BKP Genel Sekreteri İzzet İzcan ile Kıbrıs Üzerine Röportaj

Hepimizin malumu Kıbrıs Sorunu uzun yıllardır bir çözümsüzlük statükosuna mahkûm edildi. Gerek Türkiye’de, gerekse ilgili ülkelerde iktidarlar değişti, liderler değişti ancak onca yılın sonunda ne yazık ki kalıcı ve adil bir çözüm üzerinde taraflar anlaşamadı. Bildiniz gibi Kıbrıs, Türk dış politikasının en büyük sorunlarından birini oluşturuyor. Özellikle AK Parti’nin iktidara gelmesiyle Avrupa Birliği sürecinin hız kazanması, Türkiye’nin yıllarca iç siyasetteki kavgalara dalıp bir kenara attığı Kıbrıs Sorunu’nu tekrar gündeme taşıdı. Özellikle AK Parti’nin geçmiş hükümetlerden farklı bir dış politika perspektifiyle Kıbrıs’a yaklaşması gerek Türkiye ve Kıbrıs’ta, gerekse dünyada büyük yankı buldu.  

Türkiye ve bu topraklarda yaşayan insanlar için Kıbrıs’ın oldukça önemli olduğunu biliyoruz ancak ne yazık ki Kıbrıs’ı tam anlamıyla bilmiyoruz. KKTC’de yakın zamanda yaşanan mitignler ve bunun ardından meydana gelen tatsız olaylar gösterdi ki, Türkiye Halkı’nın bu konudaki genel algısı Rumların Kıbrıslı Türk’leri katletmesi ve Türkiye’nin soydaşlarını kurtarması üzerine kurulu. Ancak unutmamak gerekir ki uzun yıllar devam eden siyasi sorunlar toplumlar üzerinde de ciddi etkiler bırakır, meselenin sosyolojik boyutu da önemlidir. Kıbrıs Türkü’nün geçmişte yaşadıkları, bugünü, gelecekten beklentileri ve tüm yaşananların sosyo – psikolojik boyutu halkın siyasi tercihlerini önemli ölçüde etkiliyor. Kıbrıs’ı  yanlızca 1963’te kanlı noel’le başlayan katliama ve 1974’teki Barış Harekâtı’na bakarak tam anlamıyla analiz etmek mümkün değil.

Hepinizin bildiği gibi, BİLGESAM TUİÇ’in değerlerinden en önemlileri “non-partizan duruş” ve “demokratik dönüşüm”dür. Bu bağlamda Kıbrıs gibi hassas bir konuyu hem siyasi olarak daha iyi anlamak ve sosyolojik boyutunu objektif bir şekilde analiz edebilmek için Kıbrıs’a farklı açılardan bakan çok çeşitli akademisyen ve siyasetçilerle bir röportaj dizisi hazırlamaya karar verdim. Konu hakkında Kıbrıs Türk’ünün her kesiminin fikrini Türkiye’ye yansıtmak bu çalışmada hassasiyet gösterdiğim en önemli noktalardan biridir. Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Ata Atun’la yaptığım söyleşi zincirin ilk halkasıydı. Kendisi kısıtlı zamanını ayırarak çok değerli görüşlerini bizlerle paylaştı. Bu hafta ise Birleşik Kıbrıs Partisi Genel Sekreteri Sayın İzzet İzcan’la bir görüşme yaptım. Yakın zamanda İzzet Bey’in medyada yer alan açıklamaları üzerine eleştirilerle dolu bir yazı kaleme almıştım. O yazıda eleştirdiğim birçok noktayı kendisine yönelttim. Sayın İzcan Kıbrıs konusuna Türkiye Halkı’nın alıştığından çok daha farklı bir noktadan bakan bir siyasetçi, hatta ve hatta bazı çevrelerin ithamıyla bir ‘Rumcu’. İzzet Bey birçok konuda çok tartışılacak görüşler beyan etti. Görüşlerine katılmayıp, eleştirel yaklaşsakta, Kıbrıs’ı anlamak ve birçok sorunun temelini oluşturan diyalog eksikliğini gidermek için görüşlerinin önemli olduğu kanısındayım.  

 

Uluhan CERAN

BİLGESAM TUİÇ Platformu

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Temsilcisi

 

Uluhan Ceran: KKTC basınında yer alan bir açıklamanızda, Türk tarafının müzakerelerde samimi olmadığını ifade etmiştiniz. Malumunuz Cenevre görüşmelerinden çözüme katkı sağlayacak bir sonuç çıkmadı. Müzakerelerde maalesef gözle görülür bir ilerleme söz konusu değil. Bu durumun nedeni KKTC’nin samimi olmayışı mı? Sayın Eroğlu’nun müzakerelerdeki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?  

İzzet İzcan: Sayın Eroğlu’nu biz yakından iyi tanırız. Sayın Eroğlu’yla mecliste de beraber olduk, siyasi mücadele içinde de. Bizden epey yaşlıdır, çocuk yaştan onu takip ettik. Denktaş ve Eroğlu, Türkeş, Ecevit ve Demirel. Bunlar aynı çizgide olan siyasetçiler. Hiç değiştiklerine inanmıyorum, değişmediler de zaten. Sadece konjonktüre göre yeni söylemler geliştiriyor Sayın Eroğlu son dönemde. Bir dönem AK Parti’yle takıştı, kafa tutmaya kalktı, derin devletle iş birliği yaptı. Ergenekon, derin devlet, askeri çevrelerle ve o işin bedelini ödedi. Denktaş Bey’de ödedi, o da ödedi. Öyle görülüyor ki şimdi pozisyonunu değiştirdi, AK Parti söylemine uyum sağladı, yani bir adım önde olma siyaseti adı altında ama ortada bir çözüm yok. Zaten AK Parti’nin Türkiye’de de yaptığı hiçbir projenin sonu gelmedi. Alevi açılımı dedi yarım kaldı, Kürt açılımı dedi yarım kaldı, sıfır sorun dedi yarım, herkesle sorun var. Kıbrıs Sorunu’nu da çözeceğim dedi, samimi olmadığı ortaya çıktı. Avrupa Birliği dedi, AB üyeliğini kendi egemenliğine karşı olan güçleri tertiplemek için kullanıyor. Demokrasiyle ilgili taleplerini, askeri dizginlemek ve derin devleti kontrol altına almak. Şimdi öyle görünüyor ki son dönemde güçlendiğini hissettiği için hiç sıkılmadan Türkiye’nin aydınlarını, gazetecilerini içeri almaya, 2003’ten kalan telefonlarını dinletmeye tam on yıl geriye dönük ve Türk demokratik kamuoyunu susturmaya çalışıyor. Aynısını da bize burada yapıyor. Kavga budur, kavga ortaktır, bunu anlatabilmek lazım insanlara. Yani bu mücadele, bu politikalara karşı duran Kıbrıslı Türklerin sesini yükseltmesidir. Ekonomik paket neden olmuştur, gerekçe yaratmıştır. Bu da doğaldır, çünkü ekonomik paket bu sistemin ürünüdür. Bu düzeni Türkiye kurdu. Garantör güç olarak buraya askeri müdahalede bulundu, söylediklerinin tersini yaptı. Türkiye’de doğuda, güney doğuda uyguladığı siyaseti yani Kürt yoktur, Alevi yoktur siyasetinin aynısını burada uyguladı. Kıbrıslı Türk yoktur, Kıbrıs Türk kimliği yoktur, burası kaybedilmiş Osmanlı toprağıdır. O dönemden sonra da burası ilk defa Türkiye’nin misak-ı milli sınırları dışında ele geçirdiği bir toprak parçasıdır anlayışı hâkimdi, Osmanlıcı bir anlayış. Kıbrıs Türk’üne de böyle tepeden bakıyorlar, en sonunda bu  yol kazasına sebebiyeti verdi. Yani sayın Erdoğan açık söyledi, ben hata yaptığına inanmıyorum, bilinçsiz söylediğine inanmıyorum, yanlış yaptığına inanmıyorum. İçinden geçeni, bizim içim düşündüğünü, Cemil Çiçek Bey’de, oda, onun kadroları da, Egemen Bağış Bey’de daha demokratik bir yüzle bize her gün hatırlatıyor kim olduğumuzu. Ama bir şeyi unutuyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin buradaki hakları garantörlük anlaşmasıyla sınırlıdır. O da bozulan anayasal nizamı tesis etmektir. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni egemen kılmaktır, egemenliğini geri iade etmektir darbecilere karşı. Ama bunu yapmadı, işgalci konumuna düştü. Şu anda dünyada, Avrupa Parlamentosunda ve Kıbrıs Türk Toplumu’nun vicdanında işgalcidir. İşgalci kime derler? Başkalarına ait olan toprakları silah yoluyla ele geçirene, oraya kendi nüfusunu aktarana ve oranın mülkiyet yapısını değiştirerek, herkesin malını ve mülkünü kendi yandaşlarına dağıtana, insanların temel hak ve özgürlüklerini de ortandan kaldıranlara işgalci derler. Amerika, Irak’ta işgalcidir. Türkiye Cumhuriyeti izlediği bu siyasetle Kıbrıs’ta işgalcidir. O duruma kendi kendini sokmuştur. İlk müdahalesi meşru olmakla beraber, uluslararası hukuka dayanmakla beraber bunun gereğinin dışına çıkmıştır. Burada ayrı bir devlet kurdurmuştur. Tıpkı bir zaman Kamboçya’da Vietnamlıların yönetimi idare ettiği gibi ve ya Amerikalıların Karzai’si gibi Afganistan’da. Burada da kendine bağımlı bir siyasi yapı kurmuştur. Bu az önce saydığımız siyasetçilerde Türkiye’deki iktidarlara şükran sunarak, Türkiye halkının da maddi ve manevi katkılarını da sömürerek kendilerine burada bir düzen kurmuşlardır. Yani siyasi alt yapıyı da, ekonomik yapıyı da kurmuşlardır. Şimdi sallanan budur. Buna tepki olsun diye de bizim gibi insanlara hain, Rumcu, komünist Türk düşmanı diye saldıran kendileridir. Hâlbuki biz Birleşik Kıbrıs Partisi olarak, kendi adıma söylüyorum bunu, ülkemize sahip çıkmaya çalışıyoruz. İnsanlarımızı korumaya çalışıyoruz, nüfusumuzu korumaya çalışıyoruz, asimile olmamaya çalışıyoruz, kültürümüz devam ettirmeye çalışıyoruz ve ülkemizi birleştirmeye çalışıyoruz, barış istiyoruz. Öyle görüyor ki bu politikalarla, Türkiye’nin resmi politikası çatışıyor ve burada bir kavga var, şiddetlenerek sürdü, sürüyor ve sürecek. Avrupa Parlamentosunun son kararlarını gördünüz. Daha açık ne söylenebilir Türkiye’ye. Askerini çek diyor, nüfusunu çek diyor, temel insan haklarını çiğneme ve çözüme yardım et diyor. Bizde onu dedik, çünkü görüşme sürecinde Türk tarafının söyledikleri ve yaptıkları birbirini tutmuyor. Hala daha federasyon istediğini söylemiyor ama Birleşmiş Milletler’e yazdığı yazılarda da BM zemininde görüşmeyi kabul ettiğini söylüyor. Sayın Talat’ın uzlaştığı noktalara evet diyor, ama ana görüşmeleri oluşturan mayıs ve haziran aylarındaki prensip anlaşmalarına değinmiyor. Sorunun çözüleceğini söylüyor, çözmek istediğini söylüyor ama Türkiye’yle konuşurken biz etle tırnak gibiyiz, ayrılamayız, çözüm mözüm de yoktur diyor. Meselenin özü budur, bizim ne söylediğimizden ziyade dünyanın bizi nasıl algıladığı önemlidir. Dünya, Avrupa Parlamentosu ve Birleşmiş Milletler bizi böyle anlıyor. 

 

Uluhan Ceran: Asimilasyondan bahsettiniz. Kıbrıs Türk’üne karşı sistematik bir asimilasyon politikası uygulandı mı?

İzzet İzcan: İlk defa bunu 1980’lerde, partimizin kurucularından biri olan, daha sonra da başbakan yardımcılığı yapmış Sayın Özker Özgür Vilko’nun Bulgaristan’da yaptığını sende değişik yöntemlerle bize yapıyorsun dede ve zelzele çıkmıştı hatırlıyorsunuz. Ülkeye girişi yasaklanmıştı, canı tehlikeye girmişti. Şimdi yaşananlara bakarak bir şeyin doğru ve ya yanlış olduğuna karar verebilirsiniz. Eğer Kıbrıs Türk Toplumu Makaryos döneminde 120.000 kişiyse, bu toplumu kurtarmaya geldiğinizi söylüyorsunuz ve aradan geçen 30-35 sene sonra bu rakam 80-90 binlere düştüyse ancak sizin buraya aktardığınız nüfusla sayı 700 binlere çıktıysa o zaman sizin söylediğiniz ve yaptığınız uymuyor demektir. Siz burayı Türkleştirme siyasetini izliyorsunuz demektir. Daha doğrusu bu Osmanlılaştırmadır son gelinen aşamada. Tamamen bir asimilasyon eğitimde söz konusudur, yaşamın her alanında söz konusudur ve Türkiye’yi yönetenler Kıbrıslı Türkleri tutsak almışlardır. Polisini yönetmesine izin vermiyorlar, askerini, merkez bankasını yönetmesine izin vermiyorlar. Kıbrıs Sorunu’ndaki temel politikalarını saptamasına izin vermiyorlar. Seçimlerine müdahale ediyorlar, partiler kurdurtuyorlar ılımlı İslami AK Parti’nin muadil kardeşleri, ÖRP gibi. Hükümetleri aldırtıyorlar, buradaki T.C kökenlilerin sayısını arttırarak Kıbrıs Türkü’nün seçimlerdeki iradesini yok ediyorlar. Bunun eğer başka bir adı varsa, Türkiye kamuoyu bize söylesin. Yani biz şimdi 200 milyon Çinliyi Anadolu’ya getirip hadi seçim yapın desek, siz seçim mi kazanırsınız? Biz seçim mi kazanabiliriz bu memlekette bu şartlarda? Kazananlar da ancak iş birlikçilerdir. Eroğlu bir iş birlikçidir. Kimin iş birlikçisidir? Türkiye’deki egemen yapının. Burada dikkat edilmesi gereken ciddi bir husus vardır. Bunu anlatmaya çalışıyoruz biz insanlara, ne kadar anlatabiliriz bilemem. Bu kavga Türkiye halkına karşı değildir. Biz hele Marksist geçinen solcu insanlarız. Halkların kardeşliğine inanan insanlarız. Bu mücadele Türkiye devletinin yayılmacı işgalci siyasetine karşıdır. Yani hem bu toplumu kontrol atında tutacaksınız, hem 500-600 bin nüfus aktaracaksınız, ne kadar işsiziniz varsa bize yollayacaksınız. Biz onları besleyeceğiz, okullarımızda, hastanelerimizde bütün imkânlarımızla. Bunların ekonomiye maliyeti 425 milyon dolardır. Hem bütün arazilerimize Türkiye’den gelen AK Parti’ye yakın İslami sermayeyi koyacaksınız, otel yapma adı altında.  100.000 Kıbrıslı Türk yaşayacak bu ülkede, 65.000’i vergi bağımlısı olacak ve 500.000 Türkiyeli’yi besleyecek. Tam tersidir durum, rakamlarla söylüyorum. Biz 50 milyon dolar ihracat yapacağız sizin memleketinize, sizde 1 milyar 150 milyon dolar bize ihracat yapacaksınız. Siz ne söylediğimi anlıyorsunuz, insanlar belki anlamaz. Olanı da alıp gideceksiniz ve diyeceksiniz ki 350 trilyon yardım yapıyorum, 500 milyon krediyi de İslamcı sermayeye, yandaşlarınıza dağıtacaksınız. 350 trilyon yardım yaptım dedikleri de buraya yolladıkları insanların hastane ve okul parası değil. Ben sizi besliyorum diyeceksiniz. Yok, biz sizi besleriz ve bu politikayı istemiyoruz. Ne kadar kaçak varsa derhan sınır dışı erilmesini istiyoruz. Çizgimiz budur, hiçte yanlış değildir. Hiçbir ülke bunu kabul etmez. Sayın Erdoğan neden çok sevdiği Filistinlilerden işsizleri alsın Türkiye’de beslesin. Tam tersi bir durum ama bize bunu yapıyor. Türkiye’de işsiz olan 500 bin kişiyi 2 milyona işsiz üzerinden göstermiyor, buraya gönderiyor. O insanlar da eziliyor burada. Yerel sermayemiz onları sömürüyor, korkunç bir sömürü var. Gelin narenciye bahçelerini bir gezelim, aç olan, sefil olan, 20 TL’ye çalışan insanları göreceksiniz. Bu düzeni Türkiye kurdu. Türkiye dediğim iktidarlar ve buradaki yandaşları, Denktaşlar, Eroğlular. Şimdi sistem tıkandı, AK Parti diyor ki tamam bunun bedelini ben size ödeteceğim. Biz bu bedeli ödemeyeceğiz. Siz insanlarınızı alıp gideceksiniz, bizde Rumlarla anlaşacağız. çözüm getireceğiz, kendi geleceğimizi kuracağız. Yani kavga bu noktaya süratle gidiyor. Bu kavga Türkiye devletinin resmi politikasına karşıdır bu kavga. Bazı insanlar burada yalan söylüyorlar. Sosyal demokrat partiler, sistem partileri ikiyüzlü bir siyaset izliyorlar. Cemil Çiçek bazen doğru konuşuyor. Bu protokolün altında üç başbakanın imzası var, Ferdi Sabit Soyer’de bunlardan biridir. Ne imzalayıp ta bırakıp kaçtı? Sayın Eroğlu’da bunlardan biridir, imzalayıp bırakıp kaçtı. İrsen Küçük’te bunlardan biridir. Bizim sorunumuz sadece Türkiye’nin izlediği siyasetle değildir. Burada yaratılan iş birlikçi sınıfla da aynı zamanda sorun var. Ama bizim gördüğümüz kadarıyla halk ne istediğini biliyor. ‘One minute’ diyordu pankartlarda ve arkada duruyordu, ‘askerini de al git’. ‘Türkiye Halkı, Kıbrıs Halkı kardeş, Ankara kalleş’. Sloganlar bunlardı. Bizim partimizin taşıdığı slogan Ankara ne paranı, ne memurunu ne paketini istemiyoruz, çek git. Daha açık nasıl söylenir? Söylenmez, burası benim memleketim, senin memleketin değil. Sizde biz de Türk olabiliriz, bunu inkâr etmiyoruz. Siz Anadolu Türk’üsünüz, ben Kıbrıslı Türk’üm. Sizin memleketiniz Anadolu’dur, Türkiye’dir. Burası benimdir, sizin değil. Sen kardeşiz diye Azerbaycan’a yaptığını bize de yapıyorsunuz. Darbe yapmaya çalıştılar Azerbaycan’da, Aliyev bütün MİT ajanlarını yolladı. Vize uygulamasını da başlattı, sınırlarını kontrol etti. Türkiye bizi burada küçük kıstırdı, zayıf kıstırdı. Sizi kurtarım diye diye bizi yok ediyor. Rumların malının üstüne konuyor. Sahte bir devlet ilan etti, tanınmıyor. Yok, böyle bir devlet, uluslararası hukuka aykırı. Türkiye’ye göre belki var ama Birleşmiş Milletler bunu 550 sayılı kararıyla yasakladı. Tanıtma diye bir siyasetiniz de yo Türkiye olarak, ikide bir bir adım önde olacağım diyor Türkiye ve bizi koz kullanarak AB’ye kapağı atmaya çalışıyor. Kim kimi besliyor? Bizi rehine alarak ve Kıbrıs’ı elinde tutarak AB’yle pazarlık yapmak istiyor. Limanlarını açmıyor, Ankara protokolünü yapacağım deyip yapmıyor, yalan söylüyor. Açılım yapacağım diyor, uygulamıyor. Gazetecileri hapise atıyor, KCK operasyonlarıyla binlerce insanı hapse tıkıyor. Burada da geliyor bize zorla kardeş biz beraberiz, ayrımız gayrımız yok diyerek evimizi almaya çalışıyor. Kavgamız bu. Bunu Kıbrıs Türk’ü anladı, yoksa gelmezdi insanlar oraya ve ilk defa Kıbrıs’lı Türk’ler açık konuşuyor. Ankara yakamızdan düş diyor. Ankara derken sadece AK Parti kast edilmiyor, Ankara’nın resmi politikasına karşıdır bu duruş Türkiye halkına değil, Türkiye halkıyla bizim hiçbir sorunumuz yok, aynı dilden, aynı dinden ve kökenden gelen insanlarız. Nasıl sizin sorununuz var İstanbul’da, Ankara’da. Tayyip Erdoğan İstanbul’a vize konulmasını dile getiren belediye başkanıydı, hatırlatırım bunu size. Aynı sorunu bizde burada yaşıyoruz. Tabii bunun  sonunda ne olacak? Herkes zara görecek, Türkiye’de zarar görecek, biz de zarar göreceğiz. Şimdi bakınız, Avrupa Parlamentosunda Rum milletvekilleri çağrı yapıyorlar, Kıbrıslı Türklerin sesine kulak verin diyorlar. Hangi sesine? İşgali istemiyor, işgalci istemiyor, Türkiye onları eziyor. Yani şuanda bizim sözcülüğümüzü Avrupa Parlamentosunda Kıbrıs Cumhuriyeti milletvekilleri yapıyor. Egemen Bağış’ta gitsin savunmasını yapsın onlara. Bu noktaya geldi iş, onu anlatmaya çabalıyorum. Bunun sorumlusu da Türkiye’nin izlediği yanlış siyasettir. Geçen gün Taraf gazetesinde Ahmet Altan çok güzel bir yazı yazdı. Kıbrıs meselesiyle ilgili, Kürt meselesiyle ilgili. Türkiye aydınları bunu yavaş yavaş sorgulamaya başladı. Buda işin güzel tarafıdır. Bizi istemiyorlar diyor, neden istemiyorlar, adamların memleketini aldık diyor. Ben demiyorum, Ahmet Altan diyor, diğer gazeteciler diyor. Gittik, şimdi adamları zorla kendine göre Türk yapmaya çabalıyorsun, kendine göre Müslüman yapmaya çabalıyorsun, kendine göre külliye etmeye çabalıyorsun. Senden külliye isteyen mi var? Okul yapalım çocuklara okusun, iş yeri açalım insanlara çalışsınlar. Sen zorla gelip iş yerlerini yıkıp bana külliye yapacaksın. Bu ülkede kaç tane Fetullahçıların yurtları var bilir misiniz? Her gün büyüyor, örgütleniyorlar buralarda. Dini örgütlenme içerisine girmişler. Kuran kursları zorla okullara kadar taşınmıştır, sendikalara baskı yapa yapa. Siz bunları yapacaksınız,  bizde bu işin nereye gittiğini göreceğiz ve tepki koymayacak mıyız? Bizi kandıracaksınız, vatandaş sayısını arttırıp seçmen yapısını bozacaksınız ondan sonra geçin seçim yapın diyeceksiniz. Bizi resmi politikanın içerisine hapsedeceksiniz. Hayır, Kıbrıslı Türklerin sorunu bu değil. Kıbrıslı Türklerin temel sorunu çözümsüzlüktür, bundan kurtulmaya çalışıyorlar, barış istiyorlar. Barışa da nasıl ulaşacağını insanlar anladı, bir uzlaşmayla, bir al-ver’le, uluslararası hukuka uygun taleplerle ulaşılabilir. Ancak Türkiye buna müsaade etmiyor, Maraş’ın açılmasına müsaade etmiyor, AB zemininde Ercan’ın açılmasına müsaade etmiyor. Ama Mersin’de de bize her türlü ambargoyu uyguluyor, ondan sonra da bize ambargodan bahsediyor. Eğer istersek biz ambargodan kurtulabiliriz, ama uluslararası çevrelerin kabul edeceği politikalarla bundan kurulabilir. Bu projeyi kabul etsek ambargolar kırılır. Ama Türkiye bizi bunu yine kabul ettirmiyor. Ne yapmaya çalışıyor? KKTC’nin statüsünü yükselterek, ayrılıkçı devletin egemenliğinde burayı tanıtarak, dünyayla, Avrupa’yla ticaret yaptırmak istiyor. Bunun olmayacağını kendi de biliyor, O zaman neden bunu yapıyor Ankara? Çünkü Ankara çözüm istemiyor. Şimdi çözüm istemiyor, AB’den alacağını almadan, pazarlığını yapmadan, sonuna kadar çıkarlarını korumadan buradan gitmek istemiyor. Bütün mesele budur. Türkiye gitmezse, bizde yok olacağımızı görebiliyoruz ve bunu da bir kesim açık yüreklilikle dile getirmeye başladı. Eğer mitinglerde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bayrakları bir şekilde açılıyorsa, kavgası oluyor ve yollarda polis zorla bu bayrakları engellemeye çalışıyorsa, ciddi bir durum var demektir. 

 

Uluhan Ceran: Limanların açılması konusuna değindiniz. Bi adım önde olma politikası çerçevesinde hükümet Ercan’ın açılması karşılığında Rum kesimine limanları açma önerisinde bulundu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İzzet İzcan: Ben size bir soruyla bir cevap vereyim. Türkiye Ankara protokolünü kabul ederken ve bunu en erken zamanda meclisinden geçireceğini taahhüt ederken böyle  bir şart ortaya koymuş muydu? Mağusa’yı açacaksınız, Ercan’ı açacaksınız ben ondan sonra açacağım demiş miydi? Hayır, koşulsuz olarak bunları yapacağını taahhüt etti, yani yükümlülük altına girdi. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Helsinki’de, Kophenak’ta Sayın Çiller ve Sayın Ecevit, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğine onay vermedi mi? Eğer vermemiş olsaydı giremeyecekti. Çünkü bizim eski anayasamız der ki garantör ülkelerin üye olmadığı bir birliğe Kıbrıs giremezdi. Ancak Sayın Çiller, gümrük birliğine girmek için Kıbrıs’ın AB’ye girmesini kabul etti, kendisi kabul etti. Yine AB’den bir şeyler koparsın diye Ankara protokolünü kabul etti, sayın Erdoğan bunları meclisten geçiremeyeceğini biliyor, kendi sıkıntıları var, yapısı müsait değil, konjonktür müsait değil. Yine bizi kullanıyor ve doğruyu da söylemiyor, ikiyüzlü bir siyaset izliyor. Mağusa limanını, Ercan’ı KKTC egemenliğinde açın diyor. Bunun böyle olamayacağını kendisi de biliyor. Kıbrıs Cumhuriyet’i AB üyesidir, Yunanistan’la birlikte onay vermeden bu dediklerinin hiç biri olmaz. Şimdi siz karşınızdaki mahkûmu önce sizi asayım, sonra da yargımlayım diyorsunuz. Bunu kim kabul eder? Ama Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve AB’nin önerileri var. AB bayrağı altında Mağusa limanını açalım diyor. Sizin derdiniz ambargodan kurtulmak değil mi? Eğer buysa, bunun karşılığında da Maraş’ı iskâna açalım. Sahibine verelim, Maraş bizim mi? Ha şimdi  bakarsanız o da Türkiyecilerindir. Abdullah Paşa’nın torunları türedi, 30-35 tane mahkeme açtı ve karar aldı. Maraş Abdullah Paşa’nın torunlarınındır. Öyle mi? Bakın, görün gazetelerde bu böyledir. Bu sahtekârlıkla nereye kadar? Maraş Osmanlı Paşalarının malı mıdır? Öyleyse bizim ev de sizindir, Türkiye’lilerindir. Bu siyasetle olmaz. Erkekseler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giderler ve haklarını ararlar. Dolayısıyla Türkiye’nin bu siyaseti dünyada kabul görmediği gibi Egemen Bağış’ın çığlığından ibaret oluyor. Bu bir oyalama taktiğidir, halkı da kandırma taktiğidir. Burada halkı da oyalayarak bakınız ambargolar altında eziliyorsunuz diyorlar. Kardeşim siz benim ambargodan kurtulmamı istiyorsun, sana ne Avrupa’dan. Açsana Mersin limanını, bırak ürettiğim her şeyi satayım sana, patatesimi, soğanımı. Siz bana her şeyi satarsınız, ben size satamam, geldin bizi sömürüyorsun bunun içinde. Esas ambargoyu bize Türkiye uyguluyor. Bu ticari adaletsizlik değil midir? Ne varsa alıp gitmiyor mu bunun içinden? Gelen, o çalışan insanlar kuruşlarına kadar parayı alıp götürmüyor mu? AK Parti’ye yakın iş adamlarının otelleri, tayyarelerle Türkiye’den turistlerini getiriyorlar, kumarcılarını, sanatçılarını. Bizim ensemizden çalıp, oynuyorlar, uçağa binip gidiyorlar. Ne yatırımı? Olanı da alıp gidiyorlar. Bu konuda da ikiyüzlü bir siyaset vardı ve Kıbrıs Türk’ü buna inanmıyor artık, dünya inanmıyor. Başarı şansı yoktur, bunlar hep yalan dolandır. 

 

Uluhan Ceran: Biliyorsunuz Annan Planı’na Türk tarafı evet derken Rum tarafı ezici bir çoğunlukla hayır dedi. Türk tarafını samimi bulmuyorsunuz. Peki, hayır oyu veren Rum’lar sizce ne kadar samimi? 

İzzet İzcan: İki tarafta da statükocular sahtekârca bu oyunu oynuyorlar. Güneyde’de geçen 35 yıldan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal sahibi olmak, 28.000 dolarlık milli gelire sahip olmak, AB üyesi olmak ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün imkânlarından yararlanmak çok cazip geliyor ve zaman içinde bunu adamlar söylemese bile bir Kıbrıslı Rumların kontrolünde kendi devletlerine dönüştürdüler. Biz ise sokakta kaldık. Neden biliyor musunuz? Hem Türkiye bizi sokağa attı, hem Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yönetenler bizi sokağa attı. Üvey evlat muamelesi yaptı. Peki, bu cumhuriyet Rumların mı? Sayın Erdoğan avazı çıktığı kadar bağırıyor, Rum pasaportu taşıyorlar diyor. Yalan, 10.000 TL maaş aldığımızı söylediği gibi bu da yalan. Evet, taşıyoruz bu pasaportu, bende taşıyorum, çocuklarım da taşıyor. Oğlum İngiltere’de beleş üniversitede okuyor, imkânlarından yararlanıyor. Neden? Çünkü ben Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşıyım. Uluslararası hukuka göre ve o anayasaya göre Türkiye buraya müdahale etti, askerinin o anayasaya göre burada olduğunu söylüyor. Şimdi o anayasadan gelen haklar Türkiye için tamam, kendisi alıp cebine koyuyor, bizim için tamam değil mi vatandaşlık haklarımız? Bunları ret mi ediyorsunuz? O halde siz garantör değilsiniz. Onu neden ret etmiyorsunuz? İkiyüzlülük burada da devam ediyor. Ve gelelim sadete, Rum toplumu içinde bir çözüm istemeyen kesim vardır, bunlar düzenden beslenenlerdir tıpkı bizim Kıbrıs Türk toplumu içinde olan Kıbrıslı Türklerin bir kısmı gibi. Rumların mallarını aldılar, arazilerine kondular, sömürdüler, sattılar, yediler ve yemeye devam ediyorlar. Hatta bu kesim izlediği siyasetle Türkiye halkını da sömürdü belli bir süre. Ama bana sorarsanız Kıbrıslı Türk ve Rumların çoğunluğu bu sorunun çözülmesini istiyor. Memleketin barışını istiyorlar. Ama Rumların bizden bir farkı var. Onlar bağımsız tanınan bir devlettir. Ne Yunanistan’a ihtiyaçları var ne de Türkiye’ye. O yüzden kendi ayakları üzerinde daha kişilikli siyasetleri daha rahatça dile getirebiliyorlar. Annan Planında Kıbrıs’ın aleyhinde olan maddeleri ve ya kendi aleyhlerinde olan maddeleri görebiliyorlar ve bunu dile getirebiliyorlar. Bugünkü bulundukları noktadan bir adım altına inmek istemiyorlar. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Tabii bizim onlara dediğimiz şey şu, win-win denilen, herkesin karlı çıkacağı bir çözüm bulacağız. Bunun için de herkes kendinden bir şeyler verecek, özellikle iki toplum. Bunu başaramazsak zaten çözüm olmaz. Kabul edelim ki bu Annan Planı beş defa değiştirildi. Her ne kadar benim gibi insanlar evet dediysek te ve en büyük kampanyalar yürüttüysek, hatta o dönem yapılan kamuoyu yoklamalarında evet denilmesi için en etkili üç isimden biri olduğumuz ortaya çıkmıştı. Gece gündüz televizyonlarda tartışıyorduk insanlarla evet demek için. Ama bu planın birde negatif yanları vardı. İngiltere’ye üsleri ve denizlerdeki egemenlik alanlarını da bağışlıyorduk ve daha birçok şey. Onlar bizim durumumuzda değildi, biz daha zor durumdaydık. Bizim için bir çıkış yoluydu, kurtuluş yoluydu. Rum toplumu direnebileceğine, mücadele edip kazanabileceğine inandı, Rum milliyetçileri de buna tuz biber ekti. O dönem cumhurbaşkanı ağlayarak red edilmesine yardım etti. AKEL çelişki yaşadı, sonunda hayır dedi ve bu noktaya geldik. Ama bu bir gerçeği ortadan kaldırmaz, Kıbrıs’ta acil çözüme ihtiyaç var, Kıbrıs halkının çıkarı çözümdedir. Çözümün de nasıl olacağını BM belirlemiştir. İki bölgeli federasyon olacaktır, kararlar ortadadır. Görüşmeler o temelde yürütülüyor, federasyon yani birleşik bir Kıbrıs, AB üyesi bir devlet. Burada tarafların var olan sıkıntılardan kaynaklanan sorunları var. Bunun insani boyutu var. Şimdi Türkiye ve Kıbrıs’tan evlenen insanlar var, bunların çocukları var. Bunları sokağa mı atacağız? Atamazsın. Ve ya üzerinde uzlaşılacak bir rakam var, bunun 50.000 olduğu söyleniyor. Yani adam gelmiş 30-40 sene evvel, ölme üzere zaten. Sokağa mı atacaksın, hayır. Ama ben 500.000 Türkiyeliyi kabul etmek zorunda değilim vatandaş olarak, o da evine gidecek. Ve ya iş gücüne ihtiyacım varsa, vatandaş olmadan iş gücü olarak kalacak. Türkiye bir gün AB’ye girerse girer, o günün koşulları neyse olacak olan olacak. Siz şimdi geçen Eroğlu’nun dediği gibi bütün KKTC vatandaşları Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olacak. Bizim bugün vatandaşlık verdiğimiz 500.000’in üzerinde insan var, Türkiye’den gelen subaylar ve aileleri hepsi vatandaş. Ve bile bile bunu yaparsanız, masadan kaçırmak için. Yani kabul görülebilecek rakam 50.000 iken siz 500.000 isterseniz, bu çözüm istememektir. Söylediğimiz bizim budur. Sonuç itibarıyla çözüm istemeyenler her iki tarafta da vardır, ama bu halkın çıkarlarını temsil etmiyor. Bunlara karşı etkili bir biçimde, o taraftakilere de, bu taraftakilere de, Türkiye’dekilere de karşı bizim ciddi mücadele etmemiz lazım. Doğru politika budur.     

 

 Uluhan Ceran: Bildiğiniz gibi AK Parti iktidara geldiğinde Kıbrıs konusunda alışılmışın dışında bir politika ortaya koydu. Ne kadar eleştirseniz de ortada ciddi bir perspektif farkının olduğunu görmezden gelemeyiz. AK Parti’nin Kıbrıs politikasını geçmişle kıyasladığınızda olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir? Nasıl bir tablo çizersiniz?

İzzet İzcan: Sayın Erdoğan’ı diğer liderlerle kıyasladığınızda bu işin yalancılıklarını, sahtekârlığını çok iyi biliyor. Yani aşk olsun adama, Özal’dı Türkiye’de bu sistemi biraz sallayan ama bu onu aştı. Esas niyetini gizlemeyi beceriyor. Şimdi ben bu tutuklanmalara ve Ergenekon’a kuşkuyla bakıyorum, bir zamanlar sempatiyle bakıyordum. Esas niyetinin o olmadığını görebiliyorum, bütün bunların araç olduğun net görebiliyorum artık. Yani siz Türkiye’nin aydınlarını, değerlerini, aydınlık yüzünü hapislere tıkacaksınız ve hesap ılımlı İslam modelini Türkiye toplumuna ve Atatürkçü devrimci laik yaşam biçimini İslami bir biçime aktarmak için bütün bunları kılıf diye kullanıyorsanız, demokrasi adı altında, bunun böyle olmadığı artık netleşmiştir Kıbrıs siyaseti de aynıdır, hiç fark yoktur. Bir dönem bizimde bu siyasete sempatiyle baktığımızı gizlememek lazım. Kime göre kıyaslıyoruz AK Parti’yi? MHP’ye göre, Ecevit’te göre, Kıbrıs Sorunu yoktur diyenlere göre. Ve ya sayın Erbakan’a göre, fetihçi anlayışa göre. Şimdi buna göre bir aşamaydı, çözüm istiyoruz derken, bir adım önde olacağız politikası. Ama bunun çok akıllıca dizayn edilen, samimi olmayan bir oyun olduğu, takiye olduğu ortaya çıktı. AK Parti bugün Kıbrıs’a ve Kıbrıs halkına, Kıbrıs’ın demografik yapısına her geçen hükümetlerden çok daha fazla tahribat yapmıştır. Esas bu nüfus kaydırma politikası AK Parti döneminde olmuştur, esas Rumların mallarının talan edilmesi AK Parti döneminde olmuştur ve bu milliyetçi söylemin yükseltilmesi de bu dönemde olmuştur. AK Parti belli bir dönem artılarını topladı, Türkiye bundan rahatladı, dünyanın gözünde işgalci konumundan evet diyen ve evet dedirten bir konuma geldi ve belli bir süre bunu kullandı. Ancak onunda sonuna geldi artık, yüzü görünmektedir, dünya da görüyor ve en sonunda Kıbrıs Türk’ü görmektedir. Dolayısıyla biz inanmıyoruz, samimi bulmuyoruz. Satır aralında zaten gerçeği görüyoruz. Sıkıştığı zaman ne diyor? Kıbrıstan bir asker mi çektim, bir karış toprak mı verdim diyor. Hep aldım diyor, hiç bir şey vermeden. Aldığı nedir? Hep kendinedir aldığı, bize bir şey aldığı yok. Buraya kendine yakın nüfusu aktaracak, emeğin asimilasyonundan sonra sermayenin entegrasyonu ve asimilasyonunu gerçekleştirecek. Bizi Hatay, Mersin ili seviyesinde bir yapıya dönüştürüp Kıbrıs’ı ve Kıbrıs Türk’ünü elinde bir koz olarak tutmaya devam edecek. Politika bu, kime karşı? AB pazarlıklarıdır, iç dengelerdir. Bence bu yolun sonuna gelmiştir. Ona en yakın duranlar bile tereddütlü. Bakınız Sayın Denktaş’ın hanımı Aydın Denktaş bile mitinge gelip el sallıyor. Bu eylemlerde eskiye göre şöyle bir farklılık var, ideolojik sınıfsal temelden bir halk kitlesinin ayaklanmasına dönüşmüştür. Bunu görmek istemeyenler var, ilerde görecekler. Sadece solcular katılmıyor bu eyleme, sadece işçiler de katılmıyor. İş adamları da katılıyor, sermaye çevreleri de katılıyor, daha evvel kendini muhafazakâr diye görenler de katılıyor ve bu her gün büyüyor. O nedenle ben burada tam bir takiye siyaseti görüyorum. Türkiye’de yaptığının aynısını bize de yapıyor. 

 

Uluhan Ceran:  Sendikalar hükümete karşı oldukça sert bir tavır içindeler. Sizce bu sürecin sonu nereye varacak? Hükümet ekonomik önlemler paketinden geri adım atacak mıdır? Ya da bir erken seçim gündeme gelebilir mi?

İzzet İzcan: Bu hükümet başka bir çaresi yoktur AK Parti’yle bu yolda yürümeye devam edecektir. Nereye kadar? Gidebildiği yere kadar, ancak en sonunda ortaya çıkacak ki, halka rağmen bu kadar şey  yapamaz. Sendikalara olsun, diğer muhalefet olsun, adım adım bu kavgayı paketten ayrılarak, toplumsal varoluş kavgasına, bir isyana ve ya bu düzenin reddine kadar varabilecek bir süreç yaşayacağız, öyle görünüyor. Yarın bize AK Parti dese, alın şu kadar ara, ben bu paketten vaz geçtim. Bu iş düzelecek mi? Eğer özelleştirmeden vazgeçtim derse? Hallolmaz bence. Bu sorun onunla sınırlı değildir, onun için yavaş yavaş bu kavga çözümsüzlük eksenine kayacak, uluslararası yanı gelişecek bunun ve burada Türkiye’nin izlediği siyasete karşı ciddi tepkiler olacak. Bundan Türkiye kazanamaz bu kavgayı, çünkü biz buranın sahipleriyiz, yerlisiyiz ve bugüne kadar Türkiye’deki iktidarların söyledikleri biz soydaşlarımızı kurtarıyoruz, barış götürmeye gittik, gidip oradan çözüm gelince ayrılacağız siyaseti yerini bizim Kıbrıs’ta stratejik çıkarlarımız var, kan döktük, şehitlerimiz, gazilerimiz var, Kıbrıslı Türkler de kim oluyor? Bir avuç besleme de kim oluyor noktasına gelmiştir? Bu politikanın kazanma şansı yoktur, dünyadan destek bulma şansı da yoktur. Türkiye Hükümeti inandırıcılığını da yitirmiştir, mesele budur ve bu mücadele benim gördüğüm dozajı artarak, şiddetlenerek sürecektir. 

 

Uluhan Ceran: Uluslararası toplumun konuya olan ilgisinden bahsettiniz, Kıbrıs Sorunu’nun nihai bir şekilde çözülmesi için uluslararası toplumun sizce Türkiye üzerinde baskı kurması ya da var olan baskıyı daha da arttırması gerekir mi?

İzzet İzcan: Başka çaresi yok. Kilit ülke Türkiye’dir burada. 40.000 askeri olan Türkiye’dir, stratejik çıkarı olan Türkiye’dir Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir, bunu da yadsımamak lazım. Ama Türkiye’nin burada izlenen siyasetinin arkasında dura güç İngilizler ve Amerikalılar olmuştur. Bu NATO’nun bir operasyonuydu. Şimdi zaten bunu kimse red etmiyor. Garantörlük adı altında burada darbe ve askeri müdahalenin NATO’nun bir operasyonu olduğunu herkes kabul ediyor. NATO şimdi Libya’yı işgal etmeyi tartışıyor, neden? Çıkarlarını korumak için. O dönemde öyle gerekiyordu NATO açısından, soğuk savaş döneminde bunu yaptılar. Ancak değişen bir dönem ve konjonktür var, Türkiye’yi yönetenler bence bunu kavrayamıyor ve Türkiye Kıbrıs Türk’ünü hesaba katmıyor, gözden çıkarmış durumdadır. Toplum bunu anladı, anladığı için tepki veriyor. İnsanlar artık buradaki parlamentoya, buradaki seçimlere ve seçimle gelecek hükümete güvenini  yitirmişlerdir. Parlamento ve partiler size bir hayli şey söyleyebilirler, ama parlamentoda bulunmak artık Kıbrıs Türk’ü için bir zulüm oluyor. Belli bir kesim için iradeyi yansıtmıyor parlamento. Yani işgal parlamentosu, daha da ileri gideyim, oluşturulan bir yapı çıkıyor ortaya ve bu yapı artık rağbette değil. Bunu zaman içinde sol partilerde anlayacaklar. Belki eskiden insanlar inanırdı ama ortaya çıkıyor ki bu ekonomik ve askeri ilişki Türkiye’yle sürdüğü sürece ve böyle bir anayasa, 12 Eylül anayasasından kötü bir anayasadır, geçici maddeleriyle bizim her şeyimiz TSK’ya devredilmiştir. İç güvenlik, dış güvenlik, istihbarat, polis, itfaiyesine, merkez bankasına kadar. Burası Türkiye’nin bir alt yönetimi konumundadır. Avrupa insan hakları mahkemesi kararlarında bunu demedi mi? Dünya bunu böyle diyor, Rum’lar böyle diyor, Kıbrıs Türk toplumunun büyük bir çoğunluğu böyle diyor artık, ama bu statükonun parçası olan bazı partiler ve Türkiye’yi yönetenler başka türlü söylüyorlar. Diyebilirler, ama inandırıcılığı yoktur. 

 

Uluhan Ceran: İktidara gelmeniz durumunda, birleşik Kıbrıs hedefine ulaşmak için nasıl bir yol  haritası izleyeceksiniz? Mevcut yönetimden farklı olarak statükoyu değiştirmek adına ne yapmayı planlıyorsunuz?

İzzet İzcan: Bu statüko içinde bizim savunduğumuz politikalarla iktidara gelinmez. Ben daha evvel CTP Genel Sekreter Yardımcılığı yaptım uzun süre. Sayın Özgür başkandı, parlamentoda da bulundum. Eğer böyle düşünsek orada kalmak lazımdı, oradan hükümet olabilirsiniz. Kıbrıs’taki sorun burada iktidar olmayışıdır. Kıbrıs Türk toplumu iktidar değildir ve Türkiye’nin buradaki askeri gücü ve bu statüko sürdüğü sürece hiçbir parti iktidar olamaz. Hükümet olabilir, bakınız ben eski hükümette de bulundum. Şimdi nereye kadar yalan söyleyeceğiz insanlara? Nereye kadar takiye? Olmaz, olmaz. BKP iktidar hedefini tabiiki koyar, barış, çözüm ve kendi kendini yönetme, ülkene egemen olmak bir bütündür. Bunlar olmadıkça burada iktidar olunmaz. Tam tersi olunur, iktidar olmamanız için sizi kullanırlar, figüran gibi. Ondan sonra işinize gelmediğinde de bir tarafa atarlar, Sayın Denktaş’ı attıkları gibi ve ya başkalarına yaptıkları gibi. Bir örnek daha vereyim. Hatay’da Sökmenoğlu’nu hatırlarsınız, siz bunları benden daha iyi bilirsiniz. Hatay’a Türkiye nüfusunu aktardı, Arap’ları azınlığa düşürdü ve Hatay Cumhuriyet’e ilhak oldu. Sökmenoğlu daha sonra sanırım İzmir’den milletvekili oldu. Şimdi gerçekçi olalım, KKTC diye uluslararası alanda tanınan bir devlet yoktur. Tanınama söz konusu değildir, burası AB toprağıdır, Türkiye bunu kabul etmiştir. İkiyüzlü siyaseti buradadır Türkiye’nin. Biz hepimiz AB vatandaşı olduk, onu da kabul etmiştir, şimdi hakaret ediyor Rum pasaportu taşıdığımız için. Çok ayıptır, böyle bir hakkı yoktur. Burada kurdurttuğu devlete tanınma siyaseti uygulatmamıştır, hala daha tanıyın demiyor zaten. Böyle bir siyaset yok. Beni bırakın oralarda, kullanayım o yapıyı, kendi işlerimde pazarlık yapayım diyor. Bundan sonra göreceğiniz gerek Avrupa Parlamentosu’nda, gerek BM’de gerekse Kıbrıslı Türklerde bu politikaya tepkinin yükseleceğidir. İlk işaretini dünkü kararda gördük, askerini çek diyor, çözüme ve kayıpların bulunmasına yardım et, Kıbrıs Türk Toplumunu ezme diyor. Bundan sonra siyasette olacak olan budur. Bizim partimiz de çözüme odaklanacak, demokrasiye, kendi kendini yönetmeye ve bu kavgayla seçimlere bakışa. Belki boykota varacak, belki cepheler oluşacak, ittifaklar kurulacak. Çünkü bu bir partinin yalnız başına baş edebileceği bir şey değil. İki siyasi akım göreceksiniz bundan sonraki süreçte, biri mevcut  yapıyı kabul eden ve o yapı içinde seçin beni, hükümet olayım, yapayım diyen mevcut anlayış, birde sürekli güçlenen onun alternatifi. Biz öbür tarafta olacağız bu mücadelede.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...