The Baader Meinhof Complex (2008)

Yapım Adı: The Baader Meinhof Complex (Bir Terör Filmi) 

Yapım Yılı: 2008

Yönetmen: Uli Edel

Tür: Dram/Suç

1955 yılında başlayan Vietnam Savaşı, 1960’lı yıllardan itibaren Marksist-Leninist bir ideoloji tarzını benimseyen sol görüşlü kesimin baskıcı muhafazakâr rejime karşı gelme içgüdüsünü tetikleyen nedenlerden birisi olmuştur. Bu doğrultuda çoğunluğu anti-kapitalist ve anti-emperyalist öğrenci gruplarından oluşan sol ideolojiye sahip insanlar, protestolarını gün geçtikçe arttırmıştır. 2 Haziran 1967 tarihinde İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Batı Almanya’yı ziyaret etmesiyle protestolar düzenlenmiştir. Bu protestoya katılan insanlar, hep bir ağızdan Şah’a katil damgası vuran nitelikte sözlerde bulunmuş ve adaletsiz sistemden rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. Dönemin baskıcı polis devleti, protestoları çok şiddetli bir şekilde bastırma ve güvenlik güçlerine verdiği emirlerle yoğun bir şiddet politikasını benimseme kararı almıştır. Yaşanan bu kaos ortamı içerisinde protestoculardan biri olan Benno Ohnesorg polis tarafından öldürülmüştür. Batı Almanya basını öğrencinin kendisini vurduğunu iddia ederek protestocuyu polisin öldürmediğini söylemiştir. Bu durum dönemin şartları göz önüne alındığında bizlere hem polis devletin gücünü hem de basın terörünün gerçekleştiğini göstermektedir. İşte bu olaylar silsilesi, Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) kuruluşunun temellerini atan dinamiklerden biridir. Aynı zamanda kapitalist sistemin liderliği yürüten Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İsrail’e yoğun bir şekilde silah desteğinde bulunması, Vietnam’da binlerce kişinin ölümüne sebep olması ve sosyalizme karşı yürütmüş olduğu politikalar, RAF örgütünün kuruluş sürecini hızlandıran etkenlerdir.

Baskıcı devletin sergilediği tutuma karşı radikal solcu kesimden bir grup, faşizmin yayılmasını önlemek için bir direniş grubu oluşturma kararı alır. Grup, varlığını çarşıda kundaklama ve bazı mağazalara yönelik bombalama eylemleri yaparak devlete hissettirmeye başlar.  Komünist bir partide konuşmacı olan Rudi Dutschke, yaptığı anti-emperyalist ve anti-faşist açıklamalardan sonra silahlı saldırıya uğramıştır. Yaşanan bu olaydan sonra radikal solcu örgütlenmenin liderlerinden biri olan Andreas Baader, bu süreçten sonra bu tarz eylemlere silahla karşılık verileceğini örgüt üyelerine açıklamıştır. Bu açıklamalar, terörizmin Batı Almanya’da ilerleyen dönemlerde büyük bir sorun haline geleceğinin ilk sinyalidir. Batı Almanya’daki adaletsiz ve ahlaksız sistem anlayışının değişmesinin gerekliliğini şiddetli bir şekilde savunan Andreas Baader, devrimsel güç kavramından bahsederek baskıcı devlete karşı gelinmesi gerektiği fikrini ortaya atar. Gudrun Ensslin, Holger Meins ve Ulrike Meinhof gibi gelecekte RAF’ın asıl önder kadrosunu oluşturacak isimler de bu fikre katılmaktadır. Yaklaşık 10-50 üyesi olduğu bilinen örgüt, ayrıştırıcı kimlik siyasetinden ve bürokrasinin radikal şekilde politikleşmesinden dolayı yürüttükleri silahlı ve politik eylemleri arttırma kararı almıştır. Bu doğrultuda aynı anda üç banka soygunu gerçekleştirilmiş ve “halkın düşmanlarını soyun” sloganları kullanılarak medya aracılığıyla hem devlete hem de halka mesaj gönderilmiştir. RAF’ın kurucu üyelerinden olan Andreas, yapılan bir polis kontrolünde yakalanmıştır. Bunun üzerine hapse atılmış ve örgüt üyeleri Andreas için bir kaçış planı hazırlığı yapmıştır. 1970 yılında üç güvenlik görevlisinin öldürülmesi ve ardından Andreas’ın kaçırılmasıyla birlikte RAF, resmi olarak kurulduğunu medya aracılığıyla açıklamıştır. Örgütün üyeleri her ne kadar küçük bir nüfusa sahip olsalar da medya ve propaganda araçlarını etkili bir şekilde kullanarak yaklaşık 10 bine yakın sempatizana ulaşmıştır.

RAF üyeleri kendilerini devrimci gerilla birlikleri olarak görmüş ve yürüttükleri faaliyetleri devlete karşı bir savaş olarak nitelendirmişlerdir. Üçüncü dünya ülkelerinde meydana gelen sorunları çözmeye yönelik taleplerde bulunan ve kendilerini devrimci, özgürlükçü ve direnişçi olarak nitelendiren RAF üyeleri, devlet tarafından ise terörist statüsünde değerlendirilmiştir. Her iki tarafın da örgütü kendi çıkarlarına göre betimlemesi, terörizm kavramının uluslararası literatürde net bir tanımının olmamasından kaynaklanmaktadır. Oluşan bu ikilemi çözümlemek ve analiz etmek için terörizm kavramının arka planına ineceğim. Temelde siyasal hedeflere ulaşabilmek adına sistematik planlamayı ve stratejiyi içinde bulunduran tahrip etme faaliyetleri, bence terörizm olarak nitelendirilebilir. Bunun yanında yürütülen faaliyetlerde hem askeri hedeflerin hem de sivillerin zarar görmesi, yapılan eylemlerin terörizm kapsamında değerlendirilmesine neden olmaktadır. Bu noktada medya ve propaganda araçları kullanılarak Yeni Sol Dalga Terörizminin etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği görülmektedir. RAF’ın radikal bir sol ideolojiyi benimsediği, silahlı örgütlenmeye sahip olduğu, şiddet eylemleriyle korku salma amacı taşıdığı ve propaganda yöntemleri kullandığı görülmüştür. Bu unsurlar göz önüne alındığında Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun aşağıdan terörizme örnek teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

1970 yılında RAF üyeleri, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Ürdün’de düzenlemiş olduğu askeri kampa katılmışlardır. Aldıkları birkaç aylık eğitim sürecinden sonra özellikle Amerikan üslerine bombalı saldırılar, rehin alma ve suikast eylemleri hızlı bir şekilde artmıştır. Kara Eylül grubu ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile bağları bulunan RAF’ın yalnızca ulusal sınırlar içerisinde faaliyet gösterdiği söylenemez. Stockholm’deki Alman Büyükelçiliği’ne yapılan terör saldırısını üstlenen RAF, örgütün hem devrimci hem de uluslararası terörizme uyan davranışlarda bulunduğunu kanıtlamaktadır.

Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun kuruluşundan yaklaşık üç yıl sonra devlet, terörist örgütle mücadele konusunda ciddi bir ilerleme kaydederek stratejik istihbarat çalışmalarını başarılı bir şekilde yürütmüştür. Örgütün önde gelen isimlerini gören ve onları ihbar eden kişilere çok ciddi miktarda para ödülü vadeden devlet, aynı zamanda yürütmüş olduğu sıkı güvenlik ve kontrol politikaları sayesinde RAF’ın kilit isimlerini yakalamayı başarmıştır. RAF’ın birinci kuşak diyebileceğimiz önder kurucularının ve çok önemli pozisyonlardaki üyelerinin tutuklanması veya öldürülmesi, şüphesiz örgüte yapılmış en önemli darbelerden bir tanesidir. İkinci kuşak RAF üyeleri, tutsakları hapishaneden çıkarmak için rehin alma gibi çeşitli eylemlere başvursa da sonuç alamamışlardır. LH181 uçuş numaralı Lufthansa uçağının hem RAF hem de Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerince kaçırılması, hapishanede bulunan RAF üyelerini dışarıya çıkarmaya yetmeyecek başarısız bir eylem olarak kalmıştır. Bu olaydan sonra önde gelen RAF üyelerinin kolektif bir şekilde intihar ettiği kamuoyuna açıklanmıştır. Hapishanede RAF üyelerine yönelik çok sıkı bir tecrit politikasının da uygulandığı gözlemlenmiştir. Örgüt üyelerinden bir tanesi ölmeden önce arkadaşına gönderdiği mektupta kesinlikle intihar etmeyeceğini, olası ölümünden ise devletin sorumlu olacağını belirtmiştir. İlaveten, intihar olgusuna yönelik kanıtların yetersiz kalması, yaşanan ölümlerin belki de intihar olmadığı düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Bu konuya yönelik net bir kanıt bulunmasa da bu durum medyada yoğun tartışmalara sebep olmuştur.

Ulrike Meinhof “Bir taş atılırsa bu cezalandırılması gereken bir davranıştır, bin taş birden atılırsa bu politik bir eylemdir” sözünü dile getirmiştir. Bu sözler kapsamında kuruluşunu tamamlayan RAF, yeni sol dalga terörizminin çok net bir örneği olduğunu bu filmde bizlere göstermektedir. Özellikle 1970 ve 1980’li yıllarda faaliyet gösteren sol radikal görüşe sahip RAF, tarihe adını yazdıran ve tüm dünyaya kendini duyurmaya başarmış bir terör örgütüdür. Her ne kadar sempatizan sayısının on binlere kadar ulaştığı varsayılmış olsa da aktif olduğu bilinen üye sayısı 50’yi geçmemiştir. Peki RAF, devlete ve sisteme karşı bu kadar az kişi ile gerçekleştirdiği başkaldırının başarısını neye borçluydu? Ayrıca RAF bu kadar az üyeye sahipken Batı Almanya’da nasıl bu kadar tanınır olmuştur? RAF’ın bunu ustaca kullanılmış propaganda ve medya tekniklerine borçlu olduğunu düşünüyorum. Küreselleşmenin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanması ve kelebek etkisi şeklinde yaşanan olaylar silsilesinin bir diğer ülkeye hızlıca sıçraması, bizlere terörizm faaliyetlerinin uluslararası boyutunu göstermiştir. Kızıl Ordu Fraksiyonu, baskıcı polis devlete karşı istediği başarıları tam anlamıyla elde edememiş olsa da döneminin en etkili sistem ve devlet karşıtı örgütü olmuştur. Üçüncü kuşak RAF üyelerinin eski motivasyonunu kaybetmesi, öldürülmesi ve hapse atılması süreçlerinden sonra RAF, 1998 yılında resmi olarak örgütün feshedildiğini duyurmuştur.

Emircan SARI

Terörizm Araştırmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...