Militarizm, Savaş ve Kadın

Özet

Militarizm, çeşitli biçimlerde tüm dünya devletlerinde hakimdir ve ‘ötekinin üzerinde güç’ esasına dayanmaktadır. Çatışmaları çözmenin bir yöntemi olarak şiddetin uygunluğu kabul edilir. Çatışmalar ekonomik çıkarlarla doğrudan bağlantılıdır çünkü çatışmalar, toprak, petrol, su ve mineraller gibi doğal kaynakların kontrolü için meydana gelir. Tarih boyunca üreklilik gösteren militarizm ve çatışmanın elbette cinsiyete özgü etkisi de vardır. Savaş ve ordu ‘erkek işi’ olarak görülüyor olsa dahi, silahlı çatışma ve militarist ideoloji tüm dünyada kadınlar üzerinde de büyük etkiye sahiptir. Bu bağlamda militarizasyon, basitçe yalnızca orduların yaptığı şey değil, aynı zamanda askerlerin cinsiyetlendirilmiş ve toplumsal pratikleri yaygınlaştıran, eşitsiz bir süreci temsil etmektedir. Askerileştirilmiş bir toplumda, kadınlar ve erkekler genellikle farklı şekillerde etkilenir. Cinsiyete dayalı şiddet, tecavüz gibi kadına yönelik bazı şiddet biçimleri savaş öncesinde, sırasında ve sonrasında artmaktadır. Araştırma militarizmin cinsiyet analizini kapsamaktadır. Militarizmin cinsiyet analizi, her türlü şiddet, adaletsizlik ve baskıdan arınmış bir dünya için çalışan feministler ve barış aktivistleri için büyük önem arz etmektedir. Ataerkillik, militarizmin köklerinden birini temsil etmektedir. Bu nedenle çalışmamız militarizmin sadece temel ideolojisinin etkilerine değinmek yerine kadınlar ve aynı zamanda toplumsal cinsiyet üzerindeki etkilerini araştırmayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Militarizm, Feminizm, Kadın, Şiddet

Abstract

Militarism is dominated in all world states in various forms and the basic value is based on power on the other. A method of solving conflicts is accepted as a method of violence. Because the conflicts are directly linked to economic interests and the conflicts occur for the control of natural resources such as soil, oil, water and minerals. Continuous militarism and conflict also have a gender-specific effect of course. Even though the war and army is seen as a ‘male business’, the armed conflict and militarist ideology have a great impact on women all over the world. So, the militarization simply represents an unequal process, not only what armies do, but also gendered and social practices of the soldiers. In a military society, women and men are often affected in different ways. Sex-based violence increases during and after some forms of violence against women such as raping. The research covers the gender analysis of militarism. The gender analysis of militarism is of great importance for feminists and peace activists working for a world free from all kinds of violence, injustice and printing. The patriarchy represents one of the roots of militarism. For this reason, our study aims to investigate the effects of militarism only on the effects of the basic ideology of the basic ideology, as well as the effects of on social gender.

Key Words: Militarism, Feminism, Female, Violence

Giriş

Güvenliği sağlamanın bir yolu olarak askeri gücün kullanılması ve sürdürülmesi, nüfusların meşru koruyucuları olarak devletlerin kimliğini ve varlığını sürdürmesini anlaşılır kılar. Bununla birlikte, bireysel özgürlüğün varoluş koşulu olduğu liberal demokrasilerde, vatandaşlar güvenlik karşılığında bu özgürlüğün bir kısmını bırakmaya motive edilmektedir. Buna göre, liberal militarizm sadece askeri eylem ve hazırlık aşamasında yalnızca devlete değil, toplumsal bedene yönelik tehditlere karşı anlamlı yanıtlar haline geldiğinde, gündelik ortak kurucu pratiklere dayandığında mümkün hale gelir.

Militarizmin, cinsiyeti esas alarak karakterize edilen sosyal pratiklerin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Militarizmin ürettiği yaygın ve genellikle düzensiz etkileri aslında birçok konuyu daha az güvenli hale getirmektedir. Bu noktada zaten güvenliği halihazırda noksan olan kadınlar militarizmden daha fazla darbe almaktadır. Bu nedenle, devletlerin askeri gücün güvenliği sağladığı iddialarına rağmen, birçok militarizmin güvensizlik oluşturduğu feminizm çalışmalarında büyük bir çalışma alanı oluşturmaktadır. Güç ve tahakküm ilişkileri, feminist teorilerin merkezinde yer almaktadır. Bu bağlamda, feminizm toplumsal cinsiyet ilişkilerini derinden etkileyen militarizme karşı, eril olanın egemenliğini yeniden karakterize etmeyi hedeflemektedir. Aynı zamanda militarizmin ürettiği güç ilişkileri çerçevesinde kadını aşağılayan ataerkil dikteleri yeniden ele alarak sorumlu tutmaktadır. Bu çerçevede, kadını ötekileştiren savaş politikaları ve militarizme karşı mücadele etmektedir. Feminist düşünürlere göre militarizm bireyler arası, sınıflar arası, uluslar hatta dinler arası bir şiddeti beslemektedir. Bu noktada erkekler ve kadınlar arasındaki şiddet militarizmle daha fazla güçlenmektedir. Bu durum, feminist düşünürler açısından, ortaya bir yanda cinsiyet eşitsizliği ve toplumsal cinsiyetin ideolojikleştirilmesini savunan feminizmin diğer yanda ise ulusun çıkarları adına savaş söylemi içeren militarizmin olduğu bir pozisyon farklılaşmasının doğmasına yol açmaktadır.

Militarizmin dışlayıcı ve cinsiyetçi tutumu hakkında araştırma yazıları günden güne artmakta ve aşağılanan kadının gerek cephede gerekse cephe dışında verdiği mücadele artık gizli bir sır olmaktan kurtulmaktadır.

1. Militarizm

Militarizm, bir devletin silahlı kuvvetleri ve faaliyetlerinden çok daha fazlasını kapsamaktadır. Farklı siyasi hedeflere sahip hükümetleri etkileyen bir iktidar ideolojisidir ve toplumun tüm alanlarına nüfuz eder. “İlk olarak 1860′larda Fransız anarşist düşünür Pierre Joseph Proudhon tarafından kullanılmaya başlanan ‘militarizm’, en geniş anlamıyla, bir toplumun, bireyin veya kurumun kendisini ‘sivil’ değerlerle değil ‘askerî’ değerlerle tanımlaması, sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik pratiklerini bu değerler etrafında örmesidir diyebiliriz” (Çiftdoğan, 2014, s. 55). Militarizm, devletlerin politikalarını kasıtlı ve organize bir fiziksel güç kullanarak gerçekleştirme arzusunu içermektedir. Açık uçludur ve ne kadar kuvvet kullanılacağına dair teorik bir sınır yoktur; ayrım gözetmez, süreklilik arz eder ve kayıtsızdır. Savaş insanlık için süreklilik arz eden bir durum değildir. Savaş aslında bir neden değil nedenlerin yol açtığı bir sonuçtur. Farklılaşan çıkarların, duygu ve düşüncelerin birikmesi ve yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan en üst düzey şiddete sahne olan bir hesaplaşma sürecidir. Bu nedenle savaş bir durum olarak değil başlangıcı ve eşyanın tabiatı gereği sonu olan bir süreçtir. Dolayısıyla bu anlamda bir bakış açısı ve siyaset formu olarak militarizm de savaşa yol açan önemli nedenler arasında gelmektedir.

“Militarizm; ordunun devlete eklemlenmesi, askerin halkın kendini yönetmesinin doğal bir parçası haline gelmesi, barışın ancak savaşla tesis edileceği fikri, kamusal alanın daralması, seslerin kısılması, tek söylemcilik, temel özgürlüklerin kısıtlanması, kayıtsız şartsız silah bırakarak barış yapmak yerine intikam almanın tercih edilmesi, savaş ekonomisinin sürdürülmesi, ölümlerin döngüsünün spiral biçiminde uzayıp gitmesi …” (Direk, 2006, s. 24) şeklinde tanımlanabilir. Dünya tarihi açısından militarizmin egemen olduğu süreçler hem maddi hem de ideolojik bazı belirtileri vardır. Elbette bir düşünce ve okuma biçimi olduğundan militarizm de mekân ve koşullara bağlıdır, onlardan etkilenir ve reaksiyoner davranabilir. Bu nedenle, coğrafya ve kültürler arasında pratiği farklılıklar gösterebilir ancak buna karşın Weberyen anlamda bir ideal tipe de sahiptir. Bu anlamda, militarizmin dünya çapında aşikâr olan maddi biçimleri arasında önce şiddete yatkınlık ve şiddeti pratiğe dökme eğilimi gelmekle birlikte savaşlar ve doğrudan askeri müdahaleler, diğer ülkelerin orduları yoluyla istikrarsızlaştırılması, yabancı destekli darbeler, yabancı ve sömürge işgali, askeri yönetim ve insan haklarının kötüye kullanılması, siyasete ve topluma şiddet odaklı bir yaşam rutini ve dilin egemen olması da sayılabilir.

Militarizmin ideolojik belirtilerini tespit etmek, toplum tarafından içselleştirildiği durumlarda daha zordur. Sivil nüfus arasında hiyerarşilerin kabulünü teşvik eden askeri değerlerin, sembollerin ve dilin yayılmasını ‘öteki’ni düşman olarak tanımlayan milliyetçiliği, çatışmaları çözmek için meşru bir araç olarak şiddeti ve uygun erkeksi ve kadınsı rollerin katı bir şekilde bölünüp korunmasını içermektedir. Zira toplumsal düzen bölünen ve korunan bu rol ve işlevlerin sürdürülebilirliğine bağlıdır. Bu nedenle; duyumsaldır, hiyerarşiktir ve halka açıklanamaz. Askerileştirilmiş bir toplumda, nüfus ‘güçlü olabilir’ ve toplumun baskın-itaatkâr bir ilişki tarzı üzerine kurulması gerektiği ve bunun kişilerarası ilişkiler için sonuçları olduğu fikrini kabul etmeye başlamaktadır. Askeri inanç sistemi, toplumu kontrol etmenin ve sosyal istikrarı sağlamanın ana yollarından birinin organize edilmiş şiddet ve güç kullanmak olduğunu iddia etmektedir. Militarizm, toplumdaki çoğu şiddet için bir bağlam sağlamaktadır. Hükümet, gücü bir amaç için meşru bir araç olarak görmektedir. Bu amaç topluma zerk edilir ve sonunda toplum onu bir şekilde kabul etmeye başlamaktadır. Bu durum sivil hayatta popüler medya unsurları tarafından da sıklıkla kullanılmakta ve toplumun bilinçdışında pekiştirilmektedir.

Militarizasyon süreci, hükümet propagandası yoluyla veya daha ince bir şekilde, askeri istismarları yücelten popüler kültür ve medya yoluyla ya da gelecek nesli askeri yapıya katılmaya hazırlayan okul müfredatı aracılığıyla meşrulaştırılıp ve sürdürülmektedir. Demokratik bir toplumda muhalefet olsa bile, dar bir şekilde tanımlanmış bir çerçeve içinde var olmaktadır. İnsanlar belirli bir savaşı veya askeri faaliyeti protesto etmek için seferber edilebilir. Ancak askeri kurumun temel varlığını sorgulama olasılığı çok daha düşüktür. Bir toplumun askerileştirilme derecesi, askeri kurumların ve çözümlerin halk tarafından kabul edilebilir veya “sağduyu” olarak görülme derecesine göre görülebilir. “Milliyetçiliğin militarizm ile olan bağı güçlendiği oranda şiddete başvurma ihtimali artar. Vatanın uğruna ölmek de öldürülmek de şehitlik ve kan kültünden beslenen, dinî içeriğin fazlasıyla ulusallaşabildiği şiddet övgüsüyle dolu bir edebiyatın doğmasına neden olur” (Yiğitler, 2021, s. 87). Ordunun uygulanabilir bir kariyer olarak kabul edilmesi ya da kadın askerlerin askere alınmasının kadınların kurtuluşu için bir zafer olduğu inancı, ‘ideolojik militarizasyon’un örnekleridir. Nüfusa karşı hükümetin sorumlulukları ordunun kurumuna bağlı hale getirilmekte ve halk bunu kabul etmektedir.

2. Militarizm Çerçevesinde Kimlik Oluşumu

Askeri ideoloji toplumun tüm yönlerini etkiler. O halde militarizmin göz ardı ediliyor olsa dahi kadınlar üzerinde de birtakım etkiler yaratmaktadır. Feminizm tam da bu noktada militarizmi toplumsal bir hareket ve ideoloji olarak amaçları arasında kadınların güçlendirilmesi, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve adil bir toplumun yaratılması bağlamında yeniden ele almaktadır. Enloe’ye göre (2006, s. 30); “militarizasyon bir kişinin ya da bir şeyin, gitgide daha fazla ordu denetimine girdiği veya kendi refahı ya da iyiliği için militarist fikirlere bağımlı hale geldiği, adım adım ilerleyen bir süreçtir”. Kadınlar barış inşa etmek istiyorsa, cinsiyete dayalı baskıdan da kurtulmalıdır. Benzer şekilde, kadınlar özgürleşmek istiyorlarsa, içinde yaşayabilecekleri barışçıl bir toplum için çalışmaları gerekmektedir. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlardan bu hakları yoksun bırakmak kadın kimliğinin güvencesini sekteye uğratmaktadır. Bu noktada, militarizmi ve savaşı cinsiyet analizini esas alarak düzenlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda; feministler, ataerkillik ve militarizmin birbirinden ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğunu savunmaktadır. Ataerkillik, bir sosyal güç yapısı ve kurumsallaşmış ayrımcılık ile kadına karşı gelmektedir. Kadınlar maddi yönden eksik bırakılmakta ve erkeklerin güç/karar alma pozisyonunda kadınlar ezilmekte ve yok sayılmaktadır. Bu nedenle, feministler ataerkilliğin ideolojik belirtilerinden biri olan militarizmi katı toplumsal cinsiyet rolleri ve eril kavramlar ile bunların beslediği ayrımcılıktan kurtarmayı hedeflemektedirler. “Batı Feminizmi’ne göre militarizm, insanların yaşam biçimlerine dahi etki eden bir süreç olarak görülebilir” (Arman & Şerbetçi, 2012, s. 67). Ataerkil toplumda cinsiyet kategorileri militarizmle güçlendirilmektedir. Militarizm kültürel olarak sosyal ilişkiler, değerler, davranışlar cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımını kesin çizgilerle ayrı tutmayı hedeflemektedir. Şiddetin kamusal görünümünü ve ataerkil rol ve işlev dağılımını oluşturur. Bu kalıplar bağlamında, çarpıcı bir toplumsal cinsiyet ayrımı ortaya çıkmaktadır. Ataerkil toplumlarda, toplumsal cinsiyet ayrımı ne kadar katıysa amaçlanan hedefe yakınlık o kadar güçlüdür. Amaçlanan hedef kadınları güç/karar alma pozisyonlarından uzak tutmaktan geçmektedir.

Öte yandan askerileştirilmemiş gibi görünen toplumlarda dahi askeri değer ataerkinin ideolojik yapısında önemli bir rol oynamaktadır. “Özellikle kolonileşme geçmişi olan coğrafyalarda birçok kadın açıkça kadın düşmanı bir tavırla uygulanan kötü muameleye tabi tutulmaktadır. Pek çok kadın kaçırılmakta, tecavüze uğramakta ya da gerillalara ve paramiliterlere hizmetçilik yapmaya zorlanmaktadır” (Arman & Şerbetçi, 2012, s. 71). Kavramsal olarak erkeklik ve savaş bir durum, bir dünya ve yaşam okuması olarak savaşın inşasında önemli bir rol oynamaktadır. Savaş kavramı yüklenen erkeklerde ‘kadınsı’ özellikler reddedilmektedir. Bu kadınsılığın içini dolduran özellik elbette ataerkinin kadına uygun gördüğü hassasiyet ve zayıflık özelliğini içermektedir. İyi bir asker ancak saldırgan, cesaretli, dayanaklı gibi ‘erkeksi’ özellikleri taşıdığında asker kabul edilmektedir. Bu bağlamda, orduda şefkat, iş birliği, iyileştirme gibi özellikler yapısal olarak temizlenmektedir. “Bu yüzden erkeklerin askerliği reddetmesi sadece askerliğin reddi anlamına gelmemektedir; aynı zamanda sert, güçlü, cesur, koruyucu, yiğit ve heteroseksüel olmayı reddetmeleri anlamına da gelmektedir”. Bu cinsiyet rolleri sivil hayata da kopyalanmaktadır. ‘Zayıf’ duyguları göstermemek ‘erkeksi’ bir tavır olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda başarıya odaklanma, rekabeti ve fiziksel saldırganlığı teşvik etmek noktasında savaş oyunları erkekler için büyük önem teşkil etmektedir. Burada oluşturulan bilinçdışı erkek çocuklarının dahi ataerkil toplum çerçevesinde bir erkekliğe dönüşünü temsil etmektedir. Benzeri şekilde kız çocuklarının ise uzlaşma, uyum sağlama ve teslim olma davranışları beslenmektedir. Bu noktada, kız çocuklarının oyuncakları besleyici özelliklerini güçlendirmektedir.

Elbette bu konuda erkek ve kız çocuklarının tutumları ve davranışları farklılaşabilir. Ancak gerek ataerki gerekse de militarizm açısından önemli olan kamusal rol ve işlevlerdeki paylaşımın sürekliliğidir. Bu nedenle erkeklerin ve kadınların tutum ve davranışlarından kaynaklanacak kişilik yarılmaları ataerki ve militarizm açısından önemli değildir. Zira önemli olan farklı düşünmek değil kabul etmek ve uygun davranışlar sergilemektir. Tüm baskıcı ve totaliter ideolojiler gibi militarizm de bu noktada bir makul ve makbul sınırı tanımlar. Bu doğrultuda erkeklerin saldırgan; kızların ise pasif olması toplum tarafından uygun olan davranış şekilleridir. Bu erkeklik inşası militarizm için korunması gereken bir durumdur. Çünkü militarizmin askerlere ve silahlara olduğu kadar cinsiyet ideolojisine de ihtiyacı vardır. Militarizmin itaatkâr ve uygun rolleri o kadar güçlüdür ki kadınlar oğullarını ülkenin çıkarları için feda edebilmektedirler. Bu toplumsal cinsiyet rolleri bir döngü oluşturmaktadır. Feminist, anti militarist kurucular “[a]skerlerin devletinde yaşamamalıyız… Yaşadığımız toplum militarize olmak zorunda değil… Biz, çocuklarımız, eşlerimiz sürekli seferberlik halinde olmak zorunda değiliz; sürekli savaşçı olarak yaşamak zorunda değiliz diyor ve ekliyor; artık… orduya, hiçbir şeyi sorgulamaksızın asker sağlamayacağız… Ülkeyi yönetenler başka çözümler aramadan orduyu bu kadar kolay öne sürdüğü sürecek seferberlik halinde yaşamayacağız, çocuklarımızı askerlik için yetiştirmeyeceğiz, militarize olmuş ebeveynleri, erkek kardeşleri, babaları desteklemeyeceğiz” (Mazali, 2009, s. 51-52) şeklinde New Profile örgütünde açıklama yapmışlardır. Bu noktada önemli bir makale sunan Mazali;

“Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail’de Feminist Antimilitarizm adlı makalesinde İsrail’de bir Yahudi olarak kendi gözlemlerinden ve deneyiminde yola çıkıp kendisinin bir parçası olduğunu söylediği egemenliği sorguluyor. Yahudilik kimliğinin nasıl karmaşık ve çelişkili süreçler içinde kurulduğunu ve militarizmin nasıl bu kimlik kurucu unsurlarından biri olduğunu gözler önüne seriyor. Tüm bunları yaparken ise okurla gerçekten ve herkes için özgür bir dünya kurmanın yollarını ve kendi feminist antimilitarist bakışını paylaşıyor” (Şekercan, 2010, s. 69).

 Bu bağlamda, militarizm ataerkil fikirlerden ortaya çıkar fakat ataerkil fikirler militarizmi sürdürmek için kullanılmaktadır. Feministler bu noktada militarizme direnmeyi cinsiyet rollerinin yeniden düzenlenmesi için önemli görmektedir. Aşağıdaki şekil ataerki, militarizm ve toplumsal roller arasındaki ilişkiyi göstermektedir.

Şekil 1. Ataerki, Militarizm ve Toplumsal pratikler arasındaki ilişki [1]

[1] Şekil 1. Tablo Toplumun, ataerkinin hangi kurum veya kuruşlarından nasıl beslendiğini hiyerarşik bir düzen çerçevesinde derlenerek tarafımca hazırlanmıştır.

3. Militarizm ve Kadına Yönelik Şiddet

Militarizm toplumda şiddeti içermektedir. Bu bağlamda, kadınların birçoğu bu şiddet karşısında ezilmektedir. Militarizmin temel argümanı olan ‘ötekinin üzerinde hakimiyet’ ideali kadınları ‘öteki’ yapmaktadır. “Altınay, bir toplumdaki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve bu ilişkilerin seyrini anlayabilmek için o toplumun uluslaşma süreçlerine, milliyetçiliğe ve militarizme bakmak gerektiğini söyler” (Tokdoğan, 2013, s. 70). Kadınların ‘bizim’ kadınlarımız ve ‘düşmanın kadınları’ şeklinde ayrımları erkeklerin doğuştan sahip olduklarına inandıkları ‘sahip olma’ güdüsünü normalleştirmektedir. Bu bağlamda, özellikle ‘düşmanın kadınları’nı kontrol etme ve kullanma hakkı kadınları küçümsemektedir. Askeri eğitim sırasında erkeklere empoze edilen saldırgan ve şiddetli olma eğilimi, onlardan bu eğilimi ihtiyaç duyulana kadar kontrol altında tutması beklenmektedir. Elbette bu eğilimi kontrol altında tutamamak büyük bir sürpriz yaratmayacaktır. Saldırgan ve şiddetli olma teşviki erkeklerde aile içi şiddet hatta tecavüze kadar sıçramaktadır. Tecavüz kadınlara yönelik erkeksi tutum ve davranışlarla yakından bağlantılıdır. Agresif cinsellik ifadesi olan tecavüz kadınların toplumlardaki itaatkâr konumu ve erkeklerin istediklerini elde etmelerini empoze eden militarist kültürün bir parçasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nda Çin’de savaşan Japon askerlerin cinsel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için “comfort women’’ diye adlandırılan kadınlar fuhuşa zorlanmıştır (Kurt, 2020). Birçok ülkede devletin eril olmasına karşın, savaşta bir silah olarak tecavüzü getirmektedir. Öyle ki İkinci Dünya Savaşı sırasında “Japon kız çocukları ve kadınları, ABD’li askerlerin tecavüz sonrası kendilerine para ya da çeşitli eşyalar vermeyi teklif ettiklerini söylemişlerdir. Dönemin Japon polis kayıtlarına göre, Eylül 1945’te bir asker, 14 yaşında bir kız çocuğunun kafasına silah dayayarak, biraz sigara ve şeker karşılığında kendisinin ona oral seks yapmasını istemiştir” (Filiz, 2019, s. 52). Savaşın erkekliği, kadınlara sahip olma ve koruma efsanesine bağlıdır. Fakat bu korunma çift yönlüdür. Cinsiyetler arası eşitsizliği ve kadını metalaştıran bu koruma ve sahip olma efsanesi kadınları ikiye ayırmaktadır. İyi kadınlar (anneler, eşler, sevgililer, kız kardeşler) korunmalıdır. Fakat kötü kadınlar (fahişeler ve düşman kadınları) tecavüz edilip, öldürülebilir ve bu durum, militarizm için olağan bir durumdur. Savaşan bir askerin, düşman askere karşı onurunu kırma teşebbüsü kadın bedeni üzerinden gerçekleştirilmektedir. Kadın cinsel sömürüye maruz kalmakta ve savaşın nesnesi kılınmaktadır.

Elbette buna erkeksi kimliğin yanında getirdiği ‘sahip olma’ düşüncesi neden olmaktadır. Fethetmek, sahip olmak duygusu orduda erkeklere empoze edilen ilk düşünce şeklidir. Bu da ‘güçlü’ erkeğin dişilikle özdeşleştirilen her şeyin üzerinde hakimiyet kurmasına izin vermektedir. Kadının bedenine girme, hâkim olma hakkının olduğuna inandırır. “Zayıf dişilikten nefret edilmesinin altında, kadının kontrol edilemeyen, durdurulamayan cinselliği yatmaktadır. Böyle bir tehdidin önüne geçmek için ordu, tecavüz, fuhuş yoluyla kadınların cinsel istismarını destekler” (Akgül, 2010, s. 88). Bu bağlamda, hem dişilik hem de düşman fethetme arzusunu beslemektedir.

Savaşın odak noktası olan ‘öteki’nin yok edilmesi olan ideoloji çatışması sadece düşmanı içermemektedir. Düşmana ait olan her şeyi hedef almaktadır. Genellikle tecavüz şeklinde şiddetin hedefi olan kadınlar, savaşlarda istila edilerek saldırıya uğramaktadır. Tecavüz savaşın yan etkisi sonucu oluşmamaktadır. Bu ancak savaşta, bir fırsat nedeni olarak görülmektedir. Savaşta tecavüz düşman askere karşı bir güç gösterisi olarak kabul edilmektedir. Onların kadınlarına yapılan bu eylem aynı zamanda kültüre yönelik bir saldırının da bir parçasını içermektedir. “Kadınların ulusal analar olarak atfedilmesi, ulus ile aile arasında bir benzeşim kurulmasından kaynaklanmaktadır” (Arman & Şerbetçi, 2012, s. 75). Ataerkil düzenin kadını namus, ev, korunması gereken bireyle eşleştirmesi nedeniyle savaş anında ‘kadın’ direkt hakimiyet altına alınmaktadır. Tecavüz, gücün olduğu bir işkence şeklini içermektedir. İstila ve acı yoluyla uygulanan bu şiddet, kadın kimliğine saldırı gerçekleştirmektedir. Aşağılanma yoluyla ve düşmanın kadınının ‘yok edilmesi’ (düşmanın mülkü) bir üstünlük göstergesi oluşturmaktadır. Ne yazık ki savaş döneminde tecavüz ve fuhuşun görüntüsü bulanıklaşmaktadır. Kadınların ekonomik durumlar nedeniyle fahişeliğe zorlandıkları dahi olmaktadır. Ordu ve militarizm söz konusu olduğunda fuhuş, sistematik bir cinsel köleliğe işaret etmektedir. “Japonya, ordusunun İkinci Dünya Savaşı boyunca işgali altında olan ülkelerde binlerce kadını çeşitli şekillerde zorla alıkoymasına ve kullanmasına göz yummuştur. Bu kadınların sayısının, farklı kaynaklarda 50.000 ile 200.000 arasında olduğu iddia edilmektedir fakat tam sayı yine de bilinmemektedir” (Çelik, 2020, s. 518). Tüm bu yaşanan vahim olaylar, kadınların yanlış ideoloji tarafından şekillendirilmiş kimlikleri yüzünden ortaya çıkmaktadır. Saldırganlık ideali üzerine kurulu toplumlarda kadın kimliği, ısrarlı bir biçimde ikincil konumda tutulduğu sürece bu durumun ortadan kalkması zor görünmektedir. Tam da bu noktada feminizm bir anti-militarist ruha ihtiyaç duymaktadır. Militarizm erkekliği yüceltip kadını ‘zayıf’ olarak damlarken aynı zamanda bunu empoze de etmektedir. “Militarist düşünce sadece ‘askeriye’nin sınırları içinde kalmayıp günlük hayatın içine de yedirilen ‘militer’ bir dünya kurgular, ki bu kurguda kadın aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır…” (Altınay, 2006, s. 26). Bu bağlamda ‘erkeklik’ bir mühendislik ürünü olarak toplumun her yerine kopyalanabilir hale gelmektedir. Bu nedenlerle, ataerkil normlarla beslenen militarist düşünce feministler tarafından eleştirilmekte yukarıda da belirtildiği üzere anti-militarizm düşüncesine zemin oluşturulmaktadır. Kadınların ikincil konumunu sürekli bir şekilde taze tutan militarist düşünce kadını bir savaş ganimeti olarak nesneleştirerek aşağılamaktadır. 

Sonuç ve Öneriler

Militarizmin cinsiyet analizi, kadınları büyük ölçüde etkilemektedir. Ayrıca cinsiyet analizi olarak militarizm ve ataerkillik arasında güçlü bir bağ olduğu da aşikâr bir durumdur. Bu bağlamda, militarizm ve ataerkillik arasındaki bağ feministler açısından özellikle ele alınması gerekmektedir. Tarihsel olarak savaş döneminde kadınların taleplerinin ertelenmesi istenerek kadınların ezilmesi karşısında cinsiyet körü davranılmaktadır. Ataerkilliğin yaygınlaşmasına katkı sağlayan ordunun yeniden düzenlenmesi bağlamında feministlerin anti-militarizm olan ortak hedefi insanlar için görünür kılınmalıdır. Ataerkillik ve militarizmin kurumları egemen olduğu müddetçe kadınlara yönelik kişisel şiddet ve baskı düzeyi her geçen gün daha da artacaktır. Nitekim böyle bir durumda cinsiyet eşitliği söz konusu olmayacak bu da büyük bir adaletsizliği yanında getirecektir. Cinsiyet eşitsizliğinin daha da derinleşmesini sağlayan militarizm, ataerkil normları olağan bir durum olarak kabul etmemizi dikte etmektedir. Bunu kabul etmemenin en etkili yöntemi sosyalleşme süreçlerinde kökten bir değişim sağlanmasıdır. Bu da yine birçok yapının anahtarı olan eğitimle gerçekleşebilir. Ebeveynler, öğretmenler ve toplumun diğer tüm üyeleri kız ve erkek çocuklarına rekabetçi olmaktan daha çok iş birlikçi uzlaşmacı ve yapıcı olmayı empoze etmelidir. Kız çocuklarının, erkek çocuklarının zayıf versiyonu olduğu düşüncesinden kurtulmalı ve eşit eğitim ve oyunlarla yetiştirilmelidir. Bu kökleşmiş ataerkil düzenden kurtulmanın en etkili yöntemi kız ve erkek çocuğu ayrımı yapmadan çocuk yetiştirmekten geçmektedir.

Ataerkil normların dikte ettiği uygun ‘erkek’ ve ‘kadın’ davranışları cinsiyetlendirilmiş tutumlardan temizlenmesi gerekmektedir. Elbette militarizm ve ataerkillikle mücadele etmek kolay değildir. Ancak sorunları belirleyip çocukları eğitmek hatta yetişkinleri dahi yeniden eğiterek tüm seviyelere ulaşan yeni eğitim sayesinde cinsiyet dayatmalarından uzakta bir birey yaratabiliriz.

Tülin ÇETİNKAYA

Feminizm Okumaları Staj Programı

 

Kaynakça

Akgül, Ç. (2010). Cinsiyet ve Militarizm. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi) Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (Siyaset Bilimi) Anabilim Dalı, Ankara.

Altınay, A. G. (2006). Vatan, Millet, Kadınlar. İstanbul: İletişim Yayınları.

Arman, N., & Şerbetçi, D. (2012). Postkolonyal Feminist Teoride Milliyetçilik, Militarizm Ve Savaş Karşıtlığı. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(3), 65-83.

Çelik, H. (2020). Rahatlatma Birlikleri: Feminizm Çerçevesinde Bir Analiz. Alternative Politics/Alternatif Politika, 12(3), 516-541.

Çiftdoğan, H. (2014). Kent ve Militarizm İlişkisinden Kentsel Militarizme. İkinci Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler II. Öğrenci Konferansı.

Direk, Z. (2006). İmkansızdan da İmkansız. Erişim Adresi: https://zeynepdirek.wordpress.com/2012/12/15/imkansizdan-da-imkansiz/

Enloe, C. (2006). Kadın Yaşamının Militarize Edilmesine Yönelik Uluslararası Politikalar. (S. Çağlayan, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Filiz, B. (2019). Militarizm ve Kadın: İkinci Dünya Savaşı’nın Rahatlatıcı Kadınları. (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Ana Bilim Dalı, İstanbul.

Mazali, R. (2009). Orduya Ebeveynlik Yapmak: Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar. İstanbul: Bgst Yayınları.

Şekercan, S. (2010). Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail’de Feminist Antimilitarizm: Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar. İstanbul: Bgst Yayınları.

Tokdoğan, N. (2013). Milliyetçilik, Militarizm Ve Toplumsal Cinsiyet İlişkisini Nefes Filmi Üzerinden Okumak. Sinema Araştırmaları Dergisi, 4(2), 69-83.

Yiğitler, Ş. Ş. (2021). The Fundamentals of Militarism in Turkish Literature. Journal of Bitlis Eren University Humanities and Social Sciences 1(1), 86-105.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...