Avrupa’da Yükselen Milliyetçilik Perspektifinden Türkiye’nin AB Üyelik Süreci

Özet

Fransız Devrimi’nin getirdiği en önemli kavramlardan biri olan milliyetçilik, ulus-devlet inşası ile aşırı milliyetçiliğin de yaşanmasına sebep olmuştur. Bu aşırı milliyetçilik, sömürgecilik yarışı gibi olgularla Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi benzeri görülmemiş olayları meydana getirmiştir. İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler ile “aşırı milliyetçilik” deneyimlenmiştir. Oluşan yıkımın tamiri ve bir daha böyle olayların yaşanmaması için Milletler Cemiyeti (MC), Birleşmiş Milletler (BM) gibi kurumlar kurulmuştur. Avrupa Kömür-Çelik Topluluğu (AKÇT) ile ekonomik entegrasyon olarak başlayan Avrupa Birliği’nin (AB) oluşum süreci de bu zararların karşılanması ve tekrar yaşanmaması adına başlatılmıştır. Bu açıdan birlik, “supranasyonel” yapı arz eder; yani ulus-üstü, milliyetçilik-ötesi bir görünümdedir. Türkiye de yıllardır AB’ye üye olmak için çaba sarf etmektedir. Fakat günümüzde tekrar yükselen milliyetçilik Avrupa ülkelerini etkilemiştir. Bu çalışmada “Avrupa Milliyetçiliği, Türkiye’nin AB üyeliğine engel teşkil ediyor mu?” ve “AB, milliyetçiliği devam ettiren bir araç mı?” sorularına bir cevap aranacak; Avrupa’da yükselen milliyetçilik ve AB, yükselen milliyetçiliğin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine etkisi, yükselen milliyetçilik perspektifinde Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci konuları irdelenecektir. 

Anahtar Kelimeler: Milliyetçilik, Yükselen Milliyetçilik, Avrupa Birliği (AB), Türkiye, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri. 

Abstract

Nationalism, one of the most important concepts brought by the French Revolution, also led to the creation of the nation-state and rising nationalism. This rising nationalism brought about unprecedented events, such as the First and the Second World Wars, with phenomena such as the colonial race. “Rising nationalism” was experienced by Mussolini in Italy and Hitler in Germany. Institutions such as the League of Nations and the United Nations (UN) were established to repair the destruction and prevent such incidents from happening again. The formation process of the European Union (EU), which started as economic integration with the European Coal-Steal Community (ECSC), was initiated to compensate for war losses and prevent them from happening again. From this point of view, the union presents a “supranational” structure; that is, it has a supranational, transnational appearance. Turkey has been trying to become a member of the EU for years. However, today rising nationalism has affected European countries. In this study, “Is European nationalism an obstacle to Turkey’s European Union membership?” and “Is the European Union a tool to perpetuate nationalism?” By looking for an answer to the questions, rising nationalism in Europe and the EU, the effect of rising nationalism on Turkey-European relations, and Turkey’s membership process to the European Union from the perspective of rising nationalism will be examined.

Keywords: Nationalism, Rising Nationalism, European Union (EU), Turkey, Turkey-European Union Relations. 

Giriş

Milliyetçilik kavramının 1789 Fransız Devrimi ertesi doğuşu ve devrimin getirdiği kavramlardan bir tanesi olması nedeniyle öncelikle Fransız Devrimi incelenecektir. Fransız Devrimi özgürlük, adalet, eşitlik kavramlarını da ortaya çıkarmıştır. Tarihsel bir perspektiften bakıldığında Fransız Devrimi sonrası sanayileşme neticesiyle Sanayi Devrimi yaşanmıştır. Bu durum sonrasında sömürge yarışı ve ham madde arayışı yaşanmıştır. Ve aslında tüm bunlar da Birinci Dünya Savaşı’na sebep olmuştur. İkinci Dünya Savaşı ve çeşitli otoriter yönetimler de “aşırı milliyetçiliğin” yansımaları olmuştur. Bunlar gibi tarihin önemli kırılma noktalarını oluşturan olaylar hakkında kısa bilgi verildikten sonra millet-milliyetçilik kavramının tanımları verilerek “aşırı milliyetçilik” kavramına değinilecektir. Avrupa ve Avrupa Birliği’nde tekrar artışa geçen, “yükselen milliyetçiliğin” örnekleri ve yansımalarına yer verilerek bu durumun Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri açısından etkilerine, Türkiye’nin AB’ne üyelik sürecinin nasıl etkilendiği konusuna değinilecektir. Tüm bunlar bahsedildikten sonra sonuç bölümünde araştırmanın genel bir analizi yapılacaktır. 

Milliyetçilik Nedir?

1789 tarihli Fransız Devrimi’nin monarşileri ve krallıkları yıkması, cumhuriyetlerin kurulması olayı ile büyük imparatorluklar yıkılmaya başlarken aynı zamanda ulus-devletlerin oluşum süreci de başlamış oldu. Fransız Devrimi’nin getirdiği özgürlük, eşitlik gibi kavramların yanı sıra, milliyetçilik (ulusçuluk) denilen kavram ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik, ulus-devletin oluşumu açısından önemliyken zaman zaman da Mussolini İtalya’sı, Hitler Almanya’sı örneklerinde olduğu gibi aşırı milliyetçiliğe dönüşmüştür. Yükselen milliyetçilik kavramı ve Avrupa’da bu durumun yankılarını inceleyebilmek için öncelikle milliyetçiliğin ne olduğuna tarihsel perspektiften bakmak gereklidir. 

Millet kavramının kökenini inceleyecek olursak Arapça “mell” kökünden gelmektedir ve aynı inanç sistemine, dine mensup insan topluluğu demektir. Zaman zaman “millet” kavramı, “ulus” kavramı yerine anlamdaş olarak kullanılabilmektedir (Aktaş, 2010). Ulus kavramı ise iki anlamda kullanılmaktadır. İlk olarak aynı dile, kültüre sahip olan insan topluluğu şeklinde ifade edilirken ikinci anlamı farklı dil ve kültürlere ait olsalar da aynı devlet çatısı altında birlikte yaşamak isteyen insan topluluğu olarak anlamlandırılabilmektedir. Millet ve ulus kavramları, 1789 Fransız Devrimi ve devrimin getirdikleri ile özdeşleştirilmektedir. 

Milliyetçilik kavramını irdeleyecek olursak millet ve ulus kavramlarının kullanımında olduğu gibi “milliyetçilik” ve “ulusçuluk” kavramları da birbirleri yerine kullanılmaktadır. “Milliyetçilik, 19’uncu asrın başlarında Avrupa’da icat edilen bir doktrindir. Bu görüş, kendi hükümetini kurmaya yetecek nüfus birimini tayin, devlet kudretini meşru şekilde kullanma ve devletler topluluğunu gereği gibi düzenleme ölçülerini temin edecek bir kıstas verdiği iddiasındadır. Kısacası, bu doktrin insanlığın tabiat ile milletlere bölündüğünü, milletlerin de tespitle mümkün muayyen vasıflarıyla tanındığını ve tek meşru hükümet şeklinin milletlerin kendi kendilerin idare etmeleri olduğunu ileri sürer” (Kedourie, 1971). 

Daha önce de değinildiği gibi 1789 Fransız Devriminin yankıları ile milliyetçilik kavramı doğmuştur. Uluslararası sistemde imparatorlukların yıkılması, ulus-devletlerin kuruluşu ile devam eden süreç, milliyetçiliğin yansıması olduğu ve devletlerin bağımsızlığını kazanmasına yol açtığı kadar zaman zaman da “aşırı” haliyle milliyetçilik, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı gibi eşi benzeri görülmemiş yıkımlara yol açmıştır. Bu önemli dönüm noktaları haricinde, çeşitli otoriter yönetimler ile milliyetçiliğin aşırı halini gözlemlemekteyiz. Bu otoriter yönetimlere örnek olarak Hitler dönemi Almanya’sını, Mussolini dönemi İtalya’sını, Franco dönemi İspanya’sını verebiliriz. Bu dönemde oluşan yapılar, bürokratik kurumlar ve gruplar ile “aşırı milliyetçilik” ideolojisini bir anlamda okuyabiliriz. Kömür-Çelik arayışı ve bu sektördeki gelişmeler, Birinci Dünya Savaşı’nı ve sömürgecilik arayışını da başlatmıştır diyebiliriz. Tarihteki bu yıkımlar ile demokrasi, adalet, insan hakları gibi Avrupa’nın savunuculuğunu yaptığı bu değerlerin de sarsıldığını gözlemlemekteyiz. İşte bu noktada Avrupa; bu yaraları onarabilmek ve bunların tekrar yaşanmasını önlemek için çeşitli kurum ve kuruluşlar oluşturmaya başlamıştır. Tüm bunların temelini 1951 yılında Avrupa Kömür-Çelik Topluluğunu (AKÇT) kurarak atmıştır. Zamanla AKÇT, bir ekonomik entegrasyon örgütü olarak başlattığı yolculuğunu siyasi bir örgüte dönüşerek tamamlamıştır. Bu süreçte Avrupa Atom Enerjisi Örgütü (Euratom), Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Topluluğu (AT), Avrupa Birliği (AB) gibi adlar alarak bir yol izlemiştir. “Altı ülke ile başlayan ve günümüzde yirmi yedi ülkeyi içine alan bu oluşumun amacı, ortak siyasi ve ekonomik bir bütünleşme sağlamaktır. Bu bütünleşmenin sorunsuz biçimde gerçekleşmesi öncelikle oluşturulan ortak politikaların en iyi şekilde uygulanması ile mümkündür.” (Kıraç, İlhan, 2010). Küreselleşme ve bütünleşme amacının gerçekleşmesi üzerine doğan Avrupa Birliği zaman zaman da tam anlamıyla “Avrupa milliyetçiliğinin” merkezi olmuştur. Tarihsel bir perspektiften bakarak sürecini verdiğimiz milliyetçilik kavramının bir de yeniden ortaya çıkışı olarak yorumlanabileceği yükselen milliyetçilik konusuna bir göz atalım. 

Yükselen Milliyetçilik Nedir?

Milliyetçilik olgusunun yeniden ortaya çıkışı ve bölgesel bağlamda artışa geçmesi olayına “yükselen milliyetçilik” diyebiliriz. Milliyetçilik olgusunun artışa geçtiği yerlerde ırkçılık, göçmen karşıtlığı, azınlık karşıtlığı gibi söylemler ortaya çıkmıştır. Ve bu milliyetçiliğin yükselmesi bir anlamda aşırı milliyetçilik kavramına yol açmıştır denilebilir. Literatürde de “artan milliyetçilik”, “yükselen milliyetçilik”, “aşırı milliyetçilik” kavramları ile karşılaşmaktayız. Bakıldığında bu kavramlar aslında bir bölgede milliyetçilik duygusunun ya da ideolojisinin artması, yoğunlaşması anlamına gelmektedir. Yükselen milliyetçilik kavramını birçok coğrafyada gözlemleyebiliriz, bunlardan biri de Avrupa bölgesidir. Bu bağlamda da Avrupa’da gözlemlenen yükselen milliyetçilik kavramına ve örneklerine bakmamız gereklidir. 

Avrupa’da Yükselen Milliyetçilik Bağlamında Avrupa ve AB

Fransız Devrimi daha önce de bahsedildiği üzere milliyetçilik kavramının doğuşuna sebep olmuştur. Bununla beraber, ulus-devletlerin gelişimi süreci ve çok-uluslu devletlerin yıkılışı süreçleri peş peşe yaşanmıştır. Ayrıca Sanayi Devrimi’nin ardından ham madde arayışı ve sömürgecilik yarışı da başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı gibi olaylar da bu olgular sebebiyle ortaya çıkmıştır. “Dünyayı iki kez harabeye çeviren savaşlara neden olan milliyetçilik olgusu, ikinci dünya savaşının bitmesinden sonra ve ardından gelen soğuk savaş yıllarında unutturulmaya çalışılmış ve her şeyin suçlusu gibi görülmesi amaçlanmıştır. Dünya iki kutuplu olmuş, milliyetçiliğin karşısına komünizm engeli çıkmıştı. Berlin Duvarının yıkılmasıyla Almanya’nın birleşmesi, Sovyetlerin dağılması ile Avrupa’da milliyetçilik olgusu tekrardan gündeme başlamıştır” (Gülşen, 2015).

Dünya savaşlarının ardından yaşanan Soğuk Savaş’ın bitmesi de ayrı bir dönüm noktası olmuştur. “Kırılma noktası ise 11 Eylül Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırı sonrası terör eylemlerini lanetleyen dönemin ABD Başkanı George W. Bush saldırıların ardından yaptığı açıklamada tüm dünya liderlerine saflarını seçmeleri çağrısını yaparak şöyle seslendi: “Ya bizdensiniz ya da onlardansınız.” (Gülşen, 2015). Soğuk Savaş ertesi dönemin en önemli olaylarından 11 Eylül 2001 saldırıları ve ABD’nin Afganistan, Irak gibi ülkelere ‘demokrasi’ getirme adına müdahaleleri, Orta Doğu’dan Avrupa’ya göç dalgasını başlatan unsurlardan olmuştur. Orta Doğu coğrafyasında yaşanan Arap Baharı devrimleri de yine göç olgusunu tetikleyen gelişmelerden olmuştur. 

Avrupa bölgesine bakıldığında ise Avrupa kıtasının önemli dönüm noktalarını yaşamış demokrasi, insan hakları, özgürlük kavramları ve bunlarla ilgili kurumların öncüsü olduğunu görmekteyiz. İşte bu sebeple de kendilerine has bir Avrupa Milliyetçiliği olgusuna sahiplerdir. Bu kapsamda da “Avrupalı, Avrupalılaşma, Avrupa kimliği” kavramları göze çarpar. Avrupa’nın bu noktada katı bir kimlik-norm algısına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı 11 Eylül 2001 saldırılarında dönemin ABD başkanı George W. Bush’un “biz-siz” söyleminde olduğu gibi kimlik konularında da “ben-biz, onlar-ötekiler” şeklinde bir ayrım, ötekileştirme durumu mevcuttur. Avrupa kıtası özelinde ise Avrupalılar ve ötekiler ayrımı söz konusudur. Avrupalılar ve karşısında ötekiler olarak yer alan grupta ise göçmenler, farklı dini ve etnik gruptan olanlar bulunmaktadır. Aşırı milliyetçilik olarak adlandırabileceğimiz bu olgu ile göçmen karşıtlığı, İslam karşıtlığı (İslamofobi) gibi kavramlar da ortaya çıkmıştır. Sadece günümüz dünyasında veya Avrupa’sında değil, geçmiş zamanlarda da bu olgu bulunmaktaydı. Örnek olarak Hitler dönemi Yahudi karşıtlığı durumunu verebiliriz. Eskiden de yaşanmasına rağmen tekrar ortaya çıkışı, artışa geçişine de Avrupa’da yükselen milliyetçilik diyebiliriz. Avrupa’da milliyetçiliğin artışa geçmesi noktasında aşırı sağ partilerin tutumları durumu desteklemektedir. “Avrupa’da yabancı düşmanlığının ve Müslüman karşıtlığının artmasının sebepleri tartışılırken, Avrupa son yıllarda milliyetçilik söylemleriyle ortaya çıkan grupların ve sol partilerin mücadele verdiği bir kıta görünümü çizmektedir. Bu mücadelede merkez sol partiler zaman içinde sağ partilerin gerisinde kalmaya başlamıştır. Öyle ki, Avrupa’nın merkez sol partileri ayakta kalma mücadelesi verirken, aşırı sağ partiler yükseliş göstermektedir.” (Elbir, ,2017) 

Soğuk Savaş ertesi dönem küreselleşme etkileriyle dünyanın diğer bölgelerine kayan dikkat ile Avrupa’da işsizlik ve gerileme olguları ortaya çıkmıştır. Fakat milliyetçiliğin etkisiyle Avrupa, sorunların sebebini gelen göçmenlerde görmektedir. Göçmen karşıtlığının yanı sıra İslam karşıtlığı da yaşandığından göçmen grubun arasında özellikle Müslüman göçmenler daha da dikkat çekmektedir. Göçmenlere nefret söylemleri ile eylemler, evler, ibadethaneler gibi yapıların tahribi durumları yaşanmaktadır. “Avrupa Birliği’ndeki devletlerin yasalarında ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı sert yasal yaptırımlar bulunmasına karşın; bu Müslüman ve Yahudi karşıtı saldırı, hareket ve hakaretlerin açık açık aşırı milliyetçi siyasi parti ve aşırı sağcı hareketler tarafından desteklenmesi dikkat çekiyor. Avrupa’da ortaya çıkan bu akımı “neofaşizm” olarak değerlendiren Mümtazer Türköne bu hareketlerin faşizmin birçok unsurunu ideolojik planda kullandıklarını kaydediyor” (Aktaş, 2010).

Faşizm ile aşırı sağ partilerin bağdaştırıldığı görülmekle beraber, bu durumun yabancı düşmanlığı (xenophobia) olarak adlandırıldığı ve Fransa, Avusturya seçimlerinde aşırı sağ partilerin oy oranlarının yüksek olduğu görülmektedir (Aktaş, 2010). Bu bağlamda da Türk göçmenlerin de Müslüman olmalarından ve göç etmiş olmalarından dolayı ‘Türk karşıtlığı’ durumu ile karşı karşıya kalması söz konusu hale gelmiştir. İşte bu noktada Avrupa Birliği milliyetçiliğin artmasını sağlayan bir kurum mu ya da milliyetçiliğin artması Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine engel teşkil ediyor mu soruları ortaya çıkar. Bu sebeple de Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin incelenmesi, Türkiye’nin üyelik sürecine milliyetçilik etkisinin nasıl olduğu konuları tarihsel bir perspektif içerisinde incelenmelidir. 

Avrupa’da Yükselen Milliyetçiliğin Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi

Avrupa’da yükselen milliyetçiliğin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine etkisini inceleyebilmek için öncelikle Avrupa Birliği’nin oluşum sürecine ve Türkiye’nin üyelik sürecine bakmak gereklidir. Avrupa Birliği’nin oluşum sürecine göz atmak gerekirse, öncelikle Fransa ve Almanya arasında yaşanan savaşların benzeri yaşanmasın diye her alanda (ekonomik, siyasi) entegrasyon oluşturulması düşüncesi üzerine kurulu bir ideoloji ile birliğin temellerinin atıldığı görülür. Bu sebeple Avrupa Birliği’nin kurucu babalarından biri olan Robert Schuman’ın ortaya attığı Schuman Planı ile Avrupa’ya sürekli barış havası kazandırma düşüncesinin adımları atılmıştır. Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman ve Milletler Cemiyeti Eski Genel Sekreteri Jean Monnet; 9 Mayıs 1950 yılında, Almanya ve Fransa arasındaki sorunları çözümlemek ve özellikle kömür-çelik endüstrisinde ortak üretimi amaçlamak üzere oluşturulan planı ortaya atmıştır ve bunu tüm Avrupa’nın katılımına açık tutmuştur. Böylelikle Schuman Planı yani Schuman Deklarasyonu olarak ortaya atılan fikir ile 1951 yılında Avrupa Kömür-Çelik Topluluğu (AKÇT); Federal Almanya, Fransa, İtalya, Benelux Ülkeleri (Belçika, Hollanda, Lüksemburg) olmak üzere kurulmuştur. Topluluğun ilk başkanlığını, Avrupa Birliği’nin kurucu babalarından bir diğeri olan Jean Monnet yapmıştır. Daha sonrasında ise aynı altı üye ülke, 1957’de Roma Anlaşması ile kömür-çelik endüstrisinde başlayan bu entegrasyonu ileri bir düzeye taşıyarak diğer sektörlerde de ekonomik iş birliği kurmak amacı ile bir araya gelmiştir. Roma Anlaşmasının imzalanması sonucunda, AKÇT yerini Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) bırakmıştır. Aynı şekilde 1958 yılında yürürlüğe giren Roma Anlaşması, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu (Euratom) da kurmuştur. AET, ekonomik anlamda bir birlik ve ortak pazar anlamlarını taşırken, Euratom ise nükleer enerjiyi barışçıl yönde kullanmak ve ülkelerin güvenliğini sağlamak amacıyla kurulmuştur. 1965 yılına gelindiğinde ise bu üç topluluk olan AKÇT, AET, Euratom imzalanan Füzyon Anlaşması ile birleştirilmiş ve artık topluluk, Avrupa Toplulukları (AT) adını almıştır. Burada da amaç tek konsey- tek komisyon oluşturarak hepsini tek topluluk altında kontrol edebilmektir. 1 Temmuz 1968’de gümrük vergilerinin kaldırılması sonrası, çeşitli alanlarda çeşitli politikalar yapılmış ve nihayetinde yeni üyelerin topluluğa katılımı ile topluluk genişlemeye doğru gitmeye başlamıştır. İlk genişleme dalgası olarak adlandırılan süreçte; 1973 yılında Birleşik Krallık, Danimarka, İrlanda üye olmuşlardır. 1980’li yıllara gelindiğinde ise 1981- Yunanistan, 1986-İspanya ve Portekiz’in üyeliği ile topluluk güneye doğru genişleme eğilimi göstermiştir. 1980’li yıllar uluslararası sisteminde yaşanan “Avrupa karamsarlığı” havası nedeniyle topluluğu canlandırma gerekliliği doğmuştur, bu sebeple 1984 yılında tek pazar oluşturmak istemi doğrultusunda Avrupa Tek Senedi imzalanmıştır. 1986 yılında imzalanan, 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi ile kurucu anlaşmaların niteliği değişmiştir. Soğuk Savaş’ın son yıllarına gelindiğinde, uluslararası sistemin yaşadığı değişikliklerle beraber Berlin Duvarı yıkılmış, Batı ve Doğu Almanya birleşmiş, Sovyet düzeninden ülkeler kurtularak bağımsızlıklarını edinmeye başlamışlardır. Ayrıca Soğuk Savaş’ı tamamen bitiren bir olay olan Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında yıkılması durumu mevcut uluslararası düzeni de tamamıyla değiştirmiştir. Bu durumlardan etkilenebilecek olan üye ülkeler bir araya gelerek 1991’de Maastricht’teki Avrupa Birliği Zirvesi’nde yeni bir anlaşma yapma kararına varmışlardır. 1 Kasım 1991 tarihinde yürürlüğe giren, Maastricht diğer adıyla Avrupa Birliği Anlaşması parasal birlik, iç işlerinde birlik, ortak dış güvenlik ve adalet konularında iş birliği konularını kapsamaktadır. Bu anlaşma ile birliğin üç sac ayağı bulunmaktaydı; bunlardan ilki “AT (AKÇT, AET, Euratom)” iken ikincisi “ortak dışişleri güvenlik politikası”, üçüncüsü de “adalet ve içişleri” idi. Bunun sonucunda Avrupa Toplulukları yerine “Avrupa Birliği” ismi kullanılmaya başlanmıştır. 1995 yılına gelindiğinde tekrar bir genişleme dalgası yaşanmıştır ve Avusturya, Finlandiya, İsveç Avrupa Birliği’ne katılmıştır. Ekonomik anlamda birlik için parasal birlik fikri üzerine “Avro” para birimi ortaya atılmıştır ve 12 ülke tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Avro 1 Ocak 2002 tarihinde resmen yürürlüğe girmiştir. 2000’li yıllara gelindiğinde yeni bir genişleme dalgası yaşanmıştır ve bu genişleme dalgası en büyük dalgalardandır, 2004 yılında gerçekleşmiştir. Çek Cumhuriyeti, Estonya, GKRY, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya AB’ne 2004 yılında katılırken Bulgaristan ve Romanya 2007’de katılmıştır. 2013 yılına gelindiğinde ise Hırvatistan üye olmuştur ve AB’nin üye sayısı 28’e ulaşmıştır. Bu haliyle de günümüzdeki güncel AB üye sayısına ve AB sınırlarına ulaşmıştır. Halen üyelik süreci devam eden, üye olmak isteyen ve AB tarafından da birliğe dahil edilmek istenen ülkeler bulunmaktadır. AB’nin genişleme politikasının dışında derinleşme politikası da bulunmaktadır. 2007 yılında imzalanan, 2009 yılında yürürlüğe girmiş olan Lizbon Anlaşması ile derinleşme politikası güdülmüş ve karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklar giderilmeye çalışılmış, demokratik ve etkili bir yapı arzu edilmiştir. 2008 Küresel Finans Krizinin yaşanmasıyla beraber Avrupa Birliği de etkilenmiştir ve konuya ilişkin çözüm yolları geliştirilmiştir. Daha sonraki yıllarda yaşanan göç krizleri, Brexit, aşırı sağ ve popülist akımın yükselişe geçişi gibi durumlar ekonomik açıdan toparlanmaya başlamış AB’ni olumsuz anlamda etkilemiştir. 2015 yılındaki düzensiz göç krizine çözüm yolunu Türkiye’yle 18 Mart Mutabakatını yapmakta bulan AB, bu soruna kısmen çözüm bularak rahatlamıştır. Fakat Brexit, yani İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden 2016 yılında referandum ile ayrılması süreci AB tarihinde yaşanan ilk ayrılıktır ve bunun etkileri, müzakereleri sürmektedir. Ayrıca Brexit sonrası dönemde aşırı sağ ve popülist akımların yükselişe geçmesi de birliğin önde gelen ülkelerinde sorunlar yaratmıştır. Bundan sonraki süreçte ise 2020 yılında COVID-19 salgını ile birçok alanda sorunlar ve krizler tüm dünyada olduğu gibi Avrupa Birliği’nde de ortaya çıkmıştır. Son olarak da 2020’li yıllar uluslararası sistemine damga vuran diğer bir olay ise 2022 yılında çıkan ve günümüzde hala devam etmekte olan Rusya-Ukrayna savaşıdır. Bu savaş sadece Rusya-Ukrayna ilişkilerini değil tüm dünyayı da tesiri altına almıştır. Avrupa Birliği özelinde ise bu savaş nedeniyle ortaklık güçlendirmeye ve yeni politikalara ihtiyaç duyulduğu gözlemlenmiştir. AB, son yıllarda yaşadığı bu sorunlara çözüm arayışında konferanslara ve çok yönlü ortaklıklara başvurarak sıkıntılarını çözüme kavuşturmaya çalışmıştır. Göç konusunda Türkiye ile anlaşmalar yapılması örneğinden görüldüğü üzere Türkiye de AB’nin birçok konuda çözüm ortakları arasında yer almaktadır. 

Avrupa Birliği’nin tarihsel gelişim sürecini verdikten sonra Türkiye’nin AB’ne üye olma sürecine değinmemiz gereklidir. Türkiye kuruluşundan itibaren çeşitli uluslararası organizasyonlara üye olmuş ve aktif olarak bu yapılarda rol oynamıştır. NATO, OECD gibi oluşumların içerisinde yer alan Türkiye, 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik başvurusunu yapmıştır. Avrupa ile ortaklık anlamına gelen Ankara Anlaşması, 1963 yılında imzalanarak 1964 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma vasıtası ile Türkiye’nin topluluğa tam üyeliği amaçlanmıştır. Ankara Anlaşması ile Türkiye’nin topluluğa hazırlanması süreci başlatılmıştır. Daha sonrasında imzalanan Katma Protokol ile hazırlık dönemi sona ererek, geçiş aşaması başlamış bulunmaktadır. 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında ise yürürlüğe giren protokol, Türkiye’nin gümrük birliğine girmesi için 22 yıl süre tanımıştır. 1970’li yıllardan 1980’li yıllar dönemine kadar olan süreçte ekonomik, siyasi nedenlerle Türkiye-AB ilişkileri istikrarsız bir biçimde ilerlemiştir. 12 Eylül 1980 yılında yaşanan askeri darbeyle ilişkiler askıya alınmıştır. 1996 yılına gelindiğinde gümrük birliği en önemli olaydır ve gümrük birliği ile son aşamaya geçilmiştir. Türkiye-AB ilişkilerinin ilk dönüm noktası 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’dir. Bu zirvede Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanarak diğer aday ülkelerle eşit statüde olduğu belirtilmiştir. İlişkilerde ikinci dönüm noktası ise 17 Aralık 2004 yılında gerçekleştirilen Brüksel Zirvesi’nde yaşanmıştır. Bu zirvede Türkiye’nin adaylık için yeterli siyasi koşulları sağladığı dile getirilmiştir. 3 Ekim 2005’te ise müzakere süreci başlatılmıştır. Başlangıçtan günümüze 16 fasıl gerçekleştirilmiştir; 2006-2010 yılları arasında 13 fasıl, 2010-2013 arası dönemde ise yalnızca 1 fasıl olmak üzere. 17 Mayıs 2012 tarihi itibarıyla Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri adına “pozitif gündem” başlatılmıştır. Bu çeşitli konularda iş birliği mekanizmalarının kısa sürede gerçekleştirilmesi amacıyla başlatılmış bir proje niteliği taşımaktadır. Pozitif Gündem, 2014 yılında Avrupa Komisyonu Genişleme ve Komşuluk Politikası’ndan sorumlu üye Stefan Füle yerine Johannes Hahn’ın göreve gelmesiyle son bulmuştur. 

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri inişli-çıkışlı bir nitelik taşımaktadır. Türkiye’nin ve Avrupa Birliği’nin kendi özelinde yaşadığı sorunlar ve sıkıntılar bu durumda etkili olmuştur. Türkiye, 31 Temmuz 1959 tarihinde Adnan Menderes’in AET üyelik başvurusundan bu yana yani 64 yıldan beri AB’ne üyelik sürecine devam etmektedir. Bu sürecin uzamasının siyasi, ekonomik ve benzeri arka planlarının dışında belki de Avrupa’ya yaşanan göç dalgasının, göçmen karşıtı tutumların da etkisi vardır. Türkiye’nin olası üyeliği sonucunda Türkiye’den gelecek Türk göçmenlerin artışından belki de AB kaygılanmaktadır. Ayrıca hem dünya genelinde artan göçmen ve İslam karşıtlığı hem de Avrupa’da artan aşırı sağ ve popülist akımların yaşanması Türkiye’nin AB’ne üyeliği sürecine bir engel durumu oluşturmaktadır. 18 Mart 2016 tarihli Avrupa Zirvesinde göç krizinin ele alınması ve bu konuda yapılan göç mutabakatı bu konuya bir örnektir. Bu tarz zirveler ve yapılan anlaşmalar, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin çok yönlülüğünü göstermekle beraber bir yandan da 2015 yılında yaşanan Suriye’den düzensiz göç krizine çözümü Türkiye ile anlaşma yapmakta bulmuşlardır. Bu durum da AB’nin aslında daha fazla mülteci ve sığınmacı istemediğini gösterir niteliktedir. Avrupa’da yükselen Avrupa Milliyetçiliği bağlamında Avrupalıların yüceltilip diğer kesimin ötekileştirilmesi durumunun Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerini de Türkiye’nin üyelik sürecini de etkilediği görülmektedir. 

Avrupa’da Yükselen Milliyetçilik Perspektifinden Türkiye’nin AB’ye Üyelik Süreci

Avrupa ülkelerinde yeniden gündeme gelen, yükselen “milliyetçilik” ideolojisi nedeniyle göçmen karşıtlığı ve çeşitli etnik gruplara, azınlıklara karşıtlık durumu ortaya çıkmıştır. Bunların yaşanmasına en temel sebep olarak aşırı sağ ve popülist akımların neden olduğu düşünülmektedir. Günümüze gelindiğinde seçim sonuçlarına bakıldığında ‘aşırı sağ’ partilerin yükselişe geçtiğini ve bunu istikrarlı bir biçimde koruduğunu görmekteyiz. İkinci Dünya Savaşı ve Almanya tarafından gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı yani Holokost nedeniyle sağ ideoloji düşüşe geçmişti fakat ilerleyen süreçte sağ ideoloji fikri normalleştirilmiştir. Bahsedilen olayların yıkıcılığı, yaşanan bu olaylardan dolayı duyulan suçluluk hissi ve dönemin Avrupa’sının sosyo-ekonomik yapısı durumları göz önünde bulundurulduğunda “aşırı sağ” ideolojinin neden azaldığı, düşüşe geçtiği hatta marjinalleştiği olgusu anlaşılır. Marjinalleşen bu ideoloji zamanla yeni sağ ideolojinin doğmasına sebep olmuştur. Yeni sağ ideoloji, radikal ve popülist sağ ideolojilerin temel doktrinsel mantığını oluşturmaktadır. Avrupa’da bu ideolojilerin yükselişe geçmesiyle beraber karşıtlık durumları da artmıştır. Örnek verecek olursak Avusturya Hürriyetçi Partisi ve İsveç Demokratları Partisi gibi radikal sağ partiler geçmişte “Antisemitizmle” bağlantısı olan ve kökleri büyük çoğunlukta Nasyonel Sosyalist ideolojiye dayanan partiler olduğundan, tek ırka dayanan düşünce yapısına sahiptirler. Bu nedenle de Müslüman azınlığı sevmezler hatta İslam karşıtı tutum sergilerler (Çakaş, 2019). Diğer bir örneğe gelecek olursak Hollanda Özgürlük Partisi popülist sağ bir partidir fakat geçmişinde antisemit kökenler barındırmasa da milliyetçilik, küreselleşme ve çok kültürlülük karşıtı partilerdir (Çakaş, 2019). “Popülist sağ partilerin Avrupa değerler sistemine uymadığını veya uyum sağlayamadığını düşündükleri Müslümanlar gibi kültürel azınlıkların varlığı güvenlikleştiren bir söylem üretim mekanizmasını benimsedikleri ileri sürülebilir.” “…Fakat gerek radikal sağ gerekse popülist partilerin hepsinin küreselleşme karşıtlığı, kültürel kimlik ve Avrupa değerleri üzerinden bir nevi kültürel ırkçılığı benimsedikleri söylenebilir” (Ellinas, 2010; akt. Çakaş, 2019). Avrupa bölgesinde bu ideolojiye sahip partileri genel olarak örnekleyecek olursak “Avrupa’da radikal ve popülist sağ partilerin belli başlıları olarak ise Avusturya Hürriyetçi Partisi, Danimarka Halk Partisi, İsveç Demokratları, Britanya Ulusal Partisi, Hollanda Özgürlük Partisi, İtalya Kuzey Ligi, Belçika Vlaams Belang Partisi, Fransız Ulusal Cephesi ve Almanya için Alternatif Partisi gösterilebilir” (Ekman, 2015, 1992-1993; akt. Çakaş, 2019) denilebilir. Aşırı sağ akımın normalleştirilmesi ile yabancı düşmanlığı, kültürel ırkçılık durumları yaşanabilir. Yine Avrupa özelinde bakılacak olursa 11 Eylül 2001 sonrası dönemde, 11 Eylül saldırıları nedeniyle Müslüman kişilere ve devletlere bakış açısı değişmiştir. Haliyle Avrupa’da da bu ülkelerden gelecek İslam dinine mensup kimselerin ötekileştirilmesi durumu söz konusu olmuştur. 

2015 Suriye krizi sonrası göç dalgasının yaşanması ile her ülke güvenlik kaygısı duymuştur. Bu konu çerçevesinde göç politikaları işlenmiştir. Göçmenler sorunlarla bağdaştırılmış, gelen göçmenlerin sayısı artmış ve bununla beraber birtakım işsizlik benzeri sıkıntılar yaşanınca halk da göçmenleri istememeye başlamıştır. Kendi milletini ve değerlerini görmek isteyen halk da sandığa bu şekilde kararlarını yansıtmıştır. “Bunun için Batılı ülkelerde ve özellikle de Avrupa’da kendi çıkar ve ideallerini en doğru biçimde formüle eden aşırı sağ partilere yönelmektedir” (Aslan, 2018). Bu durum da Avrupa’da aşırı sağın, popülist akımın ve milliyetçiliğin yeniden yükselmesi anlamına gelmektedir. Avrupa Birliği’nde ve birliğe üye ülkelerde bu şekilde bir yaklaşım durumu gözlenmektedir. 

Avrupa Birliği’nde ayrımcılık ile mücadele konusu kapsamında çeşitli düzenlemeler ve müktesabatlar yapılmaktadır. Bu durum düşünüldüğünde Avrupa Birliği katı önlemler almaktadır ve ayrımcılığı desteklememektedir denilebilir. Fakat bu alınan tedbirlerin ne kadar hayata geçirildiği hususu ise tartışmalıdır. Her ne kadar alınan önlemler olsa da Avrupa ülkelerinde gözlemlediğimiz ayrılıkçı eylemler neticesinde önlemlerin yetersiz kaldığı konusu ön plana çıkar. “Sonuç olarak, Avrupa Birliği’nde yasal olarak çeşitli düzenlemeler getirilmiş olması ve ayrımcılıkla mücadeleye ilişkin önemli adımlar atılmasına karşın; üye ülkelerde gerek mevzuatın uyumlaştırılmasına yönelik olarak gerekse uygulamada ayrımcılığın önlenmesi ve vatandaşlar arasında bilinç düzeyinin artırılmasına yönelik olarak yapılması gereken daha çok şey olduğu bir gerçektir” (Tekin, 2008) ifadesinden anlaşıldığı üzere tam anlamıyla uygulanması noktasında sıkıntılar vardır. 

Buradan anlaşılacağı üzere “Avrupa Birliği, milliyetçiliği devam ettiren bir araç mı?” sorusuna cevap olarak Avrupa milliyetçiliği kavramının gerçekten var olduğu, Avrupalı kimliği olgusunun da var olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle Avrupa Birliği milliyetçiliği devam ettiren bir araçtır denilebilir. Fakat eşitlik ve ayrımcılık konusunda aldığı, almak istediği önlemler açısından ise AB ayrımcılığa karşıdır ifadesini kullanabiliriz. Ayrıca Avrupa Birliği’nin kuruluş amaçlarını düşündüğümüzde, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı gibi milliyetçilik etkisi ile gerçekleşmiş büyük yıkımların sonuçlarını düzeltebilmek, bir daha böyle olaylara sebebiyet vermemek amacıyla oluşturulduğunu görürüz. Ve de Avrupa Birliği “supranasyonel” yani ulus-üstü, milletler-üstü bir yapıya sahip olduğundan diğer değerleri milliyetçilik üzerinde tutmaktadır. Avrupa’da ve Avrupa Birliği üye ülkelerinde artan milliyetçilik olgusu ile bu kötü ayrımcılık durumları yaşansa da Avrupa Birliği elinden geldiğince aldığı önlemler doğrultusunda bunu engellemeye çalışmaktadır. Yani araştırma sorumuz olan “Avrupa Birliği, milliyetçiliği devam ettiren bir araç mı?” sorusuna yanıt ararken bir yandan da birliğin supranasyonel yapısını göz önünde bulundurarak yanıtlandırmalıyız. Bu açıdan bakıldığında ise soruya cevabımız hayır olacaktır, çünkü Avrupa Birliği aşırı milliyetçilik ve bunun krizlerini önlemek ve onarmak amacıyla kurulmuştur diyebiliriz. 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci konusuna gelindiğinde ise yaklaşık 64 yıldır süregelen bir olay olduğundan daha önce de bahsetmiştik. Fasıllar ve görüşmelerin devam ettiği ve bazen olaylar nedeniyle durdurulduğundan da söz etmiştik. Aşırı milliyetçilik kavramının yeniden Avrupa’da yükselişe geçmesi durumu ile karşıtlık, ayrımcılık durumları söz konusu olmuştur. İslamofobi, yabancı karşıtlığı, göçmen karşıtlığı kapsamında değerlendirildiğinde Türklerin de istenmemesi durumu ile karşılaşılabilir. Suriye’den gelen göç dalgası konusu, Türkiye üzerinden de bu kimselerin göç edebileceği durumu, Türkiye’nin üyeliğine güncel konjonktürde belki de engel olan hususlardandır. Türkiye-AB ilişkileri açısından, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusuna örnek gösterecek olursak; “Sarkozy aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliği üzerinden bir laiklik tartışmasını başlatmış, Fransa’daki Müslümanların varlığını güvenlikleştiren bir bakış açısının inşasına çalışmıştır” (Düzgit, 2015, 48-52; akt. Çakaş, 2019). Sarkozy, radikal ve popülist akıma mensup bir kimsedir ve Ulusal Kimlik Bakanlığı kurumunu kurmuştur. Fransa’da kimlik tartışmalarını ön plana çıkarmıştır. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere ulusal kimlik olgusu daha ön plandadır denilebilir. 

Türkiye-AB ilişkileri çok yönlü ve kapsamlı ilişkilerdir, Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci halen devam etmektedir. “Avrupa milliyetçiliği, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine engel teşkil ediyor mu?” araştırma sorumuzun cevabı olarak, bazı konular nedeniyle bir engel teşkil edebileceğini fakat çok yönlü ilişkiler söz konusu olduğundan dolayı, birtakım kıstasları sağlamadan üye olunmasının mümkün olmadığı bilindiğinden milliyetçilik konusundan bağımsız olarak diğer alanlara bakılarak bir değerlendirme yapılması gerekliliğinden bahsedilebilir. 

Sonuç

Bu çalışmada milliyetçilik tanımı yapılarak milliyetçiliğin dünyanın büyük olaylarına etkisi üzerinden milliyetçiliğin tekrardan Avrupa’da yükselişi incelenmiştir. Bu durumun Avrupa Birliği’nde ayrımcılık, ırkçılık, nefret söylemleri ve karşıtlık gibi olgulara neden olduğu konusu irdelenmiş ve örnekleri verilmiştir. Avrupa’nın kendine has özellikleri, normları ve yapıları olduğundan hareketle bir “Avrupalı kimliği” var olduğundan söz edilmiştir. Bu kimlik sayesinde “ötekileştirme” durumu yaşanarak İslam karşıtlığı, yabancı karşıtlığı, göçmen karşıtlığı olguları Avrupa’daki eylemlerle karşılığını bulmuştur. Tüm bunlar Avrupa’yı etkilemekle beraber Avrupa Birliği’ni de tesiri altına almıştır. Avrupa Birliği milliyetçilik, aşırı sağ, popülist ve radikal akımlar nedeniyle belki de bu olguları istemeden desteklese de yapmış olduğu katı önlemlerle bir yandan da engellemeye çalışmıştır. Son dönem konjonktürde yaşanan olaylar neticesinde Türkiye de bu olaylardan etkilenmiştir. Bu ölçüde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği süreci de etkilenen diğer hususlar arasında olmuştur. Bu araştırmada Avrupa’da yükselen milliyetçilik ve AB, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği süreci konularına milliyetçiliğin yeniden yükselişi açısından bakılmıştır. “Avrupa Milliyetçiliği, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine engel teşkil ediyor mu?” ve “Avrupa Birliği, milliyetçiliği devam ettiren bir araç mı?” sorularına cevap aranmıştır. Avrupa’da yükselen milliyetçilik perspektifinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ana başlığı altında konu aydınlatılmaya çalışılmıştır. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin çok yönlülüğü söz konusu olduğundan milliyetçiliğin bazen engel teşkil edebildiği fakat üyelik için farklı kıstaslara da yer verilmesi gerektiğinden konuya sadece milliyetçilik açısından değil çok yönlü bir perspektiften bakılması gerekliliği şeklinde sorulara cevap bulunmuştur. 

Kardelen ÇELEBİ 

Avrupa Çalışmaları Staj Programı

Editör: Gizem GÜVEN

Kaynakça

Aktaş, M. (2010). Avrupa’da milliyetçiliğin yeniden yükselişi Türkiye’nin AB’ye üyelik çabaları. İnönü Üniversitesi İİBF E-Kitap. 

Aslan, K. (2018). Aşırı sağın yükselişi: resme küresel perspektiften bakmak. Muhafazakâr Düşünce Dergisi, 14(53), 47-70. 

Çakaş, Ö. (2019). Avrupa siyasetinde radikal ve popülist sağın ideolojik yenilenmesi ve yükselişi üzerine bir inceleme. Sosyal ve Beşerî Bilimler Araştırmaları Dergisi, 20(44), 157-178. 

Elbir, Ç. (2017). Avrupa’da yükselen milliyetçilik ve ayakta kalmaya çalışan sosyal demokratlar. Avrasya İncelemeleri Merkezi. Analiz No.2017/6.

European Union. (n.d.). Erişim Adresi: https://european-union.europa.eu/index_en (Erişim Tarihi: Mart, 2023).

Gülşen, P. (2015). Avrupa’da yükselen milliyetçilik. Anka Enstitüsü. 

Karadağ, A., Yaman, H. (2018). Üç Farklı Milliyetçilik. Akademik Yaklaşımlar Dergisi, 9(2). 

Kaya, A. (2013). Avrupa Birliği hakkında merak ettikleriniz Avrupa Birliği’ne giriş. Hiperlink Yayınları.

Kedourie, E. Avrupa’da Milliyetçilik. (Çev. M. Haluk Timurtaş). Sosyal İlimler Komisyon Yayınları.

Kıraç, S. İlhan, B. (2010). Avrupa Birliği oluşum süreci ve ortak politikaları. Milli Eğitim Dergisi, 40(188), 191-201. 

Tekin, H. (2008). Avrupa Birliği ve Türkiye örneğinde ayrımcılıkla mücadele. Avrupa Birliği Uzmanlık Tezi, T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı. 

Uzunçayır, C. (2014). Göçmen karşıtlığından İslamofobi’ye Avrupa aşırı sağı. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 2(4), 131-147. 

T.C. Dışişleri Bakanlığı. (n.d.). Erişim Adresi: www.mfa.gov.tr (Erişim Tarihi: Mart, 2023).

T.C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı. (n.d.). Erişim Adresi: https://ab.gov.tr/ (Erişim Tarihi: Mart, 2023).

T.C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı. (2016). 18 Mart 2016 Tarihli Türkiye- Avrupa Birliği Zirvesi Bildirisi. Erişim Adresi: https://ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/18_mart_2016_turkiye_ab_zirvesi_bildirisi_.pdf (Erişim Tarihi: Mart, 2023).

Sosyal Medyada Paylaş

1 COMMENT

  1. Merhabalar, yazıyla ilgili olarak bir kaç ek yapmak isterim. Yazıda savunulan Milliyetçilik kavramı Fransız ihtilali ile ortaya çıkmıştır tezi eksiktir. Ulus devlet altındaki sistemli milliyetçilik Fransız ihtilali ile ortaya çıkmıştır demek daha doğru olur. Ancak Milliyetçilik yüz yıllar hatta bin yıllardır var olan bir kavramdır. Örnek vermek gerekirse İtalya’da 14. 15. ve 16. yüzyıllarda Dante ve machiavelli gibi yazarlar başta olmak üzere birçok yazar ve düşünür İtalya’nın birleşmesini ve yabancılara karşı mücadele edilmesini savunmuşlardır. Yine 8. Yüzyıla ait Orhun yazıtlarında Türk budunu ifadesi geçmektedir. Bir birlikten söz edilmektedir. Başka bir örnek vermek gerekirse ilk İslam devletlerinden olan Emevvilerin Milliyetçi tutum ve uygulamalarından söz edilebilir. Bu örnekleri daha detaylandırıp çoğaltabiliriz ve farklı coğrafyalardan benzer örnekler verebiliriz. Milliyetçilik var olan bir olgudur ve insan var oldukça çeşitli şekillerde varlığını sürdürmüştür. Milliyetçilik, Fransız ihtilali ile ulus devlet altında son şeklini almıştır. Hatta birçok toplumu içinde barındıran ve eşitlikten bahseden Sovyetler birliğinde tek resmi dil Rusçadır. Bürokrasinin baskın tarafı Ruslardan oluşur ve başka bir dini ve milli akıma izin verilmemiştir. Özellikle Stalin dönemi daha baskın bir Rus Milliyetçiliği vardır. Keza Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nde Uygurlarla yaşanan sorunlar bilinmektedir. Bütün bunların kökeninde Milliyetçilik vardır. Avrupa’da ki aşırı Milliyetçilik anlayışına gelirsek bu çok yeni bir durumdur ve daha bir asır olmamıştır. Avrupa’da aşırı Milliyetçiliğin körüklenmesinin başlıca sebeplerini 2 dönemde inceleyebiliriz. Bunlardan ilki 2. Dünya savaşı öncesi dönemdir. Bu dönemin sebepleri: 1. Dünya savaşı sonrası yapılan yanlış antlaşmalar, bu antlaşmalar sonrası başka ülke topraklarında kalan azınlıklar ve ekonomik problemler olarak görülebilir. Nihayet bu aşırılık kendini 2. dünya savaşı olarak ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte aşırı milliyetçiliğin ve antisemitizmin bayraktarlığını Almanya yapmıştır. Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde ise bu tarz akımlar var olsa da asla güç kazanamamışlardır. Sebepleri arasında bu devletlerin kolonyal geçmişleri ve diğer toplumlarla temaslarından dolayı farklı kültürlere alışık ve daha sağduyulu olmaları söylenebilir. Ancak Almanya daha içine kapanık dünyaya daha geç açılmış bir toplum olarak çok kolay aşırı milliyetçiliğin esiri olmuştur. 2. döneme gelecek olursak bu dönem ilkinden farklı olarak daha yeni yeni yaşanmaya başlanmıştır. Bu dönemin fitilini ise 2011 Suriye iç savaşı ve sonrasında bölgeden yaşanan göçler ateşlemiştir. Suriye, Afganistan, Orta Doğu ve bazı Afrika ülkelerinden yapılan göçler bu durumu daha da körüklemiştir. Avrupa’nın Dil, din, kültür, yaşayış biçimi şekillerine taban tabana zıt olan ve bazı ülkelerde binler bazılarında ise milyonları bulan göçler neticisinde bu uyumsuzluk daha net bir şekilde görünür hale gelmiştir. Üstüne üstlük bu göçler sırasında, Avrupa ülkelerine giden bazı terör örgütü gruplarının konser alanlarını, festival alanlarını ve kilise gibi yerleri kanlı saldırılar ile hedef almaları, daha önce göçmenler tarafından böyle olaylara sahne olmamış Avrupa devletlerini ve toplumlarını şoka uğratmış ve aşırı milliyetçiliğe kaymalarına fırsat vermiştir. Sonrasında yaşanan Ekonomik durgunluklar işsizlikler artan sağlık ve emniyet giderleri ve nihayet artan kamu harcamaları sonrasında Avrupa’da aşırı sağ partiler güç kazanmaya başlamış ve bu durumu siyasete malzeme yapmışlardır. Tek Sorumluyu göçmenler olarak görmüşlerdir. Türkiye’nin AB üyeliğine gelecek olursak 85 milyonluk ve üstüne milyonlarca göçmeni barındıran bir Türkiye’nin AB üyeliği imkansıza yakındır. iyi çalışmalar dilerim.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Covid-19 Sonrası Yeni Normal: Dijital Göçebelik ve Güneydoğu Asya

Ecem Hayırcı  Göç Çalışmaları O-Staj Programı ÖZET Günümüzde teknolojinin gelişmesi, küreselleşme, iş verenlerin...

”Deontolojik değil sonuççu liberteryenim” – Dr. Merve Karataş

Bu röportaj Zeynep Naz Terzi tarafından Liberal Demokrat Parti...

Hırvatistan’da Seçim Rüzgarları: Cumhurbaşkanı Milanović, Başbakanlık Koltuğu İçin Yarışa Giriyor

Hırvatistan'da Seçim: Hırvatistan siyasi sahnesi, Cumhurbaşkanı Zoran Milanović'in, Nisan...

İklim Değişikliğinin Göç ve Kalkınma Üzerindeki Etkileri

Esranur Tekin Göç Çalışmaları Stajyeri  GİRİŞ Göç, dünyanın hemen her ülkesini etkileyen...