Türkiye’nin İnce Gücü

2006’da kaleme aldığım bir yazıda Türkiye’nin uluslararası arenadaki etkinliğinin, “ince güç” (soft power) kapasitesini artırmasına bağlı olduğunu söylemiştim. Bu, iki ana sebebe dayanıyor. Birincisi Türkiye’nin kelimenin tam manasıyla “bölgesel bir güç” haline gelmesi. Bu, bazılarının korktuğu gibi Türkiye’yi bölgesine hapsetmek manasına gelmiyor. Tersine bölgesel bir özgürlük, güvenlik ve refah alanı yaratmasını ifade ediyor. Türkiye bu değerler etrafında şekillenen bir bölgenin kurulmasında öncü rol oynamak durumunda. Savaş, terör, baskı, sefalet, yolsuzluk ve dış müdahalelerin kol gezdiği bir bölgede Türkiye tek başına güven ve refah içinde yaşayamaz.

Türkiye’nin ince gücünü zaruri kılan ikinci sebep, Türkiye’nin son yıllardaki güç temerküzünü meşrulaştırmak zorunda olması. Bazı Arap rejimlerinin Türkiye’nin bölgedeki güç ve etkinliğini artırmasından rahatsız olduğu bir sır değil. Demokratik meşruiyet sorunu olan yapıların, meşru bir gücün yükselişinden rahatsız olmasına şaşırmamak gerekiyor. Fakat şu da bir gerçek ki meşruiyeti olmayan bir gücün sürdürülebilir olması ve etkinliğini muhafaza etmesi de mümkün değil. Türkiye’nin yeni bölgesel açılımları, bu meşruiyet zeminini göz önünde bulundurmak durumunda.

İnce güç nedir?

İnce güç, Türkiye’ye böyle bir imkân sunabilir. Peki, nedir ince güç? Benim Türkçeye “ince güç” olarak çevirdiğim, standart tercümede ise “yumuşak güç” olarak ifade edilen “soft power” kavramı, Amerikalı bilim adamı Joseph Nye’ın ifadesiyle “istediğiniz bir şeyi karşınızdakini ikna ederek elde etme” sanatıdır. Nye’a göre bir şeyi elde etmenin üç yolu var. Ya kaba kuvvet kullanarak zorbalık yaparsınız, ya karşınızdakini satın alırsınız ya da onu ikna edersiniz. Birincisi askeri yöntemler kullanarak karşınızdakini dövmek, ikincisi ise “havuçla” karşınızdakini satın almak manasına geliyor. İnsanlık tarihinde ve uluslararası ilişkilerde bunların mebzul derecede örneği var. Bazen ikisi birden aynı anda da karşınıza çıkabiliyor. Art arda gelen Amerikan yönetimlerinin Ortadoğu politikaları, bunun tipik bir örneği.
Peki, karşınızdakini kandırmak değil samimi olarak ikna etmek istiyorsanız, bunu nasıl yaparsınız? Bunu ancak adil, akıllı ve inandırıcı politikalar izleyerek yapabilirsiniz. Yani gücü, akıllı bir şekilde kullanmanız gerekir. Buna “akıllı güç kullanımı” da diyebiliriz. Bir ülkenin ince güç unsurları nelerdir? Bunlar asker sayısından yahut ekonomik yaptırım gücünden çok bir ülkenin kültürü, sanatı, sineması, mimarisi, müziği, eğitim sistemi, rekabet ortamı, özgürlükleri, demokrasisi, yaratıcı düşüncesi, insan kalitesi ve sosyal sermayesi, tarihi birikimi, kültürel zenginliği, bilim ve teknoloji altyapısı, inovasyon kapasitesi, diplomatik becerisi ve kendini anlatabilme yeteneğinin toplamıdır. Bu unsurları bir araya getiren bir ülke, bir cazibe merkezi haline gelir. Takip edilen, konuşulan, “hikâyesine kulak kabartılan” bir ülke haline gelir.

Demokrasi ve ince güç

Türkiye, bölgesindeki diğer ülkelerle mukayese edildiğinde bu unsurların pek çoğuna sahip. Bu yüzden de cazibe merkezi haline gelebiliyor. Türk bilim, kültür ve sanat insanları, diplomatları, gazetecileri, eğitimcileri ve insani yardım kuruluşları, Türkiye’nin ince gücünü hem inşa eden hem de sınır ötesine taşıyabilen temel aktörler. Fakat Türkiye’nin ince gücünü oluşturan asıl özelliği, onun demokrasisi. Bütün iniş çıkışlarına rağmen Türk demokrasisi, yükselen “Türkiye Hikâyesi”nin en önemli ve güçlü unsuru.

İç ve dış politikanın iç içe geçtiği kesişme noktası da burası. Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi, aynı zamanda dış politika hamlelerinin de beslendiği en önemli kaynak. Özgürlük-güvenlik dengesini kuramamış, askeri müdahalelerle anılan, temel hak ve hürriyetleri garanti altına alamamış, kendi vatandaşlarını hukuk ve kanun önünde eşit hale getirememiş bir Türkiye tek başına ordusuyla yahut ekonomisiyle bir cazibe merkezi olamaz. Karşınızdakini ikna edebilmek için öncelikle sizin demokrasi karnenizin temiz olması gerekir.

Adil ve akıllı politika, aynı zamanda değermerkezli bir dış politika izlemek anlamına geliyor. Ahlaki-değerlerden arındırılmış, ‘real-politik’ adına haksızlığın, hırsın, doyumsuzluğun ve çifte-standardın meşrulaştırıldığı bir uluslararası ilişkiler düzeninden adalet, barış, insan onuru ve dürüstlüğün hâkim olduğu bir dış politikaya geçiş mümkündür. Türkiye’nin değer-yüklü ince güç potansiyeli, yeni bir küresel düzen vizyonunu inşa edecek imkânları bize sunmaktadır.

 

Doç. Dr. İbrahim KALIN

T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...