Vişegrad Ülkeleri Gölgesinde Avrupa Birliği Ortak Kimliğinin Geleceği

ÖZET

Avrupa Birliği, tarihi boyunca, siyasi ve ekonomik politikalarında üye devletlerle işbirliğine girerek bir ortak kimlik oluşturmaya çalıştı. Bu kimliği, derinleştirme ve genişletme politikalarıyla etkin tutmaya devam etti. 2015 yılı sonrasında AB, bu ortak politikaları yürütmede etkinliğini kaybetmeye başladı. 2015 yılında yaşanılan göç krizi, Avrupa topraklarında başta yabancı düşmanlığı, İslamofobi, milliyetçilik olmak üzere pek çok duyguyu körükledi. Avrupa’da yükselen milliyetçi söylemlerin karşılık bulduğu Vişegrad ülkeleri, AB’nin göçmenler için getirdiği bütün zorunlu kotaları reddetti. Bu durum, AB’nin ortak politika yürütme ve ortak kimlik oluşturma ilkesinin keskinliğini köreltti. Buradan hareketle de, yeni tartışmalar ortaya çıktı. “Milliyetçiliğin sonu mu, değil mi?” tartışmaları devam ederken buna “Milliyetçilikler, AB’nin bütünlüğünü tehdit ediyor mu, etmiyor mu?” tartışması eklendi.

Anahtar Sözcükler: Avrupa Birliği, Ortak Kimlik, Vişegrad Grubu, Göç Krizi, Milliyetçilik

ABSTRACT

European Union has tried to create a common identity by aligning with member states for its political and economic policies historically. It continued to keep active this identity with its deepening and widening policies. After 2015, the EU started to lose its effectiveness in carrying out these common policies. The migration crisis which experienced in 2015 light the touchpaper of many emotions in the European territory, especially xenophobia, islamophobia, and nationalism. The Visegrad countries where the rising nationalist rhetoric in Europe arose, rejected all mandatory quotas imposed by the EU for immigrants. This situation blunted the sharpness of the EU’s principle that is about carrying out common policies and constitution of common identity. Based on these events, new discussions arose. While the debates on “Is it the end of nationalism or not?” were going on, the debate on “Do nationalism threaten the integrity of the EU, or not?” was added to this.

Keywords: European Union, Common Identity, Visegrad Group, Immıgration Crisis, Nationalism.

1. Giriş

Milliyetçilikler, bir insan topluluğunu belirli bir kimlik etrafında toplayarak yüceltir, onları biricik olduklarına inandırır. Her yeni olayla kimliğini inşa eder, bir disiplin edindirmeye çalışır. Davranışlarının doğruluğunu yanlışlığını, bir kolektif hafıza ile temellendirir. Buradan hareketle kahramanlarını ve düşmanlarını inşa eder. Bünyesindeki kahramanlarla ulusu birleştirir, düşmanlarıyla ulusları ayrıştırır. Yaratılan kolektif kimlikle “biz” olgusu oluşturulurken aynı zamanda öteki/ötekiler de oluşur. “Ötekiler hem içeride, hem dışarıdadır. Dışarıdakiler diğer milletler, içerdekiler ise kimi zaman farklı kültürel özelliklere sahip ‘azınlıklar’ ya da herhangi bir nedenle – kimi zaman yeterince ‘gelişememiş/aydınlanamamış’ olmalarından dolayı- milliyetçi projenin önünde engel oluşturanlardır” (Kerestecioğlu, 2018).

Milliyetçiliklerin ve millet olgusunun biraz olsun aşılmaya başlandığı dönem savaşlardan sonra olan dönemdir. Ekonomik ve siyasi ittifaklarla oluşan bu milliyetçilik aşılmaları, birkaç ulusu bir araya getirebilme şeklinde ortaya çıktı ve Avrupa Birliği (AB) gibi örgütlenmelerin kapısını araladı. Fakat bu birliğe üye devletler ulusalcılıktan kopamadı, kriz dönemlerinde yükselen sağ partiler aracılığıyla her fırsatta ulusal çıkar önde tutuldu. Mesela, Ortadoğu’da Arap milliyetçisi rejimlerin petrolü millileştirme istekleri üzerine 1973 yılında petrol krizi yaşandı. Dünya ekonomisi, 1973-74 yıllarında petrol fiyatlarının tek yönlü artmasıyla ağır bir durgunluk dönemine girdi. Tam da bu dönem, milliyetçi söylemler artış gösterdi. Yabancı düşmanlığı tavrını da Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla beraberinde getiren milliyetçilikler, buradan hareketle devletlerin iç ve dış güvenliği tehdit eden unsur haline geldi.

Elimizde ulusçuluğun aşılma tavrının en somut örneği AB’dir. AB’nin, varlığına ve yaratmaya çalıştığı ortak kimliğine şüphe duyulmaya başlanmıştır. Peki, gerçekten milliyetçilikler AB için bir tehdit unsuru oluşturuyor muydu? AB, bütünlüğünü tehdit eden unsurlarla özellikle derinleşme sürecinde karşılaştı. Bu görüşler özellikle 2008 Euro krizi, Avrupalı kimliği yaratılmaya çalışılması ve göçmen akınlarıyla pekişti. Birlik içerisindeki ekonomik, toplumsal ve siyasi sorunlar, vatandaşların aşırı sağ partilere yönelmesine sebep oldu. Aşırı sağ partiler; milliyetçiliklere ve ulusal çıkarlara yaptıkları vurgularla, siyasi politikalarla ve nefret söylemleri oluşturan retorikleri ile göçmenler başta olmak üzere, ulusları kendilerine yabancılaştırdılar. Ötekileştirilen göçmenler düşman olarak algılandı, kendi öz kimlikleri için tehdit unsuru olarak görüldü. Bu sırada, AB’nin göçmenlerin alımı için gönüllülük ilkesinden zorunlu kota sistemine geçmesi üzerine, aşırı sağ partiler çok kültürlülüğe olan düşmanlıkları ile açık bir şekilde AB’ye karşı tutumlarını dile getirmeye başladılar ve zorunlu kota sistemini reddettiler. Buradan hareketle bu çalışma, günümüzde milliyetçiliğin, ulus çıkarların öneminin AB ortak kimliği oluşturulması ile rafa kaldırılmaya başlandığı görüşüne karşı, bu olguların sönümlenmediğini politikalar üzerinden analiz etmeye çalışacaktır. Çalışmanın ilk bölümünde, AB’nin kimlik oluşturma sürecine değinilerek bu sürecin beraberinde getirdiği birlik şüpheciliğinin oluşumuna ve şüpheciliği destekleyen aşırı sağ partilerin tutumlarına ve milliyetçiliğin AB kimliğinde nasıl ayrıştırıcı bir unsur olduğuna değinilecektir. İkinci bölümde ise, AB kimliği oluşumuna gölge düşüren olaylardan biri olan göç krizi, Visegrad ülkelerindeki politikacıların söylemleri ve vatandaşların tavırları üzerinden ele alınacak ve milliyetçiliğin halleri ortaya konulacaktır.

2. Avrupa Birliği’ne Milliyetçilik Üzerinden Bir Bakış

2.1. “Çeşitlilik İçinde Birlik” mi? Yoksa Birlik İçinde Teklik mi?

“In varietate concordia” (Çeşitlilikte Birlik) 

-AB Sloganı

Avrupa yüzyıllardır kanlı savaşların merkezlerinden biri oldu. 1870-1945 yılları arasında Fransa ve Almanya arasındaki savaşlar ve dünya savaşlarının yıkıcı etkisiyle Avrupalı devlet insanları ve düşünürleri kalıcı barışın sağlanabilmesi -özellikle Fransa ve Almanya arasında- yolunun ülkelerin ekonomik ve siyasi birleşmesiyle gerçekleşebileceğini savundular (T.C. Avrupa Birliği Başkanlığı, 2020). Bu düşünceden hareketle 6 kurucu üye ülkeyle (Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda) Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1951 tarihli Schuman Deklarasyonu ile kuruldu. Bu ekonomik birliktelik 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu kurularak devam ettirildi. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Avrupa’daki siyasi yapılar değişti ve üye devletler birlikteliklerini güçlendirme kararıyla Maastricht Antlaşması’nı 1993 yılında kabul ettiler. Böylece Avrupa Topluluğu’nun adı Avrupa Birliği olarak değiştirildi (T.C. Avrupa Birliği Başkanlığı, 2020).

Avrupa devletlerinin ekonomik ve siyasi birliktelikleri ile başlayan bu süreç gittikçe derinleşti ve genişledi. Genişleme, yeni üye ülkelerle yapılan anlaşmalar sonucunda birliğin hem nüfus hem de coğrafi sınır olarak kapasitesini arttırması şeklinde gerçekleşti. AB, 2020 yılı itibariyle 27 üye ülkeyle ekonomik ve siyasi birliktelik içerisindedir. AB çok uluslu ve çok kültürlü bir yapıya sahiptir. Bu durumu göz önüne alırsak birliğin tek bir çatı altında tutulması için yeni düzenlemelere ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Bu doğrultuda AB’nin derinleşme süreci de artış göstermektedir. Avrupa Birliği’nde derinleşme kavramı, Birliğin kurulduğu tarihten itibaren yetki ve faaliyet alanlarında meydana gelen artış ile kurumsal yapı içinde meydana gelen reform ve değişiklikleri ifade etmek üzere kullanılır.” (T.C. Avrupa Birliği Başkanlığı). AB derinleşme sürecinde üye devletlerle birçok antlaşma imzaladı. Maastricht, Nice, Amsterdam Antlaşmaları ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile güvenlik ve barışı korumanın yanında ‘kimlik’ vurgusu çabaları da gözlenmektedir. Oluşturulmak istenen kimlik 2004 yılında AB Anayasası Antlaşması’yla gündeme geldi. Fakat anayasa hayata geçirilemedi. Bunun sonucu olarak da üye ülkelerle Lizbon Antlaşması imzalandı. Bu kimlik olgusundan hareketle AB, ‘vatandaşlar birliği’ olmak için çalışmalar yürütürken, karşılaştığı temel sorunlardan birisini ‘Avrupalı kimliği’ oluşturmaktadır.

Antlaşmada, Avrupa Birliği’nin hedefleri arasında ‘Bir birlik vatandaşlığı kurmak suretiyle üye devlet vatandaşlarının hak ve menfaatlerinin korunmasını arttırmak’ ifadesi yer almıştır.” (Yekeler, 2016). “Vatandaşlar birliği” kavramının gelişiminde hukuki ve siyasi süreçler yaşandı. Bu süreçler Maastricht Antlaşması’ndan önce kurucu metinlerde yer aldı fakat bu kavrama bir statü kazandırmak için bazı hükümler öngörüldü. Avrupa Birliği’nin üye ülkeleri arasında daha sıkı bir birlik oluşturmanın aracı olarak görülen vatandaşlar birliği, Maastricht Antlaşması sonrasında da geliştirilmeye çalışıldı. Üye ülkelerin AB çatısı altında etkin bir siyasi bütünleşme gerçekleştirebilmesi için kendilerini Avrupalı hissetmeleri gerekli görüldü. Bu doğrultuda anayasa fikri ortaya atıldı ve yeni çalışmalar başlatıldı. Burada vurgulanan anayasanın sadece hükümler arası ilişkileri düzenlemekle kalmayıp ortak bir kimliği de yansıtacak şekilde oluşturulmak istenmesidir. Avrupa Anayasa Antlaşması, 2004 yılında Roma’da imzalandı ve 2005 yılında da Avrupa Parlamentosu tarafından onaylandı. Fakat Fransa ve Hollanda’nın referandumundan hayır cevabının çıkması üzerine Anayasa kabul edilmedi. Fransa ve Hollanda sandıklarından çıkan hayır oyundan her üye devletin farklı fikirlerde olduğunu çıkarabiliriz. Hollanda hükümeti, “AB’ye adalet ve içişleri alanında daha fazla yetki” tanınmasına karşı çıktı ve “bir devletin sembolü olduğu gerekçesiyle milli marş ve bayrağın da metin içerisinden çıkarılmasını savundu” (Riegert, 2007). “Fransa ise metinde sadece temel hakların dile getirildiği “basitleştirilmiş bir sözleşmeye”ye dönüştürülmesini talep etti” (Riegert, 2007).

Anayasa Antlaşması’yla ulus devletin etkinliğinin azaltılarak siyasi bütünleşmenin Avrupalı kimliği ile tamamlanması ön görüldü. Maastricht Antlaşması ile birlik vatandaşlığı üye ülkelerle sınırlandırıldı ve öngörülen haklarda yalnızca üye ülkenin vatandaşlarına yönelikti. Bu sebeple, üye ülkelerde ikamet eden üçüncü ülke vatandaşları bu hakların dışında tutuldu. Burada da üye ülke vatandaşı olmayan kişilerin ötekileştirilmesi söz konusudur. Oluşturulmak istenen Avrupalı kimliğinin temel çekirdeklerini coğrafi unsur ve din oluşturmaktadır. Coğrafi unsurdan kastedilen günümüzde Avrupa toprakları olarak bahsedilen sınırlardır. Birliğin inşa ettiği kimlik algısının diğer bir unsuru olan din, üye ülkelerin Hıristiyan olmasıyla bütünleştirilmiştir. Polonya hükümetinin her ne kadar başarısızlıkla sonuçlansa da anayasa yapım aşamasındaki itirazı “Anayasa metninde Hıristiyanlığa ilişkin ifadelere yer verilmesi” (Bayır, 2014) şeklindeydi. Kaçinski daha sonra da AB’nin yeni anayasası sayılan Lizbon Antlaşması’na da itiraz ederek antlaşmayı “anlamsız bulduğunu” dile getirdi (DW, 2008).

 Avrupa Birliği oluşturmak istediği kimlik inşasıyla üye devletlerin birçok eleştirisiyle karşılaştı. Bu eleştiriler ilk önce Margaret Thatcher’ın Euroscepticism (Avrupa şüpheciliği) ifadesini Birlik entegrasyonuna güvensizliği ve şüpheciliği içeren bir anlam olarak kullanmasıyla başladı. Yaşanan ekonomik sorunlar şüpheciliğin ilk nedenlerinden biridir. 2007 yılında yaşanan Euro krizi, ortak para birimine ve AB Merkez Bankası’na duyulan güvensizlik ve kuzey-güney ülkeleri arasındaki gelişmişlik seviyelerindeki farklılık şüpheciliğin güçlenmesine katkı sağladı. AB kuruluşunu incelediğimizde ilk olarak ekonomik entegrasyonun sağlanmasının amaçlandığını görürüz. Daha sonra bu durum sosyal ve siyasi bir birliktelik haline dönüştü. Bu dönüşüm şüpheciliğin sosyal ve siyasi alana da kaymasına sebep oldu. Maastricht Antlaşması sonrası geliştirilen politikaların ulusal çıkarlara zarar vereceği düşüncesi gündeme gelmeye başladı. Bu düşünceyi oluşturan aktörler; siyasi partiler ve siyasi liderlerdir. Bu aktörler milliyetçi tutumlarıyla ön plana çıkan aşırı sağ ve muhafazakâr partilerde kendilerini göstermektedir. Aşırı sağ partilerin ortak özellikleri arasında milliyetçilik vurgusu, ırkçı söylemler ve ötekileştirilmiş yabancı düşmanlığı yer almaktadır.

2.2. Aşırı Sağ Partilerin Yükselmesinin Nedenleri ve Seçim Sonuçlarına Etkisi

Tarihsel olarak sağ partilerin gelişimlerine baktığımızda 1945-1950 yılları arasında sosyo-ekonomik eşitsizlikten beslendiklerini görmekteyiz (Çolakoğlu, Temmuz 2019). Almanya’da Sosyalist Reich Partisi ve İtalya’daki İtalyan Sosyal Hareketi bu dönemdeki sağ partilere örnek olarak gösterilebilir. İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle bu partiler etkinliğini kaybetti. 1970’lerde başlayan ve devam eden ekonomik krizler sonrası Alman Milliyetçi Partisi, Ulusal Cephe Partisi ve Özgürlük Partisi dikkat çekmeye başladı. Günümüzde ise Avrupa’daki aşırı sağ partiler giderek ivme kazanmaya başladı. Avrupalılar yaşadıkları ekonomik ve siyasi krizlerin sebepleri olarak göçmenleri ve yabancıları görmeye başladı. Özellikle Arap Baharı ile birlikte Avrupa devletleri kendilerini göç dalgasından korumak için sert söylemlere başvurdu. Bu söylemler Suriye İç Savaşı’nın da etkisiyle Avrupa’nın kapılarını zorlayan göçmenlere karşı sert davranışlara dönüştü. 11 Eylül sonrası İslami kimliğe sahip ülkeler ötekileştirilerek uluslararası sistemde İslam karşıtlığı inşa edildi. 14 Temmuz 2016 Fransa’da ve 19 Aralık 2016 Almanya’da ve birçok Avrupa ülkesinde yaşanan terör saldırıları bu durumu pekiştirdi. Aşırı sağ partilerin yabancı karşıtlığı ve milliyetçi tutumları halk tarafından da destek görmekte ve oy oranlarını artırarak ulusal parlamentolarda, Avrupa Parlamentosu’nda daha fazla sandalye kazanmakta ve hatta koalisyon hükümeti kurmaktadırlar. İtalya’nın Basilicata bölgesindeki yerel parlamento seçimlerinde yaklaşık %42’lik oyla sağ partilerin ittifakı 24 yıldır bölgeyi yöneten sol partiyi geride bırakarak seçimleri kazandı (Sputnik, 2019). 2007 yılında ABD’de başlayan ekonomik kriz 2008 yılında Avrupa’ya ulaştı. Kriz yüzünden AB’nin uyguladığı kemer sıkma politikaları vatandaşlar arasında memnuniyetsizliği arttırdı ve 11 Eylül sonrası artan İslamofobi ile aşırı sağ partilerin önem kazanmasını sağladı. 2014 seçimleri tam da bu krizlerin yaşandığı dönemde gerçekleşti. Bunlara ek olarak, 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve dalgalar halinde diğer Arap ülkelerini etkileyen siyasi kriz sonucunda ortaya çıkan göç problemi aşırı sağ partilerin oy oranlarını olumlu yönde etkiledi. Son 40 yılın en düşük katılımıyla gerçekleşen 2014 AP seçimlerinde Hıristiyan Demokratların oyları aşırı sağcılara kaydı (Akşemsettinoğlu, Haziran 2020).

2019 AP seçim sonuçlarını incelediğimizde ise aşırı sağcı ve milliyetçi kesimlerin grubu olan Kimlik ve Demokrasi (ID) grubu, -eski adıyla Uluslar ve Özgürlükler Avrupası- 751 sandalyeden 73’ünü kazandı (Tablo 1). Sandalye sayısı Brexit sonrası 705’e düştü. Bu durum ID grubunun 2 fazla sandalye daha kazanmasını sağladı (European Union, 2019). Ulusal sonuçlara baktığımızda da İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya’da yabancı düşmanlığının aşırı sağ partilerin oylarının artması ile sonuçlandığını görmekteyiz. Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Cephe Partisi, Macron’un Cumhuriyetçi Yürüyüş Hareketi Partisi’ni geride bırakarak %23,34 oyla AP’de 22 sandalye kazandı (European Union, 2019).

Tablo 1. AP Seçim Sonuçları ve Siyasi Partiler

 

 

Avrupa Birliği 2014-2019

Seçimleri

Oy Oranları (%)

Koltuk Sayıları

Avrupa Birliği 2019-2024

Seçimleri

Oy Oranları (%)

Koltuk Sayıları

 

Avrupa Halk Partisi (EPP)

29.43

221

Avrupa Halk Partisi (EPP)

24.23

182

 

Sosyalistlerin ve Demokratlar İleri İttifakı (S&D)

25.43

191

Sosyalistlerin ve Demokratların İleri İttifakı (S&D)

20.51

154

 

Avrupa Muhafazakârlar ve Reformistler (ECR)

9.32

70

Avrupa Muhafazakârlar ve Reformistler (ECR)

8.26

62

 

Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE)

8.32

67

Kimlik ve Demokrasi (ID)

9.72

73

 

Avrupa Birleşik Solu/Nordik Solu (NGL/GUE)

6.92

52

Avrupa Birleşik Solu/ Nordik Solu (GUE/NGL)

5.46

41

 

Yeşiller ve Avrupa Özgürlük İttifakı (Greens/EFA)

6.66

50

Yeşiller ve Avrupa Özgür İttifakı (Greens/EFA)

9.85

74

 

Avrupa Özgürlük ve Doğrudan Demokrası Grubu (EFDD)

6.39

48

Avrupa’yı Yenile (Renew Europe)

14.38

108

 

Bağımsızlar (NI)

6.92

52

Bağımsızlar (NI)

7.59

57

 

İtalya’da ise göçmen karşıtlığı söylemleriyle dikkat çeken Lig Partisi %34,26 oy oranıyla birinci parti olurken, kendisini düzen karşıtı bir parti olarak tanımlayan Beş Yıldız Partisi %17,06 oy oranıyla üçüncü sırada yer aldı (European Union, 2019).

Söz konusu Avrupa Parlamentosunda bulunan siyasi parti grupları, üye ülke vatandaşlarının doğrudan seçimleriyle belirlenmektedir. Tablo 1’den ve yukarıda örneklendirdiğimiz ulusal seçim sonuçlarından da anlaşılacağı üzere hem ulusal hem de AP özelinde aşırı sağcı partilerin oy oranlarında ciddi artış görülmektedir. Bu artışa sebep olan farklı faktörler olsa da sonuçlar aslında hep aynı: Avrupa Birliği entegrasyonu bu durumdan nasıl etkilenecektir? AB entegrasyonunu derinleştirmeye yönelik atılan vatandaşlar birliği adımıyla kimlik oluşturma süreci başlatıldı. Fakat bu kimliği benimseyen gruplar için ötekileştirici bir durum söz konusudur. (Tablo 2). Bu ülkeleri öteki olarak nitelememizin sebebi AB kimliğine karşı çıkmalarıdır. Aynı zamanda bu ülkeler göçmen karşıtlığıyla kendi milli kimliklerini ön plana çıkarmaya başladılar. Bu tutum en çok Vişegrad ülkeleri arasında desteklendi. Kısaca bu ülkelerin seçim sonuçlarına değinecek olursak:

Tablo 2. AB’ye Karşı Akla Gelen Düşünceler

 

V4 Ülkeleri

Şüphe

Umut

Macaristan

29

23

Polonya

30

30

Slovakya

34

26

Çek Cumhuriyeti

51

19

Avrupa Birliği

33

28

Macaristan’ın 2018 seçimlerinde göçmen ve çok kültürlülüğe karşı tutumlarıyla öne çıkan Victor Orban’ın partisi olan FİDESZ, %48,85 oyla seçimleri kazandı (Fondation Robert Schuman, 2018). Macaristan’ın aşırı sağ partisi olan Jobbik, küreselleşme ve göç karşıtı görüşleriyle FİDESZ partisi ile benzer söylemler içerisindedir. Ayrıca iki parti de göçmenler konusuna kültür, güvenlik ve ekonomi açısından olumsuz görüş içerisindedir. Çek Cumhuriyeti’nde göçmen karşıtı yaklaşımıyla 2019 seçimlerinde Andrej Babiş’in ANO partisi %21,18 ile en çok oyu alan parti olurken (European Union, 2019) Slovakya’da milliyetçi ve göçmen karşıtı söylemleri ile tanınan SMER partisi %15,72 ile en çok oyu alan ikinci parti oldu (European Union, 2019). Polonya’da ise mülteci karşıtı tutumlarıyla bilinen Kaçinski liderliğinde Adalet ve Hukuk Partisi (PİS) 2019 seçimlerinde %45,38 oyla birinci parti oldu (European Union, 2019). Kaçinski seçim kampanyasında: “Yunan adalarına kolera, Viyana’ya da dizanteri ve benzeri parazitleri” (Kayaoğlu, 2015) söylemlerinde bulundu.

Dikkat edilirse son verdiğimiz örnekler Vişegrad ülkelerine aittir. V4 ülkeleri arasındaki benzer tutumun sebebi AB’nin uyguladığı zorunlu kota sistemidir. Her ülke kendi milli kimliklerini savunarak AB’nin göç politikasına karşı çıktılar. Kaçinski Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesine verdiği röportajda “AB, iki ciddi hata dışında genel olarak başarılıydı: 2007’de AB’nin gücünü önemli ölçüde arttıran Lizbon Antlaşması ve mülteci krizi” olduğunu belirtti (DW, 2017). Bu sebeple oluşturulmak istenen vatandaşlar birliğine karşı çıktılar çünkü önemli olan kendi milli kimlikleridir. Kaçinski yine aynı gazeteye verdiği demeçte “ulus devletleri güçlendirmeliyiz ve Birliğin yargı yetkisini azaltmalıyız” dedi (DW,2017). Bu grup özellikle Almanya’nın savunduğu zorunlu kota uygulamasına karşı çıktılar. Macaristan Başbakanı Victor Orban Angela Merkel’in bu tutumunu sürekli eleştirdi ve bu durumun ülkesinin “egemenliğini ve kültürünü” tehdit edeceğini savundu (DW, Hungary election: Viktor Orban claims landslide victory, 2018).

V4 ülkelerinin bu karşı çıkışı AB şüpheciliğini de besledi. Göç/göçmen karşıtlığının oluşturduğu birleştiricilik AB bütünleşmesini nasıl etkilediğine sonucuna varmadan önce V4 ülkelerindeki milliyetçi söylemlerle göç/göçmen karşıtlığının incelenmesi uygun gördük.

3. Visegrad Ülkelerinde Göç Krizi

Vişegrad ülkeleri, tarihi boyunca iki emperyal mücadeleci aktör olan Sovyetler Birliği ve Almanya arasında kaldı, komünist rejimlerin yıkılmasından sonra da bölge sorunlarını önceleyen bir bölgesel ortaklık kurdular. Siyasi politikalarında paralellik gösteren bu bölgesel birlik; 1991 yılında kurulmuş olup, 1993 yılında Çekoslovakya’nın bölünmesiyle bünyesinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya’yı barındıran bir yapıya bürünmüştür. “Üyeleri arasında siyasal ve kültürel ilişkiler geliştirilmesi için kurulan Visegrad Grubu’nun ilk yıllardaki en önemli amacı üye ülkelerin Avrupa Birliği ve NATO ile bütünleşme sürecinde politikalarını düzenlemekti.” (Faruk Sönmezoğlu, 2014) 2004 yılında “demokratikleşme dönemi ve kendi ekonomilerini dünyaya açmaları girişimini takiben birliğe katılmayı başardılar” (Tabosa, 2018). Dolayısıyla 2004’te bu öncelikli amaçlarını gerçekleştirdiler fakat birliği sonlandırmadılar. AB’ye girerek güçlenen bu ülke birliği, ekonomik ve siyasi kararlarında işbirliğine yönelmeye devam etti.

2015’te vuku bulan göç akınlarıyla ilgili kararlar, birliğin AB’ye karşı tavır almasına sebep oldu. Fakat, bu tavır alış göç sürecinin başında oluşmadı. Sürecin oluşumu, AB Konseyi’nin 19 ve 20 Mart 2015’teki kararında, Akdeniz’de ölen göçmenlere duyduğu üzüntüyü belirtmesi ile başladı (AB Konseyi, 2015). AB Konseyi, durumu trajik olarak nitelendirdi ve göçü uygun şekilde yürütmenin AB’yi ilgilendirdiği belirtildi (AB Konseyi, 2015). Avrupa Birliği’nin ilk tepkisi çok temkinliydi: sorun, “Menşe -olayın doğduğu- ülkelerle iş birliğine ilaveten, üye devletlerin birliğinin gönüllülüğüne ve isteğine dayanan yeniden yerleştirme programları ile halledilecek.” (Bauerová, 2018). Vişegrad ülkeleri bu tepkiden sonra göçmenler için başsağlığı dilemekle yetindi. Fakat daha sonraları AB’nin göçmenler üzerinde gönüllülük esasına göre değil, zorunluluk esasına göre karar alması tepkilere sebep oldu. AB’nin eşit dağıtım yöntemini belirlemesi üzerine gelen tepkiler, AB ortak kimliğinin varlığının sorgulanmasına neden oldu. Oluşan Göç Krizi, bu dönem Vişegrad ülkeleri arasındaki birlik fikrini daha da pekiştirdi. Hem geçmişleri hem de şimdileri bu ülkeleri ortak bir politika uygulamaya yönlendirdi. Kültürel benzerlik ve coğrafi yakınlık, iş birliğini sağlam bir şekilde temellendirdi. “V4 yapısı, AB Göç Politikasına karşı ortak bir amaç belirlemeyi kolaylaştırdı” (Bauerová, 2018). Vişegrad ülkeleri, AB’nin göç sorununa karşı bir birlik bünyesinde karar almalarını eleştiriyorlar ve “problemlerin çözümünün üye ülkelerin kendilerine bırakılması gerektiğini iddia ediyorlardı.” (Ivanova, 2016). Mülteci meselesini bir ortak sorun olarak görmeyi kabul etmediler, bunun en açık yansımasını Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın bir söyleminde görebiliriz: “Mülteci meselesi bir Avrupa meselesi değil, Almanya meselesidir” (Aktaran: Hekimler, 2018). Vişegrad ülkelerinin bu tip tavır takınmalarının altında yabancı karşıtlığı ve islamofobi gibi sebepler de vardır. Avrupa’nın batısı, tarihi boyunca çok kültürlü ve her kesimden insan barındırma fırsatı yakalayabildi fakat doğusu, bu tip bir çeşitliliği yaşamadı. Bu ülkelerin büyük oranda homojen bir nüfusa sahip olmaları, uzun yıllar içine kapalı yaşamaları, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin göçmen tecrübesine sahip olmayışı ve çok kültürlülüğe olan yabancılıkları göçmenlere yönelik önyargılar ve ayrılıkçı tepkilerin temelini oluşturmaktadır. (Aktaran: Hekimler, 2018.) Popülist ve sağ partilerin giderek yükselmesi, göç krizine olan yabancı karşıtı tavrı gözle görülür bir şekilde arttı. Çalışmanın bu bölümü, Vişegrad ülkelerinin göçmen krizi sürecindeki tavırlarını; bu ülkelerdeki iktidar söylemleri ve halkların siyasal yönelimleri ile açıklamaya çalışacaktır.

3.1. İktidar ve Politikacıların Söylemleri Üzerinden Göç Krizi

Slovakya

Slovakya, AB’nin diğer ülkeleri kadar gelişmediği için göçmen barındırma koşulları bakımından AB standartlarının çok altında bir seviyededir. Bu acı gerçeği, 2015 yılında İçişleri Bakanı olan Robert Kaliňák’ın yerleştirildikleri yerlerden memnun olmayan Suriyeli mültecilerin eleştirilerine karşı “Sheraton Arabella Oteli’nde değilsiniz” şeklindeki kaba hatırlatmasıyla gözler önüne serdi (Stepper, 2016). Bu durumun kendisine çok yüksek maliyete sebep olacağını bahane ederek belirlenen kotalardan kaçınılmaya çalışıldı. Fakat hükümetin söylemlerinde olayın aslında başka bir çerçeveden alındığını ve göçmenlere korkuyla yaklaşıldığını görüyoruz. Öncelikle, Başbakan Robert Fico’nun geliştirdiği önerilerde bu tavrı görebiliyoruz. Robert Fico, “mültecilerin geri gönderilmesinin, toplum refahı ve ekonomi için daha iyi bir çözüm olacağını düşünüyor ve geçiş bariyerleri (barriers to navigate) inşa edilmesinin gerekliliğini belirtiyor.” (Aktaran: Stepper, 2016). Göçmenleri, “parazit” olarak görme, sadece Slovak hükümetinin politik ve sosyal söylemine özgü değildir. “Müslüman teröristlerin kamplarda gizlenmesi de, toplum genelinde bir tartışmaya yol açtı.” (Stepper, 2016) İlk zamanlarda asıl korkularını gizleyip, göçmenlerin ülkelerine gelmesini ekonomik koşullarının yetersizliğini bahane ederek engellemeye çalışan Slovak politikacılar; sonraları korkularını alenen dile getirmekte hiçbir sakınca görmediler. Bunun en net örneğini, Slovakya İçişleri Bakanı Ivan Netik’in şu konuşmasında görürüz: “Slovakya sadece gelenlerden Hıristiyan olanları kabul edecek… Müslümanlar Slovakya’ya gelmemeli çünkü ülkenin çoğunluklu Hıristiyan toplumuna entegre olamayacaklar.” (BBC News, 2015) İslamofobi olarak adlandırılan Müslümanlara karşı olan bu korku, 2015 sonrası göç krizinin doğurduğu bir olgu değildir. Göç krizi ile bu tepki pekişti. Hıristiyanlığın özünün bozulacağının ve kendi toplumsal yaşayışlarının değişebileceğinin tereddüdü, Slovakları Visegrad grubu ile göçmen karşıtı bir tavır almasına neden oluyor ve AB ortak kararlarına karşı gelmeyi kolaylaştırıyor, AB ortak kimliğini tehdit ediyordu. Burada da görülüyor ki, ulus fikri aşılamadı hatta aşılması gereken bir durum olarak hiçbir zaman görülmedi. Günü kurtarma amaçlı girdikleri AB’ye yıllar sonra başka bir birlikle karşı gelebildiler. Fakat AB’ye karşı Vişegrad ülkeleri her zaman bu tarz bir tavır takınmadı. Kendi özleriyle AB kimliğini bir tutmaya çalışmışlar ve aslında bu zorunlu kota politikalarıyla AB’nin de kimliğinin bozulduğunu düşünmüşlerdir.

Polonya

Polonya, iltica uygulamalarını göç krizi ile başlatmadı. Bu uygulamalara, 1992’de taraf olduğu Cenova Sözleşmesi ile başladı (Stepper, 2016). Sorunların ya da göçün başlangıcını 2015 yılı olarak almamak, bizi bir soruya götürür: 2015’te neden kriz olarak dile getirilir oldu ve daha somut tepkiler verilmeye başlandı? Bu sorunun cevabını söylemsel analiz yoluyla siyasetçilerin söylemlerinden çıkarmaya çalışacağız fakat burada çokça etkili bir ölçüt “yığın olarak gelme” olabilir. “Polonya başlarda sistem lehine 7000 göçmene ev sahipliği yapmayı kabul etti. Fakat sonra yeni ulusal seçimlerle, AB’nin teklif ettiği önlemlere karşı V4 grubuna bağlı yeni bir hükümet oluşturuldu” (Tabosa, 2018). Bu seçimin sonuçları Polonya halkının göçmenlere tavrı hakkında fikir veriyordu. Halk da durumdan memnun değildi.

Polonya’da tereddüdün yansımalarını politikacıların söylemlerinden ele alacak olursak, Jarosław Kaczyński’ den bahsetmemiz gerekecektir. Eski Başbakan olan Kaczyński’nin, “Durumun, çok tehlikeli ve uzun süre Avrupa’da görülmemiş hastalıklar doğurma riski var: Yunan adalarında kolera, Viyana’da dizanteri… O insanların bünyelerinde tehlike barındırmayan fakat buraya geldiklerinde tehlikeli olabilecek parazitler var.” (Cienski, 2015) diyerek Polonya’yı hatta genel olarak bu insanların bölgeden uzak tutulmasının gerekliliğini sağlık koşulları üzerinden belirtti. 

Polonya’nın göç krizi üzerine attığı bir diğer adım da, göçmenleri kategorilendirmek oldu. “Hakiki mülteci” ve “ekonomik göçmen” ayrımı yapıldı. Aslında bu ayrıma ulaşma çabası, sürekli birilerini eleme isteğinden doğuyordu. İspanya da bu tavrı sergileyerek, barındırdığı “ekonomik göçmenleri” sınır dışı etmeye çalıştı. Dönemin Polonya European People’s Partisi’nden Rafał Trzaskowski, İspanya’yı örnek alarak “Geri göndermeye tabi tutulacak insanlar için bir güvenli ülkeler listesi oluşturmalıyız, sonra mültecilere odaklanabiliriz. Bence, bu sınırlarımızdaki baskıyı hafifletir.” diye belirtmiştir. (Cienski, Politico, 2015) Burada kendi toplumsal bütünlüğünü korumak isteyen Polonya’nın topu başka ülkelere atma hedefinde olduğunu görüyoruz.

Çekya

Çekya’nın iltica üzerine tavrı 2004’ten sonra keskin bir şekilde değişti. AB’nin göçmen kotalarına karşı gelmeye başladı. Önemli bir politikacı olan Bohuslav Sobotka, 22 Eylül 2015’teki konuşmasında, AB bütünlüğünü ne kadar öncelik haline getirmediğini açıkça belirtiyordu: “Çek Cumhuriyeti, sığınmacıların AB üyeleri arasında yeniden dağıtımını amaçlayan zorunlu kota sistemini reddetmekte ısrarcı bir pozisyondadır… Biz, sığınmacıların dağıtımı üzerine herhangi bir daimi mekanizmanın lanse edilmesi teşebbüsüne daima karşı çıkacağız… Aynı şekilde, herhangi bir geçici mekanizmadaki kota sistemini de reddederiz.” (Lopatka & Muller, 2015).

Çekya Başkanı Miloš Zeman ise göç meselesini tepkiyle karşılayan politikacılardan biri. 26 Aralık 2015 tarihinde yaptığı bir konuşmada, “organize olmuş bir istila ile yüzleştiğimize derinden inanıyorum, bu doğal ve kendiliğinden oluşmuş bir mülteci hareketi değil.” (DW, 2015) diyerek göçmenleri sınır dışı etmenin kapısını araladı. Sınır koruma politikaları, diğer politikacılar tarafından insafsızca görünse de tüm bu eleştirilere karşı söylemi eleştirilerin gelip geçici bir durumdan ibaret olduğunu belirtiyordu: “Bazıları beni nefret, korku ve panik yaymayla suçluyor. Bu politikacılar bana, ufukta küçük bir dalga varken Tayland sahillerinde deniz banyosu yapan Çek turistleri hatırlatıyor. Aslında bu bir tsunamiydi.” (Aktaran: Stepper, 2016)

Macaristan

Göçmenler için Macaristan; “sadece bir geçiş ülkesi değil, aynı zamanda mülteciler için bir varış noktasıydı.” (Stepper, 2016) Bu durum, Macaristan’ı daha net çözümler alma yoluna itti. Macaristan Başbakanı Victor Orbán, “Macaristan 2015 yılında göçmenlerin baskısı altındaydı. Günde binlerce kişi yasa dışı yollardan sınırı geçti. Göç ve göçmenler Avrupa’ya karışıklık, kaos, suç, terör eylemleri ve korku getirdi” (Sputnik News, 2016) söylemiyle genel olarak Avrupa korkusundan bahsetmesi dikkat çekiciydi. Buradan Macaristan’ın sadece sınırlarını değil aynı zamanda AB bünyesini korumaya çalıştığını da görüyoruz. Almanya’nın göçmen krizine dair kararlarını her defasında AB bünyesine hakaret olarak algıladılar. ”Tüm bunlar olurken Avrupa korumasız ve zayıf. Açık bir şekilde görülüyor ki Brüksel’in göçmen krizini çözüm politikası iflas etmiş durumda. Brüksel hâlâ yasa dışı göçmenlerin Avrupa Birliği topraklarına girişlerine izin vermeye hatta onları taşımaya çalışıyor. Sonra da bunları zorunlu bir şekilde dağıtmak istiyor. Bu Brüksel’in göçmen krizini çözüm politikası. Bu planı Macar hükümeti kabul etmiyor ve uygulanmasına da karşı çıkıyor.” (Sputnik News, 2016) diye ekleyen Orbán, AB’ye karşı cephe aldı. Diğer Vişegrad ülkeleri gibi Macaristan da askeri önlem almanın gerekliliği üzerine durdu, sınırdaki tel örgüleri sağlamlaştırmakla yetinmedi ve yeni tel örgülerinin ihtiyacını belirtti. (Sputnik News, 2016)

3.2. Vatandaşların İstemleri Üzerinden Göç Krizi

V4 grubu ülkelerinin vatandaşları, politikacıları kadar keskin karşıtlığa sahip olmadı. “Var olan kanılardan biri bu ülkelerin yalnızca birer transit bölge oldukları ve esasında hiçbir göçmen ve sığınmacının uzun vadede de AB’nin ‘Yoksul Doğusunda’ kalmak niyetinde olmadığıdır.” (Aktaran: Hekimler, 2018). Bu niyetten hareketle göçmenlere köstek değil, destek olmaya meyilli kamuoyu bazen hükümeti bile karşısına alacak eylemler yaptı. Eylemlerin en bilinen örneklerinden biri, “Slovakya’da yetmiş bir göçmenin, bir kamyon içinde ölü bulunması üzerine, sayısı 11.000 kişiyi bulan grup bir araya gelerek ‘Göçmen meselesi artık soyut politik bir mesele değildir. Bu trajedi kapımızın önünde gerçekleşmektedir ve buna seyirci kalmak mümkün değildir.’ sloganıyla hükümete insani yardım ve destek çağrısında bulunmuşlardır” (Hekimler, 2018).

Çoğu çalışmada AB’ye üye devletlerdeki göçmen karşıtı söylemler, sağ partilerin yükselişi üzerinden ele alınır ve kamuoyunun, iktidar söylemleri ile birebir örtüşen bir tavrı olduğu zannedilir. Fakat hem daha önce bahsettiğimiz eylemler hem de bazı istatistikler göz önüne alındığında bu tavrın birebir örtüştüğü şeklindeki yorum, muğlak kalıyor. Bu istatistikleri ele alacak olursak, AB’nin yaptığı bir ankette, “kendinizi mültecilerle sosyal ilişkiye girme durumunda nasıl hissederdiniz?” sorusuna en fazla “rahatsızlık duyarım” cevabını veren ülkeler arasında V4 grubu vardır. (Çekya %64, Macaristan %73) ( European Union, 2018) Fakat, “Prag merkezli ‘Göçmenlere Destek Örgütü (Organizace pro pomoc uprchlıkum)’ tarafından yapılan bir araştırma, Çek yurttaşların %99’unun o güne dek hiç göçmen/mülteci görmediklerini ancak buna rağmen toplumun %81’inin göçmen karşıtı olduğunu ortaya koymuştur.” (Hekimler, 2018). Burada, “bu göçmen karşıtı tutumu tetikleyen olgulardan biri, çok kere politik sığınmacı ile yasadışı göçmen ayrımının, İslam ile İslamcılık, radikal İslamcı hareketlerle Müslümanlar arası farkın görünmezden gelinmesidir.” (Aktaran: Hekimler, 2018) Bu ayrımları gözetemeyen AB’ye bağlı devletlerin vatandaşları şüphesiz bir yanılma içerisindedir. Terörizme, yasadışı faaliyetlere karşı tutumların çokça benimsendiği bu coğrafya, iktidar yönlendirmeleri ve radikal İslamcı hareketlerin saldırılarıyla göçmenlere karşı da aynı tavrı almalarına neden oldu. İktidar yönlendirmeleri önemsenmesi gereken bir durumdur, halk göçmenlere yönelik farklı bir tutum izlese de iktidarın söylemlerini ulusal çıkara, dine bağlaması sonucu halk yine iktidardan taraf olabilir. Buradaki muğlaklığın çözülememesinin sebebi budur. Anketlerde sorulan sorular, yapılan araştırmalar genelde halkın göçmenler hakkında ne düşündüğü üzerinedir. Martin Ruhs’un da belirttiği gibi “büyük toplumsal tartışmalara sebep olmasına rağmen, Avrupa’nın iltica ve mülteci politikalarının nasıl reforme edilmesi gerektiğine dair hiçbir araştırma yoktur. Halkın, iltica sorunlarının ve mülteci korumasının nasıl reforme edilmesi gerektiği hakkındaki düşüncelerini hiç bilmiyoruz.” (Lindsay, 2019) Reform planlarında halk görüşünün arkada kalmasının, dikkate alınmamasının sebebi başta günü kurtarma amaçlı milliyetçi politikalar olmak üzere pek çok şey olabilir. Kısaca açıklamak gerekirse, halk bir terör eyleminin, yasadışı faaliyetin, hukuksuzluğun oluştuğu durumun failini bir göçmen olarak gördüğünde göçmen karşıtı olabiliyor fakat halkın, bu durumların yokluğu veyahut düzeltilmesi üzerine görüşlerine rastlayamıyoruz.

4. Sonuç

Avrupa Birliği 1951 yılında ekonomik birliktelik içeren Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulması ve ardından birçok farklı antlaşmalarla üye ülkeler arasında ortak politikalar ve iş birliğini geliştirmeye çalıştı. AB bu doğrultuda genişleme ve derinleşme politikalarını benimsedi. Fakat bu iki politika AB’nin kendi içerisinde birtakım eleştirilerle karşılaştı. Makale boyunca da değindiğimiz bu eleştirilerden biri AB’nin entegrasyonunu arttırmaya yönelik oluşturduğu “kimlik” olgusudur. Kimlik bir bireyi ya da grubu tanımlarken onu diğerlerinden ayıran özelliği belirtir. Bu tanımlama aynı zamanda karşı tarafı da diğeri olarak tanımlar ve diğerlerinin de kimliğini belirler. AB 2004 yılında Avrupa Birliği Antlaşması’yla ortak bir kimlik oluşturmak istedi. Fakat Avrupa coğrafyasında yaşanan sorunlar nedeniyle ortak kimliğin tehlike altında olduğunu söyleyebiliriz. Bu sorunların en önemlileri 2010 yılında Arap Baharıyla başlayan ve 2011 Suriye İç Savaşı’yla devam eden göçmen akınları oluşturmaktadır. AB göçmenler için zorunlu kota uygulamasını uygun gördü fakat Vişegrad ülkeleri kendi milli kimliklerini ön planda tutarak bu durumu kabul etmediler. Burada AB ortak kimliğine kendi ulus kimliklerini üstün tutarak bir karşı çıkış görülürken aynı zamanda Birliğin politikalarına uymama durumu da görülmektedir. Bu durum bizi(e) “Çeşitlilik İçinde Birlik” sloganının sahibi olan AB’nin tam da bu çeşitlilikten kaynaklanan sorunlarla baş başa olduğunu gösteriyor. Bu sorunların en belirgini Vişegrad ülkelerinde öne çıkmaktadır.

2015 göç krizi ile birlikte sorunlar Vişegrad ülkelerinde büyümeye başladı, iktidar söylemlerine ve vatandaşların tavırlarına yansıdı. Vişegrad ülkelerindeki iktidar söylemlerini ele aldığımızda milliyetçilik dalgalanmalarının yükselmesi ve buradan hareketle ortak kimliğin yok olması sonucuna varılabilir. Fakat AB vatandaşlarının, ortak kimlik unsurlarından birine zarar getirecek her olaya olumsuz tavrı ile de AB kimliğine bağlı oldukları sonucuna varılabilir. Milliyetçiliklerin sonundan bahsetmenin de, ortak kimliği milliyetçiliklerin bozacağı görüşünün de aslında o kadar tutarlı olmadığını görüyoruz. Milliyetçiliklerin sonundan bahsedemeyiz çünkü her ne kadar “inşa” yoluyla oluşturulduğunu iddia etsek de durumun halk ve seçimler üzerinde doğurduğu gayet somut sonuçları vardır. Ortak kimliği milliyetçiliklerin bozduğundan da kesin olarak bahsedemeyiz çünkü AB vatandaşları direkt olarak bir milliyeti yabancılaştırma eğiliminde değildir. AB ortak kimliğine zarar verdiği ölçüde anketlerde tepkilerini göstermişler, yalın olarak ya da nasıl restore edileceğine dair sonuçlar elimizde olmadığından böyle bir yargıya varmak yersizdir. Eğer AB vatandaşlarının durumun nasıl düzeltilebileceğine dair araştırmalar olsaydı, “katılıyorum, katılmıyorum” gibi cevaplar yerine fikirlerini nasıl temellendirdiklerini bilebilseydik göçmenlere aslında nasıl bir gözle baktıklarını anlayabilirdik. Sonuç olarak, bir yargıya varmak yerine süreci incelemek en doğrusu olacaktır. AB bünyesinde hem milliyetçi eğilimler vardır hem de ortak kimliği üst düzeyde tutmaya çalışan görüşler vardır. Bunlar iç içedir, birinin varlığı diğerini yok edemez. Dolayısıyla milliyetçiliğin sonu ya da ortak kimliğin bozulacağı çıkarımlarına varmak için henüz erkendir.

Ayşegül Tuncer

Rabia Yazar

Milliyetçilik Çalışmaları Staj Programı

KAYNAKÇA

AB Konseyi. (2015). 19/20 Mart 2015 Kararları. Brüksel: Avrupa Birliği Konseyi.

Akşemsettinoğlu, G. (Haziran 2020). Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde 40 Yıl: 1979 – 2019. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, 176.

Bauerová, H. (2018). Migration Policy of the V4 in the Context. Politics in Central Europe, 101.

BBC News. (2015, Ağustos 19). https://www.bbc.com/news/world-europe-33986738 adresinden alındı

Bayır, Ö. E. (2014). Doğu AVrupa Ortamında Polonya’nın Dış Politikası. Ö. E. Faruk Sönmezoğlu içinde, Dış Politika Karşılaştırmalı Bir Bakış (s. 335). İstanbul: Der Yayınları.

Cienski, J. (2015, Ekim 14). Politico: https://www.politico.eu/article/migrants-asylum-poland-kaczynski-election/ adresinden alındı

Cienski, J. (2015, Eylül 4). Politico: https://www.politico.eu/article/poland-migrants-asylum-refugees-crisis-commission-kopacz-trzaskowski/ adresinden alındı

Çolakoğlu, E. (Temmuz 2019). Avrupa’da Mülteciler, Yükselen Aşırı Sağ. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 33, Sayı: 3, 935.

DW. (2015, Aralık 26). https://www.dw.com/en/czech-president-zeman-says-refugee-wave-is-organized-invasion/a-18943660 adresinden alındı

DW. (2008, Temmuz 1). AB’de “Lizbon krizi“ alarm veriyor. https://p.dw.com/p/EUD9 adresinden alındı

DW. (2017, Temmuz 2). Poland’s influential PiS party leader Jaroslaw Kaczynski calls for EU reform. https://p.dw.com/p/2X4hz adresinden alındı

DW. (2018, Nisan 8). Hungary election: Viktor Orban claims landslide victory. https://p.dw.com/p/2vgzB adresinden alındı

European Union. (2018). Integration of immigrants in the European Union.

European Union. (2019, 9 25). 2019 European election results. France: https://www.europarl.europa.eu/election-results-2019/en/national-results/france/2019-2024/ adresinden alındı

European Union. (2019, 9 25). 2019 European election results. Italy: https://www.europarl.europa.eu/election-results-2019/en/national-results/italy/2019-2024/ adresinden alındı

European Union. (2019, 9 25). 2019 European election results. Czechia: https://www.europarl.europa.eu/election-results-2019/en/national-results/czechia/2019-2024/ adresinden alındı

European Union. (2019, 9 25). 2019 European election results. Slovakia: https://www.europarl.europa.eu/election-results-2019/en/national-results/slovakia/2019-2024/ adresinden alındı

European Union. (2019, 5 29). 2019 European election results. Poland: https://www.europarl.europa.eu/election-results-2019/en/national-results/poland/2019-2024/ adresinden alındı

European Union. (2019, 7 2). 2019 European Election Results. https://www.europarl.europa.eu/election-results-2019/en/european-results/2019-2024/ adresinden alındı

Faruk Sönmezoğlu, Ö. E. (2014). Dış Politika – Karşılaştırmalı Bir Bakış. İstanbul: Der Yayınları.

Fondation Robert Schuman. (2018). General Election in Hungry.

Hekimler, O. (2018). Batı-Doğu Çekişmesi: Göçmen Meselesi Avrupa’da Yeni Bir Bloklaşmaya Sebebiyet Verebilir Mi? Ankara Üniversitesi SBF Dergisi.

Ivanova, D. (2016). MIGRANT CRISIS AND THE VISEGRÁD GROUP`S POLICY. 35.

Kayaoğlu, A. (2015, 10 26). Euronews. Polonya’daki “genç ve eğitimli kesim” sağcı parti PİS’i iktidara taşıdı: https://tr.euronews.com/2015/10/26/polonya-daki-genc-ve-egitimli-kesim-sagci-parti-pis-i-iktidara-tasidi adresinden alındı

Kerestecioğlu, İ. Ö. (2018). Milliyetçilik: Uyuyan Güzeli Uyandıran Prens’ten Frankeştayn’ın Canavarına. H. B. Hekimoğlu içinde, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler (s. 319). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Lindsay, F. (2019, Ekim 3). Forbes: https://www.forbes.com/sites/freylindsay/2019/10/03/europe-is-not-as-divided-on-refugees-as-you-think/?sh=ac96e73239d5 adresinden alındı

Lopatka, J., & Muller, R. (2015, Eylül 22). Reuters: https://www.reuters.com/article/us-europe-migrants-czech-idUSKCN0RM10420150922 adresinden alındı

Reuters. (tarih yok). http://fingfx.thomsonreuters.com/gfx/rngs/HUNGARY-ELECTION/0100619X2QP/index.html adresinden alındı

Riegert, B. (2007, 6 20). DW. https://www.dw.com/tr/polonyadan-uzla%C5%9Fma-mesaj%C4%B1/a-2616280 adresinden alındı

Schuman, F. R. (2018). General Elections in Hungary.

Sputnik. (2019, 3 25). https://sptnkne.ws/mazc adresinden alındı

Sputnik News. (2016, Şubat 15). https://tr.sputniknews.com/avrupa/201602151020893288-macaristan-gocmen-krizi-viktor-orban/ adresinden alındı

Stepper, P. (2016). The Visegrad Group and the EU agenda on migration: A. COJOURN , 68.

T.C. Avrupa Birliği Başkanlığı . (2020, 5 8). Avrupa Birliği Tarihçesi. https://www.ab.gov.tr/avrupa-birliginin-tarihcesi_105.html adresinden alındı

T.C. Avrupa Birliği Başkanlığı. (tarih yok). AB’ye Genel Bakış. AB Başkanlığı: https://www.ab.gov.tr/files/rehber/02_rehber.pdf adresinden alındı

Tabosa, C. d. (2018). Europeanization of Common Migration and Asylum. Center for Comparative Immıgration Studies, 7-8.

Yekeler, B. (2016). Avrupa Birliği Vatandaşlığı. EuroPolitika, 49.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere...

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü...

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay'da yükseköğretime erişimde...

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO'su Comfort Ero tarafından...