Türkiye’nin Terör İle Tanışması

Türk toplumu, tarihi boyunca hür ve bağımsız yaşamak adına savaşlar vermiş bir toplumdur. Tarihteki ilk Türk boylarından bugünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulana dek Türkler, her zaman bağımsızlığı ve vatanı için savaşmıştır. Girdiğimiz en son büyük savaşımız, Kurtuluş Savaşı’dır. Savaşı, Türk halkının büyük fedakârlıkları sayesinde kazandık. Savaş bittikten ve cumhuriyet ilan edildikten sonra, M.Kemal ATATÜRK’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü dış politikamızın temel noktası olmuş, böylelikle dünya üzerindeki diğer devletler ile dostluğa dayalı ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1973 yılından sonra kendini tüm bu yukarıdaki savaşlardan çok farklı bir savaş olan, “Terör” diye adlandırılan tehdit ve yıkıcı faaliyetin içinde bulmuştur. Türkiye, terörizmin çirkin yüzünü 27 Ocak 1973 yılında Türkiye’nin Los Angeles başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve konsolos Bahadır DEMİR’in öldürülmesinden sorumlu ASALA terör örgütü ile tanımıştır.[1] Bu örgütün hedefinde Türk diplomat ve temsilcileri vardı. (Not: Daha sonra; 22 Ekim 1975’te Viyana Büyükelçisi Daniş TUNALIGİL, 23 Ekim 1973’te Paris Büyükelçisi İsmail EREZ ve makam şoförü Talip YENER, 16 Şubat 1976’da Beyrut Büyükelçiliği Başkatibi Oktay CİRİT, 9 Haziran 1977’de Vatikan Büyükelçisi Taha CARIM, 2 Haziran 1978’de Madrid Büyükelçisi Zeki KUNERALP’in makam arabasına yapılan saldırıda büyükelçinin  eşi Necla KUNERALP ile emekli büyükelçi Beşir BALCIOĞLU ve makam arabasının İspanyol şoförü, 12 Ekim 1979’da Hollanda Büyükelçisi Özdemir BENLER’in oğlu Ahmet BENLER, 22 Aralık 1979’da Türkiye’nin Paris Turizm Müşaviri Yılmaz ÇOLPAN, 31 Temmuz 1980’de Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip ÖZMEN ile 14 yaşındaki kızı Neslihan ÖZMEN, 17 Aralık 1980’de Türkiye’nin Avustralya Başkonsolosu Şarık ARIYAK ile koruma görevlisi Engin SEVER, 4 Mart 1981’de Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat MORALI ile din görevlisi Tecelli ARI, 9 Haziran 1981’de Türkiye’nin Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Mehmet Savaş YERGÜZ, 22 Ocak 1982’de  Los Angeles Başkonsolosu Kemal ARIKAN, 5 Mayıs 1982’de Boston Fahri Başkonsolosu Orhan GÜNDÜZ, 7 Haziran 1982’de Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut AKBAY, 27 Ağustos 1982’de Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla ALTIKAT, 9 Eylül 1982’de  Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora SÜELKAN, 9 Mart 1983’de Belgrat Büyükelçisi Galip BALKAR, 14 Temmuz 1983’de Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun AKSOY, 20 Haziran 1984’te Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan ÖZEN, 19 Kasım 1984’te Viyana’da BM Temsilciliğinde görevli Enver ERGUN şehit edildi.) [2] Daha sonraki yıllarda ASALA birçok eylemde daha bulunmuştur. ASALA 1983 yılında Paris Orly havaalanında yaptığı saldırının ardından Avrupa’nın tepkisi ile karşılaşmış, bu eylemden sonra Avrupa devletlerinden daha fazla destek alamadıkları için örgüt zamanla tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almıştır.

Türkiye tam ASALA terör örgütü sorunu bitmiş derken, bir başka terör örgütü doğmaya başlamıştır. Tarihler 15 Ağustos 1982’yi gösterdiğinde Eruh ve Şemdinli’deki jandarma karakollarına düzenlenen saldırılarla beraber, Türkiye için zorlu bir dönem başlamıştır.[3] 1982’den sonra Türk halkı PKK’nın adını daha çok duymaya başladı. PKK’nın yaptığı haince saldırılar yüzünden; asker,polis ve köy korucuları dahil 7 bin 946 vatan evladı şehit olmuş[4], 9 bine yakın sayıdaki evladımız PKK ile mücadelede yaralanmıştır.

Şimdi burada aklımıza gelen ilk soru, PKK nerede, niçin ve nasıl doğdu? PKK ile ilgili ilk kaynaklar 1980 öncesine dayanmaktadır. Yerel halk bu zamanlarda PKK’ya hiçbir şekilde destek vermemektedir. Fakat bu tutumları 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbe ile değişmiştir. Çünkü 1980’de Diyarbakır Cezaevinde tutuklu bulunan vatandaşlarımızın uğradığı işkenceler, bölge halkının tepkisini çekmiştir. 1980 askeri darbesinin öncülerinden Kenan Evren, Fikret Bila’ya verdiği röportajda; “ Kesinlikle o cezaevlerinde görevli subaylara eziyet yapın, işkence yapın diye bir şey söylenmemiştir. Benim ağzımdan böyle bir söz çıkmamıştır. Hatta hatırlarım; bir astsubay Doğu’da işkence yapmış. Onun mahkûmiyet kararı bana geldi, bende onayladım. Aynı şekilde bir poliste mahkûm oldu.” demektedir.[5] Bu zamanda PKK’nın gelişmesindeki diğer bir etmen de, o tarihte milli birlik sağlamak Kürtçe konuşmaya yasak getirilmesidir.( Not: Bu yasak, rahmetli Turgut ÖZAL’ın büyük çabaları sayesinde 1991’de kaldırılmıştır.[6]) Bu ve bunun gibi yaptırımlar yüzünden bölge halkı, kendisini T.C Devleti vatandaşı gibi hissetmemeye başlamıştır, bunun sonucunda da dağa çıkmalarda sayı artmaya başlamıştır. Can Dündar’ında yazısında bahsettiği üzere, PKK örgütünün kurucuları ve yönlendiren elebaşları birer Marksist’tirler. Dini kabul etmeyen ve “din afyondur” diye öne çıkmış Marksist düşüncenin Kürtler arasında yer bulması mümkün değildir.[7] Fakat işte buna rağmen yapılan yanlışlar bölge halkını yanlış hareketlere itmiştir. Saydığımız tüm nedenler PKK’nın gelişiminde etkili olan iç faktörlerin önemli olanlarıdır.

Dış etmenlere baktığımızda ise, ilk olarak tarihleri biraz ileriye alıp 1991 yılına geliyoruz. Saddam Hüseyin önderliğindeki Irak, 2 Ağustos 1990 yılında Kuveyt’i işgal etti.[8] Bu işgal başta ABD olmak üzere tüm dünyanın tepkisini çekti. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan tüm ambargo ve baskılar, Saddam Hüseyin’i yıldırmadı ve işgali sürdürmeye devam etti.[9] Hatta Türkiye’de bu ambargo kararına uyarak, Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattını kapatmış, ayrıca güneyde bulunan İncirlik ve Pirinçlik üslerini koalisyon güçlerinin kullanımına açmıştır.[10] Baskıların sonuç vermemesi üzerine ABD öncülüğünde İngiltere, Fransa, Mısır, Suriye gibi 28 ülkenin koalisyonu ile Irak ordusuyla çarpışmalar yapıldı. 16 Ocak 1991 gecesi başlayan harekât, 28 Şubat Bağdat saati ile 08.00’da resmen bitti. Bu hareketli zamanlarda Türkiye tüm dikkatini PKK’dan çok Körfez Savaşı’na vermiştir. Bu dikkat kayması Türkiye’ye pahalıya mal oldu. PKK işte tüm bu ilgisizlikte rahatlıkla istediği yerlere kamplarını kurup eğitimini yaptı. Mart 1991’de, Basra ve çevresinde başlayan, iki hafta süren ve Bağdat’a kadar sıçrayan Şii ayaklanması Irak kuvvetlerince sert biçimde bastırıldı. Şii ayaklanmasından birkaç gün sonra da kuzeyde Kürt ayaklanması başladı. Ayaklanmalara karşı Saddam Hüseyin yönetiminin giriştiği sindirme hareketinin vardığı boyutlar yeni bir uluslararası bunalım yarattı. Sayıları 500 bini geçen Türkmen ve Kürt kökenli Irak vatandaşları 36.Paralelin kuzeyine doğru yani, Türkiye sınırına doğru göç etmeye başlamışlardır. Buradaki karmaşadan da yararlanan PKK’nın ülke içine sızması daha kolay olmuştur. 1993–1995 yılları arasında Diyarbakır Asayiş Bölge Komutanı olan Korgeneral Hasan Kundakçı’da, PKK’nın gelişimini hem yukarıdaki sebeplere dayandırmış hem de Çekiç Güç’e verilen desteğin bir hata olduğunu ve bu yüzdendir ki PKK’nın büyük bir sorun haline geldiğini Fikret Bila ile yaptığı röportajda vurgulamıştır.[11]

Sonuç olarak Türkiye, PKK ile yıllarca Düşük Yoğunluklu Çatışma(DYÇ) modeli ile savaşmıştır. DYÇ ile Türkiye askeri açıdan PKK’ya büyük bir üstünlük sağlamıştır. Bu mücadele halen başarı ile devam etmektedir. 1993 yılından sonra terörle mücadelede deneyimli kadroların kullanılması, operasyonlar sırasında daha az zayiata ve operasyondan daha çok verim alınmasını sağlamıştır. Gelinen noktada örgütün artık yavaş yavaş dağıldığını anlamamak hiçte zor değil. Siyasilerin yapmış olduğu açılımlar, örgütün yıllardır savunduğu etmenleri ortadan kaldırmaktadır. Zamanla bölge halkı örgüte verdiği desteği tamamen kesmeye başlayacaktır. Bölge halkından destek göremeyen örgüt, tıpkı ASALA gibi tarihin tozlu sayfalarındaki yerini elbet alacaktır. 

 

Serhan DURAK

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri 3.Sınıf 

 {jcomments on}


[1]  http://www.turkforum.net/showthread.php?t=87249

[2] http://ermenisoykirimyalani.blogcu.com/ermeni-teror-orgutu-asalanin-sehit-ettigi-diplomatlarimiz/347343

[3] Prof.Dr.Ümit Özdağ, “Türk Ordusunun PKK Operasyonları” Pegasus Yayınları,Haziran 2007, s.11

[4] http://www.main-board.eu/o-simdi-asker/305206-terore-verdigimiz-sehit-sayisi.html

[5] Fikret Bila, “Komutanlar Cephesi” Detay Yayıncılık, Kasım 2007, s.10

[6] http://www.cnnturk.com/yazarlar/yalim.eralp/kurt.meselesi.surec.ve.hukumetlerin.vahim.hatalari/39.1245/

[7] http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=5644

[8] http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1990/08/03

[9] http://www.tarlafaresi.net/tarih/35772-20-yuzyil-tarihi-kuveyt-savasi.html

[10] http://www.turkcebilgi.com/k%C3%B6rfez_sava%C5%9F%C4%B1/ansiklopedi

[11] Fikret Bila, “Komutanlar Cephesi” Detay Yayıncılık, Kasım 2007, s.130                                            

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Teknolojinin Göçmen Havaleleri Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan Ülke Perspektifi

Gökçen Ayzıt Kırkali  Göç Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Yurt dışında çalışan göçmenlerin...

Kosova Avrupa Konseyi Üyeliğine Bir Adım Daha Yaklaştı

Avrupa Konseyi'nin Siyasi İşler ve Demokrasi Komitesi, 31 ülkenin...

Bosna Hersek Seçim Yasası Değişti

Bosna Hersek, Dayton Barış Anlaşması sonrasında kurulan karmaşık siyasi...

Dijital Araçların Göç Süreçlerindeki Rolü

Hazırlayan: Büşra KEŞLİ TOROSLU Özet Bu araştırma, dijital teknolojilerin göç ve...