Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar: Putin Dönemi Rusya’sı ve Avrasyacılık Fikir Atölyesi: Sonuç Raporu

Avrasya Coğrafyası ve Avrasyacılık

“Avrasya kelime olarak Avrupa ile Asya kelimelerinin birleşiminden, yani “avr” ile “Asya” sözcüklerinin birleşmesinden oluşur ve Avrupa kıtası ile Asya kıtasını kapsayan coğrafi bölgeye verilen isimdir. Avrasya, belirtildiği üzere büyük bir alanın adıdır ve siyasi tarihi uzun bir geçmişe dayanır. Avrasya bir siyasi coğrafya olarak dünya hâkimiyetinin belirlendiği bir alandır. “Avrasya” deyimi Alman Von Humbolt tarafından literatüre sokulmuştur. “Humbolt’un geliştirip adlandırdığı bu kavram, Asya-Avrupa coğrafî bileşenini tanımlamaktadır.  Bugünkü AB, liderliğini Almanya’nın yaptığı bir Roma-Germen İmparatorluğu projesidir, denilebilir.


Şekil 1: Avrasya Coğrafya Alanı (Avrasya İncelemeleri Merkezi)

Avrasya, tarih boyunca toplumların hâkimiyet mücadelesine şahit olan ve döneminin güçlü devletleri tarafından öncelikle ele geçirilmeye çalışılan bir coğrafyadır. Ayrıca, eski dünyanın merkezi olan Avrasya, tüm büyük dinlerin ve kadim felsefelerin ortaya çıktığı bir bölgedir. Avrasya, sadece Rusya ve Kafkasları içine alan bir toprak parçasını içermez, aynı zamanda Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan bölgeyi de kapsayan çok geniş bir kıtadır.  Avrasya kıtası zamanla siyasallaşarak “Avrasyacılık” kavramı olarak lanse edilmeye başlanmıştır. Avrasyacılık yaklaşımını ortaya atan ilk aydınlar Avrasyacılık siyasi vizyonunu tüm yönleriyle açıkça ifade etmeye çalışmışlardır. Avrasya, Avrupa ve Asya’nın birleştiği bölgedir. “Viyana hattından başlayarak Avrupa’nın doğusu ile Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Anadolu, Orta Asya Avrasya kıtasının bölgeleridir. Bütün bölgeleri içine alan geniş alana, coğrafya dilinde ve dünya politikasında “Avrasya” denilmektedir.  Avrasyacıların gerçekliği mekân ve tarih üzerine kurulmuştur, denilebilir.

Avrasya, dünya GSMH’ sinin % 60’ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Avrasya’nın omurgasını ise Türk dünyası meydana getirmektedir. Avrasya’da nüfus, coğrafi büyüklük, jeostratejik bölgeler ve geçiş güzergâhları Türk dünyasına hizmet etmektedir. Türk dünyası Avrasya’da ağacın kökleri ve gövdeleri gibidir. Bununla beraber günümüzde aynı dili konuşan, dine inanan, kültüre sahip ve ortak tarih bilinci olan Türk dünyasıyla ilişkiler istenen seviyeye ulaşamamıştır. Avrasya günümüz dünyasında jeopolitik önemini yitirmemiş, aksine dünya tarihinin en önemli jeopolitik ekseni ve jeopolitiği haline gelmiştir.

Avrasya yerkürenin en büyük kıtasıdır ve jeopolitik olarak eksendir. Avrasya’ya hükmeden bir güç, dünyanın en ileri ve ekonomik olarak en verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edecektir. Dünya nüfusunun yaklaşık % 75’i Avrasya’da yaşamaktadır ve dünya fiziksel zenginliklerinin çoğu, hem yatırımlar hem de zenginlikler bakımından burada bulunmaktadır. Avrasya dünya GSMH’ sinin % 60’ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Avrasya aynı zamanda siyasal olarak dünyanın en iddialı ve dinamik devletlerinin bulunduğu yerdir. Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra en büyük altı ekonomi ve en büyük altı silah alıcısı Avrasya’da bulunmaktadır.

21. yüzyıla girerken yapılan bütün jeopolitik ve stratejik değerlendirmelerde, Avrasya’nın yeniden bir yıldız gibi parladığını ve yüzyılımızın jeopolitik kalbinin Avrasya olacağı anlaşılmaktadır. Küresel hâkimiyet için mücadele eden Amerika’dan sonra dünyanın gelecekteki süper güç adayları arasında bu kıtada hâkimiyet kurmak için kıyasıya bir yarış olacaktır. Türkiye, bu satranç tahtasında oyunun kaderini, gidişatını ve seyrini değiştirebilecek çok önemli bir oyuncudur. Güç dengeleri arasında Türkiye, jeopolitik konumu, kültürel ve dinsel kimliğiyle bu kıtada vazgeçilmez bir stratejik ve bölgesel güç olacaktır. Geleceğin küresel güç adayları arasında, Türkiye yerini almalıdır. Türkiye bağımsız ve jeopolitik eksenli politikalar oluşturursa, yakın gelecekte bölgesinin lider devlet pozisyonunu pekiştirecektir.  Türkiye Avrasya’da kaderi belirlenen bir ülke değil, kendi kaderini belirleyen bir ülke olmalıdır.” (Özder, 2013: 66-73)

Klasik Avrasyacılık ve Neo-Avrasyacılık

“Yeni Avrasyacı hareket, klasik Avrasyacılığa göre çok büyük sayıda taraftar toplamıştır. Hareketin içinde jeopolitikçiler, monarşistler, Rus Ortodoks kilisesi, aşırı milliyetçiler, Stalinciler gibi alt gruplaşmalar mevcuttur. Yeni Avrasyacılar, Klasik Avrasyacılar gibi kültürel ve coğrafi bütünsellikten hareket ederek, Avrasyacı düşünceyi jeo-stratejik ve jeopolitik bir unsur olarak Rus dış politikasına ve uluslararası ilişkiler sistemi içerisine bir olgu ve kuramsal yapı olarak yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Yeni Avrasyacılar’ın temel hareket noktaları, Sovyet sonrası dönemde Moskova yönetiminin Batı ile iyi ilişkiler kurmak pahasına ülkenin tarihi, coğrafi ve kültürel kimliğine aykırı politikalar yürüttüğü, ulusal çıkarlarını göz ardı ettiği, iddiası idi.

Yeni Avrasyacılar Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sisteme hâkim olan ekonomik sistemden rahatsızdırlar. Sovyet sonrası dönemde oluşan jeo-politik ve jeo-ekonomik boşluğun Trans Atlantik merkezli kapitalizm tarafından doldurulmaya çalışılması; teknolojik ve ekonomik araçlarla ABD’nin siyasal ve kültürel hegemonyasının sürdürülmesi, uluslararası sistemin geneli ve Avrasya coğrafyası için büyük bir tehdit olarak görülmektedir. Yeni Avrasyacılar, Realistler gibi güç dengesi ekseninde şekillenen uluslar arası politikanın “sürekli dostluk” değil, “sürekli çıkar” olgusu doğrultusunda belirlendiğini iddia etmektedirler. Rus ulusal çıkarlarının korunabilmesinin ise, uluslararası sistemde Rusya’nın konumunun yeniden tanımlanmasına ve siyasal ve askeri gücünün restore edilmesine bağlı olduğunu savunmaktadırlar. Yeni Avrasyacılara göre jeopolitik, siyasal güç ve “büyük devlet” statüsünün vazgeçilmez bir unsurudur.  Klasik Avrasyacıların çalışmalarında yer alan ortak Avrasya kültürüne yönelik çalışmalar, Yeni Avrasyalıların araştırmalarında da göze çarpmaktadır. Avrasya birliğinin, en önemli gerekçelerinden birisi de, bu coğrafyada yaşayan toplumların, tarihsel süreç içerisinde etkileşimleri sonucunda ortak bir kültür oluşturmuş olmalarıdır. Bölgesel ölçekte Slav-Turan, kıtasal ölçekte ise büyük dinlerin ve Uzakdoğu felsefelerinin etkileşiminden ortaya çıkan Avrasya kültür birliği oluşmuştur.

Yeni Avrasyacı ekolün üzerinde hassas olduğu en temel konulardan birisi de eski Sovyet coğrafyasının yanı sıra, Orta ve Doğu Avrupa’da Rusya’nın göz önüne alınmamasıdır. Yeni Avrasyacılar ayrıca Sovyet çözülmesini geçici bir şok olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda Avrasya’da “uluslar üstü” yapıda kurulacak, etkin ve güçlü bir Rus devleti, hem iç hem de dış politikada önemli bir hedef olarak gösterilmektedir. Yeni Avrasyacılar Ortodoksluk ve jeopolitik konumu gibi özelliklerinden dolayı batı medeniyetinden tamamen farklı olan Rusya’nın özgün bir uygarlık olduğuna inanmaktadırlar. Bu uygarlık Anglo-Saksonların aksine; bireyci ve çatışmacı değil, dayanışmacı ve toplumcudur

Yeni Batıcıları ütopik ve idealist olmakla suçlayan Yeni Avrasyacılar, Rus dış politikasının demokrasi ve insan hakları gibi nosyonları barındırmasına karşı çıkmaktadırlar. Demokrasi ve insan hakları gibi batılı değerlere dayanan çoğulculuk yerine; doğrudan devlet tarafından belirlenen, ulusal çıkarlara dayalı ‘tekil’ bir dış politikayı savunmaktadırlar. Yeni Avrasyacılara göre; Sovyetler Birliği, ekonomik ya da siyasi bir başarısızlık sonucu değil, Rus askeri gücüne karşı duyulan korku ve Rus doğal kaynaklarına olan ihtiyaç gibi nedenlerden dolayı, Batı’nın komploları sonucu dağılmıştır.

Rusya’nın jeopolitikçilerinden biri kabul edilen Aleksandr Gelyeviç Dugin, aynı zamanda Yeni Avrasyacılık akımının en önemli temsilcisidir.  Dugin çalışmalarında Batı Dünyasına karşı mücadele yöntemlerini ortaya koymaktadır. Çalışmalarında Liberalizm ve Batı karşıtlığı ön plana çıksa da, Amerika asıl hedef olarak gösterilmekte, Avrupa ile ise müttefik olunabileceği belirtilmektedir. Dugin’in Jeopolitik bakış açısı, Rusya’nın federal yapılanmasında da kendini göstermektedir. Dugin’e göre Avrasyacı federalizmin temelinde toprak/teritori değil, etnos yer almalıdır. Bu sistemde bölgeler merkeze sıkı bir şekilde bağlı olmalılar. Ancak bunlara, dini ve kültürel alanlarda serbestlik verilmelidir.

Klasik Avrasyacı akım ile Yeni Avrasyacı akımın görüşleri arasında bazı farklılıklar söz konusudur. Klasik Avrasyacıların çalışmalarında felsefe, kültür, etnografya ve tarih felsefesi ve yazımı; yenilerde ise kısmen felsefi ve kültürolojik bakışın hâkim olduğu jeopolitik bilim öne çıkmaktadır. Batı, Klasik Avrasyacılarda Avrupa ile özdeşleşirken, yeni Avrasyacılarda buna Amerika eklenmekte ve Almanya veya Avrupa Birliği ile ittifak kurulabileceği önerilirken, ABD asıl hedef konumuna getirilmektedir. Dolayısıyla, yeni Avrasyacılıkta Avrupa Rusya için “tehdit” olmaktan çıkarılmış, bu sıfat Amerika’ya devredilmiştir. Bundan dolayı Yeni Avrasyacılık düşüncesinde Amerikan merkezli küreselleşme ve onun getirdiği meydan okumalara karşı, jeopolitik düşünce ve şemalarla tepki verilmektedir. Klasik Avrasyacılarda Doğu ülkeleri için kapsamlı araştırmalar yapılmazken, Yeni Avrasyacıların çalışmalarında “Doğu”nun özel bir yeri vardır. Ayrıca Klasik Avrasyacılıkta açık bir şekilde öne çıkan dindarlık veya Ortodoksluk vurgusu, yeni Avrasyacılıkta genel itibariyle fazla görülmemektedir. Son olarak Klasik Avrasyacılık çalışmalarında yeterince yer verilmeyen İslam ve Müslüman dünyası; Soğuk Savaş sonrası dönemde oluşan özel koşullar nedeniyle Yeni Avrasyacılık çalışmalarının önemli konulardan biri haline gelmiştir.” (Sönmez, 2010: 78-84)

Putin Dönemi ve Avrasyacılık

“Sovyetlerin çökmesiyle dağılmayla karşı karşıya kalan Rusya, önce Atlantik (NATO ülkeleri) ile ilişkilerini geliştirmek istese de, Batı’ya duyulan güvensizlik ve Rus iç dinamiklerinin zorlaması Yeni Avrasyacılığın canlanmasına zemin hazırlamıştır. Boris Yeltsin Döneminde izlenen Batıcı Atlantikçi yaklaşım Yevgeni M. Primakov’un Başbakanlığı Döneminde (Ocak 1996-Ağustos 1998) terk edilmiştir. Bu dönemde Avrasyacıların etkinliği artmış ve Avrasyacılık jeopolitik açıdan ABD hegemonyasına karşı bir platform olarak algılanmıştır. Boris Yeltsin’i takiben iktidara gelen Vladimir Putin, Yeni Avrasyacılık akımından etkilenerek müreffeh ve güçlü Rusya’yı yeniden canlandırma politikasını hayata geçirmiştir.


Şekil 2: (businessinsider.com)

Rusya Devlet Başkanlığı koltuğuna ilk kez 7 Mayıs 2000’de oturan Vladimir Putin, Avrasyacılık politikasının koruyucusu ve uygulayıcısı olarak önemli politik adımlar atmıştır. Putin’in iktidarı döneminde ani gelişen uluslararası siyaset ve çıkar çatışmaları, Rusya’nın Orta Asya, Kafkasya, Doğu Avrupa vd. coğrafyalarda istediği gibi hareket etmesini engellemiştir. Putin, politikasını desteklemek için eski Sovyet Cumhuriyetlerini içine alan bir Gümrük Birliği hedefi kapsamında Avrasya Birliği projesine girişmiştir. Putin, 2001 yılı başında eski Sovyet ulusal marşını tekrar kabul ederek sözlerini yeniletmiştir. Ayrıca Çarlık Rusya’sı bayrağı devlet bayrağı olarak kabul edilmiştir. Putin aslında hem Rus Çarlığının hem de Sovyet Rusya’nın mirasını üstlenerek, Büyük Rusya hayalini yeniden canlandırmaya girişmiştir. Putin’e göre Rusya’nın temel dış politikası çok kutuplu dünya tezine dayanmaktadır. Putin’in temellerini attığı Ulusal Güvenlik Doktrini (10 Ocak 2000) ve Rusya Federasyonu Dış Politika Doktrini (10 Temmuz 2000) göre Rusya, klasik güç dengesi politikasından vazgeçerek Atlantik İttifakı ve yakın çevre bölge ülkeleriyle ilişkileri yeniden düzenlemiştir. Buna göre BDT ile ortaklığın ulusal güvenliğin de bir garantisini oluşturduğu dikkate alınarak uzmanlaşmış bölgesel kuruluşların önemine değinilmiştir. Yeni Avrasyacılık akımının açık etkilerinin görüldüğü söz konusu dış politika doktrini Putin tarafından uygulamaya konulmuştur.

Putin siyasal söylemlerinde, “güçlü devlet”, “vatanseverlik” ve “toplumsal dayanışma” gibi Rus değerlerini sıkça kullanmaktadır. Aslında bu söylemler Yeni Avrasyacılık düşüncesinin temelini oluşturmaktadır. Putin birçok resmi konuşmasında Rusya’nın bir Avrasya ülkesi olduğunun altını çizmektedir. Ayrıca NATO’nun genişleme stratejisini devreye sokarak Ukrayna, Gürcistan vb. ülkelerle ilişkilerini artırmıştır. Bir kısım eski Doğu Bloku ülkeleri AB’ye katılmıştır. ABD ve AB’nin uyguladığı bu politikalar Rusya’yı tedirgin etmiş ve yakın çevresine daha fazla ilgi göstermesine yol açmıştır. Rusya, ABD ve Batı ile rekabet içinde olduğu alanları korumak güdüsüyle dış politika önceliklerini belirlemeye başlamıştır. Yeni Avrasyacılık yaklaşımı kapsamında Putin, eski Sovyet coğrafyası ve yakın çevre ülkeleriyle ilişkilerini artırmıştır.” (Yılmaz, 2015: 113-116)

Avrasya Jeopolitiği, Türkiye ve Türk Dünyası

“Kültürel ve etnik bir birlik olarak ifade edilebilecek Türk Dünyası kavramı; kamuoyunda yaygın olarak 11.2 milyon km2’yi aşan büyük bir coğrafi alanı adlandırmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu alan, Adriyatik Denizi kıyılarından başlayıp Çin’in başkenti Pekin’in yakınında yer alan Çin Seddine kadar uzanır.  Türk Dünyası şeklinde kavramsallaştırılan coğrafya, Asya ve Avrupa kıtalarının neredeyse merkezi kısmını oluşturmaktadır. Biraz daha detaylandırmak gerekirse batıda Balkanlardan doğuda Büyük Okyanus’a, kuzeyde Kuzey Buz Denizi’nden güneyde Tibet’e kadar olan saha yerkürede Türklerin yoğunlukla yaşadıkları yerler olarak kabul görmektedir. Bu coğrafyada 20 farklı siyasi birim Türklerden teşekkül etmiştir. Bunlardan 7 tanesi bağımsız devlettir. Bu devletler; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan’dır. Diğerleri ise özerk cumhuriyet ve muhtar vilayet olarak adlandırılan siyasi birimlerdir. Bunlar; Başkurdistan, Çuvaş Dağıstan, Gagavuz, Kabarday-Balkar, Karakalpak, Nahçıvan, Saha, Tuva (Yakut), Uygur (DoğuTürkistan) olmak üzere 10 özerk cumhuriyet ve Dağlık Altay, Hakas ve Karaçay-Çerkes olmak üzere 3 muhtar vilayettir.


Şekil 3: Türk Devletleri Coğrafyası

Sovyetler Birliği’nin dağılması ise uluslararası sistemin yeniden inşasına sebebiyet teşkil ettiği gibi Avrasya jeopolitiği bakımından da önemli gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda öncelikle SSCB bünyesi içerisinde yer alan siyasal birimler bağımsızlıklarını ilan ederek ulus devlet kimlikleriyle uluslararası ilişkilerin yeni aktörleri olarak sistemde yer almışlardır. 21. yüzyılda Avrupa ve ABD’nin petrol ve gaz ihtiyacını karşılamada Avrasya içerisinde yer alan Hazar bölgesindeki petrol ve doğalgazın ne denli önemli olduğu bu alanda yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. Avrasya jeopolitiğinin geleceğini etkileme kapasitesi olan potansiyel aktör ve olaylara bakıldığında aktör olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti gibi küresel güç veya adayları ile Türkiye, İran gibi bölgesel güçler ve doğal olarak söz konusu coğrafyada yer alan devletler ele alınmalıdır. Yeni İpek Yolu olarak da kabul edilen “Kuşak-Yol” projesi bağlamında ekonomik girişimler ile Avrasya bütünleşmesine yönelik siyasi ve ekonomik entegrasyon veya işbirliği modelleri yer almaktadır.

Türkiye ve Türk Dünyası’nın diğer aktörleri ise bir yandan Avrasya’nın en önemli coğrafi bölgeleri üzerinde siyasal otorite tesis etmeleri diğer yandan Avrasya jeopolitiği üzerinden çift yönlü etkileşimin aktörü olmaları bakımından önem arz etmektedir. Türkiye ve diğer devletler için Avrasya jeopolitiğine dair yaklaşım ve projeksiyonlar ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından söz konusu olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılması uluslararası sistemde yapısal bir değişiklik meydana getirmiş ve Soğuk Savaş döneminin de sona erdiğini simgelemiş olmakla beraber Avrasya jeopolitiği ve Türk Dünyası açısından da önemli gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Bu süreçte Orta Asya ve Kafkasya’da bağımsızlıklarını ilan eden Türk devletleri yeni siyasal birimler olarak Avrasya jeopolitiğinde yer almıştır. Bu noktada gerek Türkiye gerekse Türk Dünyası bağlamında öne çıkan örgüt ya da girişimler ise; Şanghay İşbirliği Örgütü, Türk Keneşi ve “Kuşak-Yol” Projesidir.

Şekil 4: Kuşak Yol Projesi Haritası (ANKASAM)

Orta Asya Türk Devletleri bir yandan Rus hegemonyasını kırmak diğer yandan hem Rusya’ya hem Batı’ya hem de birbirlerine karşı bir denge unsuru ve platformu olarak gördükleri örgüte üye olmuşlardır. Ayrıca birtakım bölge bazlı dış politika sorunlarının çözümünde örgütün etkisi olduğu da ifade edilebilir. Türk Keneşi olarak ifade edilen, resmi adı Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin kuruluş serüveni ise Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında başlamıştır. Türk Dünyası’nın aktörleri açısından yeniden tanışma ve kavuşma ortamının oluşmasıyla birlikte bahse konu devletler bir yandan bağımsızlık sonrası ulus-devletlerini inşa etmeye çalışırken diğer yandan ise birbirileriyle ikili ve çok aktörlü ilişkiler kurmaya çalışmışlardır. 1992 yılında Türkçe Konuşan Devlet Başkanları Zirvesi’nin ilki düzenlenmiş ve bu zirveler 2010 yılına kadar sürmüştür. Bu kapsamda 3 Ekim 2009 tarihinde Nahçıvan Anlaşması ile kurulan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin, 16 Eylül 2010 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen son Türk Dili Konuşan Devletler Devlet Başkanları zirvesiyle kuruluşu resmen ilan edilmiştir. Konseyin üyeleri; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’dir. Söz konusu devletlerin ortak platformlarda bir araya gelme çabaları hem Türk Dünyası’nın bütünleşmesini hem de Avrasya jeopolitiğinin merkezinde yer alan Türk Dünyası’nın Rusya ve Çin arasındaki sıkışmışlığının kırılmasını sağlamaktır.

Modern İpek Yolu olarak adlandırılan Kuşak-Yol Projesi 65 ülkeyi ilgilendirmektedir.  Çin’i Orta Asya üzerinden Avrupa’ya bağlayacak olan projenin 21 milyar dolarlık bir ekonomik alanı kapsadığı ifade edilmektedir. Projenin ana amacı; kara, deniz ve demir yolları ulaşımında entegrasyon sağlanarak ulaşım maliyetlerinin düşürülmesidir. Bunun yanında Asya, Avrupa ve Afrika’da altyapı yatırımları yapılması da amaçlanmaktadır. Böylece proje ile medeniyetler ve toplumlararası bir etkileşim imkanına kavuşmak hedeflenmektedir. Bu devasa projenin temelinde ise ABD’nin küresel hegemonyasına özellikle de ekonomik anlamda meydan okuyan Çin’in Avrasya üzerinden bir açılımla ekonomik dev olma iddiası yatmaktadır. Proje gerek Türkiye gerekse Türk Dünyası’nın diğer aktörleri tarafından da desteklenmektedir. Bu desteğin temelinde ABD merkezli ilişkilerin daha çok aktörlü olması ve buradan hareketle daha bağımsız yürütülmesi amaçlanmaktadır.” (Erol, 2018: 324-335)

Kaynakça

Yılmaz, Salih. (2015) Yeni Avrasyacılık ve Rusya, Sosyal Ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi, Sayı 34, S.114-116

Özder, Adem. (2013) Avrasya Kavramı ve Önemi, Avrasya İncelemeleri Dergisi (AVİD), Sayı 2, S. 66-73

Sönmez, Sait. (2010) Yeni Batıcılık ve Yeni Avrasyacılık Akımları Bağlamında Yeltsin Yönetimi’nin Doğu Batı Politikalarının Analizi, Cilt 3, Sayı 6, S. 78-84

Erol, Mehmet. (2018) Avrasya’nın Değişen Jeopolitiğinde Türk Dünyası Ve Türkiye: Nasıl Bir Gelecek, TESAM 3. Sosyal Bilimler Kongresi, S. 324-335

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Avrupa Gündemi Konferansları – II: “Bizi Bağlayan Göç” – AB-Türkiye Ortaklığını Yeniden Değerlendirmek

Kocaeli Üniversitesi’nin yürütücülüğünde düzenlenen Avrupa Gündemi Konferanslarının ikincisi 24-25...

Avusturya Seçim Sonuçları: Aşırı Sağ FPÖ’nün Zaferi Yeni Bir Dönemi mi İşaret Ediyor?

Avusturya’da 2024 seçimleri, ülkenin siyasi tarihindeki önemli dönüm noktalarından...

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu Tamamlandı

Afro-Avrasya Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Uluslararası İlişkiler Yaz Okulu...

Afrika’nın Konumu ve Türkiye: BM 79. Genel Kurul Toplantısı

1945 Yılında kurulan BM’nin bugün dünya haritası üzerinde yer...