1990 Sonrası Türkiye’nin Balkan Politikası: Bulgaristan Örneği

ÖZET

Coğrafi, ekonomik, kültürel, etnik ve tarihsel açıdan önemli bir bölge olan Balkanlar yüzyıllardan beri Asya ve Avrupa arasındaki en stratejik bölgelerden biri olma özelliğini korumaktadır. Balkan Yarımadası’nın, coğrafi konumu bakımından Avrupa’ya bitişik olması, doğudan Asya’ya ve Afrika’ya kolaylıkla geçit vermesi, tarihte daima çeşitli milletler arasında bir mücadele alanı olmasına yol açmıştır. Osmanlı yönetiminin Balkanlarda hakimiyetini kaybetmesiyle Türk halkı Balkanlarda çeşitli zulümler görmüştür. Baskılar neticesinde demokratik yönetimin Balkanlara gelmesi ile Türkler ile Balkan ülkeleri arasındaki sorunlar da yavaş yavaş çözülmüştür.

Balkanlardaki baskı döneminde Bulgaristan ile Türkiye’nin ilişkileri de gerilmiştir. 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türkleri nedeniyle, Ankara-Sofya ilişkileri neredeyse kopma noktasına gelirken; Jivkov rejiminin ardından Türk azınlığın durumunda meydana gelen iyileşmeye paralel olarak ikili ilişkiler de düzelmiştir. Bulgaristan-Türkiye ilişkileri 1990 yılından sonra iyileşme göstermiş ve ekonomik ve sosyal anlamda iki ülkenin birbirine katkı sağlamıştır.

1. BÖLÜM: BALKANLARIN TARİHİ VE SOSYO-EKONOMİK YAPISI

 Balkanların Jeopolitiği

Balkanlar, dağlık bir bölge olup, Karadeniz, Ege ve Adriyatik Denizi ile çevrili, Avrupa kıtasının güneydoğusunda yer alan bir yarımadadır. Bölgenin adına neden “Balkanlar” dendiği ise, isminin anlamından anlaşılmaktadır. Çünkü bu ad XIX. Yüzyılın başlarından beri kullanılmakta olup, “sık ormanlarla kaplı sıradağ ya da çalılıklarla kaplı engebeli arazi” anlamlarına gelmektedir. Bölgenin sınırlarını tam olarak belirlemek imkansız gibi görünmektedir. Çünkü kabul gören üç görüşten biri kuzey sınırını, Tuna nehri ve onun kolu olan Sava ile sınırlı
tutarken; diğer görüş Eski Yugoslavya ve Romanya ülkelerinin kuzey sınırı olarak öngörmektedir. Sonuncusuna göre ise bölgeye adını veren Osmanlı Devleti‘nin Avrupa’daki Hristiyan dünyası ile çizdiği sınır olarak belirlenmekte olup, buna göre bölgenin yüzölçümü 1.000.000 km2’yi bulmaktadır. Balkan adının da Türkçe bir kelime olduğu göz önünde tutulursa, bu son sınırlandırmanın kabul edilebileceği söylenebilir (Berber, 2009: 6-7).
Bazı coğrafyacılar bölgenin kuzey sınırını Tuna ve Drava nehirleri olarak kabul ederken, bazı coğrafyacılar da bu sınırı Karpat dağlarının doğusundan geçirirler. Böylece bu ikinci sınırlamaya göre Balkan yarımadası 1.000.000. km2 kadar bir yüzölçümünü kaplamaktadır. Yarımadanın dikkati çeken ilk özelliği dağlık oluşudur.

Zor geçit veren dağlar çeşitli bölgeler arasında, bilhassa batıda irtibatı güçleştirerek kültür, dil ve geleneklerin çok farklı biçimde gelişmesine sebep olmuştur. Kuzeyde yarımadasının en büyük akarsuyu Tuna nehridir. Diğerleri Sava, Drava, Morava, Drina olup hepsi de Tuna’ya katılır. Olt ile Prut nehri ve kısmen de Tiza ise kuzeyden eklenerek Tuna’yı dünyanın sayılı suyu bol nehirlerinden biri haline getirirler. Güneyde Ege denizine dökülen nehirlerin en önemlileri Vardar, Struma- Karasu, Mesta-Karasu ve Meriç’tir. Bunların yanında Adriya denizine dökülen Drin gibi küçük nehirler de vardır (Gökyer, 2011: 1).

Balkanlar geçmişte ve günümüzde Avrupa ile Asya arasında önemli bir geçiş yolu olmuştur. Bölgeyi kontrol eden güç diğer bölgelere kolayca nüfuz edebilmiştir. Bölgenin güçlü bir devletin kontrolüne girmesi, o gücün Balkanlardan yola çıkıp Avrupa ve Asya için etkili olması fırsatı doğuracaktır. Bölge gerek Avrupa içlerine geçit niteliğinde oluşu, gerekse Asya ve Afrika ile yakınlığı sebebiyle devletler için sürekli mücadele mekanı konumunu korumuştur ve bu sebepten sayısız istilalara uğramıştır (Akman, 2006: 191).

Balkanlar, siyasi tarihin siyasi coğrafyayı sürekli olarak yeniden şekillendirdiği bir bölgedir. Önemli bir geçiş alanı olması, güçlü deniz bağlantıları ve coğrafi derinlik nedeniyle çoğu zaman kendi içindeki siyasal merkezlerin ötesinde bölgesel ve küresel hakimiyet mücadelelerine sahne olan sorunlu bir coğrafyadır. Balkanlar, Antik Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı ve Habsburgların hakimiyet alanlarına dahil oldu. Asya, Avrupa ve hatta Afrika’nın kesişme noktasında tarih boyunca siyasal ve kültürel sınırların üzerinde durdu. Batı ve Doğu Roma (Bizans), Ortodoksluk ve Katoliklik, İslam dünyası ve Hristiyan dünyası, modern zamanlarda ise Batı (NATO) ve Doğu (Varşova Paktı) arasındaki sınırlar hep Balkan coğrafyasının üzerinden geçti (Oruç, 2011: 13).

Coğrafî konumu itibariyle büyük önem arz eden Balkanlar, tarih boyunca büyük güçlerin geliştiği coğrafyaların arasında yer alması nedeniyle hep bir çekişme alanı olduğunu ve bölgedeki büyük güçlerin Anadolu, Orta ve Batı Avrupa’da kurulup geliştiğini görürüz. Dünyanın en büyük iki imparatorluğundan birincisi olan Roma’nın kurulduğu İtalya, Balkanlar’ın batısında; ikinci büyük imparatorluk olan Osmanlı’nın kurulduğu Anadolu ise doğusundadır. Tarih boyunca kurulan büyük devletlerin hareketleri hep birbirleri üzerine, doğu-batı, kuzey-güney doğrultusunda gerçekleşmiş ve bu hareketleri sırasında geçiş noktası Balkanlar üzerinden olmuştur. Bu da Balkanlar’ın önemini arttırmıştır (Gökyer, 2011: 3).

1990’larda Balkanların Genel Görünümü

Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin 1989 sonuna doğru teker teker yıkılmaya başlaması, Türkiye ve Yunanistan dışında, bu rejimleri benimsemiş olan Balkan ülkelerinde de etkisini göstermiştir. Bulgaristan’da 35 yıldır iktidarda olan Todor Jivkov istifa etmiş, yerine Dışişleri Bakanı Petar Mladenov gelmiştir. Bulgaristan böylece daha liberal bir sisteme yumuşak geçiş yapmıştır. Zaten kısa bir süre sonra Mladenov da görevden ayrılacak; yerine Jelu Jelev gelecek ve Demokratik Güçler Birliği hükümeti kurulacaktır (Uzgel,2004:481). Romanya’da ise Nicolae Cavuşescu bir ayaklanma neticesinde devrilerek kurşuna dizilmiştir. Sonrasında sol eğilimli Ulusal Selamet Partisi iktidara geçmiştir.

Arnavutluk’ta da Enver Hoca’nın 1985’te ölümünden sonra başa geçen Ramiz Alia 1990 başından itibaren bir dizi ekonomik-siyasal önlemler alarak bu değişmelerden etkilendiğini göstermiştir. Bu ülkede de Nisan 1990’da başlayan gösteri ayaklanmalar sonucu dış politikada SSCB ve ABD’yle ilişkiler kurulmaya başlanmış, iç politikada ise çok partili düzen benimsenmiştir (Uzgel, 2004: 482).

Bu ülkelerin içindeki gelişmelerin yanında hepsinde ortak olarak bulunan özellikleri şöyle sıralanabilir (Yıldız, 2006: 17-18):

  1. Bütün Balkan ülkelerinin iç ve dış politikalarını etkileyen en temel ve yaygın olgu, bugün de halen devam eden, milliyetçiliğin yükselişe geçişiydi. Milliyetçilik 19. yüzyılda kaldığı yerden devam ettiği görüntüsünü verirken, Balkanların çatışma ve etnik anlaşmazlıklarla anılan ününü 1990’larda pekiştirdi. Gerek bölge ülkeleri gerekse bölge dışı güçler, Balkanların yarattığı bu çağrışımdan uzaklaşmak amacıyla yeni bir bölgesel tanım olarak Güney Doğu Avrupa terimini geliştirmeye çalıştılar. Bu aynı zamanda Batılı ülkelerin Balkanları Avrupa’nın bir parçası olarak görmeye başladıkları anlamına geliyordu. Türkçe olan Balkan kelimesi yerine bu tür bir coğrafi terimin geçirilmeye çalışılması Türkiye’de rahatsızlık yarattıysa da bu dönemde ortaya atılan tüm bölgesel girişim ve projeler bu adı taşıyacaktır. Bunun yanında Batı Balkanlar kelimesi de kullanılmaya başlandı.
  2. Birçok Balkan ülkesinde eski komünist parti ileri gelenleri, partilerinin adını ”sosyalist parti” olarak değiştirip milliyetçi temalara ağırlık vererek iktidarlarına meşruiyet sağlamaya çalıştılar. Bu ülkelerde, geçmişte örgütlü siyasal muhalefetin bulunmaması nedeniyle liberal programları savunan partiler iktidara geldilerse de deneyimsizlik ve koşulların güçlüğü nedeniyle başarısız olup iktidarı tekrar yeni sosyalist partilere bırakmışlardır. Bu türden gelişmeler Bulgaristan’da, Romanya’da ve Arnavutluk’ta görülebildi. Yugoslavya’da ise eski Sırbistan komünist partisi lideri Slobodan Miloseviç bütün Balkanlarda her iki dönemde de liderlik konusunda süreklilik gösterebilen tek lider olmuştur.
  3. 1990’larda Balkanlardaki dönüşümün ortaya çıkardığı bir diğer gelişme, bölge üzerindeki uluslararası nüfuz mücadelesinin oluşan yeni koşullar altında hız kazanması olmuştur. Bu dönemde öncelikle Sovyet-Rus etkisi, daha önceki döneme göre azalma gösterdi. Rusya, yeni Yugoslavya ve Yunanistan’la bölgedeki etkinliğini sürdürmeye çalışırken, Almanya ve bir ölçüde İtalya, ABD ve Türkiye bu bölgede etkinliklerini arttıran ülkeler olmuşlardır.
  4. Yugoslavya’nın dağılması sonucu bölgedeki devlet sayısında bir artış yaşanmıştır. Eski devletlerin yanında Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Makedonya, Moldovya yeni bağımsızlıklarını kazanan ülkeler olmuşlardır.
  5. Bir önceki dönemde yaşanan siyasal ve ideolojik çeşitliliğin yerini ise gerek iç yapıda, gerekse dış politikada tek boyutluluk almıştır. Yugoslavya dışında bu ülkelerin hepsinde liberalleşme, özelleştirme ve batı kurum ve kuruluşlarında yer alma başlıca hedef olmuştur.
  6. Bu ülkelerin hepsi geçiş döneminin sıkıntı ve sorunlarını yaşamışlardır. Eskisinin tersine devlet yapılarının yeterince güçlü olmaması, gelen dış yardımların önemli kısmının iktidara yakın kesimler tarafından paylaşılması, girişimci sınıfın bulunmaması, siyasal sürecin etnik temeller ve rant paylaşımı üzerinde gelişmesi; bu siyasal yapının rüşvet, kayırma ve organize suç için uygun ortam yaratması bu dönemin ortak sorunları olarak ortaya çıkmıştır.

Yugoslavya’nın Dağılma Süreci

            Yugoslavya’nın dağılışı, modern dünyanın birçok sıcak bölgesinde görülmekte olan Balkanlaşma sürecinin, bu sürece adını veren coğrafyada yaşanan şiddetli bir örneğini temsil etmesi sebebiyle önemlidir. Yugoslavya’nın yıkılışı toplumların bir arada geçirdiği yüzyılların, birbirlerinden ayrı ve izole olmalarını engellemek bir yana birbirlerini tamamen farklı hatta düşman görmelerine yol açabileceğini göstermesi açısından da önemlidir. Bulgaristan’ın Türk hakimiyetinde geçirdiği beş yüzyılın iki toplum arasında hiçbir ortak değer yaratamamış olmasını, bu toplumlar arasında çok az ve önemsiz kültürel etkileşime yol açmasını bir örnek olarak gösterebiliriz.

Yugoslavya’nın dağılışı süreci İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en kanlı savaş sürecidir. Günümüz dünyasının en medeni olduğu düşünülen kısmında meydana gelen böylesine kanlı bir savaş süreci dünya üzerinde barış, insanlığın birliği ve birleşmesi fikrinin uzun vadede somut olarak belirmesine yol açacak bir tarihi süreç olarak da görülebilir. Fakat dünyanın gruplaşmalar sonucu farklı parçalara bölünebilme ihtimalinin ne kadar kanlı sonuçlara yol açabileceğinin küçük çaplı bir örneği olarak da kabul edilebilir (Abaz, 2007: 1).

Soğuk savaş döneminin sona ermesiyle birlikte Yugoslavya’nın dağılması sadece Balkan coğrafyasının siyasi tarih dinamikleriyle açıklanamayacak sistematik bir dönüşüm ve değişimin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası sistemin Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde yaşadığı değişim Yugoslavya’yı da derinden etkilemiş, iki kutuplu dünyadan yenidünya düzeni olarak adlandırılan yeniden yapılanma sürecine geçiş iddiasından birçok bölge ve ülke gibi Yugoslavya’da etkilenmiş ve adeta küresel sistemin bölgesel rekabet alanlarından birisi olmuştur (Davutoğlu, 2001: 292).

Yakın Dönemdeki Son Gelişmeler

Balkanlarda yakın dönemde yaşanan en önemli gelişme, kuşkusuz, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (YFC)’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Yugoslav halkının tercihini gerilim ve çatışmadan değil, değişimden yana kullanmış olmasıdır. YFC, Miloseviç’in iktidardan ayrılmasının ardından, uluslararası toplumla bütünleşme yolunda önemli adımlar atmaya başlamış ve Miloseviç’i, Bosna ve Kosova’da yaptığı eylemlerden dolayı yargılanmak üzere uluslararası insan hakları mahkemesine teslim etmiştir. Balkanlarda yakın dönemde yaşanan en önemli gelişme 14 Mart 2002 tarihinde Yugoslavya’nın yerini “Sırbistan-Karadağ” devletine bırakarak tarihe karışmasıdır. Balkan tarihi açısından çok önemli bu gelişmenin diğer önemli bir yönü de Yugoslavya’nın adının değişmesi ile birlikte, aynı zamanda belki de Balkanlarda on yıldır devam eden parçalanma sürecinin bittiği anlamına gelecek şekilde, Karadağ’ın bağımsızlık isteğinden şimdilik vazgeçmesiydi. Böylece bir zamanlar Adriyatik kıyılarını zorlayan Belgrad, şimdilerde toprak bütünlüğünü kısa vadeli anlaşmalarda korumaya çalışmaktadır. Karadağ’ın Sırbistan’la eşitlendiği anlaşma, bölgedeki krizleri bitirmemiş, şu ana kadar on yıldır yaşandığı gibi, sadece üzerini örtmüştür (Yıldız, 2006: 25).

12 Aralık Perşembe günü Arnavutluk Dışişleri Bakanı İlir Meta ve Romanya Cumhurbaşkanı İon İliescu tarafından yayımlanan ortak açıklamada, Arnavutluk ve Romanya’nın NATO ve AB yapıları ile bütünleşme konusunda aynı görüşte olduğu belirtildi. Aynı gün içinde, Arnavutluk Kabinesi, Meclis Komisyonu’nun endüstri üzerine gerçekleştirdiği bir toplantıda bölgesel işbirliğini siyasi öncelik olarak belirlenmiştir. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılması ile ortaya çıkan yeni devletler arasındaki uyuşmazlıklar, savunma amaçlı askeri bir örgüt olan NATO’yu belki ileride yeni düzenlemelerle bu tür uyuşmazlıklarda görev verilmek üzere yarı askeri, yarı siyasi uluslar arası bir örgüt haline de getirebilecektir (Öztekin, 2000: 313). Bu gelişmeler ile Balkan coğrafyası çatışmanın merkezi olmaktan çıkmış ve demokratik bir görünüme kavuşmuştur

2.BÖLÜM: 1990 SONRASI TÜRKİYE’NİN BALKAN POLİTİKASI VE BULGARİSTAN’A KARŞI TUTUMU

 Türkiye’nin 1990’dan İtibaren Balkan Politikasına Genel Bir Bakış

Bölgeye Yapılan Yardımlar

Türkiye, Balkan ülkelerinin savaş ve yokluk içinde olduğu, halkının ızdırap çektiği zor günlerinde askeri, politik ve kültürel alanlarda önemli yardımlarda bulunmuş, bölgeye tahsis edilen her barışı koruyucu misyonda, özellikle Bosna-Hersek’te, Türk askeri daima yer almıştır. Türkiye’nin bölge ülkelerine yaptığı katkıların bazıları şunlardır;

  1. Doğrudan hibe yardımları ile bölgedeki tarihi ve kültürel varlıkların imarı ve restorasyonu sağlanmıştır.
  2. Türk şirketlerinin özellikle Bosna-Hersek, Makedonya ve Arnavutluk’ta yaptıkları yatırımlar ile (fabrika inşaatı, tersane ve ev yapımı vs) bu ülkelerin gelişmelerine katkıda bulunulmuştur.
  3. Uzun vadeli ve düşük faizli Eximbank kredileri ile özellikle Arnavutluk ve Bosna-Hersek’te küçük ve orta ölçekli iş yerlerine eğitim yardımı şeklinde kredi kullandırılmıştır.

4.İnsani yardımlar kapsamında bölgedeki savaşlardan kaçanlara ev sahipliği yapılmış, Türk Kızılay’ı tarafından mülteci kampları kurulmuş, gıda, tıbbi malzeme ve diğer yardımlarda bulunulmuştur.

  1. Eğitim ve kültürel alanda, Türk üniversiteleri tarafından Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Makedonya ve Romanya öğrencilerine burs sağlanmış, Makedonya’da tarihi binaların ve milli kütüphanenin tamiri gerçekleştirilmiş, pazar ekonomisi, bankacılık ve sigortacılık alanlarında teknik yardımlarda bulunulmuş, sağlık ve güvenlik alanında eleman yetiştirilmesine ve gerekli sağlık müesseselerinin kurulmasına yardım edilmiştir (Online Erişim: www.mfa.gov.tr )

Bazı Balkan Ülkeleriyle Olan Ekonomik ve Siyasi İlişkiler

1990 öncesi Komünizmle idare edilen Romanya ve Türkiye farklı kutuplarda olduklarından karşılıklı ilişkileri fazla olmamıştır. Fakat 1990 sonrasında Komünizmin yıkılmasıyla, serbest piyasa ekonomisine geçen Romanya, yakınında komşusu olan Türkiye ile iyi ilişkilere girmiştir. 1990 sonrası özellikle ekonomik alanda ikili ilişkiler yoğunlaşmıştır. Romanya pazarına açılan Türk işadamları önemli miktarda yatırımlar yapmışlardır. Romanya’daki Türk azınlık sayıca çok fazla değildir. Fakat Türkiye’nin ilgisi sadece Türk azınlığa değil, Hristiyan Ortodoks Türk olan Gagavuzlar ve Tatarlara karşı da mevcuttur. Fakat bu ilgi Romanya devletince bir tehdit olarak değil, ilişkileri arttırıcı bir unsur olarak görüldüğü bildirilmektedir (Akman, 2006: 230).

Balkanlar’da Türkiye’nin uzak komşusu olan Slovenya ile doğrudan bir bağ olmadığından ilişkiler diğer Balkan ülkeleriyle olduğu kadar yoğun olmamıştır. Slovenya ile 1992’de diplomatik ilişki kurup, 1993’te büyükelçilik açan Türkiye, bu tarihten sonra Slovenya ile ilişkilerine önem vermiştir. NATO üyesi olan Türkiye, Slovenya’nın NATO’ya üyeliği için önemli bir kapı olmuştur ve bu yolda destek istenmiştir. Slovenya, bulunduğu konum itibariyle Türkiye için ayrı bir önem arz etmektedir. Türkiye’nin Avrupa’ya yaptığı ihracatta geçiş yolu üzerindedir (Özdağ, 2011: 233-234).

İki ülke arasında, 1995 yılına kadar sürekli artan sıcak ilişkiler görülmektedir. Bu tarihe kadar, otuza yakın ikili anlaşmalar yapılmıştır. Askeri anlaşmalar, işbirliği anlaşmaları, komşuluk ve iyi ilişkiler anlaşmaları yapılmıştır. Fakat 1995 yılından sonra Makedonya ve Yunanistan ilişkilerinin yakınlaşması ile, Türk-Makedon ilişkileri eski düzeyinde olmamıştır. Yunanistan Makedonya’yı “Former Yugoslav Republic of Makedonia” olarak tanımıştır. 1999 Nisanında 200.000’den fazla Kosovalının Makedonya’ya sığınması ile Makedonya’nın istikrarını tehdit etmesiyle, Türkiye’nin, 20.000 mülteci almayı önermesi ile iki ülke ilişkileri açısından diğer olumlu bir dönemi oluşturmuştur. Makedonya’da 77.000 Türkün varlığı ise iki ülke ilişkileri açısından önemli bir durumdur. Ülkedeki Türklerin durumu diğer ülkelerdekilerin durumundan daha da iyi olmasına rağmen, istikrarsızlık döneminde ciddi problem yaşayacakları muhtemeldir. Türkiye açısından istikrarlı bir Makedonya, Balkan barışı için büyük önem taşımaktadır (Özdağ, 2011: 234).

1990 Sonrası Türkiye-Bulgaristan İlişkileri

            1990 Sonrası Türkiye-Bulgaristan İlişkilerini Etkileyen İç ve Dış Faktörler

            İlk olarak belirtmek gerekirse, 1989 sonrası Bulgaristan-Türkiye ilişkilerini belirleyen başlıca uluslararası değişimin iki kutuplu sistemin çökmesiyle ortaya çıktığı ve ardından; Blok ilişkilerinin ortadan kalkması, çok kutuplu sistemin biçimlenmesi, devletlerin blok dışında nispeten bağımsız birer aktör olarak uluslararası sisteme girmesi veya devlet iradesinin daha belirleyici konuma geçmesi, ideolojik şablonların belirleyiciliğinin azalması, alt-sistemlerin önem kazanması, uluslararası entegrasyon eğiliminin ön plana geçmesi, evrensel ilişkilerin globalleşmesi, demokrasi, çoğulculuk, piyasa ekonomisi gibi değerlerin globalleşmesi, ulus-devlet ilişkisinin yeniden yorumlanma ve düzenlenme gereğinin ortaya çıkması ve benzer birçok yeniliği sürüklediği söylenebilir (Sönmezoğlu, 1996: 345).

Varşova Paktı’nın dağılması, Yugoslavya savaşı, SSCB faktörünün ve Doğu Bloğunun çatırdaması ile bölge devletinin siyasal, ekonomik, askeri, jeopolitik güçlerin dağılımında oluşan dengesizlik, Balkanlar’da yeni bir siyasal ortama neden olmuştur. Bölge ülkelerin dış politikalarının belirleyici faktörlerinde değişimler meydana gelmiştir. Bu çerçeve içinde Bulgaristan ve Türkiye’nin dış politikalarını etkileyen bu yeni faktörler göz önüne alındığında bazı özellikleri vurgulamak gerekmektedir. Balkanlarda devlet sayısı artmıştır bu durum yeni ittifakların, çok yönlü ilişkilerin doğmasına neden olmuştur.

Yeni dönemler, Balkan ülkelerinde yaşanan reformlar, demokratikleşme sorunları ve ekonomik krizler bölgede gerilimi kronik hale getirmişlerdir. Yugoslavya’da başlayan savaş bölgedeki istikrarı engellemiş, gerilimi gündemde tutmuştur. Buna bağlı olarak Balkan ülkelerinde bir güvensizlik hakim olmuş bölge dışından güvence kaynakları aramalarına neden olmuştur. Balkanlar’da tekrar “Balkanlaşma” ve “Avrupalaşma” süreçlerinin bir arada gelişmesi bölgenin temel sorununu oluşturmuştur. Bir yandan bölge ülkeleri Avro atlantik örgütlere (NATO, AB, AGIT, BAB) entegre olma mücadelesi sürdürürken, diğer yandan Kosova, Makedonya, Transilvanya, “Slav Birliği” gibi etnik çatışma odakları tekrar gündemde tehdit ve gerilim kaynağı yaratmıştır (Atalan, 2008: 68).

Türkiye ve Bulgaristan’ın Balkanlar’daki konum ve rolleri böyle bir ortamda genel hatlarıyla belirlendiğini söyleyebiliriz. Her iki devlet için bölgesel güvenlik öncelikli olmuş, Bulgaristan bir taraftan siyasal ve ekonomik iç etnik sorunları ile diğer taraftan tarihsel sorunları olan komşu ülkelerle barış dengesini kurmak amacındadır. Türkiye’ye baktığımızda Yunanistan ve PKK’la devam eden sorunlarının yanında Kafkasya ve Orta Asya ilişkilerini düzenlemek zorunda kalmıştır (Atalan, 2008: 68).

Bulgaristan ile olan ilişkilerde Todor Jivkov’un istifa etmesi ile demokrasiye geçiş aşaması başlamıştır. 1991 yılında Türklere uygulanan asimilasyon işleminin yasal dayanakları yok edilmiştir. Bu dönemde Bulgaristan Türklüğüne karşı bütün medeni dünyanın gözleri önünde uygulanan çok yönlü eritme-yok etme ameliyesinin, bu soykırımın Sovyetler Birliği’ndeki Türk-İslam toplumlarının kaderiyle de yakından ilgili bulunduğu, Rusların Bulgaristan’ı bir deney alanı olarak kullandıkları açıktır (Özdağ, 2001: 341).

Jivkov Sonrasında Bulgaristan hükümetinin Türklere karşı uyguladığı siyasette yumuşama olmuştur. Asimle politikasına son veren Bulgaristan aynı zamanda Türkiye ile ilişkileri de geliştirme yoluna gitmiştir. Haziran 1990’da yapılan ilk demokratik seçimlere, çoğunluğu Türklerden oluşan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) de katılmış ve parlamentoda 23 koltuk kazanmıştır. Doğu Bloğunun çökmesiyle Balkanlarda yaşanan rejim ve anlayış değişikliği ya da Doğu Bloğunda yer alan devletlerde iktidarların değişmesi, Türkiye’nin Balkan devletleriyle ve dolayısıyla Bulgaristan’la ilişkilerini doğrudan etkilemiştir (Türkeş, 1997: 323).

İki ülke arasında artan siyasi, ekonomik ve askeri ziyaretler ile güven artırıcı işbirliği görüşmeleri yapılmıştır. Aralık 1990’da Güven arttırıcı önlemler konusunda anlaşmaya varılmıştır. Türk askeri yetkililer Bulgaristan askeri birlik ve tesisleri ziyaret etmişlerdir. 1991 Aralığında askeri yetkililer arasında büyük tatbikatlardan haberdar edilme konusunda bir pakt imzalanmıştır. Ekim 1991’de yapılan erken seçimlerde HÖH 24 koltuk kazanmıştır. Ardından Türk Dışişleri Bakanı 1992’de ülkeyi ziyaret etmiştir (Akman, 2006: 208).

Mart 1990’da bir yasa çıkarılarak, isteyen Bulgar vatandaşlarının Türkçe isimler taşıyabilecekleri kabul edildi (Uzgel,2004:488). Zorla göç ettirilenlerin ülkeye geri dönmesine izin verildi. Ülke nüfusunun yüzde onunu oluşturan Türklerin Hak ve Özgürlükler Hareketini kurması bu dönemin önemli olaylarından biridir. 1997 yılında yapılan seçimlerde içinde HÖH’ün de bulunduğu Demokratik Güçler birliğinin ezici çoğunlukla birinci parti olarak iktidara gelmesi ülkenin gelişmesini hızlandırmıştır. Fakat Türkler için hala Türkçe yayın yapan TV ve radyo istasyonu bulunmamaktadır. Ülkede Türklere karşı aşırı milliyetçi gurupların varlığı halen devam etmektedir. Askeri alanda ise, 1991 yılında Genelkurmay Başkanlarının karşılıklı ziyaretleri neticesinde, önce “Sofya Belgesi” ardından “Edirne Belgesi” , 6 Mayıs 1992’de de iki ülke arasında Dostluk, İşbirliği ve Güvenlik Anlaşması imzalandı (Yıldız, 2006: 71).

Bulgaristan’da, tüm siyasi partilerin destek verdikleri AB’ye üyelik konusu çerçevesinde, Meclis’ten geçirilmesi gerekecek uyum yasalarına ilişkin yasama sürecini uzlaşma yoluyla hızlandırmak amacıyla, Parlamento bünyesinde, her partinin eşit şekilde temsil edildiği bir Avrupa İşleri Konseyi kurulması, Bulgaristan’daki siyasi uzlaşı arayışını kuvvetlendiren bir unsur olmuştur. Bulgaristan, Balkanlarda 1990’larda oluşan kamplaşmanın dışından kalmaya çalıştı. Halkın büyük çoğunluğu Ortodoks olmasına ve tarihsel olarak SSCB/Rusya ile çok yakın ilişkileri bulunmasına rağmen, Bulgaristan Bosna’daki savaşta ve bunun sonrasında yeni Yugoslavya ve Yunanistan’la birlikte hareket etmemiştir. Yine, Yunanistan’ın ülkeyi Atina-Belgrad eksenine çekme çabalarına karşılık vermemiş ve genelde Türkiye ve Yunanistan’a “eşit mesafe” politikasına bağlı kalmıştır. NATO ve AB üyeliği Bulgaristan için temel dış politika hedefleri haline gelmiş ve parlamento 1993’te aldığı bir kararla NATO’ya üye olmak istediğini açıklamıştır. Bu hedef doğrultusunda azınlık haklarının korunmasına önem vermiş, idam cezasını kaldırmıştır (Uzgel,2004:485).

İki ülke arasındaki ekonomik gelişme ilişkilerde de belli iyileşmeler görülmüştür. Türkiye Bulgaristan’ın ihracatında üçüncü sırayı alırken, ithalatında sekizinci sırada yer almıştır. 2000 yılına gelindiğinde iki ülke arasındaki toplam ticaret 710.000.000 dolara ulaşmıştır. Türkiye 251.000.000 dolarlık ihracat yaparken, 460.000.000 dolarlık ithalat yapmıştır. Ticaretin artışında Türkiye’nin Romanya ile birlikte Bulgaristan’dan gelen sanayi ürünlerinde, gümrük vergisini indirmeyi öngören anlaşma, imzalamasının rolü olmuştur (Yıldız, 2006: 71-72).

1990’larda Türk-Bulgar ilişkileri, Balkanlar gibi anlaşmazlık ve çatışmalarla dolu bir bölgede örnek oluşturacak bir nitelik göstermiştir (Uzgel,2004:490). Bulgaristan’ın azınlıklar konusunda gösterdiği gelişmeler Balkan ülkeleri için model teşkil etmiştir. Yaşadığı bütün sıkıntılara rağmen bölge ülkeleri içinde halkının beklentilerini en üst seviyede karşılayabilen ve akılcı politikaları ile istikrarını sağlamayı başaran Bulgaristan için sürecin en başarılı devletlerinden biri olduğu söylenebilir.

                                                           SONUÇ

Balkanlar’ın etnik yapısı, Balkan siyasi coğrafyasına yansımış ve her ülkenin içinde yer alan bir azınlık tarih boyunca sorun oluşturmuştur. Üstelik her etnik grubun arkasında aynı din ya da aynı soydan gelen bir devletin varoluşu bu coğrafyada kavgaların, çekişmelerin ve müdahalelerin nihayet bulamamasında büyük bir etken olmuştur. Balkan Yarımadası’nın Osmanlı Devleti’nden kopuş sürecinde bağımsız küçük devletler oluşturulurken bunların siyasi sınırları gayr-i tabii bir özellik arz etmiş, bu husus ise Avrupa’nın büyük devletleri tarafından bilhassa oluşturulmuştur. Çünkü bu şekliyle Balkanlar, sürekli olarak “müdahaleye açık bir alan” olarak kalacak; büyük devletler menfaatleri tehlikeye düştüğü zamanlarda bölgenin işlerine karışma sansını her daim ellerinde bulunduracaklardı.

Balkanlar 550 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Osmanlı’nın gerileme ve çöküş dönemlerinde Sırbistan 1829, Yunanistan 1830, Romanya 1878, Bosna-Hersek 1878, Bulgaristan 1878, Arnavutluk 1912, Makedonya 1913 tarihinde kaybedildi. Bu süreçte Türklerin Balkanlar’dan sürülme harekatı başladı. 1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası yüz binlerce Türk Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Savaşlarda kılıçtan geçirilen Türkler, savaş sonrasında bulunduğu ülkede çok zor şartlar altında yaşamak zorunda kaldılar.

Türkiye, bir Balkan ülkesi olması, bölgeyle tarihi, kültürel ve stratejik bağlarının olması sebebiyle bölgeyle daha da ilgilidir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası şartların itim kuvvetiyle, Bosna ve Kosova savaşlarında aktif rol oynamış, Balkan gerçeğini yeniden keşfetmiştir. Bulgaristan ve Türkiye ilişkileri her dönemde iyi olmamıştır ancak son yıllardaki gelişmelerle ilişkiler düzeltilmiştir.

Bulgaristan’da Türklere karşı gerçekleştirilen asimilasyon politikası sonucu 1984-1985 yıllarında isimlerin değiştirilmesiyle baskılar arttırılmıştır. Bu dönemde yaşanan olaylar sonucunda, 1989 yılında “Büyük Göç Olayı” olarak adlandırılan zorunlu göç gerçekleşmiştir. Kopma noktasına gelen ilişkiler 1989 yılından sonra düzelmeye başlamıştır.

 Fatma Melike DUYAR

 Balkan Araştırmaları Merkezi Stajyeri

 

KAYNAKÇA

ABAZİ B., “Yugoslavya Siyasal Sisteminin Yıkılışı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2007.

AKMAN H., “Türkiye, Yunanistan ve Arnavutluk’un Balkan Ülkeleri ve Etnik Yapısı Üzerine Stratejik Hedefleri”, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Gebze, 2006.

ATALAN V., “Uluslararası Sistemin Türkiye ve Bulgaristan Dış Politikaları Üzerine Etkisi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2008.

BERBER O., “Rusya’nın Balkan Politikası (1696-1840)” Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2009.

DAVUTOĞLU A., Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, Nisan, 2001, İstanbul.

GÖKYER U., “XIX Yüzyıl’da Avrupa Devletlerinin Balkan Politikaları”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 2011.

Online Erişim: www.mfa.gov.tr, Erişim Tarihi: 14.04.2016.

ORUÇ Z., “Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk Çerçevesinde Balkan Türklerinin Kimlik ve Yönetim Sorunları: Kosova ve Makedonya Örneği”, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Sakarya, 2011.

ÖZDAĞ M., “Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği Üzerine”; ASAM Yayınları, Ankara, 2001.

ÖZTEKİN A., “Siyaset Bilimine Giriş”; Siyasal Kitabevi, Ankara, 2000.

SÖNMEZOĞLU ., Değişen Dünya ve Türkiye, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1996.

TÜRKEŞ M., “Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Balkanlar Faktörü ve Yeni Eğilimler” Türkiye ve Avrupa, İmge Kitabevi, Ankara, 1997.

UZGEL İ., “Balkanlarla İlişkiler”, Baskın Oran (Editör) Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşında Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İletişim Yayınları Cilt 1, İstanbul, 2004.

YILDIZ A., “Türkiye’nin Balkanlarda Etkin Bir Politika İzlemesinin Avrupa Birliği İle Olan İlişkilerine Etkileri”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Edirne, 2006.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...