Kadın Hareketleri Üzerine Bir İnceleme: Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve İstanbul Sözleşmesi

ÖZET:

Kadın hareketleri 18. yüzyılda kadınların her alanda kendi haklarını aramak için oluşturduğu toplumsal ve siyasi hareketler olarak başlamıştır. Sivil toplum olarak kadın hareketleri ülkeden ülkeye farklı özellikler benimsemiştir. Türk tarihi olarak ele aldığımızda kadın hareketleri, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde gelişmeye başlamıştır ve Cumhuriyet Dönemi’nde tam olarak ortaya çıkmıştır. Kadın hareketleri kadınların yer aldığı her noktada kadınların eşitliği, özgürlüğü ve refahı için çabalayan pek çok dayanışma ve farkındalık çalışmalarından ibarettir. Birçok kadın örgütü/hareketi kadın emeğine özgü yapısal sorunlar ile beraber kadınların sosyal, siyasal ve sendikal hayata eşit katılımı ile ilgili sorunları da irdelemektedir. Araştırma yazısında incelenen Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve İstanbul Sözleşmesi bu gibi durumlara örnektir. Bu bağlamda öncelikle Cumhuriyet Dönemi’nden günümüze kadar olan kadın hareketleri ele alınacak ve daha sonra Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve İstanbul Sözleşmesi incelenecektir. Çalışmanın amacı Türkiye’de kadın hareketleri üzerine inceleme yaparken Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve İstanbul Sözleşmesi’ni bu konu altında incelemektir.

Anahtar Kelimeler: Kadın Hareketleri, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, İstanbul Sözleşmesi 

ABSTRACT: 

Women’s movements started in the 18th century as social and political movements formed by women to seek their rights in every field. As a civil society, women’s movements have adopted different characteristics from country to country. When we consider Turkish history, women’s movements have started to develop in the last periods of the Ottoman Empire and have fully emerged in the Republican period. Women’s movements consist of many solidarity and awareness efforts striving for the equality, freedom and welfare of women at every point where women take part. Many women’s organizations / movements examine structural problems specific to women’s labor, as well as problems related to women’s equal participation in social, political and trade union life. The Mor Cati Foundation and Istanbul contract examined in the research article are examples of such cases. In this context, firstly women’s movements from the Republic period to the present will be discussed and then Mor Cati Foundation and Istanbul Convention will be examined. The aim of the study was to examine the Mor Cati Foundation and the Istanbul Convention under this topic while examining women’s movements in Turkey.

Keywords: Women’s Movements, Mor Cati Women Shelter Foundation, Istanbul Convention

1. Giriş

Kadın hareketleri Osmanlı Dönemi’nden başlayıp Cumhuriyet Dönemi’nde hızlanarak günümüze kadar devam etmiş, kadınlar toplumsal alanda cinsiyet eşitliği ve kişisel özgürlük alanlarını genişletmek adına girişimlerde bulunmuşlardır (Alp, 2019). Geçmişten günümüze Türk toplumunda aile en önemli geleneksel yapıdır. Ailenin oluşumu ve gelişimindeki en önemli rol kadına biçilmiştir. Kadın Osmanlı Dönemi’nden bu yana özellikle doğurganlığından ötürü kutsal olarak görülmüştür. Türk neslinin devam etmesi için çocuk dünyaya getirip onu yetiştirmesi kadına verilen en önemli görevdir. Fakat atfedilen bu görev dışında kadınların yapabilecekleri sınırsızdır. Bu hak ve özgürlüklerin çoğaltılması ve eşitliğin oluşturulması adına sivil toplumda birçok kadın hareketi başlatılmış, kadınlar bir araya gelerek ve örgütlenerek farkındalık yaratmayı hedeflemiştir. İlk zamanlarda kadınlar eğitim, yargı eşitsizliği ve geleneksel normlara karşı mücadele ederken günümüzde daha çok toplumsal hayatta yaşanan cinsiyet eşitsizlikleri ile mücadele etmektedir (Alp, 2019).

2. Cumhuriyet Dönemi Kadın Hareketleri

Savaş sonrası kurulmaya çalışılan yeni devlet için birçok reformlar yapılmıştır. Bunlardan kadınları ilgilendiren en önemlileri, 1926 yılında Medeni Kanun Reformu ve 1930 yılında kadınlara siyasal alanda da aktif rol oynayabilecekleri seçme seçilme hakkının tanınması olmuştur. Ayrıca 1933 yılında kırsal kesimde köy heyetlerine seçme seçilme hakkı, bir yıl sonrasında ise milletvekili seçebilme hakları kadınlara verilmiş böylece ilk kez kadının siyasal alanda etkinliği artırılmıştır (Şahin, 2018).

Savaş sırasında önemli katkılar sağlayan kadınlar, devletin kuruluş döneminde de görünür hale gelmiştir. Buna yönelik atılan ilk adımlardan biri Haziran 1923’te Nezihe Muhiddin, Nimet Remide, Latife Bekir, Şukufe Nihal gibi isimler bir araya gelerek “Kadınlar Halk Fırkası’nı (KHF)” kurmasıdır (Alp, 2019). Fırka olarak nitelendirilse de aslında Anadolu’daki eğitimsiz kesimlerin eğitilmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. KHF Genel Sekreteri Şükufe Nihal, kuruluş amaçlarının mevcut süreçte ekonomik ya da siyasi bir amaç gütmediğini belirtmesi üzerine meclis içerisinde temsilcilerini gönderebilmişlerdir. Halk Fırkasının kuruluş döneminden öncesine rastlaması ve fırka kelimesinin siyasi bir anlam taşıması olumsuz değerlendirilmesine neden olmuştur (Şahin, 2018). Bu olaylar sonrasında Nezihe Muhiddin umudunu yitirmemiş ve Türk Kadınlar Birliği’ni (TKB), kadınlara destek verilmesi ve ülkeye faydalı anneler yetiştirilmesi amacıyla kurmaya karar vermiştir. Yoksul kız çocuklarına yardım amaçlı Türk Kadın Yolu adıyla bir dergi yayımlamıştır. 1927 yılında uzun vadede gerçekleştirmek istedikleri kadınlara siyasi haklar tanınması için tüzüğe bir madde eklenmesine vesile olmuşlardır. En önemli adımlardan biri ise 1935 yılında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde on sekiz kadın temsilcinin bulunması olmuştur (Şahin, 2018). Böylece kadınlar gözle görülür şekilde siyasi alanda var olmuşlardır.

Cumhuriyet döneminin getirdiği modernleşmeyle birlikte kadının toplumdaki yeri, kazandığı haklarla birlikte değişmeye devam etmiştir. Görsel olarak Batılı kadınlara benzeyen modern Türk kadının rolü aslında iyi bir eş ve anne olmak olarak belirlenmiştir. Siyasi haklar tanınsa bile, siyasi hayatta aktif rol oynamak isteyen kadınlar için Himaye-i Eftal (Çocuk Esirgeme Kurumu) ya da hayırseverlik faaliyetleri önerilmiştir. Bu şekilde kadınlar, sivil toplumda mevcut yönetimin istediği kadar var olabilmiştir. Bu ve benzeri örnekler, feminist oluşumların ortaya çıkmasını engellemiştir (Kaypak, 2016).

1939-1945 yılları arasında tüm dünyayı etkisi altına alan savaş döneminden Türkiye de ekonomi başta olmak üzere birçok alanda etkilenmiştir. Bu kötü etkiyi azaltmak adına devlet çok partili döneme geçmiş, 2. Dünya Savaşı sonrasında özgürlükçü ve demokratik anlayışa sahip ülkeler ortaya çıkmıştır (Gündoğan, 2018). Bu bilinç Türkiye’deki sosyal ve siyasi alanı etkisi altına almıştır. Bu durum ayrıca kadın hareketlerini de etkilemiş, kadınlar sosyal – siyasal hak ve özgürlüğü için daha çok mücadele eden bireyler haline gelmişlerdir (Alp, 2019). 1980 yılına doğru giderken Türk kadını hak ve özgürlükleri konusunda daha sorgulayıcı hale gelirken erkek egemen yönetime karşı ekonomik, sosyal ve siyasi anlamda bilinçlenmiştir (Alp, 2019).

3. 1950-1960 Dönemleri Arası Kadın Hareketleri

1950 ve 1960 yılları Türkiye’nin çok partili hayata geçiş ve demokratikleşme çabasına girdiği yıllar olması açısından önemlidir. Bu dönemde kadın hareketlerinin özellikle siyasal alanda pek fazla etkisinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Düşük eğitim seviyesi bunun en büyük nedeni arasında gösterilmektedir (Aydın ve Yıldız, 2016). Dönemin okuma yazma oranı 1950 döneminde %19,45 olarak belirlenmişken, 1960 yılında %24.84 olarak kayda geçmiştir. Ayrıca kadınların iş hayatında neredeyse hiç yeri yoktur. Buna rağmen dönemin Başbakanı Adnan Menderes, memur kadınların işlerinden ayrılıp evlerinde çocuk yetiştirmeleri, ayrıca çocuk sahibi olmayan kadınlardan yıllık vergi alınması gibi fikirleri öne sürmüştür. Mevcut ortamda düşük gelirli kişilerin, özellikle kadınların sendikalara katılmaması, kadınlara ait sivil toplum kuruluşlarının kendini özgürce ifade edecek bir ortama sahip olmadığını göstermektedir (Aydın ve Yıldız, 2016). Bu örneklerin ışığında dönemin kadına bakış açısını görmemiz ve kadının toplumdaki yerinin hala geleneksel usulde olduğu gibi “anne” rolünün ötesini geçemediğini söyleyebiliriz.

4. 1970 – 1980 Darbe Dönemi ve Sonrası Kadın Hareketleri

1968 yılına kadar olan sürede kadın hareketleri, milliyetçi ve ulus-devlet gibi akımlarla birlikte görünür olsa da daha sonra tüm dünyayı etkisi altına alan olaylardan etkilenmiş, 1970 sonrası tanımı değişmeye başlasa da 1980 yılında büyük bir sıçrama yaşanmıştır. Bu dönemde kadın hareketleri özellikle dünyayı ele geçiren sol hareketlerden etkilenerek sol kimlik kazanmış ve Türkiye’de mevcut milliyetçi anlayıştan sıyrılarak keskin bir dönüşüm yaşamıştır (Metintaş, 2018).

Dünya, 1975’te Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen ve 1985 yılında imzalanan “Kadın On Yılı”nın etkisi altında kadın meselelerini tartışmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler Komitesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme’yi CEDAW’ı kabul etmiştir. Türkiye bu anlaşmayı 1985 yılında imzalamıştır. İmzalandıktan bir yıl sonra yürürlüğe konacak olan sözleşmenin ülke içinde faydalı şekilde uygulanmasını isteyen Ankara ve İstanbul’daki kadınlar ve topluluklar, dilekçe ve imza toplayarak 80 sonrası ilk kitlesel kadın hareketini başlatmışlardır (Keşoğlu, 2011).

CEDAW Sözleşmesi’nde ele alınan en önemli konulardan biri, sosyal ve ekonomik gelişmelerde kadının dışarıda bırakılması ve ihtiyaçlarına yanıt bulamaması, bir diğeri ise dünyayı etkisi altına alan savaş sonrası ayaklanmalar, göçler, soykırımlar vb. durumlarda kadınların yaşadıkları problemlerdir. Bu küresel kadın hareketinde en önemli unsur kadınların bu hareketi insan hakları vurgusu ile gerçekleştirmesi olup, esas amaç ise dünya çapında kadınların sorunlarını göz önüne sermek ve aynı fikir altında buluşularak hareket edilmesini sağlamaktır (Alp, 2019).

1980’de Türkiye’nin yaşadığı askeri darbe, her ne kadar baskı ve yasaklar dönemi olarak görülse de kadın hareketlerinin yükseldiği bir dönem olmuştur. Şiddet ve baskının sona ermesi için birçok protesto yapılmış, bu protestolar kadına yönelik şiddete karşı da olmuştur (Alp, 2019). 1989 yılında Kadın Dayanışma Derneği kurulmuş, Ankara merkezli Perşembe Grubu önerisi ile tüm kadınları bir araya getiren bir feminist kurulu toplantısı yapılmıştır (Moralioğlu, 2012). Özellikle Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde “Mor İğne” “Bedenimiz Bizimdir” ve “Cinsel Tacize Hayır” kampanyaları çok büyük ses getirmiştir. Eskişehir, Samsun, Diyarbakır gibi birçok şehirde devam eden kadın hareketleri ülke geneline yayılmaya başlamıştır (Alp, 2019).

5. 1990 ve Günümüze Kadar Kadın Hareketleri

Mor İğne Kampanyası çok ses getirdikten sonra, 1987 yılında Yoğurtçu Parkı’nda kadına şiddet karşıtı bir miting yapılmıştır ve bu mitinge binlerce kadın katılmıştır. 1980’den bu yana aile içi şiddetin artışı ve herhangi bir çözüm üretilememesi, şiddet gören kadınlara dayanışma alanı yaratmak ve şiddetle mücadele etmek amacı ile 1990 yılında Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kurulmuştur (Kılıç ve Yılmaz, 2019).

90’lı yılların başında en önemli olaylardan biri TCK 438. Maddesinin yürürlükten kardırılmasıdır. Bu madde tecavüze uğrayan seks işcisi kadınlar için zanlıya cezai indirim uygulamasını içermektedir. Yine aynı dönemde Kadın Statüsü Sorunları Genel Müdürlüğü KSSGM kurulmuştur (Berber, 2017). Dönem içerisinde küreselleşme ile ortaya çıkan ekonomik yapının değişmesi ve neo-liberal politikaların ortaya çıkışı hukuki alanı etkisi altına almıştır. Bu değişiklikle birlikte kadın istihdamı ve işsizlik oranlarındaki artış konularında sorunların yaşanmasına neden olmuştur (Alp, 2019).

90lı yılların sonuna doğru dikkat çeken gelişmeler olmuştur. 98 yılında kadına şiddete karşı Aileyi Koruma Yasası çıkarılmıştır. Sonrasında kadın istihdamını desteklemek ve çalışma alanındaki cinsiyet eşitliğini kontrol etmek adına “Kadın İstihdamı Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu” kurulmuştur. İŞKUR, KOSGEB gibi kurumlar kadın istihdamının artırılması için ortak projelerde yer alarak büyük bir çaba göstermişlerdir (Alp, 2019). 2000 yılı Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmaya çalıştığı bir dönem olmuştur. Bu nedenle müzakere sürecinde birçok yasal değişikliğe gidilmiştir. Bunlardan biri de kadın istihdamıdır. 2001 yılında Medeni Kanun’da kadınların evlendikleri kişinin soy ismini kullanma zorunluluğu kaldırılmıştır. Bunun yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması adına TCK (2005) ve İş Kanunu (2003) üzerinde değişiklikler yapılmıştır. 2006 yılında ise TİSK İstanbul’da iki gün boyunca süren bir Kadın İstihdamı Zirvesi gerçekleştirmiştir. Bu zirvede kadın istihdamı Avrupa Birliği müzakere sürecine göre değerlendirilmiş, kadın istihdamına yönelik çözüm arayışları ve kadının toplumdaki görünürlüğünü artırmak için neler yapılabileceği tartışılmıştır (Özar, 2012).

Günümüze kadar olan dönemde ise sosyal medyanın etkisi ile kadın temelli sivil toplum örgütleri seslerini duyurmaya çalışmakta, kadına karşı şiddet olaylarının artışı ile yasal süreçte yaşananların takip edilmesi için bilgi paylaşımları ve çeşitli etkinlikler düzenlemektedir. Cumhuriyet’ten günümüze incelendiğinde kadınların haklarını ne kadar zor şartlar altında çaba göstererek adım adım kazandığına şahit olmaktayız (Şahin, 2018). Maalesef tüm bu çabalara karşı Türkiye’de cinsiyet eşitsizlikleri ve kadına şiddet olayları tamamen son bulmamaktadır.

6. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve İstanbul Sözleşmesi

Son yıllarda ülkemizde sivil toplum kuruluşları kavramı çok sık kullanılmaya başlanmıştır. Yazının bu kısmında Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve İstanbul Sözleşmesi’nin incelenmesi ele alınacaktır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın da varlıklarını benimsediği, çalışmalarına izin verdiği, açıklamalarında sözünü ettiği sivil toplum örgütleri demokrasiler için vazgeçilmez kuruluşlar arasında kabul edilmektedir (Yatkın, 2013). Birçok etki alanına hitap ve etki eden sivil toplum kuruluşlarının toplum için önemli kuruluşlar haline gelmesi şaşırtıcı olmamıştır.

Sivil toplum kuruluşlarının işleyen demokrasiler için önemi ve etkisi göz ardı edilemez. Bazı sivil toplum kuruluşları geçmişten günümüze kadar varlığını net bir şekilde görebildiğimiz sorunların çözümüne ya da önlenmesine yönelik olarak kurulmuşlardır. Geçmişten günümüze kadar kadınlar toplumun önemli bir bölümünü hatta yarısını oluşturmuştur. Tarihin her döneminde ekonomik ve toplumsal yaşamın bir yanını erkekler bir yanını da kadınlar oluşturmuştur. Kadınların toplumsal ve ekonomik yaşama dâhil olmaları insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır (Yatkın, 2013). Geriye doğru bakacak olursak kadınlara her zaman toplum tarafından bazı roller verilmiştir ve bunun dışına çıkılması zorlu süreçlerle gerçekleşmiştir. Geçmişten günümüze kadar olan dönemde kadınlar hep erkeklerin bir adım gerisine düştüğünü hatta aynı işi yapmalarına rağmen aynı ücretleri alamadıkları görülmektedir. Görüldüğü üzere kadına tarih boyunca belirli roller yani ev içi yaşamın barındırdığı rollerin toplum tarafından benimsenmesi beklenmiştir. Kadınlar ne kadar ekonomik ya da siyasi yapının bir parçası olsa da yaptıkları işle anılması çok zor olmuştur. Artık toplumsal cinsiyet kavramı çok farklıdır ve günümüzde kadınlar hem siyasi alanda hem de sosyal alanlarda daha aktif durumdalar.

 Türk toplumu geleneksel ve dini yönleri ağır basan bir toplumdur. Bu tarz toplumlarda toplum tarafından kadına atfedilen rollerin değişmesi çok kolay olmamıştır. Türkiye’de hala kadının kamusal alan sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği tartışmaları sürmektedir. Ülkemiz kadına eşit katılım ve toplumsal eşitlikle ilgili hak ve yetkiler atamış olsa bile pratikte hem özel alanda hem de kamusal alanda sorunlar yaşanmaktadır (Yatkın, 2013). Aynı işi yapmalarına rağmen aynı ücreti alamamaları veya üst kademelerde daha çok erkek çalışanların yer alması pratikte yaşanan sorunlara örnek olarak verilebilir. Kadınlar tarih boyunca sadece bu sorunlar ile değil toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde ortaya çıkan kadına yönelik şiddet ile de mücadele etmek zorunda kalmıştır.

1990’larda kadın örgütleri kadına yönelik şiddete karşı açılan dayanışma merkezleri ile bu sürece dâhil olmuşlardır. 2000’lerde ise, sivil toplum örgütleri olan kadın örgütlerinin sayısı 350’ye ulaşmıştır (Işık, 2007; Sallan Gül, 2013). Kadın aile içi ya da başka nedenlerden dolayı şiddet görmeye devam etmektedir. Sivil toplum kuruluşları kadınların şiddet içermeyen ve daha eşit bir yaşam sürmesi konusunda önemli roller üstelenmektedir. Toplumsal yaşamda kadına yönelik şiddetin artış göstermesi ve erkelerle eşit duruma gelmesi yönünde kadın hakları konusunda örgütlenen STK’ların faaliyet alanları gün geçtikçe artmaktadır. Bu STK’lardan biri de Mor Çatı’dır. 1990 yılında feminist kadınlar tarafından kurulmuş kadın örgütü olan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, 2015 yılında 130 kadın gönüllü çalışanı olan, feminist politika üreten ve kadın dayanışması temelinde kadına yönelik şiddetle mücadele eden bir sivil toplum kuruluşudur ve kendini bağımsız kadın örgütü olarak tanımlamaktadır. Vakıf, şiddetin her türlü biçimini erkek egemenliğiyle ilişkilendirerek açıklamakta ve toplumsal alanın bütün alanlarında erkek egemenliğiyle mücadele yolunu seçtiğini beyan etmektedir (Mor Çatı, 2008: 15). Görüldüğü üzere Mor Çatı kadına yönelik şiddetle ile mücadele eden ve bunu kadın dayanışmasıyla destekleyen önemli bir sivil toplum kuruluşudur.

Mor Çatı, kadın dayanışmasının artmasını sağlamakta ve bu artıştan faydalanmaktadır. Şiddet gören ve bundan uzaklaşmak isteyen kadınlar ile yapılan görüşmeler bu kuruluş için çok önemlidir. Dayanışma merkezinde yapılan görüşmelerde kadınların deneyimlerinden edinilen bilgiler ile mücadele araçlarının politikaları oluşturulur. Mor Çatı’ya başvuran kadınların deneyimleri, kadınların şiddetten uzaklaşmaya çalışırken nelere ihtiyaç duyduklarını ve karşı karşıya kaldıkları engelleri görmeyi sağlar. Kadınlardan edinilen bilgi ve alanda çalışmanın kazandırdığı deneyim ışığında hem yasalarda yapılması gereken kadından yana dönüşümler belirlenir hem de halihazırda var olan yasaların uygulamasındaki eksikler tespit edilir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyeti nedeniyle ev içinde ve dışında kadına uygulanan sistematik şiddet davranışlarıdır. Aslında bu şiddetin temelinde tarih boyunca görülen erkek egemenliği ve erkek ile kadın arasındaki eşitliksizlik yatmaktadır. Mor Çatı kadın mücadelesinin sivil toplum düzeyinde gelişiminde etkili olmuştur. Kadın hareketinin kadına yönelik şiddete karşı sürdürdüğü düzenli eylemlilik sayesinde özel alanla sınırlı ve dokunulmaması gereken bir sorunmuş gibi görülen bir konu kamusal/siyasal alanda tartışılmış, üzerine düşünülmüş ve bu konuda oldukça önemli adımlar atılmıştır (Gül, 2017). Kadınlara yönelik yapılan şiddetin farkındalığını arttırmak ve daha fazla dayanışma ortamı yaratmak için kampanyalar önemli uygulamalardır. Oluşturulan kampanyalar ile farkındalık arttırılırken aynı zamanda şiddet gören kadınlara sığınma evlerinin açılabilmesi için de önemli yardımlaşma adımları atılmaktadır. 

Mor Çatı kendini bağımsız kadın örgütü olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda, feminist ilkelere dayanan ve kadın dayanışması içeren bir sivil toplum kuruluşudur. Dünyada birçok kadın halen şiddet görmektedir. Günümüz şartlarına ve konumlarına bakacak olursak bu çok acı verici bir durum. Mağdurlara destek, koruma ve barınma alanı sağlayacak kadın sığınma evlerinin sayısının arttırılması ve kadınlara yönelik daha fazla çalışma gerçekleştirilmelidir. Bazı ülkelerde kadına şiddet daha fazla görülürken bazı ülkelerde ise bu oran çok daha düşüktür. Bu nedenle kadınlara yönelik şiddetin bölgesel ya da ülke çapında değil küresel bir sorun çerçevesinde bakılması ve çözümünün de bu çerçevede ele alınması gerekmektedir.

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşmedir. Sözleşme 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ ismiyle anılıyor. Kadına yönelik her türlü şiddetten arındırılmış bir Avrupa yaratmak için yapılan İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddeti ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği ailevi bağının olup olmadığına bakılmaksızın kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olmasıdır. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik ayrımcılığı yasaklamaktadır. Sözleşme’nin “Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yasağı” kenar başlıklı 4. maddesi uyarınca, taraf devletler, tüm bireylerin ve özellikle kadınların, kamusal ve özel alanda şiddetten uzak yaşama haklarını teşvik etmek ve korumak için gereken yasal düzenlemeleri ve diğer tedbirleri almakla yükümlüdür (Söz m 4/1). Sözleşmenin 4. maddesinde de açık bir şekilde görüldüğü üzere kadınlara yönelik şiddetle mücadele ulusal sınırlar dışına çıkmış ve taraf devletler ile dayanışma sağlanmıştır. İstanbul Sözleşmesi bulunduğumuz son noktayı temsil etmektedir. Destekleme, koruma ve önleme ile ilgili yapılacakları içerisinde bulunduran bu sözleşme kadına yönelik şiddet yönünde ileri bir düzenleme olarak nitelendirilebilir. Sözleşmenin giriş kısmında da belirtildiği gibi, bu ileri düzenlemeler birdenbire ortaya çıkmamış, insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi için yapılan birçok sözleşme, protokol, tavsiye kararı, içtihat ve uygulamadan çıkartılan dersler sonrasında ortaya çıkabilmiştir (Caniklioğlu, 2015).

Sözleşme, yalnızca Sözleşme’ye taraf devletlerin vatandaşı olan kadınlar için değil, sığınmacı ve hukuki durumu ne olursa olsun göçmen kadınlar için de koruma sağlamaktadır. Geniş kapsamlı İstanbul Sözleşmesi, kadınların şiddet görmeden adil bir şekilde yaşatılması için gündeme gelmiştir. İstanbul Sözleşmesi Türk hukukunda kadına yönelik şiddetle ile mücadelede önemli bir araç olarak görülmektedir.

Kadın haklarının yaygınlaşıp tüm dünyada kabul görmesi savaşlardan bile daha ötede zor bir olgunun gerçekleşmesine bağlıdır. Kadına karşı şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğunun bilincine evrensel olarak varılması ile kadına karşı şiddetin azalacağını öngörmekteyim. Kadınlara yönelik şiddet ile mücadelede ve sözleşmenin sadece kâğıt üzerinde kalmaması adına devletin önemli roller üstlendiği görülmektedir. Ayrıca, kadınlardan yana ve şiddete karşı bir sivil toplum kuruluşu olan Mor Çatı, İstanbul Sözleşmesini desteklemektedir. Bu sözleşmenin sadece kadınlar için olmadığını, şiddetin olmadığı bir dünyada eşit bireyler olarak yaşamak isteyen herkesin savunması gereken bir sözleşme olduğunun da vurgusu Mor Çatı tarafından yapılmıştır. Kadına yönelik şiddetin arttığı son yıllarda bu tarz sözleşme ve sivil toplum kuruluşlarının gerekliliği göz ardı edilemez. 21. yüzyılda bile “Haydi Kızlar Okula” kampanyasında “kadın” imgesine vurgu yapılması aslında bulunduğumuz durumun ehemmiyetini az da olsa göstermektedir. Kadın olgusunun ve rollerinin değişmesi özellikle dini ve geleneksel yönleri ağır basan toplumlarda kurulan sivil toplum kuruluşları ve bağlayıcı özellikler taşıyan sözleşmelerin üstlendiği ve oynadığı roller önem arz etmektedir.

7. Sonuç ve Öneriler

Toplumsal cinsiyette eşitlik; fırsatları kullanmada, kaynakların ayrılmasında ve dağılımında, hizmetleri ulaşmada bireyin cinsiyeti nedeniyle herhangi bir ayrımcılığa uğramamasını ifade etmektedir. Bu kavram kadın ve erkekler açısından geçerli olmasına rağmen kadınlar bu konuda dışlanmaktadır. Eğitimde, siyasi yaşamda aktif rol almak, iş hayatında yüksek rollerde yer almak kadınların en temel arzusudur. Kadınlar Osmanlı Dönemi’nden başlayarak, Cumhuriyet Dönemi ve Neo-liberal dönemde de dâhil her alanda eşitlik ve özgürlük idealleri için cinsiyetçiliği ve baskıyı bitirmeyi hedefleyen bir hak mücadelesine girişmişlerdir. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının aslını Cumhuriyet devrimleri oluşturmaktadır. Burada kadınlara tanınan haklar; eğitim hakkı, yaşama hakkı, seçme seçilme hakkı gibi önemli haklardır. Yine de, 1935’ten 1975’e kadar Türkiye’de bir kadın hareketinden çok fazla bahsedilemez. Yeni kadın hareketleri ise 1980’de başlar. Kadın Hareketleri, sivil toplumun yeni toplumsal hareketler yönünde gelişmesine neden olmuştur.

Kadın haklarına yönelik engellemelere karşı mücadelede en önemli sivil toplum kuruluşu şüphesiz Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’dır. Bugün Mor Çatı, varlığını koruyarak yararlı çalışmalarına devam etmektedir. Kadınları desteklemek, güçlendirmek, kadına yönelik şiddeti önlemek ve onlara sahip çıkmak adına yapılan en güncel anlaşmalardan biri de İstanbul Sözleşmesi’dir. İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında imzalanmış, 2014 yılında ise yürürlüğe konulmuştur. Sözleşme; toplumsal cinsiyeti açıklayan ilk uluslararası belge olması, kadına yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali olması sebebiyle büyük önem taşımaktadır.

İstanbul Sözleşmesi, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, engellilik durumu, yaş, sağlık, medeni hâl, göçmen ve mültecilik gibi durumlarda fark gözetilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Sözleşme çoğunlukla kadına yönelik şiddeti engelleme davranışındaysa da hane halkının bütün üyelerini kapsamaktadır. Bu bakımdan, yalnızca kadınlar için değil, şiddetin görülmediği bir dünyada eşit kişiler olarak var olmak isteyen herkesin koruması gerektiğini savunan bir sözleşmedir. Nitekim istatistiksel olarak bakıldığında, Türkiye’de kadınlar eğitimden politikaya, istihdamdan ücrete, genel olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı durumda çalışmaya ve yaşamaya çalışmaktadır.

Bugün Türkiye’de kadın hareketi bir özgürlük ve eşitlik savaşı olarak sürmektedir. Bu noktada Mor Çatı ve İstanbul Sözleşmesi gibi dayanışma merkezleri yarar sunmaktadır. Buralarda kadınlara psikolojik, sosyal, hukuksal destekler sağlanmaktadır. Kadın erkek eşitliği, toplumsal hayatın her yerinde ve her zaman olması gereken ve ancak bir kültür olarak tutunmasıyla geliştirilebilecek olan temel bir haktır. Kadın politikalarının cinsiyet eşitliği esasına göre üretilmesi ve uygulanabilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Her türlü hizmetin üretilmesinde bu ihtiyaçların gözetilmesi hiç şüphesiz toplumsal gelişmeye hız kazandıracaktır.

Ceren Nergiz GÖKÇE 

Büşra UÇAR

Gizem KÖSE

Sena Eylül ÇINAR

Sivil Toplum Çalışmaları Staj Programı

KAYNAKÇA

Alp, T. G. (2019). 20. Türk Dünyasında Kadın Hareketleri, II. Uluslararası Türk Dünyası Strateji Araştırmaları Kongresi, Antalya: Türkiye.

Aydın, A., Yıldız, M. (2016). 1950-1960 Döneminde Türkiye’de Kadın Hareketlerinin Niteliği Üzerine Bir Değerlendirme. Yasama Dergisi, (33).

Berber, N. (2017). 1990’lar: Bir Farklılıklar ve Kurumsallaşmalar Dönemi. Erişim adresi: https://tr.boell.org/tr/2017/09/18/1990lar-bir-farkliliklar-ve-kurumsallasmalar-donemi (Erişim Tarihi: Şubat 2021). 

Canikoğlu, A. S. (2015). Kadınlara Yönelik Şiddetin ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesine Dair Ulusal ve Uluslararası Mevzuat. 357-378.

Gül, S. S., Özen, B., & Kahya, Ö. (2017). Mor Çatı ve Şefkat-Der Örneğinde Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Sivil Toplumun Rolü. Sosyal Bilimler Dergisi, 199-226.

Gündoğan, B. (2018). Çok Partili Demokrasinin İlk Sınavı: 21 Temmuz 1946 Seçimleri, Erişim adresi: https://www.aa.com.tr/tr/politika/cok-partili-demokrasinin-ilk-sinavi-21-temmuz-1946-secimleri/1209212 (Erişim Tarihi: Şubat 2021). 

Kaypak, Ş. (2016). Cumhuriyet Dönemi Modernleşme Sürecinde Değişen Kadın Kimliği, Uluslararası Medeniyet ve Kadın Kongresi (13-16 Ekim 2014) Halide Edip Adıvar’ın Ölümünün 50. Yıldönümü Anısına, (Ed. Güvenç Saygın, A., Saygın, M.) Cilt I, s. 33-66, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını.

Keşoğlu, B.T. (2011). 1970’lerin en kitlesel kadın örgütü: İlerici Kadınlar Derneği, Erişim adresi: http://www.yurtsuz.net/News.aspx?newsid=626#.YDaZudgza02 (Erişim Tarihi: Şubat 2021). 

Kılıç, S. M., Yılmaz D. V. (2019). Cumhuriyet Dönemi Kadın Dergileri (1923-1992), Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 10(17).

Metintaş, M. (2018). Erken Cumhuriyet Döneminde Feminizm Hareketlerinin İlerleyen Dönemde Türk Sosyolojisine Yansımaları, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi, 1(3).

Mor Çatı. (2008). Soru ve Yanıtlarla Erkek Şiddetine Karşı Kadın Dayanışması, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, İstanbul.

Moralıoğlu, A. (2012). 80’li Yıllarda Kadın Hareketi ve Kampanyalar, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, s. 2092-296.

Özar, Ş. (2012). Türkiye’de 1980 Sonrası Dönemde Kadın Emeği ve İstihdamı Politikaları: Kadın Hareketi, Sendikalar, Devlet ve İşveren Kuruluşları. A.Makal ve G. Toksöz (Haz.). Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Sallan Gül, S. (2013). Türkiye’de Kadın Sığınma evleri Erkek Şiddetinden Uzak Yaşama Açılan Kapılar Mı? 2. Baskı, İstanbul: Bağlam Yayınları.

Sözcü. (2019). Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/istanbul-sozlesmesi-nedir-istanbul-sozlesmesinin-amaci-nedir-5373381/ (Erişim Tarihi: Şubat 2021)

Şahin, Y. (2018). Cumhuriyet Döneminde Türk Kadın Hareketleri. Hukuk Gündemi Dergisi, (8 Mart Özel Sayısı), s. 50-52.

Yatkın, A. (2013). Bölgesel Kalkınmada Sivil Toplum Kuruluşları ve Kadın Katılımı: Elazığ Örnekalan Araştırması. Sosyal Bilimler Dergisi, 163-188.

 

 

 

 

 

 

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...