma yazısı Anthony Smith’in öncüsü olduğu etno-sembolist teori yaklaşımlarıyla birinci Yugoslavya döneminde etnik kimlikleri Sırp, Hırvat ve Sloven etnik kimliklerini açıklama iddiasındadır. 

Anahtar Kelimeler: Balkan, Yugoslavya, milliyetçilik (etno-sembolizm), Anthony Smith, revizyonizm.

ABSTRACT:

The Serbian-Croatian-Slovenian Kingdom is a country that was founded in the Balkan lands with the influence of the French revolution and enlightenment to protect their ethnic groups from the power of the Ottoman Empire, the Austro-Hungarian Empire and the Russian Tsarism in the international environment. The formation process of the Serbian-Croatian-Slovenian Kingdom will be explained by using global factors. It will be shown in what kind of climate and environmental factors the Kingdom was formed. The obstacles to developing the concept of national identity caused by the ethnic identity conflict of the Kingdom, which was created by the coming together of Serbs, Croats, and Slovenes, known as Southern Slavs, will be examined. In this period, also known as first Yugoslavia, forming a unifying nation concept became difficult due to its diverse ethnic groups. This research article claims to explain ethnic identities, Serbian, Croatian, and Slovenian, in the first Yugoslavia period using the ethno-symbolist theory that was the pioneer of Antony Smith.

Keywords: Balkan, Yugoslavia, nationalism (ethno-symbolism), Anthony Smith, revisionism.

1. Giriş

Sırp Hırvat Sloven Krallığı’nın Etno-Sembolizm perspektifinden incelenmesi” başlıklı araştırma yazısı; Birinci Yugoslavya olarak da bilinen devlet hakkında genel bir bilgi verecek, bu devleti oluşturan tarihsel bağlam, uluslararası ilişkiler çerçevesinde incelenecektir. Bunların yanı sıra milliyetçilik, milliyetçiliğin dayandığı temel ilkeler, etno-sembolizm açısından Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı gibi konular da incelenecektir. Milliyetçilik ve Birinci Yugoslavya yan yana getirilirken çeşitli sorular ve çıkarılması gereken dersler mevcuttur. Araştırma yazısının temel sorusu ise milliyetçiliğin Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’na nasıl bir bakış açısı kazandırdığı hakkındadır.

2. Milletçilik ve Etno-Sembolizm

Milletçilik ve millet kavramları modern dünyada ülkeler arası ilişkilerde ve ülkeler içinde her zaman etkin olmuştur. Millet ve etnisite kavramları arasındaki farklı düşünceler, milliyetçilik üzerinde farklı düşüncelere yol açmıştır. İlkçiler (primordialistler) etnik kavramı ile millet kavramını ayırmamış ve dünyada milletlerin hep var olduğunu savunmuşlardır (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 13). Buna tepki olarak düşüncelerini geliştiren modernistler, etnik kökenlerle millet kavramını ayırmıştır. Modernistler milliyetçilik ve millet kavramlarının modern çağa ait olduğunu, sanayileşme gibi modern etmenlerle üretildiklerini düşünmüşlerdir (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 14).

Etno-sembolizm ise bazen ilkçilerin millet teorileri kapsamında değerlendirilirken, bazen modernistlerin millet teorilerine dahil edilmektedir. Etno-sembolistler millet kavramının bir geçmişi olduğunu, bu geçmişin de etnik kökenlerin tarihsel olarak gelişiminden kaynaklandığını savunurlar (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 23). Etno-sembolistler; ilkçiler gibi milletlerin geçmişi olduğuna inanırlar ancak modernistler gibi de elitlerin bunların tarihsel dönemlerde değişime uğramasına yol açtığını savunurlar. Milletler insanlık tarihinden beri yoktur, ancak milletleri oluşmasını sağlayan ortak unsur etnik kökenleridir. (Kaya, 2020, s. 181). Etno-sembolizm teorisinin kurucusu Anthony Smith, milli ve etnik kavramlarını ayırırken ilkçiler ve modernistlerden farklı bir yol izlemiştir. Milli toplulukların ortak kültürleri ve tarihsel geçmişleri vardır ve de etnik miraslara sahiplerdir. Etnik grupların ise gelenekleri ve normlarını mitleştirerek devamlılık sağladığını düşünmektedir. Mitler, milletlerin kendi geçmişleriyle bağlantılı olmasını sağlayan önemli unsurlardır (Abdula & Bekaroğlu , 2013, s. 24). Milli topluluk olmak için grubu tanımlayan özel bir isim, ortak ırk miti, kendine ait olarak gördüğü bir yurt ve nüfusun büyük bir bölümünün birbirleriyle dayanışma halinde olması gerekmektedir (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 24).

Millet kurulumu için önemli olan devamlılık ve süreklilik oluşumudur, çünkü milletler kendilerini yenileyen bir yapılanma içerisindedir. Smith millet oluşumunu iki şekilde tanımlamaktadır: birleşme ve bölünme. Birleşme biçimi ayrı grupların çeşitli nedenlerden ötürü bir araya gelmesidir. Bölünme biçimi ise bir grubun yeni bir grup kurma amacıyla kendilerini ayrıştırmaya yönelmeleriyle oluşan millet kurma biçimidir (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 24). Etnik gruplar arasında milli değerlerin oluşumu karşılıklı kültürel aktarımların etkilenmektedir. Smith etnik grupların alışverişini kültürel ödünç mekanizmaları tanımlamıştır. Kültürel ödünç mekanizmaları savaş, istila, sürgün, göçmen akımları, din değiştirme gibi olaylar sayesinde etnik normların gruplar arasında birbirlerine aktarılmasından dolayı meydana gelmektedir. (Abdula & Bekaroğlu, 2013). Din reformu gibi toplumun üst kesiminden -elitlerden- veya toplum tabanından yayılan inanç değişiklikleri etnik grupların kimliklerinde değişikliğe yol açarak başka etnik gruplara bağlanmasına sebep olabilir. Bunların yanında, halkın siyasal ve kültürel katılımı etnik kimliklerin sürekliliğini sağlayarak etnik grupların varlığını korumasını sağlar (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 24).

Smith’in etno-sembolizm teorisinde etnik grupları yatay ve dikey olarak ayırması Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın milliyetçilik çerçevesinde incelenmesinde faydalı olacaktır. Yatay gruplarda aristokratlar, din adamları, bürokratların devletin yönetim şeklini kullanarak toplumun etnik kimlik oluşumunda etkili olur. Dikey gruplar ise yerel halkın, kendi değerlerinin çerçevesinde toplanmasıdır; burada entelektüellerin yardımıyla milli mitler kullanılarak topluluk harekete geçirilip kolektif bir toplum kimliği oluşturulur (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 25).

3. Balkan Yarımadası Tarihi

3.1. Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun Etkileri

Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel mirasının dışında Avusturya–Macaristan İmparatorluğu’nun da kültürü bölgede etkisi olmuştur. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Balkan toprakları çok sık el değiştiriyor, nüfusa karşı elde bulunan toprak yetersiz kalıyordu. Balkan yarımadasında bu nedenle fazlasıyla göç yaşanıyor, ekonomik sıkıntılar alarm veriyordu. Osmanlı İmparatorluğu zayıflamaya başladığı dönemde Balkanlar’da Avusturya–Macaristan etkisinin artmaya başlamıştır. (Jelavich, 2009). Ayrıca, Avusturya–Macaristan İmparatorluğu etkisini Balkan devletleri üzerinde uygularken Almanya ve Rusya’nın da Balkanlarda büyük etkisi olmuştur.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 19.yüzyılın ikinci yarısında Balkan yarımadasında önemli bir bölgeyi temsil ediyordu. Avusturya’da imparator olarak görülen, Macaristan’da ise kral olan Franz Joseph, bu devletlerin birleşiminde yer almıştı ve uluslararası arenada yüksek bir konumda bulunuyordu. Franz Joseph, dış politikada özellikle askeri meseleler ve dış politika üzerinde durmuştu (Jelavich, 2009).

Coğrafi Keşifler ve Sanayi İnkılabı imparatorluğun gelişimi sürecinde çok belirleyici bir rol oynamıştır. Diğer imparatorluklarda görülen farklı mensubiyetlere sahip büyük toplulukların kontrol altında tutulması sorunu bu devlette de yaşanmaktaydı. Bölgesel olarak incelendiğinde Dalmaçya, Bukovina ve Sloven toprakları Avusturya bünyesinde yer alırken, Hırvat, Sırp ve Rumenlerin çoğunluğu Macaristan topraklarında yaşamaktaydı. İmparatorluk içinde yer alan bu milletlerin çıkarları vardır. Habsburg İmparatorluğu olarak da adlandırılan devletin içinde yer alan milletler, zenginlik elde etme ve çıkarlarını sağlama peşindeydiler (Jelavich, 2009). Katolik bağları yansıtan bu imparatorluk, Balkan devletlerini de 19. yüzyılın sonlarına doğru kültürel ve siyasi açıdan etkilemiştir (Jelavich, 2009, s. 53-55).

3.2. Balkanlarda Osmanlı İmparatorluğu Yansımaları

Yugoslavya olarak bilinen bölgede genellikle Güney Slavlar yaşamaktadır. Yugoslavya kelimesinin karşılığı da “Güney Slavları”dır. Yüzyıllar boyunca çeşitli çatışmalara sahne olan bölge uluslararası ilişkiler açısından son derece önemlidir (Bora, 1995). Bölgede yüzyıllarca hakim olan Osmanlı etkisi de oldukça önem arz etmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu, Balkan topraklarına uzun yıllar hakim olmuştur. Osmanlı’nın Balkanlarda ilerlemesi istikrarın sağlanması olarak görülebilecek birinci dönem, bölgede hakimiyetin zayıflaması gerileme olarak görülebilecek ikinci dönem ve bölgedeki hakimiyetin ortadan kalkışı Osmanlı’nın bu topraklardan çekilmesi dönemi olarak görülebilecek üçüncü dönem olarak sınıflandırılabilir (Sancaktar, 2011, s. 29). Gerileyiş ve Balkanlar’dan çekilme dönemleri ile Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı yönetimi paralellik gösterir. Osmanlı’nın özellikle 18 ve 19. yüzyılda diplomasi politikası olarak ‘fetih’ uygulaması kullanmaktadır. Viyana kuşatmasının başarısız olması, Osmanlı’nın çöküş döneminin başlangıcıydı. Viyana’daki başarısızlık sonrası imparatorluk geri dönülemez bir yola girdi. Bu tarihten sonra Balkan topraklarında Osmanlı hakimiyeti azalmaktayken, Osmanlı kültürü Balkanları kalıcı olarak etkilemiştir. (Çolak & Aydar, 2020, s. 1086). 

19. Yüzyılın sonuna doğru doğuda Osmanlı devletinin azalan hâkimiyetine rağmen kontrol ettiği bölgelerde Osmanlı yönetimini dinlemeyen yeniçeriler “Dayılar Rejimi” uyguluyordu. Dayılar rejimi, merkezi otoritenin uzak kaldığı veya etkisinin azaldığı yerlerde asayiş görevini üstlenen yeniçerilerin yönetimi fiilen ele geçirip, disiplini kaybedip, adeta çete haline geldikleri bir uygulama olarak biliniyordu (Arslantaş, 2009, s. 110). Balkan bölgesinde, asayişi sağlayamayan yeniçeri yöneticilere karşı başlayan ilk isyan Sırplar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu isyanın bağımsızlık kazanma amacıyla yapılmayıp ticari boyuttaki endişelerden kaynaklandığı bilinmektedir. (Arslantaş, 2009). Millet sisteminden memnun olan Sırplar, ekonomik olarak zor durumda olduklarından ve çetelerin saldırılarından bunalıp isyan etmiştir. İsyan uluslararası boyutta ses getirince de Rusya’nın desteğini bulmuştur. Rusya’nın sıcak denizlere inme hedefi ve Osmanlı’yı zayıflatma politikası doğrultusunda Sırplardan yana bir duruş sergilemiştir. (Arslantaş, 2009, s. 116). Sırp tarihinin önemli bir yer tutan bu isyanlarda iki aile ön plana çıkmıştır. Bu aileler, Karayorgeyeviçler ve Obrenoviçler’dir. Dayılar rejiminden sıyrılıp genelde domuz ticaretiyle uğraşan aileler bu olaylarda ön safhada yer almışlardır.

3.3. Alman Ulusal Birliği’nden Alınan Dersler

Uluslararası ortama bakıldığında ise, Almanların ulusal birliği sağlamaya yönelik yaptığı çalışmalar Balkan halklarında siyasi birliği sağlamak için örnek niteliği taşımaktadır. 1800’lerin sonlarına doğru gelindiğinde Prusya Başbakanı Bismarck’ın büyük katkılarıyla Alman ulusal birliğinin sağlanması, uluslararası ilişkiler açısından bir dönüm noktasıydı (Artar & Baysoy, 2020). Bismarck’ın milli kültür oluşturmaya yönelik kampanyaları, “Kulturkamph” politikası ile doruğa ulaşmıştı. Bismarck’ın öncülük ettiği bu politikalar ile Almanya bu güç siyaseti içerisinde etkin bir konuma gelmişti (Artar & Baysoy, 2020, s. 7-8). O dönemde dağınık bir biçimde yer alan Balkan milletleri, Almanya’yı rol model olarak görmekteydi. İsyanların şekillenmesinde bu durumun etkisi vardır. Almanya’nın Balkanlara karşı tutumunda ise 1877-1878 yıllarında Rusya ile Osmanlı çatışmasından sonra imzalanan Ayastefanos Antlaşması etkili oldu. Savaşın kazananı Rusya’nın isteklerine göre düzenlenen antlaşma, Almanya’nın temkinli bir politika izlemesine yol açtı (Ahmetaj, 2011).

Domuz tüccarı olarak bilinen Kara Yorgi Petroviç 1806 yılında Sırbistan’da ilk isyanı başlattı. İsyanın başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen, Petroviç ailesi Sırplar tarafından önemli bir aile olarak kabul gördü. Bağımsızlığa götüren süreç ikinci isyan ile başladı. (Koyuncu, 2007). 1815 yılındaki ikinci isyanın başında Miloş Obrenovic vardı. Obrenovic ailesinden gelen Miloş, önde gelen domuz tüccarlarından biriydi. Bu isyan sonucunda fiilen bağımsızlığa ulaşıldığı çıkarımına varılabilir (Koyuncu, 2007). Bağımsızlığın resmiyet kazanması ise ilk olarak Ayastefanos Antlaşması ve daha sonra Berlin Antlaşması ile olmuştur (Ahmetaj, 2011). Sırp isyanı olarak başlayan süreç aslında tüm Balkan milletleri adına yapılan bir hareketti. Sırbistan’ın yanında, Bulgaristan gibi başka Balkan devletleri de isyan etmiştir. Bu isyan hareketini sadece Sırbistan ile sınırlandırılmamalıdır. Berlin Antlaşması ile Sırbistan, Karadağ, Romanya, Osmanlı’dan ayrılarak krallık biçiminde bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi (Ahmetaj, 2011, s. 72).

Balkan devletlerinin bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile birlikte çıkarları da farklı olarak gelişmişti. Araştırma yazısının ana devleti Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı olduğu için, genellikle bu devletler üzerinden tarihsel bağlamı verilmiştir. Sırbistan açısından bakıldığında, neredeyse 500 yıl sonra bağımsızlığını kazanması da ayrıca önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu açısından dini olarak en yakın Balkan devleti Bosna – Hersek’ti. Berlin Antlaşması’ndan sonra Bosna – Hersek, fiili olarak Osmanlı egemenliğinde olmasına rağmen Avusturya – Macaristan yönetimini üstlendi. 19. Yüzyılın sonlarında meydana gelen bu gelişmeler Balkan toplumları ve tarihi için en önemli olaylar arasında yer almaktadır (Ahmetaj, 2011, s. 43-46).

3.4. Balkan Topraklarında Rus Etkisi ve Sırbistan Krallığı

Balkanlarda çeşitli milletlerin bağımsızlıklarını kazanması üzerine, Rusya dikkatini özellikle Karadağ üzerine çevirmiştir. Güneyinde Osmanlı İmparatorluğu yer alan Rusya, sıcak denizlere inme düşüncesini Balkanlar üzerinden gerçekleştirmek istemiş ve politikalarını bu yönde yapmıştır (Çetin, 2017, s. 372). Rusya’nın bölgeye müdahalesiyle Balkan devletlerinde karışıklıklar çıkmış ve çatışmalar yaşanmıştır. Bu konuya örnek olarak Sırbistan Krallığı verilebilir. Milan Obrenoviç, Rus etkisiyle çok büyük bir baskı altında kalmış ve görevi bırakmak zorunda kalmıştır. Yerine oğlu Alexander gelmiştir. Alexander merkezi otoritesini güçlendirmek ve istikrarı sağlamak adına istibdat dönemini başlatmıştır (Çetin, 2017). Bu dönemde yönetim düzenin baskıcı ve otoriterdir. Muhalefet partilerinin kapatılması, sansür uygulamaları, gerilimin artması bu dönemin başlıca özellikleri arasında yer almıştır. Baskı döneminin bir türlü sonlanmaması nedeniyle Alexander halktan gördüğü desteği büyük ölçüde kaybetmiştir. (Çetin, 2017). Albay Dimitri komutasındaki askerler, Alexander Obrenoviç yönetimine karşı askerlerin yönetimi devralmasıyla sonuçlanan bir askeri darbe gerçekleştirmiştir. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi büyük güçler arasındaki çıkar çatışmaları Balkan bölgesini oldukça etkilemiştir.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya arasındaki çıkar çatışmalarının yaşanması Sırbistan yönetimini derinden etkilemiş ve darbeye götüren sebepler arasında yerini almıştır. Sırbistan açısından bakıldığında Obrenoviç soyundan kimse başa geçmemiş ve diğer önemli aile olan Kara Yorgilerden seçilmeye özen gösterilmiştir (Çetin, 2017, s. 375).

Kara Yorgi ailesinden Peter Sırbistan devletinin başına geçerken, Avusturya-Macaristan imparatorluğu bu iki aileyi karşı karşıya getirmeye çalışmaktaydı. Politikasında başarılı olan imparatorluk, Peter’in başa geçmesiyle bu yöndeki adımlarını hızlandırmıştır. Peter’in imparatorluktan uzaklaşmaya yönelik politikaları iki ülke arasında krizlere sebep olmuştur. Avusturya–Macaristan imparatorluğu Peter’e tepkisini ambargo uygulayarak göstermiştir (Çetin, 2017). İki ülke arasında Avrupa pazarında en önemli ticari aktivite olarak görülen domuz ticareti engellenmiştir. Ekonomik baskılarla sonuç elde etmek isteyen imparatorluk, politikasında başarılı olamamıştır. Sırp tarafı, Fransa ve İngiltere ile ilişkilerini ilerleterek kendi yolunu çizmiş; ve hatta korkulan olmuş ve Rusya ile de yakınlaşmaya başlamıştır. (Çetin, 2017). Politikasının başarısız olduğunu anlayan Avusturya-Macaristan yönetimi sınırlamaları kaldırsa da bu karar sonucu değiştirmeye yetmemiştir. Peter yönetimindeki Sırplar, bu dönemde İngiltere, Fransa ve Rusya ile iyi ilişkiler yürütmüştür. (Çetin, 2017, s. 376).

3.5. Balkan Savaşları ve Ayrılan Yollar

20. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu için bir kırılma noktası olan Balkan Savaşları’yla sonuçlanacak zorlu bir dönem başlıyordu. Özellikle Osmanlı için bu çatışma felaket olarak görülmüştür (Taştan, 2017, s. 56). 1912-1913 yıllarında meydana gelen savaş, Balkan topraklarındaki azalan Osmanlı hakimiyetini daha da azaltmıştı. Yıllarca hüküm sürdüğü Balkan topraklarında Sırp, Karadağlı, Bulgar halklarının kendisine karşı yürüttüğü savaş, manevi yönden de Osmanlı’yı kötü etkilemişti. Kaybedilen topraklarla Osmanlının Balkanlar ile bağları büyük zarar görüyordu. 19.yüzyılın ikinci yarısında yaşandığı gibi Balkan Savaşları’ndan sonra da Balkan sınırları yeniden şekilleniyor, devletler çıkarlarını gözeterek politikalarını oluşturuyordu (Yıldırım, 2012, s. 80).

Balkan Savaşları’nda taraflar Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan ile Osmanlı İmparatorluğu’dur. Birinci Balkan Savaşı, 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı’ya savaş ilan etmesiyle resmi olarak başlamıştır. (Yıldırım, 2012, s. 79). Daha önce de bahsedildiği gibi Osmanlı ordusunun içindeki disiplin ve hiyerarşi ikilisi bozulmuş durumdaydı. Bir başka olumsuz etmen ise Osmanlı ordusunu terhis etmiş olmasıdır. Balkanlardan gelen haberler eşliğinde Osmanlı seferberlik ilan ederek toparlanmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştı. Yıpranan Osmanlı ordusu zor durumdaydı. Sağlık malzemeleri, askeri teçhizatlar, askerlerin yiyecekleri yetersizdi. Halihazırda zor temin edilen ikmaller de hava şartlarından dolayı ihtiyaç halindeki bölgelere geç teslim ediliyordu. Osmanlı ordusu, büyük bir yenilgiye uğratılarak 1. Balkan Savaşı’nı kaybetti. Kaybedilen topraklardaki Osmanlı ve Balkan haklarının vatandaşlarının memleketlerine geri gitmesi gerektiğinden dolayı büyük göçler gerçekleşti (Feyzioğlu, 2016, s. 201-211). Büyük güçlerin Balkan ülkelerini desteklemesi, Sırbistan’ın Almanya’dan aldığı ağır silahlar, Bulgaristan askerlerinin eğitimi ve Osmanlı’nın iç politikada yaşadığı sorunlar bu savaşın kaybedilmesinde etkili olan sebepler arasındadır (Feyzioğlu, 2016). Balkan Savaşları’ndan sonra 1913 yılında taraflar arasında Londra Antlaşması imzalandı. Savaşın sonunda ise Osmanlı giderek zayıflamaya başladı. Osmanlı yönetimi savaşın kaybedilmesiyle toprak kaybı yaşamış, eksiklerini gidermek üzere çalışmalar yapmıştı fakat askeri disiplinsizlik yüksek seviyedeydi (Zeyrek, 2012, s. 305).

Savaşı kazanan diğer tarafta ise çözülmeler yaşanıyordu. Toprak paylaşımı konusunda karşıt görüşler tepkilere neden olmuştu. Bulgaristan’ın alması gerekenden fazla toprak aldığı görüşü savaşan diğer taraflarda hakimdi. Özellikle Sırbistan, bu duruma şiddetle karşı çıkmıştı. Savaştan yeni çıkmış olan devletler arasında ittifak ilişkisi devam ediyordu ve devletlerin Bulgaristan’a saldırmasıyla İkinci Balkan Savaşı başlamıştı. (Feyzioğlu, 2016). Bölgedeki devletler, topraklarını genişletmek için çaba gösteriyordu. Taraflar Bükreş Antlaşması, İstanbul Antlaşması, Atina Antlaşması gibi antlaşmalar imzalayarak uzlaşma sağlamaya çalıştı. Balkan savaşları sonucu oluşan toprak dağılımı büyük devletleri bölgedeki çıkarları sebebiyle karşı karşıya getirmiş ve Balkan savaşları Birinci Dünya Savaşı’na giden süreçte önemli bir yer tutmuştur. (Yellice, 1979). İmparatorlukların zayıfladığı, milyonlarca kişinin hayatının savaş ortamında son bulduğu bir çatışma yaşandı. Balkan tarihi açısından bakıldığında ise geçen yüzyıllarla paralel olarak 20.yüzyıl da hareketli geçti.

Bu araştırma yazısında ana odak Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı olduğundan dolayı uluslararası arenada yaşanan dünya savaşına nispeten daha az değinilecektir.

3.6. Dünya Savaşı’nın Tetikleyici Nedeni: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Halefi Arşidük Franz Ferdinand’ın Öldürülmesi

Sırp milliyetçiliğinin en bariz örneklerinden olan ve resmi olarak bir dünya savaşı başlatan olay Gavrilo Princip adlı Sırp milliyetçisinin Avusturya–Macaristan imparatorluğunun varisi Arşidük Franz Ferdinand’ı Saraybosna’da öldürmesiydi (Demirtaş, 2017, 165). Şöyle ki Avusturya- Macaristan imparatorluğu topraklarını parçalamak yerine federal bir yapı oluşturmak istemişti. Sırp milleti ise artan milliyetçiliğin de etkisiyle tüm Sırpları tek bir çatı altında birleştirmek istemekteydi. Sırplar ile Avusturya–Macaristan arasındaki ilişkiler bu konuda gergin bir haldeydi.

İmparator, Ferdinand’ı Bosna’daki askeri tatbikatı denetlemeye yollamıştı. Ordu komutanı statüsünde denetime katılan Ferdinand, 28 Haziran tarihinde yolculuğa çıkmıştı. 28 Haziran tarihi Sırplar için çok önemli bir tarih olarak görülüyordu zira 28 Haziran 1389’da Kosova Savaşı yapılmış ve Sırplar bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi. Bu nedenle Ferdinand’ın bu tarihte yolculuğa çıkmasına ayrıca bir tepki göstermişlerdi. Suikast girişimi ilk denemede başarısız olsa da daha sonra başarılı olmuş ve Arşidük Franz Ferdinand öldürülmüştü. Aynı zamanda, uluslararası konjonktürde de büyük gelişmeler yaşanmaya başlanmıştı ve Ferdinand’ın ölümü tetikleyici bir neden olmuştu. Avusturya-Macaristan, bölgede yaşanan gelişmeler karşısında ültimatom vermiş ve dünyayı kasıp kavuran Birinci Dünya Savaşı başlamıştı (Bora, 1995, s. 37).

4. Sırp – Hırvat Sloven Krallığı Temelleri

Resmi adı Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı olan devlet, Birinci Dünya Savaşı’nın çatışma ortamında, 1918 yılında resmi olarak var olmuştu. Balkan Savaşları’nda kazançlı çıkan Sırp devleti o dönem bölgenin savunucusu şeklindeydi. Yugoslavya fikrinin savunucuları da genellikle bu milletten çıkmıştır. Janko Draskovic, Ludwing Gay, Ivan Cankar gibi isimler Yugoslavya fikrinin kurucuları arasında yer almaktadır (Bayram & Emiroğlu, 2015). Tarih yazıcılığında genellikle Sırp perspektifi yansıtılırken, bu isimler sadece Sırp değil Hırvat ve Slovenleri de içine alacak şekilde bir Yugoslavya oluşturmak amacı taşımışlardır (Bayram & Emiroğlu, 2015).

Yugoslavya fikri aslında en geniş hatlarıyla Güney Slavların tek bir çatı altına birleşmesi amacına hizmet etmektedir. Bu çatı altında Hırvat, Sloven, Sırp, Boşnak, Karadağlı gibi milletler yer alır. (Krliç, 2007).

4.1. Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı Yapısı

Birinci Yugoslavya veya resmi adıyla Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı, yapısı gereği karmaşık bir durumdaydı. Özellikle coğrafi olarak sınıfsal ayrım belirgin seviyedeydi. Kuzey tarafı çok zenginken güneye doğru inildikçe zenginlik azalıyordu. Milletler arasındaki eşitsizlik sırasıyla, Sırp, Hırvat, Sloven, Makedon, Bosna ve en son Arnavutlar olarak özetlenebilir. En çok dışlanan milletlerin Boşnak ve Arnavut olması ile dinleri arasında bir bağlantı vardı (Bora, 1995) Ortodoks Sırplar, Katoliklere ve Müslümanlara karşı eşit olmayan bir tutum sergiliyordu. Bu dönemde fazlasıyla, din ve ırk ayrımcılığı yapılıyordu (Bora, 1995, s. 40-43). Etnik, dini ve kültürel farklılıklar krallığın oluşumdan beri mevcuttu. 1921’de krallıkta 10.000’in üzerinde nüfusa sahip 12 ayrı dil konuşan çeşitli halk grupları tespit edilmiş, Paris Anlaşması ile Almanlar, Macarlar, Arnavutlar ise krallıktaki önemli azınlıklar belirlenmiştir. (Krliç, 2007, s.27) 1921’de yapılan nüfus sayımında Makedon ve Karadağlılar Sırp nüfusundan sayılırken, Bosna ve Sancaklılar Sırp ve Hırvat arasında paylaşılan nüfus olarak sınıflandırılmıştır (Krliç, 2007, s.27).

Siyasi akımlara bakıldığında ise 4 siyasi parti göze çarpmaktadır. Pasiç önderliğinde Sırp Radikal Partisi, Sırp Demokratlar, Radiç önderliğinde Hırvat Çiftçi Partisi ve Komünist Parti. Sırp Radikal Partisi’nin, aşırı derecede milliyetçi olduğu bilinmektedir (Ramet & Sabrina, 2006, s. 381). Partinin Büyük Sırbistan kurma hayali günümüzde dahi vardır (Sancaktar, 2010, s. 10). Sırp Demokratlar’ın, Radikallere göre daha ılımlı olduğu söylenebilir. Hırvat Çiftçi Partisi ise, bağımsız bir Hırvatistan amacıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Sırp – Hırvat –Sloven Krallığı’na bakıldığında siyasi akımlar bu şekilde özetlenebilir; çoğunlukla Sırp Radikal Partisi’ndekilerin isteklerine göre politika oluşturulmuştur (Sancaktar, 2010). Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’nın ilk anayasası olan Vidovdan Anayasası 1921 yılında kabul edildi (Derviş, 2014, s. 54). Sırpların istediği gibi şekillenen anayasa, üniter bir yapıdaydı. Sırp – Hırvat- Sloven Krallığı’nda Sırp egemenliği fazlasıyla hakimdi, bu hakimiyet Karadağ’ın Sırbistan’a katılmasına sebep olmuştur. (Derviş, 2014) Vidovdan Anayasası da bu durumu ispatlar niteliktedir; anayasa yönetimin Sırpların elinde olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde yönetici sınıfın ve başbakanların Sırp olması buna kanıt olarak gösterilebilir. (Derviş, 2014)

4.2. Krallık Üzerindeki Sırp Milliyetçiliği Dalgası

Sırpların uzun süre Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde kalmış olmasının Sırpların kültüründe Osmanlı etkisi yarattığı görülebilir. (Abdula & Bekaroğlu, 2013). Bu durum Smith’in kültürel ödünç mekanizmaları teorisi ile açıklanabilmektedir. Smith’in kültürel ödünç mekanizmaları, ülkelerin etkileşim halindeyken birbirleri ile yaptıkları karşılıklı kültür alışverişini tanımlamaktadır (Abdula & Bekaroğlu, 2013). Osmanlı mimarisi Sırpların yaşadıkları bölgede Türkler tarafından değil, aynı zamanda Hristiyanlar ve Sırplar tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda Sırpların yemek kültürlerinin temeli, Osmanlı sayesinde, Türklerin getirdiği yiyeceklere dayanmaktadır. Bu etkileşim tek taraflı olmakla da kalmamıştır. 15. yüzyılda Osmanlı Devleti, Sırpçayı Osmanlı sarayında kullanıyor, öğretiyor ve antlaşmalar sırasında da kullanıyordu. Bu nedenle Türkçe ve Sırpça karşılıklı olarak evrim geçirerek çok benzer kelimeler içermektedir (Marinkovıć, 2012).

“‘ jastuk ‘yastık’, jorgan ‘yorgan’, kafa ‘kahve’, kafana ‘kahvehane’, kašika ‘kaşık’, rakija ‘rakı’, čarapa ‘çorap’, pare~para ‘para’, boja ‘boya’, pekmez ‘pekmez’, kajmak ‘kaymak’, raja ‘reaya’, sarma ‘sarma’, juvka ‘yufka’, čardak ‘çardak’, kapija ‘kapı’, baksuz ‘bahtsız’, ugusruz ‘uğursuz’, kula ‘kule’, komšija ‘komşu’, imam ‘imam’, ‘muftija müftü’, džamija ‘cami’ vb.” (Marinkovıc, 2012, s. 51)

Bu kelimelerin benzerlikleri Osmanlı halkının dili ile Sırp halkının dilleri arasında kaynaşmayı göstermektedir. Smith’in teorisindeki gibi iki medeniyet birbirleriyle kültürel normlarını değiştirerek kültürel alışveriş yapmışlardır. Smith’in kültürel ödünç mekanizmalar teorisine uygun olarak Sırp ve Osmanlı hakları dil, mimari ve yemek kültür alışverişinde bulunmuşlardır.

Birinci Yugoslavya olarak anılan bu devletin yapısında Sırp milliyetçiliğinin izlerini görmek mümkündür. Sırp milliyetçiliğinin oluşmasında, Vuk Stefanovic Karadzic’in etkisi çok büyüktür. Karadzic, Sırp milliyetçiliğinin babası olarak nitelendirilir. Sırp diline olan katkılarıyla, Sırp kültüründe ve milliyetçiliğinde büyük bir önem taşımaktadır. Sırpları, Ortodoks, Katolik, Müslüman olarak sınıflandırarak “Büyük Sırbistan” hayalinin altını çizer (Gökdağ, 2012, s. 8). Genellikle Ortodoksluk ile Sırp milliyetçiliği benzer görülür. Din ve dil unsurunun milliyetçilik üzerindeki etkisine örnek olarak gösterilebilir; Karadzic’in etkisiyle Sırp milliyetçiliği öyle bir noktaya gelmiştir ki Hırvatça, Boşnakça gibi dillerin olmadığına inanılıp bunların aslında Sırpça oldukları kabul edilmektedir. Dilin kullanımındaki bu algı, tehlikeli bir boyuttadır. Sırpça’nın ön plana çıkartılarak Hırvatça ve Boşnakça’nın yol sayılması sadece dille alakalı değildir, bu bakış açısı milliyetçiliğe, milliyetçilikten siyasi propagandaya kadar uzanabilir. (Gökdağ, 2012, s. 71). Karadzic’in Hırvatça ve Boşnakça’nın aslında Sırpça’dan türetildiği iddiası Smith’in milli gruplanmalar için ortak etnik birleşenler gerektiği teorisiyle örtüşmektedir. Karadzic’in Sırpçanın Güney Slavların temel dili olduğu iddiası Smith’in teorisiyle birleştirildiğinde Sırplar, Hırvatlar ve Boşnakların aslında aynı etnik kökenden geldiği ancak zaman içerisinde farklı yönetim şekillerinin altında kalarak etnik kimlikliklerinin farklı olmaya yöneldiği iddiası ile örtüşmektedir. Her ne kadar önceden bölünme yaşadıkları iddiası olsa da aslında bu durum Hırvatlar ve Boşnaklar için etnik kökenlerinin varlıklarını sorgulanmasına yol açacağı için tepki gösteren bir tutum ile karşılanmıştır. Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’nda da Vuk Stefanovic Karadzic’in etkisi Sırp, Hırvat, Sloven etnik gruplarını bariz şekilde etkilemiştir (Gökdağ, 2012, s. 71).

1918 yılına gelindiğinde Balkan devletlerinin çoğu bağımsızlıklarını elde etmişti ve Sırpların zeminini oluşturduğu Yugoslavya fikri hâkim durumdaydı. Sırp milletinin ileri gelenleri, Büyük Sırbistan’ın temeli olarak gördükleri bir Yugoslavya yaratmak istiyorlardı. ‘Bir Slav birliği oluşturmalı ve bunun liderliğini de Sırbistan yapmalı’ fikrini uluslararası kamuoyuna duyurmak istemişlerdi. (Bora, 1995, s.39). Karadzic’in geliştirdiği Sırpçanın ana dil olduğuna dair bir inanç Sırp yöneticiler arasında yayılmakta olduğu ve yaratılmaya çalışılan modern Sırpça’nın Smith’in oluşturmaya çalıştığı etnik çekirdek teorisi ile örtüştüğü görülmektedir. Smith’e göre millet oluşturulmasında ortak bir payda birleştirmek için etnik bir çekirdek belirlenmelidir (Abdula & Bekaroğlu, 2013). Birinci Yugoslavya, Sırpların hayalinde asıl etnik kökenlerinin Sırp olduğuna inandıkları grupların birleşmesiyle oluşturulan bir Sırbistan’dır. Sırplar, Hırvat ve Slovenlerin asıl etnik kökenlerinin Sırp olduğuna inandırmaya çalışarak bir etnik çekirdek oluşturmaya çalışmışlardır. Bu fikirden büyük oranda etkilenen Hırvatlar ve Slovenler ise bu gelişmeye sıcak bakmamışlardır. Hırvatlar ve Slovenler ’in büyük bir çoğunluğu Katolik olduğundan dolayı ve kendilerini Avrupa’ya ait hissettikleri için bunu istemediklerini söylemek mümkündür. (Bora, 1995, s. 39) Smith etnik kimliklerin oluşumunda sosyal-kültürel değişimler olduğunu ve bu değişimlerin aynı zamanda dini inançlardan da kaynaklandığını savunmaktadır (Şimşek, 2009, s. 83). Hırvat ve Slovenler’in etnik kimliklerinin önemli bir parçasını Katolik inancına sahip olmaları oluşturduğu için Avrupa ile kendilerini daha yakın hissetmeleri Sırplardan uzak hissetmelerine yol açmıştır. Bu nedenlerle Sırp-Hırvat-Sloven Krallığına fikrine ilk bakışta olumlu yaklaşmamışlardır (Bora, 1995, s. 39). Ayrıca, Hırvat ve Slovenler, kendileri Ortodoks milletine nazaran daha yetenekli ve gelişmiş görmekteydi ve bu durum onların kendilerini Sırplarla bir tutmaktan uzaklaştırdı (Bora, 1995, s. 39). Birinci Dünya Savaşı bütün yıkıcılığıyla sona ermiş ve sınırlar değişmiştir. Hırvatistan ve Slovenya gibi devletler ise Avusturya-Macaristan ve Osmanlı gibi imparatorlukların büyük yara aldıklarını görünce, bağımsızlıklarının tehlikeye düştüğünü düşünmüşlerdir. Birlik fikrinin daha iyi bir savunma oluşturacağı düşüncesiyle, bu fikre sıcak yaklaşmak zorunda kalmışlardır (Bora, 1995, s. 39).

Resmi adı Yugoslavya olmayan devlet, Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı olarak 1918 yılında Yugoslav komitesi tarafından kabul edilmiştir (Abdula & Bekaroğlu, 2013). Krallığın adındaki millet sırasından da anlaşılacağı üzere, tam bir eşitlik içerisinde olan üniter bir devlet söz konusu değildir. Ayrıca, bu dönemlerde Bolşevik Devrimi ile uluslararası ortamda bir kırılma yaşanmıştır. Bolşevik Devrimi ile o zamana kadar kabul edilen gizli antlaşmalar ve diplomasi trafiği açığa çıkmıştır. Balkanlar üzerindeki planlar da ortaya çıkınca, Hırvatlar ve Slovenler birlik fikrine daha sıcak bakmışlardır (Krliç, 2007). Yabancı devlet tehdidi ortadan kalkana kadar, bu politikanın yarar sağlayacağını düşünmüşlerdir.

Sırp kontrolü 1921’de Sırp-Hırvat Krallığı üzerinde etkisini artırmıştır. Sırp egemenliğini meşrulaştırarak aynı zamanda devleti merkezileştirmeyi amaçlayan 1921 Anayasası Sloven ve Hırvat muhalefetine rağmen kabul edilmiştir (Krliç, 2007, s. 28) Karadağlılar ve Müslümanlar gibi Hırvat ve Slovenler de Sırp baskısının altında kalmaya başlamıştır. Bu durumda halk gruplarının Yugoslav düşüncesinden yoksunlukları ve kendi etnik çıkarları üzerine yoğunlaşmaları, krallık içerisindeki kaosu artırmıştır (Krliç, 2007, s. 28).

Smith’e göre; imparatorluklar temelde etnik çekirdekler üzerinde oluşturulmaktadır. Yönetici ve din adamları ise toplumda yatay gruplaştırma meydana getirmeye çalışmaktadır; halk tarafından kültürel etmenlerin yaygınlaştırılması ise dışlayıcı bir gruplaşma, dikey gruplaşma, anlamına gelmektedir. (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s.25) Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’nda yapılan merkezileşme çalışmaları, Sırp kimliği ve milliyetçiliğine odaklanılmış, bütünleştirici bir Yugoslav kimliğinden uzaklaşılmıştır. (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s.25) Sırp kimliğine odaklanması, çok fazla etnik gruba ve farklı dini inançlara sahip olan halk gruplarından, özellikle de Hırvat ve Slovenler olmak üzere farklı gruplardan tepki almıştır (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s.25) Krallık genelinde kolektif bir kimlik oluşturulamamış, yerel halkın tepkisine yol açarak dikey gruplaşmalar ortaya çıkmıştır. Sloven ve Hırvat milliyetçiliğinden bahsederken Sırp egemenliğinin etkisini ile gelişen dikey yönde dışlayıcı etnik gruplaşmaları incelenecektir (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s.25).

4.3. Sloven Milliyetçilik Hareketleri

Slovenler, 13. ve 14.yüzyılın büyük çoğunluğunda Habsburg Hanedanlığının içinde yer almış, Sırp- Hırvat- Sloven Krallığı’nın kurulmasına kadar da Avusturya bölgesinin içinde yaşamışlardır. Avusturya-Macaristan devletinin sınırları içerisinde yaşayan Slovenler ise kendilerini Sırplardan farklı görmemiştir. (Azerkan, 2011, s. 55). Slovenlerin kendilerini Sırplardan ayırması Smith’in de etnik kimlik oluşumunda kültürel ödünç mekanizmaları ile karşı ülkelerle aralarında gelişen bağdan kaynaklanmaktadır. Slovenlerin uzun bir süre boyunca Sırplardan ayrı kalması onların etnik kimliklerini yenilerken Avusturya’dan aldıkları özellikler ile birlikte diğer Güney Slavlardan ayrılmalarına yol açmıştır. (Azerkan, 2011, s. 55).

Fransız devrimi sırasında Fransız topraklarında yaşayan Slovenler, Fransız aydınlanma hareketinden etkilenirlerken kendi dillerini kullanmaya da özen göstermişlerdir (Azerkan, 2011). Aydınlanma hareketi Fransızlar ile Slovenler arasında kültür alışverişine yol açmıştır. 1815 yılından sonra Aydınlanma düşüncesinin getirdiği özgürlük ifadeleriyle Slovenler arasında milliyetçilik artmış, aydınlar ve ruhban sınıfı tarafından Habsburg Hanedanlığı içinde Sloven dili kullanılması için mücadele verilmiştir (Azerkan, 2011). Smith’in yatay etnik teorisine göre entelektüel olarak görülen kısımdan gelen bir milliyetçilik ifadesi olduğu görülmektedir ancak bu başarılı bir girişim olamamıştır. Slovenlerin küçük bir millet olması onların uluslararası düzeyde varlıkları için imparatorluklara bağlı kalması gerektiği düşüncesine yol açmıştır (Azerkan, 2011). Bu durum, Slovenler’in Birinci Yugoslavya’ya kadar sırasıyla Habsburg İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içerisinde kalmasına yol açmıştır. Slovenler etnik kimliklerini kaybetmemiş, nitekim bölünme de yaşamamışlardır. İlk bakışta, o zaman Slovenler, Smith’in alışkanlıkla bahsettiği gibi kendi yasalarını benimsemedikleri için veya farklı bir ifadeyle, siyasetlerinde egemen olmadıkları için eksik kalmışlardır (Flere, 2018, s. 448).

Slovenler Birinci Dünya Savaşı öncesinde Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’na sıcak bakarak, kendilerinin feodal yapıda kendi yönetimleri üzerinde hak sağlayabileceğini düşünmüştür (Azerkan, 2011). Kasım 1918’e kadar süren ulusal bir Sloven, Hırvat ve Sırp Konseyi kurulmuştur. Bu dönemde, Slovenya hükümeti de kurulmuştur. 1921 Vidovdan Anayasası’na kadar faaliyetlerini sürdürecek olan, egemen güçlerin bir Yugoslav ulusu yaratma girişimi ile etnik grup coğrafyasıyla örtüşmeyen idari birimler ortaya çıkmıştır (Flere, 2018, s. 447). Slovenler, kültürel ve siyasi katılımlar gerçekleştirmiştir ancak, feodal yönetim altında kendi yönetimlerini sağlamaya da çalışmışlar ve zaman zaman bölünmeyi düşünen bir yol izlemişlerdir.

Birinci Yugoslavya devletinin genel olarak Sırp kontrolünde olduğu söylenmektedir fakat Sırp ve Hırvat milletleri arasında çatışmalar da yaşanmıştır. Slovenler her ne kadar çatışmaya aktif bir şekilde dahil olmasa da her zaman siyasi olarak yönetime katılım sağlamışlardır (Flere, 2018, s. 447). Birinci Yugoslav devletinde Sloven siyasetçiler Sırp-Hırvat ilişkilerinin kriz anlarında “hakemlik” görevini üstlenmekteydi (Flere, 2018, s. 447) ve bu durum Slovenlerin, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı içerisinde önemli bir aktör olarak görülmesini sağlamıştır.

5. Baskı Dönemi İçinde Yükselen “Yugoslavya” Fikri

Yıllar geçtikçe ezilen ve baskı altında kalan Hırvatlar ve Slovenlerin sesinin artmasıyla Slav milletleri arasında ilişkiler kötüleşmiştir. Tüm bunlar yaşanırken, mecliste Sırp Radikal Partisi’nden bir Sırp’ın Hırvat vekilleri tehdit etmesiyle tansiyon da giderek yükselmiştir. Hırvatlar, beş soydaşlarının ölümünü öğrenince meclisten çekilme kararı almıştır. Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’nın Sırp Kralı Alexander, bu gelişmelerden sonra diktatörlük ilan etmiştir. Devletin bu dönemde tam bir kaos içinde olduğu söylenebilir. Kaosu durdurmak için sansür uygulanmış, siyasi partilerin çalışmaları yasaklanmış, anayasa dondurulmuş ve meclis dağıtılmıştır. Kral Alexander’in kaosu durdurmak için izlediği politikalar, amaçlananın tersine daha büyük bir kaosu tetiklemiştir. Kral Alexander’ın, resmi olarak Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı olan devletin ismini “Yugoslavya” olarak değiştirerek, özellikle Hırvatları ve Slovenleri yumuşatmaya çalıştığı söylenebilir (Demir, 2017, s. 24 – 40).

5.1. USTAŞA Terör Örgütü ve Hırvat Milliyetçiliği

19. yüzyıldan itibaren Hırvat milliyetçiliği Hırvatlar arasında yükselişe geçen bir düşünce olmaya başlamıştı. Djakavo Piskoposu J.J. Strosmayer önderliğinde kurulan ulusal bir partiyle Hırvatlar, Habsburg yönetimi altında federal bir devlet düzeni kurarak egemenliklerini elde etmek istiyorlardı. (Azarkan, 2011, s.64): Hırvatlar arasında ulusal kimlik bilinci ve Hırvatları birleştirme fikirleri bu zamanlarda ortaya çıkmıştı. Bununla birlikte Illiyan hareketi de bu dönemlerde ortaya çıkmıştır. Illiyan Slavların tek ulus olduklarını savunan ve kendi bağımsız devletleri altında birleşmeleri gerektiği inancını taşıyan bir hareketti. Bu düşünce Sırplar tarafından hem Ortodoks hem Sırp kimliğine karşı tehdit olarak algılanmaktaydı (Azarkan, 2011, s. 64-65). Smith etnik grupların oluşma biçimini ikiye ayırmaktadır; ayrı birimlerin bir araya gelerek oluşturduklarını birleşme biçimi, yeni grup kurmak amacıyla yeni grup oluşturmayı bölünme biçimi olarak sınıflandırmaktadır (Abdula & Bekaroğlu, 2013, s. 24). Illiyan hareketi her ne kadar Hırvat kültüründen doğsa da bütün Slavlarla kendilerini bir görmeleri ve hepsiyle birleşmeyi istemeleri sebebiyle etnik grup birleştirme biçimi özelliği taşımaktadır. Ancak, Hırvatların düşüncesi Sırplar tarafından tehdit olarak algılandığı ve Hırvatlar her zaman yaşadıkları bölgenin azınlığında kalmasından dolayı bu anlayış genel nüfusa yayılamamış ve başarısız olmuştur.

Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı döneminde ise Hırvatlar federal yönetim şekliyle, Illiyan hareketine de uygun olarak, bütün bir Slav kültürünün oluşmasını istiyorlardı.

“İlirist hareket, Hırvat milliyetçiliğinden çok Yugoslav milliyetçiliğinin entelektüel zeminini oluşturmuştu.” (Bayram & Emiroğlu, 2015, s. 42)

Nitekim etnik gruplar olarak ayrılmış Güney Slavlarını feodal yönetim biçimi altında birleştirme amacıyla oluşturulmaya çalışan Yugoslavya milliyetçiliği başarısızlığa mahkûm olmuştur. Hırvatlar devletin yönetim şeklinin federal olmasını savunurken, Sırplar devleti üniter bir şekilde yönetmek istemiş ve bu durum Hırvatlar ve Slovenler arasında sistem içerisinde siyasi bir çatışma yaşanmasına sebep olmuştur (Demir, 2013, s. 100). Sırpların ‘Büyük Sırbistan’ hayali ise Hırvatların federal yönetim isteğine uygun değildi, merkezi ve baskıcı bir yönetim şekline sahipti. (Demir, 2017, s. 3).

 Hırvatlar kendilerini Sırpların baskısı altında görüyorlardı ve layık olduklarından çok daha alçak bir statüde oldukları görüşü aralarında hakimdi. İstibdat döneminden geçerken bazı Hırvatlar kaçarak, “USTAŞA” (Hırvat Devrimci Hareketi) adlı terör örgütünü kurdular. Genellikle İtalya ve Macaristan’a kaçan üyeler, bu örgütte birleşmişlerdi. Kurucusu olan Ante Pavelic önderliğinde çalışmalarını yapan örgütün amacı, büyük bir Hırvatistan devletini oluşturmaktı (Çağ, 2017, s.201). Aşırı milliyetçilik tohumlarının görüldüğü bu birlik, etnik olarak saf bir Hırvatistan oluşturma isteği nedeniyle tehlikeli bir oluşumdu.

USTAŞA terör örgütünün işkence metotları, uluslararası ilişkilere damga vuran Nazi askerlerinin yaptıklarına benzemektedir. Acımasızlıkları, milliyetçiliğe sıkı sıkıya bağlı olmaları buna neden olarak gösterilebilir (Çağ, 2017). Etno-sembolizm ile USTAŞA örgütlenmesini incelediğimizde dikey etnik grup oluşumu ile örtüşme görülür. Smith, yönetim şeklinden rahatsız olarak, yerli olanın seferber edilerek, halkın kendi değerlerine sahip çıkarak, etnik olarak kendini ayrı gruplaştırmasını yatay etnik grup oluşumu olarak tanımlar (Abdula & Bekaroğlu, 2013). USTAŞA örgütlenmesi Hırvatları diğer Slav kökenli gruplardan ayrı tutar. USTAŞA diğer Güney Slavları dışlayıcı bir şekilde oluşmasından dolayı, dikey etnik gruplaşmaya örnek olarak gösterilebilir. Daha öncesinde Hırvatların uygulamaya çalıştıkları birleşme biçimi karşısında daha baskın bir Sırp etnik akımı ortak bir Yugoslavya milleti kurma ideolojisinden uzaklaştırmaktaydı ve tepki olarak da USTAŞA örgütü hayata geçmişti. Halkın içinden yapılan katılımlarla ve bu durumdan faydalanan dış etmenlerin birleşimiyle birlikte Hırvatlar kendilerini ‘Yugoslavya milliyeti’ odağından vazgeçirmiştir.

5.2. Sırp – Hırvat – Sloven Kralı’nın Ölümü: Alexander Karayorgiyeviç

1929 yılında devletin başına geçen istibdat dönemi başlatan ve ortamı yumuşatmak için devletin ismini Yugoslavya yapan kralın suikasta uğraması kaosu tetiklemişti (Ural, 2014). Peter’in oğlu olan Alexander Karayorgiyeviç, yükselen revizyonist devletlerden tehdit aldığı için, Almanya ve İtalya buna örnek verilebilir, eski müttefikiyle arasındaki ilişkileri geliştirme adına Fransa’nın Marsilya kentine ziyarette bulunması birnevi suikasta uğramasına neden olmuştu. Saldırıyı yapan IMRO (Internal Macedonian Revolutionary Organization) adlı diğer bir terör örgütüydü. IMRO’ya bağlı bir Bulgar devrimci olan ve geçiş esnasında şoför kılığına giren Vlado Chernozemski, Alexander Karayorgiyeviç suikastını gerçekleştirmişti (Adaş & Konuralp, 2020, s. 123). Balkan tarihinde Vlado’nun gerçekleştirdiği suikastı USTAŞA örgütünün yaptığı bilgisi ise, Vlado’nun aldığı eğitimden kaynaklanmaktadır. Vlado, IMRO örgütüne bağlı olmasına rağmen, USTAŞA üyeleri bu suikast için onu eğitmişti. Bu nedenle suikastı düzenleyen örgüt olarak USTAŞA kabul edilmektedir (Adaş & Konuralp, 2020).

5.3. Revizyonist Devletler Arasında Birinci Yugoslavya

Alexander Karayorgiyeviç, suikasta uğramasından sonra oğlunun yaşı küçük olduğu için devletin başına yine bu soydan gelen, kuzeni Prens Paul geçmişti. Alexander’in öldürülmesinden sonra Yugoslavya yönetiminde değişiklikler görülmeye başlanmıştı. Hükümet istifa etmişti. İdareyi elinde bulunduran Prens Paul, kabine değişikliğine gitmiş ve 1934 yılında bu kabine görevlerine başlamıştı (Güveloğlu, 2015, s. 264). Yukarıdaki bölümlerde bahsedildiği gibi, Alexander Sırp milleti ile Hırvat milleti arasındaki çatışmaların yumuşatılması adına devletin adını Yugoslavya yapmış fakat bu tarafların kızgınlığını dindirememişti. Alexander’in ölümünden sonra da ilişkiler kötüleşmeye devam etmişti. Sırp ve Hırvat milletleri arasında bir uzlaşma sağlamak amacıyla Cevetkoviç – Macek Antlaşması imzalanmıştı. (Demir, 2017, s. 57). Bu antlaşmanın Bosna aleyhinde ve Hırvatistan lehinde olduğu söylenebilir. Antlaşma ile Sırp ve Hırvat milletlerinin sınırları değişmişti ve Bosna’nın bölünmesine neden olmuştu.

1939 ve 1940 yıllarının Yugoslavya önemli seneler olduğu söylenebilir. Özellikle Avrupa’da yükselen revizyonist politikalar bu devleti direkt olarak etkilemekteydi. Almanya’da Versay Antlaşması’nın yükümlülüklerini reddeden Adolf Hitler ile İtalya’da faşist bir politika izleyen Mussolini, dünyayı farklı bir yöne çekeceklerdi. Yugoslavya açısından bakıldığında, Almanya’nın yayılmacı politikası ve tehditleri büyük tehlike arz etmekteydi (Artar & Baysoy, 2020). Yugoslavya açısından en büyük korkulardan biri de Hırvat milletinin Almanya’ya yardım etme ihtimaliydi (Azarkan, 2011, s.66). Bu büyük baskıdan dolayı Prens Paul, Almanya ve İtalya ile “Üçlü Pakt” imzalamıştı. Paktın sonucu savaş ortamında açık bir şekilde hissedilmişti; Yugoslavya artık faşistlerin tarafındaydı (Erdoğan, 2004, s. 4).

5.4. Üçlü Pakt Sonrası Gelişmeler

Üçlü Pakt imzalandıktan sonra, özellikle İngiltere ve Fransa çok endişelenmişti. 1941 yılında, Yugoslav ordusu, İngiltere destekli Dusansmovic’in yönetimine darbe girişiminde bulunmuş ve darbeyi gerçekleştirmişti (Azarkan, 2011, s. 66). Prens Paul, Yunanistan’a sürgüne gönderilmişti. İç politikada yaşanan sıkıntılar devam ederken, dış politikada da parlak bir görüntü çizmeyen Yugoslavya zor bir dönemden geçmekteydi. (Sancaktar, 2009).

Daha önce de bahsedildiği gibi, Prens Paul, Alexander Karayorgiyeviç’in oğlu İkinci Peter’ın yaşı küçük olduğu için devletin başına geçmişti. Prens Paul sürgün edildikten sonra, İkinci Peter başa geçmiş ve Peter’ın yönetimi imzalanan Üçlü Pakt’ı onaylamamıştı. (Erdoğan, 2004). Uluslararası gerginliğe yol açan bu gelişme kısa sürede etkisini göstermişti. Hitler için bu durum çıkarlarına uygun değildi ve Almanya, Hırvatları kendi tarafına çekmek için Hırvatlara çeşitli vaatlerde bulundu; Almanya toplumun parçalanmış yapısından yararlanmayı düşünüyordu (Demir, 2017). Sıkı sıkıya birbirine kenetlenmiş bir Yugoslavya yerine, parçalanmış bir yapı Hitler’in çıkarlarına daha uygun olacaktı. 6 Nisan 1941 tarihinde, Alman askeri kuvvetleri Yugoslavya sınırı geçerek operasyonda bulundular (Gülüsa & Gül, 2019, s. 61).

5.5. Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’nın Yıkılması

Saldırılar sonucunda, Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı dağılmıştı. Nazi güçleri sınırı geçerek ülkeyi işgal etmiş ve Yugoslavya on gün içerisinde kontrollerine geçmişti. Hitler çıkarları uğruna Yugoslavya’yı dağıtmak istemiş ve başarılı olmuştu. Gelişmelerin ardından Bağımsız Hırvat Devleti (NDH) kurulmuştu (Demir, 2017). Devletin başında ise USTAŞA terör örgütünün kurucularından Ante Pavelic bulunuyordu. Böylelikle Almanlar ve Hırvatlar yakın ilişkilerini korumuştu (Demir, 2017).

Sırp sivil yönetimi ise General Milan Nedic’e bırakılmıştı. Bu dönemden sonra Hırvatların giderek büyüdüğü, bölgede söz sahibi olduğu ve Sırplara karşı güç kazanmaya başladıkları söylenebilir (Demir, 2017). Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi, USTAŞA örgütünün amacı etnik olarak saf bir Hırvatistan kurmak olduğu için, bu dönemde Sırplara karşı çok katı davranılmıştı. “1941 Hedefi” olarak belirtilen düzenlemelere göre, USTAŞA’nın hedefi kendi sınırları içerisinde yer alan Sırpların üçte birinin öldürülmesi, üçte birinin sürülmesi, üçte birinin ise zorla Katolik yaptırılmasıydı (Dalar, 2008, s. 96).

Toplama kamplarına örnek olarak ise Balkan tarihinde önemli bir yere sahip olan “Jasenovac Kampı” verilebilir. Sırpların ve Yahudilerin çoğunluğu oluşturduğu bu kampta katliamlar yapılmıştır, ölü sayısı hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır fakat kaynaklarda 700 bin kişinin öldüğü hakkında iddialar bulunmaktadır. (Nesrin & Philipp, 2019, s.18).

6. Sonuç

“Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı’nın Etno-Sembolizm Perspektifinden İncelenmesi” isimli araştırma yazısının, etno-sembolizm teorisi kullanılarak Balkan tarihine ve Uluslararası İlişkiler literatürüne katkı sağlaması amaçlanmaktadır. Çalışmanın klasikleşen Sırp milliyetçiliğine odaklanmayıp, Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı içerisinde yer alan her milleti incelemesi, yaşanan kırılmaları bu perspektiften değerlendirmesi önemlidir.

Balkan tarihine bakıldığında, milliyetçilik bölgede birçok çatışmaya sebep olmuştur. Bazen toplumları birleştiren bir unsur olarak görülmüş bazen de toplumları ayrıştırmada büyük bir rol oynamıştır. Sırp – Hırvat – Sloven Krallığı da bu ayrımı anlamada önemli bir yer tutar. Balkan coğrafyası ve hatta Dünya tarihinde kırılma noktası niteliğinde olan Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı, bu devlet üzerinde kaderini belirleyici etkiye sahip olmuştur.

Güney Slav etnik kimliklerinin, Sırp – Hırvat – Sloven krallığı oluşumundan önceki geçmişleri her ne kadar benzer özelliklere sahip olsa da onları bir millet olmaktan yine de etnik farklılıkları alıkoymuştur. Birinci Yugoslavya’da etnik çekirdek oluşturulamamış ve Sırp, Hırvat, Sloven kimlikleri birbirleriyle rekabet etmişlerdir. Ortak bir millet ideasına Birinci Yugoslavya döneminde ulaşılamamıştır.

Onurcan Samanci

İkbal Buket Pala

Balkan Çalışmaları Staj Programı

KAYNAKÇA

Abdula, S., & Bekaroğlu, Y. D. D. E. A. (2013). Din ve Milliyetçilik: Sırp Ortodoks Kilisesi ve Sırp Milliyetçiliği Örneği. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul.

Adaş, S., & Konuralp, E. (2020). Eski Yugoslavya’da Sırp Milliyetçiliğinin Tarihsel Temelleri ve Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin Dağılmasına Etkileri. Anadolu ve Balkan Araştırmaları Dergisi3(6), 107-139.

Ahmetaj, M. (2011). Berlin Kongresi ve sonuçlarının Osmanlı Devleti ve Arnavutlar üzerindeki etkileri (Master’s thesis, Uludağ Üniversitesi).

Artar, T , Baysoy, E. (2020). Bismarck Döneminden 2. Dünya Savaşı’na Alman Jeopolitik Düşüncesi: Haushofer Ve Hitler Karşılaştırması. Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, 30(1), 1-24. 

Aslantaş, S. (2009). Sırp İsyanının Uluslararası Boyutu (1804-1813). Uluslararası İlişkiler Dergisi, 6(21), 109-136. 

Azarkan, E. (2011). Slovenya, Hırvatistan ve Bosna’nın bağımsızlık mücadeleleri ve Yugoslavya’nın dağılışı. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 8(2), 52-91.

Barbara J. (2009). Balkan Tarihi 1. İstanbul: Küre Yayınları. 

Bayram, M., & Emiroğlu, H. (2015). Hirvat Milliyetçiliğinde Dil Unsurunun Rolü. Review of International Law & Politics, 11(43).

Bora T. (2018). Milliyetçiliğin Provokasyonu: Bölgeler / Sorunlar Dizisi. İstanbul: Birikim Yayınları. 

Çağ G. Dağılan Yugoslavya’nın Ardından Makedonya ve Türkiye. Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi. 1(1), 197-216.

Çetin, N. (2017). I. Dünya Savaşi’na Giden Yolda Avusturya- Macaristan İle Sirbistan İhtilafi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(1), 371-393. 

Çolak, S. & Aydar, M. (2020). Savaş ve Propaganda: 1683 Viyana Kuşatması Üzerine Bir Değerlendirme. Belleten84(301), 1045-1096.

Dalar, M. (2008). Dayton Barış Antlaşması ve Bosna-Hersek’in Geleceği. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16(1), 91-123.

Demir, H. (2013). Federalizm–Üniterizm İkileminde Sirp-Hirvat-Sloven Kralliği’nda Siyasal Yaşam (1918-1929). Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi-Trakya Üniversitesi, 2(2), 91-114.

Demir, H. (2017). Birinci ve ikinci Yugoslavya’da Hırvat sorunu. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya. 

Demirtaş, B. (2017). Tarih Yazımında Hatırat Ve Günlüklerin Yeri ve I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi Örneği. Tarih ve Gelecek Dergisi (3), 165-182.

Derviş, F. (2014). Yugoslavya Kralliği’nda Müslümanlarin Statüsü Ve İlköğretim Haklari. Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 4(8), 52-60. 

Erdoğan, K. (2004). Yugoslavyanın dağılma sürecinde ABD ve Bosna-Hersek krizi. (Master’s thesis, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü).

Feyzioğlu, S. H. (2016). Hatıraların Işığında Balkan Savaşları. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Dergisi. DTCF Dergisi 56(2), 200-213.

Flere, S. (2018). Slovenes: A nation of owners of one of the three original European languages?. Nationalities Papers, 46(3), 441-457.

Gökdağ, B. A. (2012). Balkan Ülkelerinin Anayasalarında Dil Kullanımı ile İlgili Düzenlemeler. Electronic Turkish Studies7(4).

Gülada, M. O., & Gül, Ç. A. K. I. (2019). Balkanlarda Bir Nazi Ordusu: Nazi Propaganda Afişlerinde Hançer Tümeni. Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi7(2), 55-77.

Jelavich, B., Durdu, I., Koç, G., Koç, H., Savan, Z., & Uğur, H. (2009). Balkan tarihi. İstanbul: Küre Yayınları.

Koyuncu, A. (2007) Osmanlıda Sırp İsyanları: 19. Yüzyılın Şafağında Balkanlar. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, (11), 177-180.

Krliç, M., & Levent, Ü. R. E. R. (2007). Milliyetçilik ve Etnik Milliyetçilik, Sırbistan ve Karadağ Örneği. (Master’s thesis, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitusu).

Kurt, G. G. (2015). Marsilya suikasti (Yugoslavya Kralı Aleksander’in öldürülmesi) ve Türkiye’deki yankıları-9 Ekim 1934. Tarih Araştırmaları Dergisi34(57), 249-270.

Marinkovıc, M. Sırp Kültüründe Osmanlı Damgası. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 5(9), 44-56.

Nesrin K. Philipp A. (2019). Reflections On International Relations & Politics & History. London: IJOPEC Publication.

Ramet, Sabrina P. (2006). The Three Yugoslavias: State Building ve Legitimation: 1918–2005. Indiana University Press.

Sancaktar, C. (2019). Sosyalist Yugoslavya’nın Yıkılışında Hırvat Milliyetçiliğinin Rolü. Akademik İncelemeler Dergisi, 14(1), 51-86. 

Sancaktar, C., & Ürer, L. (2009). Yugoslavya’da Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş: Özyönetim Uygulaması. (Master’s Thesis, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü).

Sancaktar, Y. (2011). Balkanlar’da Osmanlı Hakimiyeti Ve Siyasal Mirası. Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, 2(2), 27-47.

Sancaktar, C., (2019). Sırp Milliyetçiliği: Merkeziyetçilik ve İrredentizm Siyaseti. Doğu Batı Dergisi: Balkanlar Özel Sayısı, (89), 127-146.

Kaya, S. (2020). Etno-Sembolist Kurama Bir Örnek: Fuat Köprülü’nün Milliyetçi Perspektifi. Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi (AKAD), 12(22), 180-185. 

Şimşek, U. (2009). Milliyetçilikler ve milletin oluşumu üzerine bir inceleme. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 13(2), 81-96.

Şimşek-Özkan, E. (2019). İkinci Yugoslavya’da Öz Yönetim Esasları Ve Kosova’nın Statüsü. In Reflections On International Relations & Politics & History & Law (pp. 11-25). London: IJOPEC.

Taştan, Y. (2012). Kanonik Topraklardan Ulusal Vatana: Balkan Savaşları Ve Türk Ulusçuluğunun Doğuşu. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 12(2), 1-99. 

Ural, S. (2014). Balkanlarda Aşırı Milliyetçiliğin Gölgesinde Kosova ve Bağımsızlık. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5(1), 149-180. 

Yellice, G. (1979). Balkan Savaşlarından Birinci Dünya Savaşına Osmanlı-Yunan İlişkilerinde ve Sakız ve Midilli Meselesi, 1912-1914. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi17(2), 103-128.

Yıldırım S. (2012). Balkan savaşları ve sonrasındaki göçlerin Türkiye nüfusuna etkileri. Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi. 75-92. 

Zeyrek, S. (2012). I. Balkan Savaşı Öncesinde Osmanlı Askerinin Talim – Terbiyesi Ve Sonuçları Üzerine Bir Deneme. Avrasya İncelemeleri Dergisi, 1(1), 275-311.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...